aşmonen yazar profili

aşmonen kapak fotoğrafı
aşmonen profil fotoğrafı
rozet
karma: 206 tanım: 13 başlık: 0 takipçi: 2

son tanımları


sözlük yazarlarının hayalleri

hiçbir korku ya da kaygı olmadan dünyayı gezmek.
devamını gör...

yazarlara ait gökyüzü fotoğrafları

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

3 mayıs 2025 sırrı süreyya önder'in vefat etmesi

türkçülük gününde vefat etmesi... şehitlerimize üzüldüğü kadar üzüldük ölümüne
devamını gör...

aydınlanma yaşamak

eğer sonrası için ruh sağlığınız açısından elverişli bir çevreniz varsa hayatla daha sağlıklı ve anlamlı bir ilişki yürütmenize olanak sağlar ama yaşadığınız çevrede sizi anlamayacak yaşadığınız aydınlanmadan dolayı fikirlerinizi paylaştığınızda sizi dışlayayacak bir ortama sahipseniz geçmiş olsun, hayat artık eskisi gibi yaşanılası gelmeyecek, neden bu bilinçteyim ki diyeceksiniz, aidiyet duygunuz kalmayacak sonra yaşamak anlamsızlaşacak, bir kere gelinen şu dünyada bunun da farkında olmak da üzgün hissettirecek. ah ulan ne ferahtır şimdi anlaşıldığı yerde olanların gönlü
devamını gör...

sorun çıkmasın diye her şeye tamam demek

günün sonunda değersizlik hissi ve sorun çıkmasın diye tamam denilip halının altına süpürülen sorunların daha yoğun bir şekilde ortaya çıkmasıyla sonuçlanır. zamanında verilmeyen tepki sizi sorunlu bir kişiye dönüştürür.
devamını gör...

kira depozito ve komisyon

temel ihtiyaç olan barınmanın bir rant kapısı olarak görüldüğü düzen üçlemesi. sırf zengin daha fazla zenginleşsin diye ortalama evlere bile üst düzey paralar isteniyor, ev yatırım aracı olmamalı.
devamını gör...

zor günlerden geçenlerin en iyi bildiği şey

geçecek olması. ne kadar sürer bilmiyorsun ama sonunda geçiyor, seni büyütüyor o süreç, sen pek istemesen de. yoğun duygularda olduğumuz zamanlarda sanki dünyanın en kötü muamelesi bize yapılıyor sanıyoruz ama çevremize baktığımızda bizimle benzer yaralar alan insanları görüyoruz. bu durum sorununuzu çözmüyor ama yalnız ben değilim farkındalığı yaşatıyor bize. sonra zamanla sakinleşiyor insan, bu hayatta her şeyin olabileceğini, herkesin her şeyi yapabilecek potansiyelde olduğunu anlıyor, yarası olanla daha iyi empati kuruyor, büyük büyük konuşmuyor, keskin çizgileri de artık kendisini korumak için çiziyor, büyüyor yani, her ne kadar büyümek istemesek de süreç bize başka şans tanımıyor.
devamını gör...

eski fotoğraflara bakarken hissedilenler

çoğunlukla buruk bir hüzün oluşuyor. bazı fotoğraflar da yeniden kahkaha atmama sebep oluyor, zaman yolculuğuna çıkmak gibi biraz. o fotoğraftaki insanların yaşayacaklarından haberleri olmadan aynı kareye sığma çabaları, gülüşmeler...
devamını gör...

kalk yerine yat (kitap)

kitap şermin yaşar'ın kısa kısa öykülerinden oluşuyor. yazarın kalemiyle ilk kez tanıştım kitap sayesinde. hikaye okumayı seven biri olarak beğendim kitabı. içindeki bazı hikayelerden kısa kısa bahsetmek isterim sizlere;

nokta nokta gül:
bu hikayeyi okurken hem güldüm hem duygulandım. isimlerin insanların kaderiyle bağlantılı olduğunu düşünüyorsanız siz de benimle az çok aynı hisle bitireceksiniz bu hikayeyi. cevriye isimli karakterimiz kötü talihini sevmediği ismine bağlayıp isim değiştirmeye karar veriyor. karar veriyor vermesine ama şimdi de talihini açacak bir isim seçmesi gerekiyor. cevriye'nin ismiyle birlikte talihi de değişecek mi diye düşünüp keyifle okudum hikayeyi.

kalk yerine yat:
kitaba adını veren hikayemiz; kiralık ev arayan bekar, erkek ve işsiz biriyseniz sakın neriman isimli dul ve kedileriyle birlikte yaşayan ev sahibinin evini kiralamayın; yoksa hem ev, hem iş, hem doktor hem de avukat aramak zorunda kalacağınız bir geleceğiniz olur. okurken sıkıntı bastı, evi kiralayan karakterimiz kadar gerildiğim anlar oldu, haline üzüldüğüm güldüğüm yerler oldu, kalk yerine yat cümlesinin beni bu kadar rahatsız edeceğini düşünmemiştim hiç.

şimdi rahatladık:
sıra geldi kitapta beni en çok etkileyen hikayeye; hikayemiz 4 çocuklu bir ailenin evin annesini mutlu ve rahat ettirmeyeyle kafayı yiyen baba karakteri ve çocukların hikayesini konu alıyor. ne yalan söyleyeyim hikayenin başlarında baba figürünün anneye olan aşkını ve düşkünlüğünü görüp imrendim ve 'evet işte bu, biri beni böyle düşünüp sevsin, ilgilensin, evet aşk tam olarak böyle bir şey' desem de ilerleyen cümlelerde o aşkı sevemedim, en azından bencilce buldum. evin küçük kızı ismail'e aşık olur, ismail de aşıktır bizim kıza. ismail bir tesisatçı, e tesisatçıya kız mı verilir diyen evin annesi yüzünden evlenemezler, anne illa memur damat olsun diye tutturuyor, anne ne derse baba için o kanun yerine geçiyor tabi, kızımızı suratsız bir memurla evlendirip kendi hayatlarına devam ediyorlar. bizim kız depresyondan çıkamaz bir türlü, belki evliliğim düzelir diye de bir çocuk yapar yine de fayda gelmez (ah be güzelim çocuk çözüm olur mu hiç) bizim kız mutsuzluktan debelenip dururken anne ve babası hayallerini kurdukları evi sonunda yaptırmıştır, evin her köşesi anneyi düşünülerek yapılmış, dizayn edilmiştir baba tarafından, her şey anneyi rahat ettirmek içindir en nihayetinde. birlikte yeni evlerinde uyudukları ilk gece baba kalp krizi geçirip aileye veda ediyor, ve annenin hiç geçmeyen baş ağrısı başlıyor. doktorlara, psikologlara, hocalara bile gidiliyor ama asla geçmiyor o baş ağrısı. çenem düştü tüm hikayeyi anlatacak kıvama geldim, artık durmalıyım. hikaye beni duygusal olarak karmaşık olduğum bir dönemde yakaladı o yüzden farklı bir bağ kurdum kendisiyle, biraz da gerçekliğe yakın bulduğum her hikaye kalbime dokunur o yüzden keyifle okudum, sonu da çok hoşuma gitti, içim ısındı.

çöp:
evet geldik bir diğer kıymetli hikayemize; selim hayatının belli bir döneminde yokluktan dolayı çöpte kağıt toplayarak para kazanan biridir, çöpte bulduğu eski fotoğraf albümleri, mektupları, günlükleri okuyup, yorumlamayıp bir zamanlar birlikte anılar biriktiren insanların hayatına tanıklık eder. zaman içinde bu durum onda tuhaf bir bağlılığa neden oluyor, içinde kocaman bir ağlama isteği oluşunca çöplere koşar oradan ağlayabileceği geçmişler bulmaya çalışır. okumaya değer kıymetli bir hikayeydi benim için.

evet, kısa öykü kitabımızda beni etkileyen hikayelerden size ufak ufak bahsetmek istedim, hikaye okumayı seviyorsanız ben gönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim kitabı, şimdiden keyifli okumalar dilerim.
devamını gör...

wolfwalkers

animasyon filmimiz konusunu irlanda’nın halk masallarından birinden alır. dönemin kralı, avcı bill goodfellowe'dan yakındaki ormanda yaşayan bir kurt sürüsünü yok etmesini ister. ancak goodfellowe'un özgür ruhlu kızı robyn'in kısa sürede keşfettiği gibi, söz konusu sürünün tüm üyeleri sıradan kurtlar değildir. babası gibi bir kurt avcısı olmak için eğitim alan robyn, bir wolfwalkers olan mebh'le tanışır. mebh'in ruhu, bir kurt şeklini alırken insan bedeni uykudadır. robyn ve kayıp annesini aramak için ormanda dolaşan gizemli mebh, kısa zamanda arkadaş olur. robyn'nin iki dünya arasında kaldığı bu beklenmedik dostluk kısa sürede bir sınava tabi tutulur: babasının savunduğu "medeni" irlanda ve wolfwalkers vahşi irlandası.
tarihi kurgusu, çizimleri ve muhteşem müzikleri ile çok hoş, sıcak bir film olmuş, sanki soğuk kış gününde evimin sıcak bir köşesine çekilip, elimdeki sıcak çayımı yudumlayarak heyecanlı, sakin, duygusal ve bir o kadar da sonra ne olacak diye sorduğum bir masal gibi... izlemeye başladığım ilk dakikadan itibaren beni içine çekti film. işlenen arkadaşlık teması da çok hoşuma gitti. animasyon izlemeyi seviyorsanız çıtır çerez niyetine izlenecek çok güzel bir yapım, şimdiden izleyecek olanlara iyi seyirler dilerim.
devamını gör...

hyunam-dong kitabevi

güney koreli yazar hwang bo-reum’un ilk romanı. kore’de çok satanlar arasında yerini alan kitabımızın konusu; kahramanımız youngju dünyanın hemen her yerindeki pek çok insan gibi işinden, eşinden ve yaşadığı hayattan bunalıp, hepsini terk edip hayalini gerçekleştiriyor, bir kitabevi açıyor: hyunam-dong kitabevi. roman boyunca edebiyat, yazarlık, okurluk, kitaplar ve kitabevleri üzerine pek çok şey konuşuluyor. bazı bölümleri okurken sorunların, hayata dair isteklerin, korkuların evrenselliği ve hisselerin aynı oluşu karşısında kitapla olan bağım daha da arttı. bunlardan biri "işe dair tutum" adlı bölüm. kitap kulübünün okudukları kitap
(david frayne / çalışmanın reddi) üzerine sohbetlerini konu alan bu bölüm, kitapta okumaktan zevk aldığım kısımlardan olmuştu, keşke ben de bu kitap üzerine yapılan tartışmanın içinde bulunabilseydim, dedim kendi kendime. ayrıca adı geçen kitabı da okuma listeme ekledim, böylelikle bana okuyacak yeni bir kitap kazandırdığı için bir kez daha sevdim bu kitabı. beni etkileyen başka bir bölümde de kadınların evlilik içinde maruz kaldığı olumsuzlukların kadınlar tarafından konuşulması daha doğrusu yakınması üzerine durulmuş. bu bölümü benim için etkili kılan şey okurken geçmişe gitmem oldu. sanki ben lise yıllarımdan herhangi bir günde okul çıkışı eve geldiğimde, bir sürü kadının bizim evde toplanıp çay ve gün tabağı eşliğinde kocalarından ve evliliklerinden yakındıkları bir günün içindeymişim gibi. evlilik bu kadar korkunç bir şey mi? diye soruyorum en çok yakınan ablalardan birine, peşine kocasının bulunmaz biri olduğunu anlatan cümlelerini dinliyorum, az önce yakındığı kişi kocası değil de yedi kat yabancı biriymiş gibi anlatıyor bana. ülkeler farklı, kültürler farklı ama kadınların sorunları ve tepkileri aynı olunca ayrı bir tatla okudum bölümü.
yazarın ilk kitabı ama o kadar sakin ve yormadan yazmış ki okumak benim için bir terapi gibiydi. yavaş yavaş okudum kitabı, içimin sıkıldığı bir günde yürüyüşe çıkmışım gibi iyi geldi bana. son olarak da kitaptan bir alıntı paylaşıp okumak isteyenlere şimdiden keyifli okumalar diliyorum.

*insan en nihayetinde bir ada değil midir? bir ada kadar tek başına, bir ada kadar kimsesiz. öte yandan tek başına ve kimsesiz olmanın aslında tamamıyla kötü olmadığı fikri kuşatıyor beni. zira tek başına olmak beraberinde özgürlüğü getirdiği gibi, kimsesiz olmak derinlere inmemize olanak sağlar.
devamını gör...

tatar çölü

kitabın konusu; genç teğmen drogo'nun ilk görev yeri olarak tatar çölü'ndeki bastiani kalesi'ne tayin edilmesiyle başlar. uzun dönemler kalmak istemediği bu sınır bölgesinde işler istediği gibi ilerlemez. bu bölgede geçirdiği seneler ona, vaktiyle gözünde büyüttüğü zafer tutkusunun kofluğunu ve askerlik hayatının monotonluğunu öğretir. yaşamı boyunca beklediği an bir türlü gelmez. yine de umudun önemini, beklemenin meşakkatini çok iyi anlatır eser.
hepimizde olan hatta en kötü durumlarda bile içimizde cılız da olsa yanan umut etme duygusunu, bu duygunun mecburiyetleri bile katlanılabilir kılmasını, beklemenin sancılı sürecini çok başarılı bir şekilde aktarmış yazar. yazar aynı zamanda tekdüze, durağan bir hikayeyi çok akıcı bir şekilde kaleme almış. okurken sıkılmadım, yorulmadım, aktı gitti hikaye. bazı sayfalarda duraksadım, şu an içinde bulunduğum, bir zamanlar içinde kaybolduğum durumları, duyguları buldum. bu kitapla olan bağımı daha çok arttırdı. dino buzzati'den okuduğum ilk romandı tatar çölü, kesinlikle son olmayacak. okumak isteyenlere şimdiden keyifli okumalar dilerim.
şuraya birkaç alıntı da bırakmak istiyorum:

"insanın, tek başına olduğu ve hiç kimseyle konuşamadığı zaman bir şeye inanması çok zordur. işte tam da o dönemde, drogo, insanların her zaman birbirlerinden uzakta olduklarını fark etti, birisi acı çektiğinde, acısı sadece kendisine ait oluyor, hiç kimse o acıyı dindiremiyordu; bir insan acı çektiğinde, duydukları sevgi ne denli büyük olursa olsun, diğerlerinin bu yüzden acı çekmediklerini ve yaşamdaki yalnızlığı işte bu durumun oluşturduğunu fark etti"

"ya, aslında yanılıyorsa? ya, gayet sıradan bir yazgıya sahip sıradan biri olarak yaratılmışsa?"

" ama bir noktada, belki de içgüdüsel olarak, insan geri döner ve arkasında bir kapının kapanarak dönüşü olanaksız kıldığını fark eder. işte o zaman bir şeylerin değişmiş olduğunun ayırdına varırız, güneş eskisi gibi kapırtısız değildir, hızla hareket etmektedir; ne yazık ki, henüz bakmaya bile fırsat bulamadan, onun ufkun ucuna doğru hızla kaydığını, bulutların da gökyüzündeki mavi koylarda hareketsiz durmadığını, birbirlerinin üzerine çıkarak kaçtıklarını, iyice acele ettiklerini görürüz; zamanın geçtigini ve günü gelince yolun zorunlu olarak son bulacağını anlarız."
devamını gör...

the substance

body horror türünün çok başarılı bir örneği olmuş. konu ve verilmek istenen mesaj güzel ama film ilerledikçe özellikle son kısımları, tiksinerek, buna gerek var mıydı diyerek geçip gitti benim için. ayrıca vücudun belli başlı yerlerine yapılan yakın çekimler çok rahatsız ediciydi. oyunculuklar çok iyiydi, özellikle demi moore beni büyüledi resmen. izlemek isteyenlere tek tavsiyem yemek yerken izlemeyin.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim