deniz kızı yazar profili

hiç dahil olmak istemiyordum ama burası canıma tak etti. kimse türk milletine misafirperver değil falan diyemez. elimizi verdik kolumuzu aldınız, misafirdiniz ev sahibi oldunuz. neyin misafirperverliğini bekliyorsun? tabii ki avrupalılara misafirperver olucaz. adamlar döviz sokuyor, misafirliğini biliyor. gerçekten ben sizden tiksiniyorum, çok eşlilik, eğitimsizlilik, taciz, tecavüz her halt bunlarda... farkında mısınız bilmiyorum ama avrupa'yı sınır kapılarını açmakla -yani sizi oraya göndermekle- tehdit ediyoruz. nasıl bir belasınız daha anlatayım mı? düşün artık yakamızdan.
bi de şu işe bak ki, kendi vatanlarında yapmadıkları örgütlenmeyi burada yaptılar. kilis'te şu an hiç türk bulunmuyor mesela. kendi aralarında alışveriş yapmışlar, kendilerine satmışlar; popülasyonda çevre şartları gereği türkler kalmamış. hala düşündükçe deliriyorum. atatürk hatay'ı türkiye topraklarına dahil edebilmek için neler çekti neler... bir karış toprağı ne kadar değerli, dedelerimizin kanlarıyla ıslanmış... şimdi gereksiz insanlarla dolu, türkiye görünümlü suriye. toplanıp hilafet yürüyüşleri yapıyorlar. bu çoğalmayla yakında kendi partilerini kursalar, çoğunluk onlarda oldukça kim ne diyebilir ki! resmen işgal edildik...
önceden kadın ve çocuklar gelebilir düşüncesini savunuyordum şu an insan da ayırmıyorum. öyle de adaletli, eşit bir insanım. topunuzun gittiği gün bayramımdır. türk askerler orada savaşıyor, suriyeliler nargile içip kadın taciz etsin. iğrenç... herkes yerini bilecek.

manga we could be the same şakısıyla tekrar katılıyormuş... var bir hayalimiz.

2015 yılının 30 ağustos zafer bayramı'nda hacettepe üniversitesi'ndeki türk mühendisler tarafından tanıtılan, bütün parçaları, tasarımı; yerli ve milli olan elektrikle çalışan spor otomobil.
ithal edilen hiçbir parçası yoktur. ancak destek bulamadığından dolayı kapatılır. otomobili araştırırsanız göreceksiniz ki hızlı şarj istasyonlarında yarım saatte şarjı doluyor ve bu şarjla 300 kilometre yol alabiliyor. oldukça da ekonomik. (2017 kuruna göre hesaplanmıştır.)
100 kilometrede 4 liralık elektrik yakmış oluyor. istanbul ankara arasını 15 liralık elektrikle almayı mümkün kılıyor. kısaca yeterli desteği almadığından çok daha pişman olacağız.

yalnız olaya dahil olma gereği hissettim. kadının orada anlatmaya çalıştığı şey yanlış yerlere çekilmiş...

ben vergimi veriyorum, vatandaşlık görevlerimi yerine getiriyorum; dağdaki çobanla (evet yanlış bir tabir ama o an canlı yayında ve psikolojik olarak düşününce vergilerini vermeyen, kaçak olan yapılar genelde dağdaki ev gibi tabir edilir ve dağ diyince otomatik olarak aklına çoban gelmiş olabilir.) orada diyor ki: benim gibi vergilerini veren, vatandaşlık görevini yerine getiren insanlarla; niye bunları yapmayanların oyu eşit diyor. sunucular hemen bağırıp tepki göstereceğine dinleselerdi keşke.

tekrar ve tekrar söylüyorum. anlatmaya çalıştığı şeyi 'dağdaki çoban' olarak demesi yanlıştır fakat düşünce olarak katılıyorum. vergisini ödemeyen, vatandaşlık görevini yerine getirmeyen hatta ve hatta bu ülkeye en küçük zararı olan kimseler oy kullanmasın.

sayılarla birbirinden ayrılan http durum kodlarında rastgele olan sayı.

http durum kodları 1xx ile 5xx arasında numaralandırmıştır. bunlar:
1xx-bilgi
2xx-başarı
3xx-yönlendirme
4xx-tarayıcı hatası
5xx-sunucu hatası

4xx client eror (tarayıcı hatası) listesinden birkaç örnek:
403-forbidden (yasaklanmış)
404-not found (bulunmayan)
423-locked (kilitli)
451-unavailable for legal reasons (yasal sebeplerden dolayı erişilmeyen)

tayt giymenin normal karşılanmaması gerektiğini düşünen insanın oy kullanabilmesi ya da kullanabilecek olması... üstüne oylarımızın eşit değerde olması?

kendisine sultan diyor.
dedesinin(!) adası varmış, orayı istiyor.
dolmabahçe dedesinin sarayıymış, düğünü orada yapmak istemiş.
napolyon'un, dedesi 2. abdülhamit için ''benden sonra 2. zengin kişidir.'' dediğini iddia ediyor. (napoléon bonaparte d. 15 ağustos 1769 - ö. 5 mayıs 1821 ıı. abdülhamid d. 22 eylül 1842 - ö. 10 şubat 1918)
yazık, hangi akıl hastanesinden kaçmış acaba?

19. yüzyılın son çeyreğine kadar ermeniler için söylenen 'sadık millet' anlamına gelen söz. balkanlar bağımsızlığını kazanırken onlar hala isyan etmemesiyle bu sıfatı kazanmışlardır.
gel görelim ki sıcak denizlere inmek isteyen rusya'nın büyük ermenistan (sinop'tan hatay'a bir çizgi çekilip doğu tarafının ermenistan'a kaldığı) projesini ermenilere sunarak ermenileri kışkırtmışlardır ve sonucunda isyanlar ortaya çıkmıştır.
hamidiye alayları'yla bastırılmaya çalışılsa da muvaffak olunamamıştır.
sonucunda ne rusya sıcak denizlere inebilmiştir ne de ermeniler 'büyük ermenistan' kurabilmiştir. geriye birbirine düşman iki millet kalmıştır.

(bkz: fes)
2. mahmut, 1828 yılında yayınladığı kıyafet nizamnamesi ile sarık, kavuk ve biniş giyilmesini yasaklayıp, ceket, pantolon ve fes giyilmesi kuralını getirdi ve kendi de sakalını kısa keserek modern kıyafetler ile halkın içine çıktı.
'dinsiz padişah istemiyoruz, gavur padişah istemiyoruz.' diyen; o dönemin muhafazakar kesmi ve din adamları bu kıyafetlerin caiz olmadığını öne sürerek fes takmayı red ettiler.
2. mahmud şeyhülislamdan fesin caiz olduğu yönünde fetva vermesini istedi.
en nihayetinde fesi takan halk fesi 'püsküllü bela' olarak adlandırmaya başladı.

bir zamanların gavurluk sembolü olan fes, şimdi de muhazakarlık ve milliyetçilik sembolü olarak kullanılıyor. bu nizamnameye karşı neler konuşulmuştu ama gelinen nokta budur.

ıngilizce konuşma kulübü olabilir başında bir konu belirler -mesela kadın hakları- o konu hakkında ıngilizce bir şekilde tartışabiliriz.
yks çalışma grubu da düşündüm :((
şimdilik bu kadar.

türkçesi ''4 ay 3 hafta 2 gün'' olan altın palmiye ödüllü roman yapımı film.
öncellikle filmi beğendiğimi ve önerdiğimi belirtmeliyim. kendimi realist bir insan olarak tanımlarım. genel olarak kurgu filmleri pek dikkatimi çekmez. bu filmde de kamera açısından mıdır, oyunculuklardan mıdır bilinmez, kendimi bir anda filmin içinde buluverdim.
uzun zamandır ilk defa bir filmi beğeniyorum. 2 kızın yarım günde yaşadıklarından 1.30-2 saatlik bir film çıkarmışlar ve film boyunca gerginliği, hissedilen hisleri diri tutmayı başarmışlar. bence asıl başarı budur.

film hakkında spoiler nitelikli düşüncelerim de var. onları en sonda anlatacağım. şimdilik o dönemin romanya'sı hakkında bilgi vereyim.

1969 yılında romanya hükümeti nüfus arttırma politikasıyla kürtajı yasaklamıştır.
25 yaşını geçmiş ve hâlâ çocuk sahibi olmayan kadınlara (kısırlar da dahil) %10-20 arası ek vergi koydurtmuş, 5 çocuk annesi kadınlara özel ayrıcalıklar tanımış, 10 çocuk ve fazlası için anneye madalya vermiştir. bu 1989'daki devrime kadar devam etmiştir. bu filmde de 1987 romanya'sına şahit oluyoruz.

bence bu bir görgü kuralıdır. tabii ki kendi sıranı vermek şartıyla. yani iki sıra arkandaki insana arada kalan insanın acilesi olup olmadığını bilmeden sıra verirsen senin, sıra verdiğin kişinin yerine geçmen gerekir. ama eğer tam arkandaki kişi bu durumdaysa gayet de verilebilir.

hiç unutamıyorum, geçen yaz arkadaşımla markete iki su almak için girdik. sularımızı aldık, kasiyer kasada değildi; nazikçe çağırdık. kasiyer, kasaya geçerken zannımca -metrobüste yer isterken 90 yaşında, yeri kaptıktan sonra çitaya dönengillerden- bir teyze bir anda bir aylık ev alışverişiyle önümüze geçti.
tabii ki sesimi çıkardım, ''teyze sırada biz varız.'' dedim. teyze onaylamaz birkaç bakış attıktan sonra kasiyer de ilk bizimkini alınca olay kapanmış oldu.
hâlâ düşünüyorum. teyzecim zannediyorum ki eve gidip atom parçalamayacaksın, değer miydi 1 dakikadan az sürecek bir ''zaman kaybı'' için resmen hakkımızı gasp etmeye çalışman.
yine 5 gün önce derse yetişeceğim, elimde yalnızca bir yeşil çay var. önümde de yine aylık alışverişini yapmış, büyük ihtimalle aldığı birçok uyarıya rağmen whatsapp gruplarında ''maske öldürür.'' yazılarından etkilenip maskesi ağzında gezen bir teyzemiz (ne çektim bu teyzelerden) vardı. yer verdi mi, tabii ki hayır. bekliyor da değildim açıkcası.
bir gün yine derse yetişeceğim. elimde de badem var sıraya girdim. abartısız önümde 3 aylık alışveriş yapan ve evdeki tüm bozuklukları bir poşetin içine doldurmuş teyze ve kızı vardı. kızı ne dese beğenirsiniz? ''şey biz bunlarla ödeme yapacağız da isterseniz diğer kasaya geçin.'' aferin... çok düşüncelisin sağ ol. bunu demek aklına geliyor, sırayı vermek asla. tabii diğer kasada da kuyruk var. o gün yanımdaki arkadaşımın geç kalacağız beklersek demesiyle o bademi alamadım ya içime bir öküz oturdu.

evet, her ne kadar böyle teyzelerin de olduğunu bildiğim halde, burada bunun görgü kuralı olduğunu söylüyor ve savunabiliyorum çünkü bugün bir abimiz tarafından yaşadığım aksi yönde olayda bu yazıyı yazmam gerektiğini fark ettim. gayet güzelce elimdeki iki kitabı gördü ve buyrun sizin ürününüz az diyerekten sırasını verdi.
önceden ailecek büyük alışveriş yapar ve sıramızı verirdik. bu teyzelerden sonra düşündükçe aileme de kızdım; yıllarca ayaklı adab-ı muaşeret kaidesi gibi yetiştirildim, en nihayetinde bir grup moronun önüne atıldım diye. bugün bu düşüncelerden biraz da olsa sıyrıldım ve bu başlığı açtım, iki kişi görüp uygulasa kârdır diyerekten.

ya inanılmaz ya gerçekten inanılmaz. biz açlar doysun diye vergi veriyoruz. pudra şekerine, saraylara, suriyelilere gitmese ülkede aç kalmaz zaten. vatandaşını doyurmak senin görevin. devlet halk içindir. halk devlet için değil!

bursa'nın doğal güzellikleriyle bilinen yeşil mi yeşil, sakin, tertemiz mudurnu ilçesine kurulan şato şeklinde evler.
arapların türkiye'den belirli bir miktar parayla konut alırsa türk vatandaşlığı alabileceğinden yola çıkılarak hazırlanmış proje.
ne tesadüftür ki bu evlerin kurulduğu yer önceden ormanlıkmış. daha sonrasında bir yangın çıkmış ve proje gelmiş...
tam hayatı boyunca orman görmemiş, çöllerde yaşamış insanın seveceği tarzda ormana bakıyor şato şeklinde evler.
bölge halkı arapların demografik yapıyı bozacağından ve mudurnu'nun doğal güzelliğinin bozulabileceğinden endişeli ve haliyle bu projeyi istemiyor.
zaten projenin en başlarda battığını duyurmuşlardı. şimdi ne olduysa 2021'de bitirilme kararı alınmış.
yorumu size bırakıyorum...

herkes sağlıklı falan demiş de; kimse bu konu hakkında sağlıklı olduğunu doğrulayan bir argüman, makale koymamış.
intermittent fasting yani aralıklı oruçun sağlık ve hastalık süreçleri üzerindeki etkisini belirten bir makale bırakıyorum. ımpact of intermittent fasting on health and disease processes
aralıklı yemek yemenin birçok faydası olduğu aşikar. (direkt oruçla ilgili bir makale bulamadım. bu aralıklı beslenme de günün belirli saatlerinde katı beslenmek, kalan saatlerde kahve vs. hariç 'sadece sıvı tüketilebilir' şeklinde olan bir beslenme çeşidi.) (bkz: intermittent fasting)
fakat bu dini amaçla tutulan oruçta su da içmek yok diye biliyorum. uzun süre su içmemek en başta böbrekleriniz olacak şekilde kötü etkiler oluşturabilir. uzun süre susuz kalmanın vücutta bazı etkileri:
1 - unutkanlık
2 - konsantrasyon bozukluğu
3 - baş ağrısı
4 - kabızlık
5 - saç dökülmesi ve kepeklenme
6 - emziren kadınlarda süt azlığı
7 - kas krampları
8 - böbrek fonksiyon bozuklukları
9 - idrar yolları enfeksiyonu
10 - böbreklerde kum ve taş oluşumu
oruç tutuyorsanız iftarda sahurda en az 2 litre su içmeye özen gösterin.

resmi gazete'de yayımlandı; bir öğrencinin yurtta barınması için "cumhurbaşkanına hakaret suçundan mahkûm olmamak" şartı aranacak!
bu şey gibi değil mi... memleketten akraba gelir ve kavgalı olduklarını evine almazsın. kendi malındır, evin. paylaşmak ya da paylaşmamak hükümü sana aittir.
devlet yurdu, devletindir ve devlet vatandaşından şu anda yurdunu sakınıyor.
birilerinin, devlet 'kendi malı' sonuçta.
yeri gelmişken atatürk'ün bir anısını anlatmak istiyorum.

atatürk'e hakaretten sanık bir köylü hakkında soruşturma yapılıyordu. durumu atatürk'e arz ettiler:
-mahkemeye veriyoruz, size küfür etmiş.
atatürk sordu:
-ben ne yapmışım ona? dosyayı inceleyenler açıkladılar:
-gazete kâğıdı ile sardığı sigarayı yakarken kâğıt tutuşmuş da ondan.
bunu söyleyen milletvekiline, atatürk sorar:
-siz hiç gazete kâğıdı ile sigara içtiniz mi?
- hayır...
-ben trablus'tayken içmiştim, bilirim. pek berbat şeydi. köylü bana az küfür etmiş. siz bunun için mahkemeye vereceğinize, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız!

(bu anıyı şükrü kaya'dan, hikmet feridun es nakletmiştir.)

hey gidi türkiye, kimlere kaldın!
ben her geçen gün bu ülkede mutlu olabileceğime dair inancımı kaybediyorum. önceden ortalığın ayağa kalkacağı olaylar şimdi ne kadar 'olası'. şimdi ne kadar da sessiziz, ne kadar alıştık? kurallarımız yok oldu, orman kanunları devreye girdi. gücü elinde olan dilediği gibi hükmediyor. kaplumbağa misali kabuğumuza çekildikçe -sustukça- orman kanunları normalmiş gibi hissetmeye başladık ve işte o an gerçekten kaybettik. hepimizin içine korkular saldılar. insan ancak korkarsa razı olur. susmayanın susturulduğu bir normalin içindeyiz.

cinsiyetçilik yapmak gibi olmasın ama bu sadece sözlükte değil her yerde böyle.
en basitinden yurtta kalan birisi olarak erkek yurduna hep özenmişimdir.
onlar hep bir bütündür, gelenekleri vardır.
kız yurdu asla değil. toparlamaya çalışma çabalarım bile sönük kaldı.
kraliçe arı sendromudur bu.

girdiği 37 savaşın 37'sini de kazanmış ilk ve tek padişahtır.
ilklerin padişahıdır, bir sürü ilke imza atmıştır.
ünvanı hüdavendigar'dır.
1. kosova savaşında, savaş meydanında (bkz: miloş obiliç) tarafından öldürülmüştür.

hareme nasıl girdim? (tüm ayrıntılarıyla sarayda staj yapmak)

girdiği 37 savaşın 37'sini kazanan 1. murad'ı öldüren sırplı prens damadı.

bir rivayete göre savaş meydanında ölü taklidi yapıp yanına yaklaştığı anda 1. murad'ı öldürmüş, diğer bir rivayete göre ise 1. kosova savaşının kazanılmasıyla 1. murad tebrik ederken çadırında öldürmüştür. maalesef türkler tarihi kaydetmediğinden -yazmadığından- bu bilgilere de yabancı kaynaklardan ulaşıyoruz.

sırplılar 1878 berlin antlaşmasıyla bağımsızlıklarını kazanır kazanmaz ilk yaptıkları şey miloş obiliç'in heykelini dikmek olmuştur.

aynı zamanda 2019'da yeni zelanda'da olan cami saldırısında, saldırganın silahının üstünde miloş obiliç yazması çarpıcı bir gerçek. silahın üstündeki yazı: (bkz: https://www.sozcu.com.tr/20...).

tüm avrupa bir zamanlar kanlı bıçaklı olmasına rağmen her şeyi unutup birlik olabiliyorken (ya da öyle görünüyorlar) bu sırplılar asla unutmuyor bilginiz olsun.