aleksi zorba yazar profili

aleksi zorba kapak fotoğrafı
aleksi zorba profil fotoğrafı
rozet
karma: 1377 tanım: 40 başlık: 31 takipçi: 71

son tanımları


şiir

youtube.com/@siirtasvirsaz?...
devamını gör...

garip bir koleksiyoncu (film)

feza filmin irşad filmlerine benzemeyen farklı bir bağımsız film.


- başsavcının mezar komşusu kim biliyor musun ?
- kim ?
- idam kararı verip de idam ettirdiği adam.

devamını gör...

normal sözlük yazarlarının şiirleri

bu kadar kötü şiir içinde iyisini bulup favorilemeye çalıştığım başlık.
bizim büyük çaresizliğimiz filminde çok güzel bir söz vardı :
''bazıları şiir okur ve yazmayı öğrenirler. ben şiir okudum ve yazmamayı öğrendim. ''
devamını gör...

mfö'nün abartılmış bir balon olduğu gerçeği

yukarıdaki yazara çoğunlukla katılmakla birlikte ayrıldığım tek yer mazhar'ın solo işlerinin ortalama başarıdan yüksek olduğudur.

tarikatçılığı bizi ilgilendirmez. basit ve tekdüze de olsa dile kolay dolanabilen ilk dinlemekle bağlanılabilen eserler vermiştir. çok üretken olmadığı aşikardır fakat çöp diyip geçmek hakkaniyete sığmaz.
devamını gör...

kanser olduğunu öğrenmek

yaşamak istememekle kanser olmanın uzak yakın bir ilgisinin olmadığı durum. ' ne güzel ölüp kurtulacağım bu dünyadan ' diyemiyorsunuz. kanser ölmenize de kolay kolay müsade etmiyor. bu arada yaşamak umrumdadır. radyoterapi ünitesi önünden herkese günaydınlar.
devamını gör...

sevilen şiirin en vurucu dizeleri

buğulandıkça yüzü her aynanın
beyaz dokusunda bu saf rüyanın
göğe uzanır -tek, tenha- bir kamış
sırf unutmak için, unutmak ey kış!
büyük yalnızlığını dünyanın.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının en yaşlı özelliği

yağmur yağmadan önce bacaklarım sızlıyor. arif efendiye selamlar.
devamını gör...

hüseyin nihal atsız

islamcıların sevmemeye başlamasının ilk sebebi mevlana celaleddin' e sallamasıdır.
devamını gör...

gizli kalması gereken bazı şeyler

bazen varlığının gizli kalması gerekir. senden sebep değişecek olanlar için düşündüklerin, sevdiğin yanında olmaktan hoşnut kaldığın ve durumundan mutmain oldukların için tamamen kaybolmak gerekir.
annen saçını okşuyor ve diyorsun ki anne ne olur durma bu çok güzel. bunu söyledikten sonra artık o kadar güzel kalmaya devam etmeyecek.
devamını gör...

siyasetçilerin borazan gibi bağırması

bizim memlekette herkes bağırarak konuşur. sadece siyasetçilere özgü değildir.
devamını gör...

yazarları bugün mutlu eden olaylar

abim'e ilik nakli olacak. donör de benim. beraber hastanede yatıyoruz aynı odada. salıdan beri beni bir kere bile dışarı bırakmadılar. bugün müsade ettiler de sigara içebildim. mutluyum.
devamını gör...

maydanoz

meraklı köfteci filminde ana karakter 'zühtü karışan' ın katiyyen tahammül edemediği kelime.
devamını gör...

eski şeyler

dedem 1971'de otuzbeş yaşında vefat etmiş.
babam anlatır. hastaneye ziyarete gitmiş son günlerinde. daha doğrusu götürmüşler babamı daha yedi yaşında bir çocuk. çocuk olduğu için almamışlar hastaneye. dedem hastanenin bahçesine inmiş ve kolundaki saati babama vermiş.
arlon marka kurmalı bir kol saati. şimdi kolumda. işte ben o hikayeye bakıyorum günün her vaktinde. eski şeyler.
devamını gör...

şarlatan


bu arada çok hırpalandım. görünüşümde öyle bir saflık vardı ki yaşayışıma herkesin karışabileceği izlenimini bırakıyordum. bu nedenle yakamı bırakmadılar. ben de, görünüşümdeki başka bir sahtecilik nedeniyle onların her davranışına açıktım. buyrun beni yiyebilirsiniz, diyordum. burhan’ın evinde sabahlara kadar konuşuyorduk. herkes sırası gelince bana saldırıyordu.

o sırada bir dergi çıkarıyorduk. derginin bütün ağır işlerini ben yüklenmiştim. biri, son yazdığı makaleden en önemli bölümü çıkardığım için benimle alay ediyordu. sayfaya yazının sığmadığını görünce olmadık bir kısmını çıkarmışım. senin aramızda ne işin var, diyordu, bu cahilliğinle? bir başkası kadınlarla ilişkimi ele alıyordu: cinsel hayatımı bir düzene sokmam için yarı ciddi öğütler veriyordu bana. ben, hepsini büyük bir saflıkla dinliyordum.

istiklal marşının çalındığı yerde ayağa fırlayan, gece yarısı radyo biterken istiklal marşı başlayınca oturduğu koltuktan fırlayan küçük selim’in ciddiyetiyle sözlerini değerlendirmeye çalışıyordum onların. mühendis olmamı da beğenmiyorlardı. para kazanmayı düşünerek seçmiştim bu mesleği. ne aptaldım ki babamın zorla beni üniversiteye yolladığını o anda unutuyor ve onları haklı buluyordum. dergi işiyle gece gündüz uğraşmamla da alay edenler vardı. onlar sadece yazıyorlardı: ben matbaalarda, sabahlara kadar mürettiplerle boğuşuyor, dizgi yanlışlarını düzeltiyordum. bu arada boş kalan sayfalar için yazılar hazırlıyordum bir kenarda. mühendislikle ne zaman uğraşıyorsun, yaptığın binalar çökecek, diye eğleniyorlardı benimle. bu işi de beceremiyorsun, mühendisliğine dön hiç olmazsa, diye amansızca saldırıyorlardı.

burhan beni koruyordu; çünkü, onun yapması gereken teknik işleri de ben yürütüyordum gazetede. yazması gereken yazılarını da çoğu zaman ben yazıyordum. yazdığım yazıların çoğunu beğenmiyordu burhan da. fakat bu işler için adam olmadığından yazdıklarıma katlanıyordu. benimle adam kıtlığı yüzünden görüşüyorlardı. ben de onlar hesabına üzülüyordum. yorulmuştum da. adam olmadığı için, insanlığa vekâlet ediyordum. esas adamlar gelseydi de ben de biraz rahat nefes alsaydım.

sonunda tabii birbirimize girdik. ben de saflığımı koruyamadım: hepsine saldırdım. gördün mü bak, dediler birbirlerine. böyle olacağını daha önce söylemiştik. ben çekip gittim aralarından. onlar yollarında kaldılar. onlar hesabına üzülüyorum: benim gibi kolay yutulur bir lokma daha bulmaları biraz güç olacak.

ben de onları hırpalamıştım anlaşılan. geçen gün yatıyordum. bunlardan biri geldi. ben de sevindim. hasta yatağımda bana eziyete gelmiş oysa. ben aylarca önce bir gün ona şarlatan demişim. şimdi hatırlayamadığım güzel bir konuşmayla, kendisinin neden şarlatan olmadığını ve asıl şarlatanın ben olduğumu ispatladı ve hemen ayrıldı yanımdan.

bu saldırı biraz hoşuma gitti doğrusu. ben, bu arkadaşın bana hiç önem vermediğini sanırdım. söyler söylemez unuttuğum bir sözün onu aylarca ilgilendirmesinden gururlandım. onun gibi derli toplu bir insanı bu kadar etkilemem benim hesabıma sevindirici bir başarı. benim şarlatanlığıma gelince... onu zaten biliyorduk.
devamını gör...

kasvetli halvet


yatağın yanında kımıldamadan duruyordu. soyunmadan, öyle hareketsiz bekliyordu. nermin yaklaştı, kravatını çözdü. kötü bir başlangıç. bana dokunulmasını istemiyorum olric.

sinirlisiniz efendimiz. yapamıyorum artık, olric. ben kral rolüne daha fazla devam edemeyeceğim. bu elbiseler beni sıkıyor; soyunmak da istemiyorum. düşünce elbiselerinizi mi istiyorsunuz? yamansın olric. hiçbir şey belli etmezsin. duymamış gibi yaparsın. çok yükseklerde olabilirdin. ben yerimi seviyorum efendimiz. yerimi biliyorum. beni kraliçeye takdim etmediğiniz için size hiç gücendim mi? bir türlü fırsat olmadı olric. münasebetsizliğimin ben de farkındayım.

istersen bu gece... “soyunmayacak mısın daha? yarın erken kalkmayı düşünüyordun.” iyi bir düşünce bu. erken uyumalıyım. isteksiz bir hareketle elini gömleğine götürdü. nermin, vücudunu kapatmaktan çok açık bırakmak için yapılmış bir gecelik giymişti. bu gece ayrılık gecesi. başka ne giyebilirdi? ne garip. beni soyunurken görmesini istemiyorum bu gece. garip bir utangaçlık içindeyim olric. buzlar ülkesindeyken de öyle olduğunuzu söylerlerdi. soyunurken kimseyi yanınıza yaklaştırmazmışsınız. annenizden bile utanırmışsınız soyunurken. ne garip: ben bütün bu huylarımdan vazgeçtiğimi sanıyordum. kaybettiğim bütün eski alışkanlıklarımın beni sardığını hissediyorum şimdi.

özlemden mi dersin? bilemeyeceğim efendimiz. ben sizin kadar okumuş değilim. daha çok, kendimi yetiştirmiş sayılırım. kravatını asmak için gardrobun kapağını açtı ve artık yatağa girmiş olan nermin’le arasında yer alan kapağın gerisinde soyundu. kapağı kapattı: birden, onu seyreden nermin’in gözleriyle karşılaştı. boşuna telaş ediyorum. her zamanki gibi davranıyor aslında. beni seyretmekten hoşlandığını bu gece mi öğreniyorum? fakat, yatağa yaklaşınca gene cesareti kırıldı, kapıya doğru yürüdü: “bir kitap alıp geliyorum,” dedi.

önce mutfağa gitti; buzdolabını açıp yiyeceklerin karşısında durdu bir süre. burada güzel günler geçirdiğimizi inkâr edemezsin olric. burada yaşamanın rahat bir yanı olduğunu sen de biliyorsun. belki bu arada seni çok ihmal ettiğim olmuştur. fakat, her zaman varlığını hissettiğim de bir gerçektir. seni hiçbir zaman yanımdan ayırmadım. bana bunları açıklamak zorunda değilsiniz efendimiz. üzerinize titrediğimi belli etmeden her zaman yardımcı olmaya çalıştım size. birlikte daha güzel günler göreceğiz olric.

şimdiden uzak ülkemin kokularını duyar gibiyim. buzdolabı açık kaldı: ondan olacak efendimiz. bu iyi bir işaret olric: güler yüzlülüğünü kaybetmemişsin. gerçek neşeyi unutmamışsın. benim gibi, başkalarına hırslanarak neşelenmek gibi aldatıcı bir eğlenceye kaptırmamışsın kendini. kendini koruduğuna sevindim. üşümeye başladığını hissetti. buzdolabını kapadı. canı bir şey istemiyordu. mutfaktan çıktı.
başka duvarların arasında mı kapayacağım kendimi dersin olric? efendimiz daima en iyi olanı bilirler. benimle, karımmışsın gibi konuşma olric. senden bana güven vermeni istemiyorum. gözünü kapadı: kitaplığından bir kitap çekti.

dönüşte, çocukların odasına uğramak gibi bir soğukluk yapsam mı olric? her şeyi yapabilirsiniz efendimiz. artık işimiz soğukluk yapmak değil mi? evet olric. buna mecburuz. bu kargaşalıkta çocukların yeri ayrı olsa gerek efendimiz. onların, büyüyünceye kadar gece üstleri örtülmeli, terleyen alınları silinmeli; onlara bu fırsat verilmeli bana kalırsa, efendimiz. peki olric. bu gece senin gecen. bu gece isteklerin yerine getirilecek. her zaman böyle hareket edeceğim anlamına gelmez bu biliyorsun. ben yerimi bilirim efendimiz.

yatağa girdi, konuşmadan kitabı açtı, okumaya çalıştı. biraz sonra, karısının yumuşak kolunu, boynunda hissetti. döndü, ona sarıldı.
o gece turgut karısıyla, bütün geçmiş alışkanlıklarını, bütün birlikte geçen yaşantılarının verdiği alışkanlıkları kullanarak sevişti. ona artık verebileceğim bir şey kalmamış olric.

alışkanlıklarımdan başka verebileceğim bir şey kalmamış ona. o ise, bütün bu uzun sevişmeyi, onu şimdiden özlemeye başlamam gibi bir duyguyla açıklıyor. oysa olric, içimde özlemini duyduğum uzak ülkemin soğukluğu, beni başarısızlığa uğratabilirdi. nermin için yeni bir durum: üzerinde fazla durmamıştır. belki biraz hissetmiştir. bu, son savaşımız olacak olric. sonu nasıl gelirse gelsin, yorgun ordumuz son savaşını veriyor. askerler, yorgun ve isteksiz. zafer ya da yenilgi onlar için aynı anlama geliyor artık. artık savaşmak istemiyorlar.

bittiği zaman nermin, başarılı bir kumandan gibi gülümsüyordu. turgut, onu son defa öperek yavaşça arkasını döndü. artık sarılarak yatamam olric. yüzükoyun yatarak ellerini çarşafa bastırdı. eşyalarımızı hazırla olric; gidiyoruz.
devamını gör...

hasta güzellik


duvarlarda, kararmış çerçeveler içinde soluk fotoğraflar: fesli, palabıyık adamlar, beyaz elbiseli, uzun boyunlu kadınlar. hepsi zayıf, melankolik bakışlı. belki de resimlerin eskiliğinden öyle görünüyor.

genç kız karşısında oturuyor: resimlerdeki gibi soluk beyaz yüzlü, uzun boyunlu. hasta bir güzelliği var. çorap giymemiş: çıplak bacakları düzgün. elleri bakımsız: manikür yapmamış, tırnaklarını kısa kesmiş. acaba o mu? olmadığını biliyorsun. istediğim gibi düşünebilirim.

çok genç, çok mahzun görünüşlü. fakat gülerken gördüm: mahzun değil. dudaklarını ileri uzatmış: çocuk gibi. iri siyah gözlerini dikmiş, inceliyor beni: korkusuz. hiç çekingen değil. hayır bu değil. selim’i tanıyor. acaba üzülmüş müdür?

kusursuz bir güzelliği var. bakımsızlığının içinde daha çok belli oluyor güzelliği; odanın içinde tek parlayan yer onun teni. saydam bir ten. kendine çeki düzen verse bu kadar güzel görünmez.

hareketleri o kadar ağır ki, insan sıcak bir yaz gününde güneşe bakarken duyduğu yorgunluğu yaşıyor onunla. kısık bir ses. kesik bir konuşma. kirpikleri havayı süpürüyor: uzun ve dağınık. her tarafı uçuşuyor; bu dünyadan olmayan birşeyler var tavırlarında. aynı zamanda, gizlemeye çalıştığı bir basitlik, haşinlik seziyorum. özellikle başını yukarı kaldırdığı zaman. biri, ona, bunu söylemeliydi. yazık.

bununla birlikte, nesli tükenmiş yaratıkların, bilinmeyen bir dünyanın kokusunu getirmeleri gibi bir çekiciliği yayıyor çevresine. turgut’un yıllardır unuttuğu, belki aksaray’da çocukluğunu yaşarken kapılmış olduğu bir büyü, bir başkalık var tavırlarında. kollarını kavuşturmuş, ayak bileklerini bitiştirmiş, misafiri yalnız bırakmamak için oturuyor. herhalde, esat’ın arkadaşlarıyla da oturur. selim’le de günlerce oturmuştur.

turgut’a, tanımadığı için biraz [[alıntı]]
duvarlarda, kararmış çerçeveler içinde soluk fotoğraflar: fesli, palabıyık adamlar, beyaz elbiseli, uzun boyunlu kadınlar. hepsi zayıf, melankolik bakışlı. belki de resimlerin eskiliğinden öyle görünüyor.

genç kız karşısında oturuyor: resimlerdeki gibi soluk beyaz yüzlü, uzun boyunlu. hasta bir güzelliği var. çorap giymemiş: çıplak bacakları düzgün. elleri bakımsız: manikür yapmamış, tırnaklarını kısa kesmiş. acaba o mu? olmadığını biliyorsun. istediğim gibi düşünebilirim.

çok genç, çok mahzun görünüşlü. fakat gülerken gördüm: mahzun değil. dudaklarını ileri uzatmış: çocuk gibi. iri siyah gözlerini dikmiş, inceliyor beni: korkusuz. hiç çekingen değil. hayır bu değil. selim’i tanıyor. acaba üzülmüş müdür?

kusursuz bir güzelliği var. bakımsızlığının içinde daha çok belli oluyor güzelliği; odanın içinde tek parlayan yer onun teni. saydam bir ten. kendine çeki düzen verse bu kadar güzel görünmez.

hareketleri o kadar ağır ki, insan sıcak bir yaz gününde güneşe bakarken duyduğu yorgunluğu yaşıyor onunla. kısık bir ses. kesik bir konuşma. kirpikleri havayı süpürüyor: uzun ve dağınık. her tarafı uçuşuyor; bu dünyadan olmayan birşeyler var tavırlarında. aynı zamanda, gizlemeye çalıştığı bir basitlik, haşinlik seziyorum. özellikle başını yukarı kaldırdığı zaman. biri, ona, bunu söylemeliydi. yazık.

bununla birlikte, nesli tükenmiş yaratıkların, bilinmeyen bir dünyanın kokusunu getirmeleri gibi bir çekiciliği yayıyor çevresine. turgut’un yıllardır unuttuğu, belki aksaray’da çocukluğunu yaşarken kapılmış olduğu bir büyü, bir başkalık var tavırlarında. kollarını kavuşturmuş, ayak bileklerini bitiştirmiş, misafiri yalnız bırakmamak için oturuyor. herhalde, esat’ın arkadaşlarıyla da oturur. selim’le de günlerce oturmuştur.

turgut’a, tanımadığı için biraz yadırgayarak bakıyor. gelişi hakkında tahminler yürütüyor. bu yabancıyla esat’ın ne gibi bir ilişkisi olabilir? fakat, rahatsız değil: durumdan memnun olduğu duruşundan belli. duygularını saklamaya çalışacak kadar eğitimden geçmemiş. turgut’un gözlerine korkusuzca bakıyor.
devamını gör...

memur


'' bütün iş sahipleri hep bir ağızdan iç çekiyor, bütün gözler hep birden merdivenlere çevriliyor, bütün gözlerde, beklenen memurun özlemi okunuyordu. önce, beklenmeyen memurlar geliyordu, başlar hep birden ümitsizlikle sallanıyor, gözler hep birlikte karşısındakine hak veriyordu. bütün gözlerde, peşinden hademeleri koşturan bir müdürü görmenin arzusu yanıyordu.


turgut, korunmasını bilen bir iş kovalayıcısıydı. bilinmeyen kurallarla yönetilen bu ülkeye her girişinde, ürkütülmemesi gereken yaratıkların beklenmeyen davranışlarına saygı gösterirdi; yapmacık sabrını sonuna kadar sürdürürdü. koridorda, dairenin sabah mahmurluğunu üstünden atmasını bekliyordu. önünden geçen her memuru saygılı bakışlarıyla süzüyordu. belli olmaz; kimin nerede ne işe yarayacağı hiç belli olmaz. sonra, bana aldırmıyordun ama ağıma düştün işte bakışlarıyla karşılaşıverirsin birden. garip ve mistik bir hava vardır; görünüşe aldanmamalıdır iş sahibi denilen cüce yaratık. hademeler süpürüverir insanı.


elini hiçbir kâğıda uzatmayacaksın: on emrin birincisi budur. söze erken başlamayacaksın, hiçbir düşünce ileri sürmeyeceksin, hiçbir şey bilmezmiş gibi görüneceksin, garip şekilde giyinmeyeceksin, ellerini masaya dayamayacaksın, seni baştan savmalarına yol açmamak şartıyla kendini acındıracaksın, gülümseyeceksin, bekleyeceksin.. ve hiçbir zaman ümide kapılmayacaksın. işte beklediğin memur merdivende göründü. hemen yanına gitmeyeceksin. bekledi. sabırla, odaya girmesini, masasına yerleşmesini ve güne alışmasını bekledi. odaya girdi. allah’a emanet ol, oğlum turgut.


memurlar, masanın iki tarafında, değişmeyen yerleri aldılar. önce turgut’un yüzüne bakılmadı: onun sorması beklendi. küçük bir zaman kazancı. beni deniyor. boğazını temizle, öksür: fazla genç olduğun izlenimi bırakma. buyrun, bir şey mi istediniz? ne olağanüstü bir ülkedir! bir şey mi istediniz, derler. çünkü, esrarlı ve bu dünyanın insanlarının akıl erdiremediği işlerle uğraşırlar. işim olmasaydı, bu soruna karşılık sana iki perdelik bir molière oynardım ki... ve alınmayacaksın hiçbir sözden. anlatacaksın. daha bir dakika önce, yanındaki arkadaşına seslenir gibi alçak bir sesle, omzunun üstünden aşarak seslendi: “şükrü efendi! bana bir çay getir.” evet ne istiyordunuz? şimdiye kadar söylediklerini dinlemedim; çünkü çay içmemi beklemedin; bu nedenle, yeni baştan anlatman gerekiyor, demek istiyor. ne kadar özlü konuşuyor değil mi? ayrıca, öksürmenin yararı dokunmadı: beni genç gördü. ilk sözlerle baştan savmak istiyor. sanıyor ki ilk sözü bana söyletmekle: “evrakın sizde olduğunu söylediler” gibi yanlış bir cümleyle başlayacağım ve beni en aşağı, iki oda kadar öteye savuracak. belirsiz başlangıçlardan yararlanmak istiyor. bu kanlı savaş, dışardan hiç belli olmuyor değil mi?

işte al sana kesinlik: yazının tarih ve numarası. yalnız, bu başarıyla sarhoş olmamalısın. evrakın ona havale edildiğini hemen söylemeyeceksin. yazı işlerine gittim zimmetle size gönderdiler diyerek, ilk dakikadan onu bunaltmaya gelmez. kendisini çok çaresiz görürse, ümitsiz hareketler yapabilir. mesela: “bir dakika” der, çıkar odadan: bir daha koydunsa bul. nazlı masal kuşlarıdır. ürkütmeyeceksin. belki de biraz daha beklemeliydim. ne dersin? bir iki iş sahibi gelse. onları terslese. ben bir köşede durup bakışlarımla ona hak versem? adamlar gidince de önce şundan bundan konuşuruz: bir iki basit hastalık filan. bir ilaç tavsiye ederim. yalnız, fazla ileri gitmeye gelmez: olmayacak bir şey ister insandan. ikmale kalmış kızının fikir hocasına gidip iltimas yaptırmak gerekir: gel de işin içinden çık. fazla kibarlık da etmeyeceksin... kibarca atlatıverirler seni. bunları düşünüp, karşılıklı oyunlar oynamakla harcadığımız enerjiyle kimbilir kaç tane elektrik santralı çalışırdı? efendim?

uzun uzun, tarih ve numarayı inceliyor: sanki hayatında tarih ve numarayı ilk defa görüyor. selim olsa, bir cinayet çıkardı. budist olacaksın: ağaç, taş, bu münasebetsiz memur ve turgut özben... kaynaşıp gideceksin. işi cahilliğe vuruyor: böylece hem zaman kazanıyor, hem de sabrımı deniyor. sonra saf saf başını kaldıracak, ben bundan hiçbir şey anlamadım, diyecek. cahilliğine aldanmayacaksın, hemen atılıp anlatmaya kalkmayacaksın. öyle bir anlamıştır ki küçük ve önemsiz bir yanlışını yakalayıverir senin. bilgisizliğini yüzüne vurur. küçümser seni: çileden çıkarmaya çalışır. bu kadar okumuş, tahsil görmüş; daha bir dilekçenin nasıl yazıldığını bilmiyor, der bakışlarıyla. masasının gözünden talimatnameler, nizamnameler, kanunlar çıkarır: maddeler denizinde boğar seni. bir işin nasıl yapılacağından çok nasıl yapılmayacağını gayet iyi bilir. gerçek olumsuzluğun sultanıdır. canım benim! şişman da değil ki biraz gevşeyebileceğinden ümitli olalım. zayıf, sinirli ve orta yaşlı. eski usul bıyık bırakmış. koyu renk elbisemi giymeliydim. gençliğimi kızgınlıkla karşılar belli etmeden. öksürüğümü de beğenmedi. şartnamenin unutulmuş bir maddesiyle öyle bir saldırır ki müdürler bile çekinir böylelerinden. yapamam efendim, der; sonra mesul olurum. müdür diyor ki mukavelenin ruhuna aykırı bir taraf yokmuş. müdür bey böyle diyorsa kendi imzalasın: benim parafıma ihtiyaç yok. müdür bey, memur arkadaş dedi ki sizin imzanız yetermiş. ne demek efendim? imzalasın. vazifesi. çağırın bana. müdürle memur arasında sıkışacağını düşünmek turgut’u terletti. önce size havale edilmiş necati bey, neden paraf etmediniz? susun! moralimi bozmayın. uykusuzluk tan olacak. boş yere kendini korkutmayacaksın...


...“ben tek başıma karar veremem. şef gelsin, bir de onunla konuşalım.” yarım saat gitti. şimdi çık koridora, bir ileri bir geri dolaş bakalım: nöbet tut kapıda. bir parça övseydin onu: sizin gibi mevzuatı bilen biri için başkasına sormak... uğraşmam, yorgunum. şef de gelecek mi bakalım? bilinmez. kimse kimsenin ne olduğunu bilemez. kimse kimseye karışmaz. bu, onun işi efendim. ben bilmem. kendisi gelsin de. kendisi de bir türlü gelmez. karanlık koridorda birbirlerine çarparak evrak taşıyan hademelerin arasına karıştı....

...müdürleri tanımaya imkân yoktur. iş sahipleri için onlar, sonsuz bilinmeyenli bir denklemdir. hademeleri, sekreterleri aşmanın zorluğu, dairede bulundukları ve iş sahipleri için bulunmaz bir nimet olan o eşsiz saatlerin kısalığı, bu esrar perdesini korumalarını sağlar. davranışlarındaki, önceden tahmini mümkün olmayan tutarsızlıklar, bilinmeyene olan saygıyı korur. onları neşeli görürseniz ne yapacağınızı şaşırırsınız; diliniz tutulur. devlet otoritesinin korunması bakımından asık surat gereklidir. senli benli olmak, bu otoriteyi zayıflatır; devletin yüksek çıkarlarını tehlikeye sokar. insan, müdürlere, sinema, tiyatro, ya da daha samimi bir eğlence yerinde rastladığı zaman dahi bu korkulu saygıyı üzerinden atamaz; onların da hepimiz gibi eğlenebileceğini bir türlü kabul edemez. bu davranışlarında bile, bizlerin, iş sahiplerinin anlayamayacağı gizli, belirsiz yüksek bir anlam vardır. ayrıca onları, eğlenmeye gelen öteki insanlarla karıştırırsanız, ertesi gün dairede bu yanılmayı oldukça pahalı ödersiniz. bütün memurlar, şefler, evrakınızı tam istediğiniz gibi düzenlemişken, bütün mesele sadece bir formaliteden ibaret olan müdürün imzasına kalmışken, hatta zafer sarhoşluğuna kapılıp hademeyi bile kandırarak evrakı elinden almışken ve arkasında korkutucu şaşırtıcılıklar saklayan kapıyı yavaşça açıp o sakin mabetin içine girmeye, mahremiyetini bozmaya cesaret etmişken... birden bütün dünya yıkılır. imzalamaz, efendim, imzalamaz. ısrar ettikçe daha çok imzalamaz. on kere, yüz kere, bin kere imzalamaz. ısrar etmezseniz, daha gölgeniz kapının eşiğinde kaybolmadan unutur sizi. sizler geçicisiniz, o kalıcıdır. adı değişse de, devletin sorumluluğunu taşımaktan hafifçe kamburlaşan sırtının eğimi değişse de, daha genç ya da ihtiyar olsa da aynı insandır. hatırlayacaksınız dün de aynı mesele için rahatsız etmiştim. hatırlamaz, bilmez. unutmuştur, aklından silmiştir, ilgilenmez. dün, “peki imzalarız” dediği evrakı unutmuştur; imzalamaz. fakat, dün imzalamadığını da unuttuğu halde bugün gene imzalamaz: devletin yüksek çıkarlarını bilen o sarsılmaz sezişiyle imzalamaz. imzalamaz, efendim, imzalamaz. belki ben değil de ilgili memur ya da hademe götürseydi... bu iş çıkardı belki. hayır çıkmaz. belki çıkardı. bilinmez. yıllarca inceleseniz tanıyamazsınız onu. karakteri hakkında, tecrübeliler bazı tahminler yürütürler, bazı öğütler verirler size. o insan değildir ki devlettir, otoritedir. soyut bir kavramdır. kendi de bilir soyut kavramlığını. hem de nasıl.


sonra... sonra, imzaladı, derler. nasıl olur? siz orada değilken, boş bulunduğunuz bir anda... başkasının rüyası gibi bir şey... çırpınırsınız: nasıl imzaladı, ne dedi, yüzü nasıldı? dikkat etmemişlerdir, kaçırmışlardır. işin önemini bilmezler ki, bir şey demedi, derler. nasıl demedi? hiçbir şey demeyişi nasıldı? nasıl olur da yüzüne bakmazsınız; gözlerinin ifadesini kaçırırsınız o anda? başımızı kaldırmaya cesaret edemedik. geçmiştir, fırsat kaçırılmıştır. oysa, bu sizin hayatınızdır, hayatınızın en büyük bölümünün oynandığı bir sahnedir. bütün acıları çektiğiniz halde o mutlu anda bulunmazsınız. oysa sayfalar, altına yazdığı küçük bir not, minimini bir soru işareti yüzünden kaç kere değiştirilmiştir; kaç kere baştan yazılmıştır. resmî gazete’de yayımlanmış kanunu bile yazıp getirseniz, ilk seferde geri çevirir. hiçbir şey bulamasa, bir daktilo yanlışı bulur. oysa, o daktilo olacak cahile en azından iki paket yeni harman almışsınızdır, yanlışsız yazsın ve ön sıraya alsın diye yazıyı. o da ne yapsın? kusursuz olmak allah’a mahsus. öyle ya. bir paket yeni harman daha. telaşla yeniden yazar. yazarken de müsveddeyi hazırlayan şemsi beyin yazısını okuyamadığından yakınır. makineden kâğıdı koparırcasına alırsınız, hademeyi bile göğüsleyip odaya dalarsınız. insan kutsal yerlere bile bazen ne kadar hırsla girer. boş koltuk bakar size: toplantıya gitmiştir, yani yandaki odaya gitmiştir. olmaz, rahatsız edilemez. girilemez. canım nasıl olur? her dakika meşgul değil ya. olmaz derler koro halinde hademeler, memurlar, şefler, sekreterler, müdür yardımcıları: giremeyiz, yapamayız. bizi nasıl karşılayacağı belli olmaz, ne diyeceği belli olmaz, ne yapacağı belli olmaz. doğru, öyle ya! ya imzalamazsa? gördün mü derler hep bir ağızdan. hemen sönersiniz, pişman olursunuz heyecanınızdan. bir an kendini unutup allah’a isyan eden günahkâr bir kulun çöküntüsü. büyük bir boşluğa düşersiniz. koridorda, sizin gibi bahtsızlarla bir olup onun aleyhinde bulunmuş olduğunuzu düşünürsünüz acı acı. küçük söylentilere kapılıp çekiştirdiğinizi hatırlarsınız onu. oysa, onun hakkında her duyduğunuz bir tahminden ibarettir. suçluluk duygusundan kurtaramazsınız artık kendinizi. koridordaki yalnızlığınıza dönersiniz.


sonra... müdür değişir. herkesi anlatılmaz bir sevinç sarar birdenbire. eski müdürün yaptığı eziyetler bir bir anlatılır koridorda. baskının sona erip hürriyet güneşinin doğduğu sanılır kısa bir süre. yeni güneş ortalığı ısıtmaya başlar. oysa doğan, tam bir anarşidir. hademeler ve memurlar da tedirgin olur bu yüzden. çılgın anarşistler gibi memurlara kafa tutarız. zafer sarhoşluğuna kaptırırız kendimizi. koridorlarda sigaraları yere atarız, hademelere bahşiş vermeyiz.
zamanında işe gelmeyen memurları, şefe şikâyet ettiğimiz bile olur. kısacası, çileden çıkarız. memurlar, bu güngörmüş kütle, sabırla, havanın yatışmasını, düzenin geri dönmesini beklerler. bu geçici gerileme devresini, bize yeni eziyetler düşünmekle geçirirler. tanrısal ihtiyatı elden bırakmazlar. kabuklarına çekilirler. yeni müdür dişlerini bilerken, onlar da kuzuların bayramını seyrederler ilgisiz gözlerle. vahşi hayvanların kurbanlarıyla ilişkilerine karışmazlar. “vaziyet normale avdet edince” birer ikişer deliklerinden çıkarlar ve parçalanıp yutulmamızı da aynı ilgisizlikle karşılarlar. arada bir, oramızdan buramızdan bir iki parça da onlar koparır. orman kanunu resmî gazete’de yayımlanır ve yayımlandığı tarihten itibaren de yürürlüğe girer. aynı heyecanlar, aynı korkular, aynı bekleyişler, aynı çaresizlikler: bilinmeyen, gene aynı bilinmeyen. koridorlarda gene aynı dolaşmalar, bakışmadan konuşmalar, konuşmadan bakışmalar; hademelere, parayı atınca çalışmaya başlayan o otomatik makinelere gene aynı yalvarmalar, aynı baş sallamalar. iniltiler, odaları, koridorları doldurur; yalnız müdürün kapısından içeri giremez. insani zaaflara kapalı tek kapıdır o. "
devamını gör...

safter'in şarkısı



gözleri kapalı, safter’in şarkısına katıldı. sarhoşların şarkısı yavaş yavaş salona yayıldı.
sıcakla birlikte merdivenlere tırmandı, günah odalarının içine, kapı altlarından sızdı, kapağı açık kömür sobalarına girdi, kurum dolu bacadan gecenin ortasına süzüldü.
gecenin sıcağında buharlaştı, eridi; yoldan geçenlerin elbiselerine, ruhlarına sindi.
otomobillerin açık pencerelerinden girdi, şoförlerin derilerinin altına işledi. şoförler, ellerini radyolarının düğmelerine uzattılar, hafif müziği kapayıp arap istasyonlarını aramaya başladılar.
şoför emrullah, derisinin altına şarkının girdiği yeri, orta parmağının, direksiyon sallamaktan sertleşmiş eklemini, hafifçe kaşıdı. hafif bir zehirlenme. aynı parmakla gözünü kaşıdı; aynı parmakla başını kaşıdı.

sarhoşların şarkısı, kelebek camından dışarı uçtu. içerlemişti: beni arap müziğiyle karıştırıyorlar, diye söylendi. yayalar için yanan yeşil ışıktan yararlanarak karşıya geçti. yükseldi. “hastayım yalnızım...” oldu ve kapanmakta olan bir meyhanede, istatistik umum müdürlüğü kaleminden emekli niyazi beyle, tombalacı akif ’in fasılındaki peltek güfteye karıştı.

kapanan kepengin paslı aralığından sıyrılarak asfalta çıktı. elinde çantaradyo taşıyan bir işçinin omuzuna kondu, yorulmuştu. şehrin fakir mahallelerinden birine giden çamurlu bir otobüse bindiler. eski otobüsün homurtuları arasında bir süre sesi duyulmadı. ışıklı yolları geride bıraktılar; sarsıla sarsıla tozlu yollarda ilerlemeye başladılar.
sesini biraz yükseltti işçinin radyosunda. bu yollara, bu toza, bu sıcağa başka türlü dayanılmazdı. işçiden bir durak önce indi; ters taraftan gelen başka bir otobüse bindi.
biletçiyle oturup iktidara yaranmaya çalışan bir işçi gazetesini, ilanlarına varıncaya kadar okudular. sonra hızlandı: apartmanlara girdi.
demokrat ahmet beyin evinde, bir senfoniyle bir popüler müzik arasında dinlendi. bazen high fidelity oldu, bazen mono. yetmiş sekiz devirli parlak kollu bir gramofonda bile çalındı bir kere; elle kurulanlardan.

bir ara yolunu kaybetti; sormak için bir karakola girdi. sıcakta parmak izleri kötü kötü kokuyordu. istediği şarkıyı çalmayan seyyar çalgıcı tamburî arif ’e sözle ve fiilen tecavüz ettiği iddiasıyla... daktilonun tıkırtısına kaptırdı kendini. tuşların tıkırtısı, arzunun tıkırtısı, rahmetli mehmet akif, seyfi baba, sen bir garip çingenesin... arif baba... kendini sokağa attı.

peşine iki tane uzun saçlı, kırmızı ceketli genç takıldı. armonize edilmemek için var kuvvetiyle kaçtı. geceyarısı olduğundan kapalı duran demir kapının üstünden aştı. üç numara, on iki numara, yirmi sekiz numara; kapıyı yumrukladı. aceleden, muşambanın üstünde kaydı, duvara çarptı, sarhoşların arasından güçlükle yer açtı kendine. sendeledi, yere düştü, telaşla kalktı.

turgut oradaydı: bir adım mesafede. göğsüne yaslandı, başını omuzuna koydu. bir kedi gibi süründü, yaltaklandı. nefes nefese, ama emin ellerdeydi

devamını gör...

tunç devri



kaç yıl sonra başlayacağını henüz bilim adamlarımızın kesinlikle tespit edemediği tunç devri, halkımız için bir altın devri olacaktır. bir kısım ilahiyatçılara göre bu devir, isa’nın ikinci gelişi’yle aynı zamana rastlayacaktır.

tunç devrinde insanlarımız arasında, birinci sınıf vatandaş, ikinci sınıf vatandaş ve halk şeklinde yapılan ayrım ortadan kalkacaktır.

umumi nakil vasıtalarında biletçiler, halka, bay ve bayan gibi kaba tabirlerle hitap etmeyeceklerdir.

şoförler halka eziyet etmeyeceklerdir. bozuk para bulunduracaklardır.

köylüler, en kalın elbiseleriyle, güneş altında çömelerek saatlerce devlet kapısında beklemeyeceklerdir.

apartman kapıcılarının saltanatı sona erecektir.

kalabalık caddelerde oyuncak satan esmer adam, kemer satan ve olduğundan yirmi yaş fazla gösteren adam ve küçük şişelerde ne olduğu anlaşılmayan bir sıvı satan ve sarası yüzünden sık sık kaldırımlara düşen adam ve meyhanelerde fıstık satan gözlüklü genç adam ve gene meyhanelerde kasap oyunu oynayarak hayatını kazanan koço ve artık yaşlandığı için rakı isteyince şarap getiren garson tanaş, bu zavallı durumlarından kurtarılacaktır.

herkes istediği mesleği seçecektir. ressam olmak isteyenler reklamcı, yazar olmak isteyenler mühendis, mimar olmak isteyenler iktisatçı, meyhaneci olmak isteyenler hukukçu, hukukçu olmak isteyenler tezgâhtar, adam olmak isteyenler uşak ve dilediği gibi yaşamak isteyenler rezil olmayacaklardır.

delilerle alay edilmeyecektir. mahalle çocukları böylelerinin peşine takılmayacaktır.

para kazanamayanlara serseri denilmeyecektir. babalar, kızlarını her çeşit insana vereceklerdir.

sokak köpeklerinin durumu düzeltilecektir.

çocuklar, masallarla ve allah’ın vereceği cezalarla korkutulmayacaktır.

taşradan gelenler, şehirde doğmaktan başka meziyetleri olmayanlar tarafından hor görülmeyecektir.

kurnazlık ortadan kalkacaktır. bu konuda sıkı tedbirler alınacaktır.

yüreğimizi ezen bu sıkıntı, başımızdaki bu ağırlık kalkacaktır.

o zaman, bin yıllık saltanat başlayacaktır.

bin yıl daha sürecektir. bin yıl daha sürecektir. bin yıl daha sürecektir. bin yıl daha sürecektir. bin yıl daha, bin yıl daha...

devamını gör...

suçlu



mahkemede, suçlu sandalyesinde, bilerek ya da işledikleri suçları bilmek zahmetine katlanacak kadar dahi düşünmediklerinden bilmeyerek,

eziyet eden,

hor gören,

aşağılayan,

ihmal eden,

aldırmayan,

unutan,

kötüleyen,

alay eden,

ıstırabı paylaşamayan,

insanlar arasına duvarlar çeken,

küçümseyen,

çaresiz bırakan,

yalnız bırakan,

terkeden,

baskı yapan,

istismar eden,

ezen,

cesaret kıran,

iyilik etmeyen,

değer vermeyen,

kalbi temiz olmayan,

doğruyu yanlış gösteren,

yanlışı doğru gösteren,

samimiyetsiz,

insafsız,

korkutan,

yanına yaklaştırmayan,

başkasının yaşama hakkına saygı duymayan,

ve kendinden memnun olabilmek için her davranışı meşru sayan onlar,

yani bizim küçük kalabalığımızı hava sızdırmayan tabakalar halinde üst üste saran,

nefes almamızı dahi engelleyen,

yani mahallemizin bütün bileği kuvvetli ve içi boş küçük kabadayıları

ve onların büyük ortakları,

yani esasında sayıca üstün olanlar,

yani her zavallıdan daima bir rütbe bir kademe bir sınıf yukarıda olanlar,

yani şekilsiz hüviyetleriyle daima vuran ve kaçınabilenler,

yani hem ezip hem de ezdiklerini kabul etmeyenler,

yani bir mertebe aşağıdayken ezilen ve bir derece terfi edince ezenler,

yani çırağını, birşeyler öğretmesine karşılık her zaman döven ve ona insan muamelesi etmeyen ustalar,

muavininin başına vuran şöförler

ve onlarla birlikte memurlarına dalkavukluk ettiren amirler,

duygusuz amirlerle birlikte garsonlara paralarıyla orantılı olarak bağıran müşteriler

ve kaba müşterilerle birlikte hakkını arayanlara yumruklarını gösteren görevliler

ve yetkilerini kötüye kullanan görevlilerle birlikte bilgisizin bilgisizliğini suratına çarpan ve ondan bir kelime fazla bilen bilgiçler,

yani öğrenmek isteyen herkese eziyet eden öğreticiler

ve onlarla birlikte bilgisizlerin bilgisizliğine gülen onlardan daha bilgisizler ve cahillerle birlikte her değişik davranışa saldıran şekilsiz kalabalık
ve kalabalıkla birlikte onlara alkış tutanlar

ve onlarla birlikte her tartışmada en bayağı usullerle haklıyı haksız çıkaranlar

ve onlarla birlikte her savaşta kazananı tutanlar

ve onlarla birlikte kimseye zararı olmayan zayıfları ezerek kuvvetli olma duygusunu tatmin edenler

ve onlarla birlikte her zaman ve her yerde her sınıftan ve her ideolojiden ve her düşünceden insanlar arasında daima ön safa geçerek aslan payını kendilerine ayıranlar ve ayırır ayırmaz insanlarla aralarına aşılmaz duvarlar örenler ve böylelerine her zaman haklı çıkarıcı bahaneler sebepler yasalar kurallar sınıflamalar bulup çıkaranlar yani her zaman insanları insanlardan ayıranlar ve onları birbirlerine düşman edenler ve onlara körü körüne uyan kalabalıklar

ve gerçeği boğanlar

ve onlarla birlikte insanı bu koca dünyada yalnız bırakarak arkadaşlık dostluk sevgiyle uzatacakları sıcak bir elleri olmayanlar yani elsiz gözsüz akılsız kalpsiz ve kansız gerçek sakatlar yani onlar onlar onlar onlar onlar onlar... karşımıza oturacaklar.))
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim