insan en çok kendiyle ilgilenir; ama bu ilgi bir yönteme dayanmaz ve kendini tanıma sorunu bilimsel bir yolla çözümlenmezse sonsuz bunalımlar karanlığına düşer birey.

değerini tam bilmeyen kişi, gereksiz yakınmalarla gün geçtikçe daha da bozulur ve çürüyüp gider. kişisel değeri büyütmek de küçültmek de aynı derecede zararlıdır. yola çıkmadan önce altından kalkamayacakları bir yükün altına girenler daha işin başında ezilip kaybolurlar; gerçek değerinin çok azını ortaya koyanlar da kısa zamanda tembelleşip bir işe yaramazlar.

kendini tanıma sorununun çözümünde, descartes’ın bilime uyguladığı kuşkuculuğu kullanabiliriz.bütün değerlerimizi önce yok sayarak işe başlamalıyız. kişisel değer saydığımız şeylerin, toplumun baskısıyla edinilmiş sahte nitelikler olabileceğini de hiçbir zaman akıldan çıkarmamalıyız.

örneğin, soyut ahlak kavramlarını ele alalım. namus, iyilik, iş ahlâkı gibi her toplumun temel dayanakları sayılan kavramlar vardır. bu kavramların her toplum için aynı olduğu ve bunlarla ilgili kurallara her toplumda uyulması gerektiği belirtilmiştir bizlere. biz, ancak kendi özlediğimiz toplumda uymalıyız bu kurallara. onlar ise, şartlar ne olursa olsun toplumu ayakta tutmak için bizi soyut kavramlarla uyutmaya çalışırlar.

ben, sadece namuslu olmakla övünen kişiyi adamdan saymıyorum; toplumu iyiye, güzele götürmek için kendi gibi namuslu insanlarla birlikte bir çaba harcamamışsa, çevresindeki uygunsuz gidişe başkaldırmamışsa, o kişi namussuzdur benim için. benim de değerlerimin arasına bu çeşit nitelikler karışmışsa atmalıyım onları; onlarla övünmemeliyim. bu nitelikler, amacımı gerçekleştirirken bana zararlı bile olabilir. gerekirse bir ülkü uğruna hırsızlık da yapmaz mı insan? kendi aramızdaki ilişkilerde ahlâklı olmamalı demek istemiyorum; bize bu çeşit iftiralar atılmamalı. fakat onların düzenini korumak için gerekli olan böyle sahte değerlere de hiç önem vermeyelim.
devamını gör...



turgut, önündeki direksiyona, belli etmek istemediği bir çekingenlikle bakıyordu.

kimse sezmeden, korkusunu farketmeden, bu inatçı ve onu tanımayan sertlikle nasıl uyuşabilecekti? öğrendikten sonra, bütün zorluklar geride kaldıktan sonra; vücudun her parçasında, başlangıçta bu makine kadar kör ve inatçı olan direnmenin yumuşadığını, dokunmanın mümkün olduğunu gördüğü zaman, yazık ki geçiş süresini unutuverir insan. ilerde, yeni bir denemeye girmek üzere olduğu anda, hiçbir yararı dokunmaz; ya da dokunmayacakmış gibi gelir yaşanmış olanın.

insanlar da bırakmazlar ki: en yakınınız bile, otomobilin arka kanepesinde oturan karınız bile... bile ne demek? özellikle, en yakınınız, sizi aptalca bir yarışma duygusuna sürükler. turgut da kendini, sesini çıkarmadan arkada oturan ve sinirine dokunan bir anlayışlılık içinde görünen karısıyla gizli bir yarış içinde görüyordu. “kadınlarda, el ustalığı isteyen işler için, aptalca bir yarışma duygusu vardır zaten,” diye düşündü.

“erkeklerin, başka konularda, onlara, üstün ve yukardan bakarmış gibi görünen tavırlarını çekemezler, bu çeşit yarışmalarla acısını çıkarmak isterler böyle küçük görülmelerin. bir yandan da, her şeye rağmen savunmasız ve narin olduklarını gösteren yapmacıklarını elden bırakmazlar: ‘canım şu ipi şuraya takar mısın? canım senin boyun yetişir ya da sen benden kuvvetlisin.’ yani senin bütün üstünlüklerin, basit ve hayvani temellere dayanır. sonra, küçük bir aksama olunca: ‘dur canım, bir de ben denesem’ sahteliği. ‘uzun boylu hayvan! beni kuvvetli kollarınla alıp götürdün; şimdi, bir çamaşır ipini takamıyorsun işte!’”

“karıkocanın birbirleriyle ve çevreleriyle durmadan yarışmasını anlamıyorum, demişti selim, turgut evlenmeden önce. “belki onlar farkında değil; oysa bana bu davranış, hayatı cehenneme çevirmek gibi geliyor.” ne yapalım, canım selim? nermin’in şu anda, bu işi benden iyi yapma arzusuyla tutuşmasına nasıl engel olalım? haydi turgut, göster kendini. yut şu direksiyonu.
devamını gör...

içinde çok fazla savaşın olduğu bu nadide eser düşüncenin hızla akışını kontrol edemeyen insanlar için uzun zaman bir hayalkırıklığı oldu. bu zamana kadar hatırısayılır kişi bu kitaptan bilinçsizce ruhuna aykırı şekilde münasebetsiz alıntılar yaptılar. bunları hayretle yeisle izlemek beni çok yordu ve beni bu uğraşa itti. arzu eden bu başlığın altını doldurabilir. ben bu tanımın altına sözlük oluşturmayacağım. kompozisyon için ayrı başlıklar açacağım yahut mevcut başlıklar altına yazacağım. bu tanımdan sonra başlıyorum.
devamını gör...

sinemadan anlamayanların göklere çıkardığı ve emin alper'in ismine yakışmayacak özensizlikte çekilmiş ödüllü film. hüsran.

tamam anladık hepiniz muhalifsiniz. ama arkadaşlar sinema bu. sinemada ideolojinin patates kızartması üzerine mayonez sıkar gibi boca edilemeyeceğini anlayamıyor kimse. sanıyorum görüntü yönetmenliğinden çok etkilenmiş herkes. siyasi kurgu güzel olmasına rağmen yan hikayelerin gereksizce uzatılması ve zoraki ana hikayeye bulaştırılmaya çalışılmasını fazla gerçekdışı buluyorum. apar topar bir final yazılmak istenmiş. oyunculuklara hele hiç girmiyorum. sadece başrol bile selahattin paşalı'nın kaldırabileceği türden bir karakter değildi. emin alper'in politik film arayışı ilk filmlerinden beri vardır. ama bu kadar kör göze parmak sokarcasına çabaladığını ben ilk defa görüyorum.

kız kardeşler gibi harika bir filmden sonra fena patladı. ama emin alper' den hala ümidim var. umarım bir daha böyle filmler çekmez.
devamını gör...


"ey artık ölmüş olan at! -dediler-
en güzeli oydu işte, yüzünün
savaşla ilişkisi.
boydanboya bir karşıkoyma, denge
ve istekli bir azalma. onu bilirdik.
o ağaç senin kanınla beslenirdi,
hepimizi besleyen.
bir ülkeyi yeniden yaratırdı şaşkınlığımız
senin karşında,
alışverişin, alfabenin,
iplik döküntülerinin ve

her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği..."
devamını gör...

gel

- furkan' a -

lahuti mayısların buhurlarıyla
gel adımlarımla sinim taşlarından
baharleyin iki ağızlı bıçaklarınla
yontarak beni ince taraflarımdan
gel acımadan hem sızlanmadan

ey iri gözlerini kehhâl seçtiğim
keskinledim artık körlük belasından
ey aynı yalımdan hemhâl geçtiğim
başımı eğerek senin inzivalarından
gel çıktım sayalım senin odalarından

bir leyla yavrusunun elinden tutarak
gözümü aydan günden sakınarak
bağışlanmayan esirgenmeyen yanlarımdan
hem yeşilsizliğimden hem budaksızlığımdan
gel ki utanıyorum soysuzluğumdan

sen beni aldırma küfre batmışsam da
iki taraflı göllerde yıkanmışsam da
sen yine tastamam yekûn sathınla
gel kurtar beni yüzüm ağarmadan

ben şimdi tarihi boğazladım tırnaklarımla
günü yuvarladım o kan çukurlarına
pusulayı çiğnedim dişlerimin arasında
yurtsuz museviler kadar çölün ortasında.
devamını gör...

"kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm"



bu sene kar yağmayacak. insan olmanın isteğe yenilmediği bir dünya tasavvur etmek bugünlerde çok güç. örneğin sıcak bir poğaçaya dokunurken telaşlı ve tedirgin olmamız da bundandır.

artık kimse evinden poğaça ve sıcaklık getirmiyor sabahları. aç olduğumuz doğru. ama şenlik istiyorsak bu bizim insan olmamızdan. neden kötü sesler çıkardığını hissettiriyor bu makine bilmek gerekir. peki açlık bir sesle sönecekse neden açlığın önüne geçmekte zorlanıyoruz ? neden biliyor musun ? çünki evde biri var

evde biri var ve o evdeki ben değilim. su içmek eskisi kadar sıcak değil. kahvaltılar ölümden beter ve artık yok oldular. işte bu yüzden kantinler sonuna kadar insanlarla dolu. ya olmasaydı. ama var.

yok olmak bu kadar zor olmamalı. kötü olmak bu kadar zor olmamalı. iyiyi güzeli tekrar baştan yazmak bu kadar zor olmamalı. hele bu yayı sürmek bu kadar zor olmamalı. benim elimde reçine. dünyanın bütün yayları boğazımda. bu sesi durduracak bir sese ihtiyacım olmamalı. ama var. yok. var.
devamını gör...

benden daha ne olur, yürür yalan söylerim
bir şey acır içimde bu göğsüme ne kattın
sende noksan bulmadım şu yerle gök yanarken
attığımda o oku ben atmadım sen attın

rab bu nasıl denizdir yüzme bilen kuşu yok
içimde acır bir şey bu göğsüme ne kattın
anlar gibi olmuştum yetmiş üçte bir cuma
attığımda o oku ben atmadım sen attın

geçer gider hacegân ve ahûlar ve zaman
acır bir şey içimde bu göğsüme ne kattın
bilmem değmişse bile ağa yahut karaya
attığımda o oku ben atmadım sen attın.
devamını gör...

devamını gör...

" bu perişan yerde beni bu halde
göreceksin diye ödüm kopuyor. "

bana hep zeki demirkubuz' un kader filmindeki gazinoda uğur sahnede şarkı söylerken bekir' in girişini ve bakışını hatırlatan şarkıdır.
devamını gör...

yar gelecek' tir.

odam boyansın sarıya
söylen bal yapsın arıya
biletin kesmiş salıya
çarşambaya yar gelecek.
devamını gör...

devamını gör...

hiç duvarım kalmadı ellerimi soğutacağım. hiç tavanım kalmadı sokaktan başka salınacağım. mücrimim, biçareyim. tek örtülüyüm anlayacağın.

iyi bir gece diliyorum. iyi bir yalınlık diliyorum sana. ormanın içinden geçmeye hazırlanıyorum ışıklarını kapatarak dünyanın. iyi bir aydınlık diliyorum özellikle sana.

sen kimleri düşlüyorsun ıslanarak kendi beyazlığınla. çok zor durumlardan geçiyorsun bu senin için çok fazla. muharip gemiler gibi süzülüyorsun yatağında savaştan savaşa. ben bir kere bulunmuştum ya da ikiydi. şimdi anlamıyorum gözlerini. zaten yıldız kadar uzağım en yakın yerine.

bir zaman sana gecenin sahibi demiştim. üstümü örtmeme mani bir sahiplikti bu.

önünde eğilecek kimse kalmadı. baş verip huzur alınacak tek bir ağaç kalmadı. sayılacak kimse kalmadı.
işte böyle kalbini kırmak istedim bugün.

senin gibi kötüyüm anlayacağın. el verip ikimiz öldürdük sezai' yi. yakın değil bu ara bir sene olacak cinayetimiz.

dünya aşkla dönmez. dönmeyecektir.
belki biri tek bir örtüyle gelir diye bekleme üstüne. önce kendini saracaktır bu böyledir. deli dumrul' un hikayesi de yalandır bu arada.

bu çark kırılmayacaktır sen ıslandıkça. ben yalınkat örtündükçe.
devamını gör...

bir at bulamadım bugün. çok başıboş köpek vardı onlara sarıldım. hem insan tekmesi de biraz kırbaç sayılır. ağladığım sanılmasın diye ağladım.
devamını gör...

- bir kısa winston dark blue.
- uzun mu ?
- kısa.

kısa. yol uzun. bozuk satıh. sıcak ve erimiş gözler. emniyet kemeri uyarısı. kontrolsüz çıkış. ölmeyi becermek. insan olmak gereksizliği. gereksiz beat ve yüksek müzik. yüksek kanyon. yüksek libido. kaçış rampası. ani ölüm.

anne ve baba olmak. utanç. baba olmak. on kere utanç. evlat olmak. yetersiz sevgi. yetersiz beklenti. sonra kaybolmak. üçyüz lira. illegal bahis. premier league. kayıp. yüksek kaygı.

bir sigara. klimalar açık. mal sahibi kaygı. cam hafif açık. söndürmek istemeyen plastik küllük. çocuk. küçük orman. büyük yangın. korku. çekinme. kaygı.

kapı. çocuk kilidi. yetişkin kilidi. sıcak yol. korku. tekrar tebessüm. rol.
devamını gör...

hiçbir fiilinde yaşadığı gerçek zamanın içinde olmadığına inandığım şair.

zarifoğlu ne kadar dava dediği işlerin peşinde gibi görünse de, belirli kisveleri giyinmek niyetinde olsa bile bunu başarıyla yapmadığını ve yapamayacağını kendisi de çok iyi biliyordu. onun şiirlerinde fantazma anlatılar uçuşur hiç durmadan. o yüzden tahlili mümkün olmayan, olsa bile ancak münferit açılardan değerlendirilebilecek çokça eser vermiştir.

şiirlerini anlamayan kişilerin eleştirilerine '' şiirlerimi anlamıyorlarmış. mesela ben de botanikten anlamam.'' diyerek aslında şiirinin hitabının sadece şair duyumuna haiz kişilere bağlı olduğunu dile getirmiştir. bunu bilinçli olarak kaçmak için yaptığına gönülden inanıyorum.

zarifoğlu'nun şiiri uzaktadır. aslında çoğu kimse zarifoğlu'nun şiirine uzaktır.
rüyalarında bunalıyor gördüğü ''alda'' sına yahut '' her yanın dudaktır / üstün bezelye taneleri '' diye söyleştiği '' berducesi garibi '' nin üzerine içlendiği kadar kendi karısına nazar etmemiştir.

berat hanım bu olayı kendisi bir röportajda anlatmıştı.
zarifoğlu '' - hep birşeyler yazıyorsun. bir kere de benim için bir şiir yazsan ne olur ? '' diye sitem eden eşine, berat hanım' ın kendi ifadesiye '' hızlıca birşeyler karalayıp'' vermiş. berat hanım '' hala ben o yazdığını kıymetli bulmam.'' diye söylüyor röportajın devamında. bence de zarifoğlu' nun yazdığı en kötü şiir o şiirdir.
devamını gör...

sarhoşluk ile humarlık arasında bir insanlık halini belirten deyim.

benim için bir deyimden öte, uzun yıllardır kafamın içinde çekimleri devam eden ve bitmeyecek bir sinema filminin orjinal adı. hadi müjdeyi vereyim senaryosunu da ben yazıyorum bu sonsuz filmin. diğer alelade varolmalarla gündemi meşgul edenlere ithafen tahmin edilmeyecek azametiyle leyla olmanın birçok teferruatı vardır.

öncelikle leyla gerçek değildir. bununla ilgili uzun yıllar çalışmalar yaptık bir kurulla. - bundan bahsedeceğim - yazıdaki bütün karakter ve kişiler - ben dahil - hayal ürünüdür. hiçbir canlıya - ben hariç, tabi hâlâ canlı sayılırsam - zarar verilmemiştir.

sanılanın aksine leyla ismi verilen herkes leyla özelliği taşımaz. yani leylaları birbiriyle kıyas edip durmayın hiçbir işe yaramayacaktır. çünki leyla bir tanedir aslında. af buyurun ruz- i mahşerde - teşbihte hata olmaz - tanrı seyri gibi , güneş gibi görür herkes onu. bulut önüne geçince kaybolur. ziyası sadece akşam vakitlerinde göz yormayan mağrur bir güneş gibi. karlı kış günlerinde az da olsa ısıtır kendini göreni.


leyla yüksek kurulu

mamafih şairler ve bilumum ince fikirler tarihin muhtelif zamanlarında tüm leylaların fiziksel özelliklerini belirli bir çizgide tutmaya çalışmak niyetiyle sık sık bir araya gelip toplantılar, konferanslar, telekonsferanslar düzenlemişlerdir .
kimler yok ki bu cemlerde ; mecnunluk istidadına soyunan hilleli mehmet fuzuli, leyla'nın cenazesinde gözyaşı dökmek şerefine nail olmuş üsküplü yahya kemal, orta dünyadan kavgaya adam çağıran mustafa akar, kandan elbiseler giyip elinde tatlı çantasıyla dersaadet sokaklarında salınan pek kıymetli sezai karakoç, şimdinin iktidar yalakası akil adam orhan gencebay hatta neşet ertaş bile var bu mecliste. - adını hatırlayamadıklarım kırılmasınlar. -

karara bağlanan özelliklerden bazıları ; yüksek kalite sibirya kömürü kadar kapkara zülüfler, yeşil vadinin yeşili ile gam dağıtan kehribar bir tesbih keskinliğinde yemyeşil tercihe göre ela gözler ve cami damına kar yağmış gibi bembeyaz bir ten.
bu meclisi fazla aşikâr etmeyeceğim. ben de kurulun kararına saygı duyuyorum ve bunlar dışında ekleyeceğim başka meziyet yok. yoksa ne kavgalar ne hırgürler döndü sormayın. neyse.

leyla' ya bir zaman mefhumu bulunmadığından günün leyla için bir başlangıcı yoktur. yine de biz leyla olmayanlara bunu bu şekilde anlatmak, durumu anlamamız ehemmiyetiyle çok faideli olacaktır.


leylalık mesaisi

leyla yeni bir güne leyla olmanın bilinciyle doğrulur ve perdenin ardından semanın vaziyetine bakar. nazarıyla havayı kapatıp açabilir. leylanın gözünün tesiriyle aylak aylak uçan kuşlar" tevekkelna ala rabbissemai "- göklerin rabbine tevekkül ettik - diye dualar haykırarak kaçırışırlar. bu arada leyla üzerindeki libasları tebdil etmeden öylece hanesinin içinde bir oraya bir buraya ağır adımlarla yürüyerek varlığını gösterir ki buna literatürde odayı leylamak denir. sirayetini gösterdikten sonra hane nefes alır ve artık bir gün evvelsi oda değildir orası. - aynı oda iki kere leylalanmaz sevgili heraklitos -

leyla pek acıkma belirtisi göstermese de huzursuz türlü yemişler, fırının en dışlanmış ekmekleri, yerini yadırgamış yumurtalar gibi insani kırbaçlarla hırpalanmış varlıklar ona visal eylemek arzusuyla bir bir yanaşırlar önüne. leyla bizim bildiğimiz vakitsiz uyandırılmış koyu sabah çaylarından da içmez. onun çayı bardakta bir düğün varmış gibi pembe ve hafiftir. - ne çayı olduğunu hatırlamıyorum ama kendi gözümle görmüştüm ordan biliyorum. -

günün en ferah anlarından biri de öğle vaktinde yaklaşık saniyenin milyonda biri kadar süren leyla' nın iç çektiği andır. bu esnada zaman ne yapacağını bilemez ve bir ileri bir geri savrulur. öğle vaktinin o kasvetli yansımalarında leylanın bu iç çekişi, insanların bir daha hiç hatırlamayacakları bir ferahlık sızdırır yaşantılarına. menbaını bizim sözbahis kuruldan başka kimse bilmiyor bu doğal afetin.

günün geri kalanında ve bilhassa kerahet vakitlerinde leyla, leylalıkla ilgili biz leyla olmayanların anlamayacağı ince işlerle uğraşır. burada orhan veli'nin yırtılan denizi diken sevgili dostu dalgacı mahmut gibi basit işlerle uğraştığını sanmayın sakın. muhteviyatı ile ilgili birşey söylemememin sebebi hiç görmediğim için olsa gerek.

bazen dışarı çıkar leyla. evden çıktığı anda kendisi ve tebaası rahat etsin diye bir çeşit perde çeker insanların gözünde. insanlar perdenin olduğu yere baktıklarında defaatle geçtiği yollarda daha önce görmediği şeyler görürler. misal ; hayret! bu ağaç daha önce de mi buradaymış ? tuhaf! ben ne kadar güzel bir kadınmışım. ilginç! asaf halet ölmemiş miydi ya ?

gördüğünü ayan etmemeye bezm-i elest meydanında yemin etmiş tüm nesne onu görünce birbirine yaklaşır. mesela arnavut taşlarının birbirine nasıl daha sıkı kenetleneceğini arayan birtakım mühendis efradı halen daha güçlü bir yöntem bulamadılar. bizim kurul bunu da biliyor.

türlü nebatat boyun eğer o yaklaştıkça. cuma selamlıkları gibi ağaçlar uzar gider. yol onu bir tabutun - allah gecinden versin - ellerden akması gibi dilediği yere ulaştırır.

leyla'nın elinden aynaya bakmak fırsatı da alınmıştır. aynada göreceği bir yansıması da yoktur zaten. her gördüğü kendi suretinde tecelli eder ona. aynaya baktığında nedim'in şu beytini - bundan feci sıkıldığını söylemişti - görür her zaman:

niçin sık sık bakarsın öyle mirat-ı mücellaya
meğer sen dahi kendi hüsnüne hayran mısın kafir

leyla hoş sedalar duymak için ve o hoş sedaları mesrur etmek için musikiyle de yakından ilgilenir. dinlediği eserleri biz dinlediğimiz zaman sadece leyl! leyl! diye tambur sesine benzer iniltiler duyarız. leyla'nın dinlediği eserlerde onun işitme işaretlerini artık besteciler de itina ile porte üzerinde gösteriyorlar. - bu karar 21 ocak'tan sonra uygulamaya konuldu.-


bu bahislerden sonra leyla olmanın kendine göre zorlukları da vardır tabi. ara ara bizlerin arasına karışır ve kendini gizlemek, ilham olunmak leylayı gün sonunda bitap düşürür. leyla hüzünlendiği vakit bu dalganın yüksekliği kimi zaman coğrafyasının dışında etkiler gösterse de - afrika dahil değil - leyla bundan hiç hoşnut değildir. düşünsenize, bütün insan aleminin tek muhatabısınız ve sizden başka görevi devredebileceğiniz kimse yok.


son söz

leyla üzerine yıllarca ihtisasta bulundum. anladım ki onca senemi çöpe atmışım. hiç anlatılanlar yazılanlar gibi değildi. sözlerime itimat etmezseniz bu sebepten size darılmam.

leylanın izlerini gün içinde sürekli görüyorum. o istemeden böyle şeyler olacağını sanmıyorım ama bir şarkıda, poliklinik önünde monitörde yazan sırada.
geçen gece bir mülteci sudanlı amca ile tanıştım. annesinin adı leyla idi. bunun gibi şeyler.

bir de şu şarkı çalıp duruyor kar yağarken.



belki de yanlış bir leyla dediği anda karlar yerden göğe tekrar yükseliyorlar. buna anlam veremiyorum. aslında biraz da gücüme gidiyor.

son olarak yunus' un tahrif olunan şiirinden bir parça ile veda edeyim ;

şu dünyada bir nesneye
yanar içim göynür özüm
yiğit iken ölenlere
bir dem leyla sevmiş gibi

herkese hürmetlerimi sunarak iyi leylalar dilerim.
devamını gör...

“ ben merd-i meydan
yani toprağın ve kanın gürzü
güllerin bin yıllık mezarı bendedir
yukardan bakarım efendilerin pusatlarına
insanların bütün sabahlarını merak ederim
gök hırpalanmaktadır merakımdan
ıtır kokan benim yumruklarımdır
benim kavgamdır o, aşk diye tanınan. “

türk şiirinin bir daha başına gelemeyecek yükseklikte ulaşılmazı zor şair- i azam & sultanü’ş şuara sayhasıdır. okuduğum ibrahim tüzer’in poetika çalışmasından alıntılıyorum.




gırtlaktan taşan şiir : evet, isyan / 1965 – 1970

“ beni dinmeyen bir mavilik kanırtıyor
buna dayanamam
bir çeteci dişleriyle söküyor kanımdaki çiviyle
buna da. “

partizan

ismet özel’ in şiirlerinin oluşum süreci göz önünde bulundurulduğunda “ partizan “ şiiriyle başlatılabilecek yeni bir safhadan söz edilebilir. geceleyin bir koşu kitabını dolduran bireysel duyarlılıkla kaleme alınmış şiirlerin dışına çıkarak toplumsal olana yönelmeye başlayan şair, bu evredeki şiirlerinde kalkış noktası olarak yine beni’nden hareket eder. fakat toplumun kendisine dayattıklarına karşın, hayatı kendi varlık alanıyla karşılamaya çalışan ben’in bu seferki dayanağı sadece çocukluğa ya da geçmiş yaşantılara ait bir takım anılar değil bizzat içinde yaşanılan hayatın ta kendisidir.

bu anlamda şiirinin evrenini de giderek genişleten özel, belli başlı izleklerine de anlam dünyasında açılım meydana getirir ve şiir sanatı, papirüs, yeni dergi ve halkın dostları gibi dergilerde yayımlanan 14 şiirini 1969 yılında evet, isyan adıyla kitaplaştırır. çalışmamızın ileriki bölümünde şairin metinlerinden örneklerle dikkate sunulmaya çalışılacak olan bu açılım şimdilik, geceleyin bir koşu’’daki kimi şiirlerin yazılması için “itici güç” görevi gören “yıkıcılığın” şairin bedeninden, toplumu kendi güdümüne çekmeye çalışan değerlere yön değiştirmiş olmasıyla ifade edilebilir.

şiirsel olanın sınırlarından çıkıp reel olana yaklaştığımızda, özel’in bu dönemde, daha çok “sosyalist” olarak adlandırabileceğimiz, yoğun bir faaliyet içerisinde olduğu görülür. fakat şairin, şiirsel olanla reel olanı birbirine yaklaştırmak istediğinden ve şiirindeki açılımı dünyaya konumlanmaya çalışan beni’yle birlikte yaşadığından, devrimci duyarlılığının şiirine de yansımamış olması düşünülemez. nitekim henüz birinci şiir kitabı yayınlanmadan dergilerde boy gösteren “partizan” ve “çağdaş bir ürperti” şiirleriyle başlayan bu duyarlılık, dönemin eleştirmenleri tarafından da dikkatle izlenir.

eser gürson’un geceleyin bir koşu yayımlandıktan sonra özel’ in bu kitaptaki şiirleriyle dergilerde kalan “partizan”, “çağdaş bir ürperti” ve “evet, isyan” gibi şiirlerine yansıyan psikolojik verilerden hareketle kaleme aldığı yazısında, söz konusu ettiğimiz bu duyarlılığı “ bu tip sancılı şairlerin garip yazgısıdır : ya rimbaud gibi yirmibirinde kopacak şiirden, ya necip fazıl gibi islamiyet yoluyla bir dinginlik kaynağı bulacak, ya da ismet özel gibi partizan olacak” şeklinde öngörür.
fakat şair, her ne kadar içinde bulunduğu ortamda sunulanın reddi için aktif olarak mücadele etse de ve kalemiyle de bu “karşı oluş”u şiirselleştirse de şiirinin gündelik düşüncelerin birebir karşılığıyla uyum içerisinde olmamasına özellikle dikkat eder ve şiirdeki politik söylemlerin okuyucuyu “ucuza kapatmak” olduğunu düşünür. bu tehlikenin içerisine düşmemek için de şiir uğruna giriştiği tüm çabalarının “dünyayı anlanlandırma çabalarıyla ortak doğrultuda birleşmesi” için çalışır. bu durumu “estetik bir mesele” olarak kabul eden özel, çözümü ise “politik anıştırmaları durdukları yerden çıkarmakla ve ‘saf şiir’ söylemini de günlük hayat içinde teşhis ettiğimiz gerçeklere bulaştırmakla” bulur.

evet, isyan kitabında yer alan şiirlerden bir kısmını askerlik yaptığı süre içerisinde yazan ismet özel, bu dönemde şiirle olan irtibatını daha da sağlamlaştırır ve o güne kadar şiir bakımından hayatının en verimli dönemini geçirerek 7 şiir kaleme alır. şairin bu dönemde yazdığı şiirlerinde kullanmış olduğu terminoloji, şiire yüzeysel olarak yaklaşıp onu kelimelerin sözlük anlamlarıyla okumaya çalışanlar için de anlamlandırmaya müsaittir. fakat özel’in bu şiirlerini ideolojik bir takım yönsemelerin ışığında okuyanlar her şeyden önce şiiri zaafa uğratmış olmaktadırlar.

radikal imajlarla örülü olan özel’in bu dönemdeki şiirleri, dünyada bulunuşunun karşılaştığı metinlerle onaylama eğilimde olanlardan ziyade bir rahatsızlık/”farkındalık” dolayısıyla konumunu sorgulama ihtiyacı içinde olanlara yönelik olarak belirtmektedir.

bu belirginlik alanı, soru sorulmadan yalınkat kabul edilen ideolojilerin yerine insanın var oluşunu temel alan endişelerle birlikte düşünüldüğünde daha anlamlı hale gelmektedir. buradan hareketle evet, isyan’da bir araya getirilen şiirlerin ontik yapısının da göz ardı edilmemesi gerekmekte: bu şiirlerle, varoluşsal endişeyi taşıyan bir ergenin “sahicilik” arayışı içerisinde bulunarak hayatı kendi için dokunulur kılma gayreti akılda tutulmalıdır. nitekim o dönemde, hayatın olağan akışı içerisinde “neyin olağan, neyin olağan dışı veya olağanüstü olduğunu doğru dürüst tartamamanın acısını çeken ismet özel, bunun ayırtına varabilmek için “mutlak emniyet”in ihtiyacı içerisine girerek ontolojik kaygıyı yaşamaya başlayacak ve bunun bir ifadesi olarak da öncelikle şiirin saçağı altına sığınacaktır. evet, isyan kitabının “partizan”, “çağdaş bir ürperti”, “kan kalesi”, “”, “evet, isyan”, “yaşamak umrumdadır” ve “sevgilim hayat” şiirleri, ifadeye çalıştığımız kaygının işaretlerini taşıması bakımından önem kazanmaktadır.

ismet özel şiire damıtılmış hayat – ibrahim tüzer
devamını gör...

devamını gör...

derinden bakınca gözlerinize
neden başınızı öne eğdiniz?
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim