avemaria yazar profili

avemaria kapak fotoğrafı
avemaria profil fotoğrafı
rozet
karma: 3226 tanım: 314 başlık: 25 takipçi: 29
dada bir miktar saydam yaşamdır; zahmetsiz, devinerek dönüşen.

son tanımları


eulogy

yüzleşmeden edilemez vedalar, dedirten (bkz: black mirror) bölümü.

ve insanlar sadece gerçeklerden incinir.
devamını gör...

sabah uyanınca kafada çalan şarkı

everything in its right place.
devamını gör...

benshi

benshi; sessiz dönem japon sinemasında film oynatılırken canlı olarak filmi yorumlayan profesyonellere denir.
genellikle bireysel olarak oldukça popüler performansçılardır ve bir nevi karakterler seslendirmeni ve anlatıcı olarak tanımlanabilirler.sessiz film gösterimlerinin kaçınılmaz bir özelliğidir onlar.
devamını gör...

a page of madness

1926 yapımı olan a page of madness; sessiz, deneysel bir japon korku filmidir.
(bkz: teinosuke kinugasa)'nın yönettiği film, sessiz dönem japon filmlerinin çoğunluğu kayıp olduğu için ayrıca önem taşımaktadır.cesur ve çarpıcı görsel stili, belirsiz* anlatımı ve dönemin en ilerici sinema düşüncesiyle yakın bağlantıları ile en çok tartışılan ve konuşulan japon filmlerinden biri haline gelmesi şaşırtıcı değildir.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
a page of madness'ı ilk kez gören birçok izleyici, akıl hastanesi ortamıyla 1920 yapımı olan(bkz: the cabinet of dr. caligari)'yi düşünebilir, ancak film bu ekspresyonist klasikten çok az stilistik veya anlatısal etki taşıyor ve eserleri japonya'da yayınlanan ve çokça tartışılan abel gance ve marcel l'herbier gibi yönetmenler tarafından temsil edilen empresyonist okulla daha yakın bağlantıları var. yönetmen kinugasa'nın bir röportajında f. w. murnau'nun the last laugh filmini yılın en iyi "sanatsal filmi" olarak göstermesi ve kendi filminde de özellikle ara yazıları kullanmaması, alman sinemasından etkilenmiş olmasını daha muhtemel kılmaktadır.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
ara yazıların olmaması, izleyicinin a page of madness sırasında tam olarak neler olup bittiğine dair özgürce yorum yapmasına büyük bir alan bırakıyor gibi görünse de, filmin başlangıçta (ve film yapımcılarının gösterileceğini bildikleri) (bkz: benshi)'nin anlatımıyla gösterildiğini hatırlamak önemlidir. benshi, bir hikayedeki boşlukları doldurabilir, arka plan bilgisi verebilir veya karakterlerin düşüncelerini ve duygularını ayrıntılı olarak açıklayabilirdi.
şüphesiz benshi anlatımı, a page of madness'ı orijinal japon izleyicileri için hikaye düzeyinde, bugün izleyicilere göründüğünden daha erişilebilir hale getirmeye yardımcı oldu. filmin orijinal uzunluğunun yaklaşık dörtte birinin kaybedilmesi, filmin avangart yönünü de artırmış olabilir.* bu noktada hem (bkz: aaron gerow)hem de film hakkında bir kitap yazmış olan (eine verrückte seite: stummfilm und filmische avantgarde in japan) bir diğer akademisyen mariann lewinsky, kinugasa'nın filmi kendisi kısalttığından şüphelendiğini de söylemek gerekir.)
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
üst üste bindirmeler, hızlı ve ısrarcı görsel desenler, fantezi dizileri ve deli insanları canlandıran aktörlerin görsel gösterişini kullanarak a page of madness şaşırtıcı yoğunlukta bir atmosfer yaratıyor. film, öznel ve nesnel gerçeklik arasındaki sürekli bir uyumsuzluktan yararlanıyor, ancak anlatının çeşitli katmanları sonunda sabırlı izleyici tarafından ayırt edilebiliyor. aaron gerow'un da belirttiği gibi, akıl hastanesinin mimarisi ve anlatının inşası her ikisi de bir "ayrım mantığı" dayatıyor. ana karakterler birbirlerine ulaşma girişimlerinde bu mantığı ihlal etseler de, gerow'un sözleriyle, sınırları tekrar tekrar geçmeleri "sadece sınırların bir miktar etkililiğini koruduğu ölçüde önemlidir." ne "delilik yanlısı" ne de "delilik karşıtı" olan, ne geleneksel ne de salt modern olan a page of madness, zengin ve muğlak bir film olarak karşımıza çıkıyor ve sinemanın potansiyelleri üzerine güçlü ama ikircikli bir yorum olarak okunmayı hak ediyor.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

marshall mcluhan

elektronik çağın düşgörücüsü.
devamını gör...

nick vermeden bir yazara seslen

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kadınlar nasıl erkeklerden hoşlanır sorunsalı

yengeci, fikir adamı, edebiyatsever. (bkz: @slife5r)
devamını gör...

eye music

15. ve 16. yüzyıllarda yazılan eserlerde kimi zaman rastlanan bir yöntem.(bkz: göz müziği)(bkz: augenmusik)
bu yolla müziğin etkisini görsel olarak da arttırmak hedeflenmiştir.
en popüler olanı karanlık, gece gibi sözcükleri siyah notalarla betimlemektir. örneğin (bkz: ockeghem)'in missa mi-mi'sinde credo'nun son sözü olan "mortuorum" * siyah notayla yazılır.
eye music konusuna verilebilecek en çarpıcı örnek ise (bkz: jasquin)in "ockeghem'in ölümüne ağıt" adındaki eserinde tüm partituru siyah notalarla yazmış olmasıdır.
devamını gör...

dualizm

majör ve minör tonların önem sırasına konulmadan eş düzeyde tutulması ve birinin ters çevrilmesiyle diğerinin oluştuğunu savunan kuramın adıdır.*
kuramın temeli, majör akorların ters çevrimiyle(aralıkların aşağıya doğru sayılması) minör akora ulaştırılmasına dayanır. (söz gelimi do-mi-sol, bu kurama göre çevrildiğinde do-la bemol-fa olur.)
zarlino'nun 1558'de yaptığı bu tonallik tanım, sonradan (bkz: rameau),(bkz: valloti)ve (bkz: hauptman)gibi isimlerde taraf bulur.kuramı geliştirip armonik çözümlemenin temelli konumuna getirenler ise (bkz: oettingen) ve (bkz: riemann) olmuştur.
devamını gör...

slife5r (yazar)

çok seviyorum seni.
devamını gör...

kibir

esneyen, göz çukurlarından ve ağızdan içeri sızan bir yıldız olan kibrin göğsünde şu yazar: öleceksin. *
devamını gör...

sanat

sanat özneldir ve sanatçılar onu gerçekte kendileri için yaparlar.*
"anlaşılır bir eser" sadece basın yayın organlarının yaratısıdır. sanatçı ise bu ticari faaliyetin reyon görevlisinde yoğunlaşan kitlenin düşmanlığından zevk duyar, aşağılanmaktan mutludur ve varlığının ispatı da budur.
devamını gör...

little simz

şahane bir vokal tekniğine sahip olan 94 doğumlu ingiliz rapper,aktris.
ft. işlerini baya iyi bulsam da*; ı see you,dead body,backseat, venom gibi şarkıları da flowlarıyla dikkatimi çekiyor.
son işi olanyoungçok eğlenceli olsa da, ben ı see you bırakmak istiyorum buraya.) buradan


would you take me as ı am, overlook all my mistakes?
though correct me when ı'm wrong, humble me, put me in my place?
would you be the one ı come to when ı'm needin' an escape?
still be my biggest fan if ı cancelled all my dates?
ı got shit ı haven't dealt with, would you help me through my pain?
ıf it's any reassurance, just know ı would do the same
lookin' at you, ı know that god took his time
hope ı'm seein' the real you, not a disguise
know ı like my time alone, but still, don't wanna be lonely
whisper in my ear and tell me you won't leave
time flies, can't tell you how much we've spent
'cause ı'm present in this moment, hope this feelin' never ends
devamını gör...

wolfgang amadeus mozart

iki gündür (bkz: friedrich gulda)’nın mozart piyano konçertosu kayıtlarına sardığım için, mozart hakkında pek bilinmeyen* noktalara değinmek isterim.) çok söz edilmeyen politik yanından,mason mozart’tan yani.

mozart her yerde karşımıza çocukluğunda olmadık şeyleri beceren bir dahi olarak çıkar.
müzikle ilgili öğreneceği şeyleri henüz çocukken tamamlaması kariyerini farklı bir yöne sokmuştur.
o, çocukluğundan başlayarak yaşamının büyük bölümünde sanatçı kimliğini yaşar.
mozart'ın eserlerindeki anti-feodal unsurlardan ise pek söz edilmez. mason olduğu bilinmez mesela.onun eserlerinde geçen "hepimiz kardeşiz" sözlerini san fransisco sokaklarında çocukluk geçirmiş birisinin cümleleri gibi algılamamak gerekir yani.)

mozart'ın operalarında ortaya koyduğu "dostuk" temasının temelinde mason olması ve bu öğretinin getirdiği kimi unsurları eserlerinde kullanması yatar. (konuya ilgi duyanlara katharina thomson'ın "mozart'ın yapıtlarındaki masonik örgü" adlı kitabı okumalarını öneririm.)
mozart'ın salzburg başpiskopusuna karşı çıkışı ve avusturya imparatoruna tavırları, bu alanın ilk bağımsız manifestosu kabul edilir. onun politikaya bulaşmadığı sanrısı yaşayanlara da cevaptır aslında bu.

"kardeş olalım, el ele tutuşalım" tadındaki mesajlar o dönemlerde beethoven'a değin(onun da sadece bir eserinde) kaç bestecide yer almıştı? bunlar o dönemde illegal olarak duyurulan mason localarını temsil eden simgelerdi gerçekte.
bunu anlamak için sadece "figaro'nun düğünü' eserine bakmanız bile yeterli olacaktır. bu operada mozart'ın söylemi oldukça politiktir ve figaro'nun zaferi,politik manifestonun ta kendisidir.

mozart'ın eserlerindeki anti-feodal unsurlar, masonluğu, yalınlığı-görkemi,kendi kuşağı ve sonrası birçok besteciyi etkilemesi gibi önemli konu başlıklarından da söz edilebilir elbette.

kişisel olarak ise beni en çekmeyen bestecidir mozart... çalmaktan, dinlemekten* pek keyif alamıyorum. oysa mozart'ı herkes sever, dinler. ancak kaç kişinin anladığı ya da bilerek dinlediği ise koca bir muamma olarak karşımızda durur.)
devamını gör...

friedrich gulda

avusturyalı piyanist ve besteci.* çok incelikli bir müzikal duyuşa sahiptir. hem klasik müzik, hem de caz ile ilgilenmiş bir emprovize üstadıdır gulda.
(bkz: w.a.mozart) piyano konçertolarını hem yönetip, hem çaldığı kayıtları ise muazzamdır! buradan
devamını gör...

scaremongering

#3577809
selam sissy! * nefis bulmana dayanarak birazcık daha devam etmek istiyorum o halde...*

burroughs evreninin temel yasası şu cümlesinde özetlenmiş aslında:
“junk, kötü virüsün temel formülünü doğurur: gereksinim cebri. kötünün yüzü daima bütüncül gereksinim yüzüdür. uyuşturucu bağımlısı, bütünüyle gereksinim içinde bulunan insandır. belirli yinelemeler dışında gereksinim hiçbir sınır, denetim tanımaz.”

jean genet “gülün mucizesi” kitabında, hapishane yaşamını koyu bir umutsuzluğun eğretilememesi olarak kullanmıştı. burroughs da morfinmanın tutsaklığını, çağımızda bireyi ezen ona egemen olan bir siyasal sistemin metaforu olarak ele alıyor. cenneti yitiren ve çocukluğunda kovulan “aziz genet” için sartre, “çalan çocuk için var olmak, yetişkinler tarafından görülmek demektir. bu gizli eylemde yalnızlık içinde yaptıklarından dolayı çocuk var olmamaktadır” der ve ekler “…masumiyet içinde çalarken kendisine bir yazgı ördüğünü bilmemektedir.” nasıl ki genet için hırsız olmak, çalmak kişiliğini daha derinliğine çözümlemenin aracıysa, burroughs için de uyuşturucu bağımlılığı kişiliği sorgulama aracıdır bir bakıma.
özünde sömürü bulunan uyuşturuculara böylesine karşı duran az roman vardır. (üstelik kendisi de uyuşturucu bağımlısı olan bir yazar tarafından yazıldığı halde.)
burroughs, morfinmanın dünyasını cehennem olarak tanımlar. eroin/morfin alışkanlığını politize eder. alışkanlığının tutsağı olan junkie sosyal konformistin simgesidir, “pusher”dan polise pek çok güce boyun eğer. bağımlılık insanoğlunun en sefil alçalmalarından biridir ve daha da kötüsü junkie bu alçalmanın ayırdına varamaz.

o, uyuşturucular dünyasıyla baskıcı toplum arasında sofistike bir ilişki kurar. junkie, sitemin kölesidir, bir kurbandır hatta. fakat sisteme yakalanmış bir diğer kimsenin yaşamı da junkieninkinden farklı değildir.) herkes bir şeye bağımlıdır der ama kimse “ben bulmaca çözmeye bağımlıyım” ya da “favlaşmanın tutsağıyım”* falan demez. uyuşturucu bağımlısının dünyası gerçekte, içinde yaşayanların mutlaka bir şeye tutsak düştükleri çok daha geniş bir dünyayı simgeler.

bir de şöyle bir ayrıntı dikkat çeker sissy girl.) ki benim adıma durumu nefis kılan da budur.
burrougs, romanlarında bedeni bir makine olarak tanımlar. “gevşek makine” der hatta. şekilsiz, ıslak, şeffaf bir yığın. kemiksiz bir mumya. kişiler insan derisinden yapılmış üniformalar giymişlerdir. insanoğlunu bedensiz kılarak, dilini sessizleştirerek özgürleştirmiştir o. en çok çoğalttığı obje “iğne”dir* mesela. junkie mükemmel bir tüketicidir. insan bedeni de kullanılıp tüketilecek ve sonra kenara atılacak bir yığındır.

özetle onun yazımında gördüklerim şunlar:
iyi ve kötünün, cennet ve cehennemin kozmolojik döngüsü.
şizofrenik bir dünyanın, mekanik bir çevrenin gerçekliği.
john vernon, burroghs için der ki: “kendisine şizofren tanısı konmuş bir adam, kültürümüzdeki ‘gerçekliğin’ şizofrenik doğasını açığa vuruyor.”

baya yazmışım tatlım.) bayılmadan okursun umarım. "götünü yalama hazırlığındaki kedi" kapağı da ayrıca çok bebelac. bana birilerini anımsattı hatta sdkhajkdajd

love and peace and aveee mariaaaa *
devamını gör...

acid rock

konfüçyüs,efsanevi imparator qin shi huang'in "chao" adlı müziğinden o kadar etkilenmiş ki, üç ay besin almadan yaşamış ve "büyük bilgi" adlı kitabında şöyle yazmıştı: "müzik heyecandır, heyecan veren bir aracıdır."
ne var ki, çin imparatorluğunda müzik, iktidara aittir. ton ve seslerin tanımı, yönetim bilim ve sanatıyla doğrudan ilgilidir. halka huzur getiren bir öğedir müzik."chao"nun anlamı da zaten uygunluk ve güzelliktir.

haight-ashbury cumhuriyeti yurttaşları da, günler ve geceler boyunca açık hava konserlerinde ya da fillmore gibi salonların marihuana dumanlarıyla buğulanmış atmosferinde özgün müziklerini, acid rock'ı dinlerken; belli ki uyku ve besin ihtiyaçlarını dahi unutuyor ve hiç kuşkusuz konfüçyüs kadar heyecanlanıyorlardı.
fakat daha da önemlisi, onların müziği insanı şu ya da bu düzenle uyumlu kılma amacı gütmüyordu; aksine, uyumsuzluğu*pekiştiriyordu.

ses hacminin yüksek desibelli genişletilmesi,feedback,fuzztone gibi tekniklerin, hint ve doğu çalgılarının kullanımı, gitar ön plana çıktığında notaların kaydırılması, akort değişikliklerinin ve model seslerin bulunmayışı ile karakterize oluyordu acid rock. egzotik çalgıların kederli, pes tonu gitarlarla taklit ediliyordu.
psychedelic etkileri yoğunlaştıran kaleidoscopic ışık gösterileri bütünleyici parçayı oluşturuyordu. gizemli ve gerçeküstü şarkı sözleri de acid rock'ın başlıca özellikleri arasındaydı.uyuşturucuların etkisi,özel bir iletişim sistemi içindeki kapalı anlatımlara karşın şarkı sözlerinde okunabiliyordu. psychedelic bilinç edinmemiş olanlara son derece anlamsız gelen bu dil,müzik yoluyla daha rahat iletişim kurmayı sağlıyordu.

adlarını (bkz: hermann hesse)'in romanından alan "easy rider" ve "candy" filmlerine müzikleriyle katkı sağlayan (bkz: steppenwolf) şöyle diyorlardı bir şarkılarında:

"cennete gitmek istiyorum
ama dua etmek epey zaman alıyor
ben de kardan yapılma havayolu için
tek yön bilet aldım kendime"


(bkz: jefferson airplane)* dönemin uyuşturucu alt kültürünün başına taç yaptığı "white rabbit"de alice harikalar diyarında'ya göndermeler yapıyorlardı. lewis carol'un zaten gerçeküstü olan dünyasını müthiş şekilde "psychedelize" etmişlerdi.)
yelekli beyaz tavşan acid alıp yolculuğa çıkmıştır ve anahtar deliğinden görünen o garip ama olağanüstü güzel bahçede doğanın tüm çiçekleri açmıştır. bilgiç tırtıl ise artık nargilesini daha bir keyifli tüttürmektedir. buradan
devamını gör...

sadcore

sadcore* ne punk nihilizmini taşır, ne de grunge gibi hayata karşı apolitik bir iştahsızlık aşılar. tam aksine sanfrancisco'nun özünde barındırdığı melankoliye karşın, şehrin üzerinde dolaşan ölüm meleğine anti bir direnişi simgeler. hayatı savunur. dinginlik yaratmaz elbette, çünkü aynı zamanda tedirginlik ve tereddütlerin belirlediği bir müziktir bu.

sadcore deyince akla gelen ilk grup tabii ki, american music club. topluluğun vokali (bkz: mark eitzel) günümüzde kült müzisyenlerden birisi kabul ediliyor. kendisi sofistike bir şarkı yazarı. onun şarkılarında belirleyici olan şey, sözcüklerin ekonomisi.) yani,bir tür minimalizm. şarkıları bazen bir oturuşta fakat her kelimesi özenle seçilerek yazılmış aşk mektuplarını, bazen de son anda düşünülmüş intihar notlarını çağrıştırıyor. o, travmalarla yüklü hayatının dinginlik anlarında yazmış, belli belirsiz anımsanan bir geçmişin kırık dökük anılarıyla şarkılarını dokuyan bir ozandır adeta...

bu noktada mark kozelek'ten de söz etmemek olmaz tabii. o, sık sık rock aleminin tim buckley, nick drake ve alex chilton gibi trajik şahsiyetleriyle kıyaslanmış. gerçekten,ruhsal acılarını dramatize etmeden kristal berraklığıyla açığa vuran kozelek 'in şarkıları da aynı lirik yakınlığı taşıyor.

tolling midgets var bir de söz etmek istediğim. onlara rock dünyasının orson wellesleri denmiş o dönem.* 1992 yılında yayınladıkları "son"* adını taşıyan 3. albümlerinde tolling midgets'e mark eitzel'de katılmış.onun katılımının verdiği rengi hissetmemek mümkün değil zaten.bilinmez ölümler,ezaya uğramış hayatlar ve tutulan yaslar... diğer yandan gitar tınıları durgun suya atılmış taşlar misali büyüyen dalgalarla yayılıyor, genişliyor, tüm boşluğu dolduruyor.
"son" her şeyden önce atmosferik bir albüm.kapağı süsleyen ve gelişigüzel yayılmış tarot kartları*aynı zamanda da bir uyarı niteliği taşıyorlar. tekinsiz bir atmosfer burada ima edilen. albüm ilk çıktığında "slaughter on sumner st."in (bkz: edgar allan poe)'nun kuzgun şiirini çağrıştırdığı bile yazılmış hatta.)

sadcore, meşum bir atmosferin müziği gibi gelmiştir bana daima.
ve sadece poe'nun değil; samuel taylor coleridge, thomas de quincey, fuseli, piranesi gibi ustaların karabasan evrenleriyle de yakın ilişki içindedir.
devamını gör...

aşk

"ama senin o gözlerin hep kandırıyor beni...
bir anlamı olduğunu hayatın,
inandırıyor
cenneti bulduğuma,
tanrının varlığına,
senin için doğduğuma
kül olup düşmek için yollarına..." *
buradan
devamını gör...

beat

beat, değişik anlamları olan bir sözcük. hırpalanmış, toplum dışına sürülmüş... mutluluk veren ya da kutsal huzur anlamlarına da gelen "beatific" ve "beatitude" sözcükleriyle de ilişkili.
fakat beat aynı zamanda bir hayat tarzını,bir yazın ve sanat akımını,kültürel bir fenomeni, bir protesto hareketini ifade ediyor.(bkz: beat kuşağı)
bir diğer anlatımla, 1950'lerin amerika'sında bir kuşağın ruh halini, topluma karşı tavrını açıklıyor ve (bkz: jack kerouac)tartışmasız, bu kuşağın vaftiz babası ve önde gelen sözcüsü olarak kabul ediliyor.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim