diğer ismi ile metil alkol.

formülü ch3oh şeklindedir.

etil alkol zannederek içmek ölümcül sonuçlar yaratır. vücuda alındığında formaldehit ve formik aside dönüşür. bu iç organlara ve göz sinirlerine zarar verir. zehirlenme belirtileri, metil alkol alımından 10-24 saat sonra görülmeye başlanır.

dozajına göre ölüm ya da körlük (evet bildiğimiz tam karanlık körlük) gibi hoş olmayan etkiler yaratır.

alkol aldıktan bir süre sonra gözlerde ışığa hassasiyet ve bulanıklık, kusma, mide bulantısı, karın ağrısı gibi şikayetleriniz varsa metil alkol zehirlenmesi geçiriyor olmanız büyük olasıdır. bu zehirlenmenin tek tedavisi etil alkol'(etanol)dür.

önce hastaya mümkün olduğu kadar çabuk şekilde 1-2 bira içirilir, bu metil alkolün zehir oluşturmasını engeller. sonra da bildiğim kadarıyla aktif karbon destekli mide yıkaması yapılır.

bü yüzden (benim gibi) etil alkolden kendi içkinizi yapıyorsanız, her aldığınız şişe/bidon yanında bir tane de test kiti alınız. 20 tl bir şey zaten.

kör olmayınız, ölmeyiniz.
devamını gör...

iron maiden davulcusu. tam bir eski topraktır.

el bileklerini harika kullanan, pedallara fazla yüklenmeyen, tek pedal çalan, güzel partisyonlar yazan adamdır. gayet temiz tuşeleri var. kendisi 69 yaşında ayaklı bir müzik tecrübesidir. "yaşlandı yeaa" diyenleri hala bagetle dövebilecek kondisyondadır.

süper akıcı parçaların içine komplike kesik ataklar sokmasına rağmen davul sound'u asla ama asla sırıtmaz.

harika tripletleri vardır, trampet tonu da 10 numaradır.

old school heavy metal davulu konusunda dünyanın hala bir numarasıdır.

mesela lars ulrich de, kendisi de parça arasında random ataklar kullanmaya bayılırlar, ama lars'ınki yer yer aşırı kulak tırmalarken kendisininki harika duyulmaktadır.

yine mesela joey jordison ("karşılaştırdığın elemana bak" dediğinizi duyar gibiyim, haklısınız ancak yaptıkları müzik türünü karşılaştırmıyorum, örnek veriyorum sadece) denen insan evladı çok (çoo..ok) hızlı çift cross kullanır, ama nicko mcbrain'in (nicko tek pedal çaldığı halde) yarısı bile etmez

hi-hat'e tecavüz ederek sesi boğmaz, özellikle tiz sesler konusunda hi-hat yerine ride'ına, bileklerine, stick control'üne güvenir.

işte "iyi" davulcuyla overrated davulcunun farkı da budur.
devamını gör...

isminden de belli olduğu üzere, tom clancy romanlarından esinlenen oyun serisi. stealth shooter sevenler için hala dünyanın bir numarasıdır. 7 oyundan oluşur. serinin dünya çapında bir sürü fanı olmasına rağmen, enteresan bir şekilde 2013'den sonra devam oyunu çıkmamıştır. seriyi oluşturan oyunlar aşağıdaki gibi;

(bkz: tom clancy's splinter cell) (2002)
(bkz: tom clancy's splinter cell: pandora tomorrow) (2004)
(bkz: tom clancy's splinter cell: chaos theory) (2005)
(bkz: tom clancy's splinter cell: essentials) (2006)
(bkz: tom clancy's splinter cell: double agent) (2006)
(bkz: tom clancy's splinter cell: conviction) (2010)
(bkz: tom clancy's splinter cell: blacklist) (2013)

ayrıca eğer (benim gibi) "önüne geleni vur, yak yık, ortamın anasını becer" tarzında oyunlara alışıksanız (serious sam, quake vs vs..) başta çok ters gelen oyundur.

double cross oyuna başlar, gördüğü ilk düşmanı alnının çatından vurur.

telsiz: what the hell are you doing fisher! the mission is over.

lan lan?

double cross gizli olması gerektiğini öğrenmiştir.

terörist kampında gölgeler içinden gizli gizli yürürken bir fare osurur. nöbetçiler ayaklanır;

telsiz: jesus fisher! the mission is over.

bir yıldız kayar, nöbetçiler kıllanır;

telsiz: you are paid to be invisible fisher, the mission is over.

adama sabırlı olmayı öğreten stealt action oyunudur bu seri.

bu serinin pandora tomorrow olanındaki favori enstantane de;

kudüsteki bağlantımız olan mossad ajanıyla buluşunca, "ulan bunun kafasına sıksam bişey olur mu lan eheh" şeklinde bir düşünceden doğar.

ajan: şunu yapmalıyız, bunu yapmalıyız, şuraya gitmeliyiz, gölge ol kimse seni görmesin fişır, blablabla...

*bam!*

(ajan cansız yere yıkılır)

telsiz: lanet olsun fisher! görev sona erdi. seni birleşik devletlere sokabileceğimden bile emin değilim!

-the mission is over-
"you are out of your mind"


sırıtışı silinen dabıl kros: hım..
devamını gör...

davulda pedal 2 işe yarar. birincisi hi-hat açıp kapamaya, ikincisi bass davulu kontrol etmeye. burada bass davul olayına değineceğiz.

çift pedal {twin ya da double cross}*, gerek caz olsun gerek metal, tüm müzik dallarında güzel sonuçlar verebilen bir tekniktir. şimdi biraz ayrıntılara inelim. öncelikle vücut pozisyonunu.

davul koltuklarında arkalık olmadığı için arkamıza yaslanarak bacaklarımıza kuvvet bindirmeyi unutmamız gerekir. pedal kullanımında maksimum bacak kuvveti için oturuş pozisyonumuz, bacaklarımız ile vücudumuzun 95-100 derece civarı bir açıda sabit olmasını gerektirmektedir. pedallara basarken kesinlikle ayak tabanının tamamı pedala temas etmemeli, zaten mantık olarak pedalın ortasında tek bir noktaya baskı uygulayarak sağlam ses çıkarabiliriz, yani pedala ayaklarımızın parmak ucu ile basmamız gerekir (aslında tam olarak ayak parmağı eklemlerimizin başladığı yerde çıkıntı yapıyor ya ayak, orası. ama her seferinde bunu yazamayacağım, ben parmak ucu diyeyim, siz anlayın), topukların havada olması önemli. diz açısı ise yine bahsedilen açı civarında olacak şekilde ayarlanmalı.

kullanımına geçersek, yukarıda anlattığım şekilde davulun başına oturduktan sonra parmak uçları ile pedallara yerleşmek gerekmektedir, daha açık bir şekilde anlatmam gerekirse, parmak uçlarınızı yere koyun ve sabit bir metronomda parmak uçlarınızı kaldırmadan topuklarınızı sırayla yere vurun. aşağı yukarı buna benzemesi gerek. başlangıçta stabiliteyi sağlamak için kesinlikle metronom gerekecektir ama, metronom sizin dostunuzdur. kardeşinizdir. ancak zamanla bu gereksinimi atacaksınız. kesinlikle çabuk hızlanmamak, hatta mümkünse 50 bpm'den başlamak hayati öneme sahip.

her davul tekniğinde olduğu gibi, pedallarda da istemeden hızlanmak en sık karşılaşılan hatalardan biridir.

burada bir başka önemli olan şey de çalarken ayakların tamamını yerden kaldırıp indirerek yapmaya çalışmamaktır.. zira bu şekilde tek şarkıyı bile bitirmek imkansızdır, 1 dakikanın sonunda baldırlara kramp girer. altın kural parmak uçlarının hep pedal üzerinde kalması. teknik sadece baskıyı arttırıp azaltma esasına, stabilize olmaya ve düzgün kas kontrolüne dayanıyor yani.

buraya kadar anladık.

peki pedala bastığım zaman, basılı mı tutacağım? (bury) yani bir sonraki beat'e kadar tokmak, deriye yapışık mı kalacak? yoksa ayağımı vuruş sonrası gevşetip tokmağı salacak mıyım? (come off)

güzel soru.

bunda doğru ya da yanlış bir cevap yok. tamamen müzik stilinize göre, kendinizin karar vereceği bir nokta.

ben çalarken bury tercih ediyorum. kısa sustainli, keskin, tok beatler verebilmemi sağlıyor. ayrıca istemeden ghost note yaratma riskinizi de ortadan kaldırıyor. ancak seçim sizin.

bundan bir sonraki teknik ise kaydırma tekniği. (slide) üst üste seri 2 beat çıkarmanızı {tak.....tatak.....tak....tatak şeklinde} sağlıyor. ancak bunu davul başında anlatmak daha kolay olacağından aşağıya bir video bırakıyorum. daha iyi anlaşılacaktır.

iyi davullar efendim.

devamını gör...

gerçek bilim tanrısı.

thomas edison'un kapitalist çalışma yapısından hayatı boyunca nefret etmiş, hatta "bana ne edison'un ampulünden" demiş insan. ayrıca edison'un doğru akım sevdasının yanlış olduğunu anlamış, alternatif akım üzerine inanılmaz çalışmalar yapmış kişi.

başka kimsede duymadığım bir yeteneğe sahipti tesla. tasarladığı alet ne kadar komplike ve ayrıntılı olursa olsun, aletin çalışmasını kafasında simüle edebiliyordu.

daha doğru anlatmak gerekirse, günümüzde tasarım aşamasında olan herhangi bir icat, önce bilgisayarlarda, maketlerde modellenir, hatalarına ve zayıf yanlarına bakılır, gerekirse yeniden düzenlenir, mükemmelliğe ulaşınca seri üretime geçilir.

tesla, bu denemelerin hepsini beyninde gerçekleştirip, modeli en ince ayrıntısına kadar kafasında çalıştırdıktan sonra üretime geçen "dahi" kelimesinin zbamm diye oturduğu bir adamdı.

hitler'den ve nazilerden nefret etti. aynen ekşi sözlükten aldığım bir cümleyle açıklamak gerekirse "hitler'in kesinlikle durdurulması gerektiğine inanıyordu (2. dünya savaşı sırasında bir alman gemisi elektrik atlaması sonucunda batmıştı, bu olayda tesla'nın parmağı olduğu düşünülüyor)."

yapabildiklerinin adeta sınır yoktu.

kablosuz (havadan) elektrik iletebileceğini iddia etti, bilim çevreleri götleriyle güldüler. tesla'nın cevabı ise kurduğu sistemle havadan elektrik ileterek kilometrelerce ötedeki ampulleri yakmak oldu.

kendisi için deli dendi, dahi dendi, uzaydan-gelecekten geldi, ruhunu sattı, ancak büyücülük yaparak bu kadar inanılmaz bir bilim adamı haline geldi bile dendi.

bazı kayıtlarda yapay deprem üretebildiği, ama kötüye kullanılırsa dünyanın büyük bir tehlikeye gireceğini farkettiği için bu deneyi sonlandırıp tüm notlarını ve düzenekleri yok ettiği yazılı. bunların kanıtı yok tabii ki.

ama her ne olursa olsun, tesla şu anda yaşasaydı, bilim dünyası çok farklı gelişmelere gebe olabilirdi.

bu herifi bir araştırın, nasıl harcanıp gittiğini, sisteme uymadığı için nasıl aşağı çekildiğini bir okuyun. inanın burda anlattıklarım çok yetersiz aslında

kendisi zamanının walter bishop'uydu desek pek fazla sallamış olmayız.
devamını gör...

aslında ismi bu şekildedir, ama steam'de direk olarak "master of orion ismiyle de geçer. esas olarak serinin 4. oyunu olsa da, ilk master of orion serisinin, 2016 senesinde reboot edilmiş halidir. 4x türünde bir oyundur. tamamen bildiğimiz galaksi ve uzay yönetim stratejisi tarzındadır.

birinci oyun çok eskiydi. artık teknik olarak oynaması mümkün değil. ikinci oyun gerçekten dev bir klasikti. ismi hala yıldızlarda yankılanır. üçüncü oyun ise büyük bir hayal kırıklığı olmuştu.

bunu da sonunda dün, 3 saatlik bir ilk oyunla test etme şansı buldum

oyun gerçekten güzel. 4x oyunlardaki o inanılmaz stratejik derinlik yok. mesela stellaris oynamış arkadaşlar bunu biraz daha basitleştirilmiş bulacaklardır. bazı insanlar bunu severler, bazıları ise sevmezler. stellaris gibi oyunlar son derece ince macro ve micro yönetim isterler. son derece sarsılmaz bir dikkat ve (açıkçası) zeka ister. saatler boyunca micro yönetim ile binlerce şeyi aynı anda çekip çevirmeniz gerekir.

master of orion böyle değil, ancak yakın. bir çok bağlamda bir tık basitleştirilmiş bir oyun görüyoruz. ancak 4x türüne yeni girip de stratejik zekasını konuşturmak isteyenler için bire bir olmuş. ilk 3 oyunun bütün iyi özelliklerini almış, kötü özelliklerini ise köreltmiş.

7.5/10 diyorum. yarım puanı da nostaljik değerinden veriyorum. ancak sadece bir klasiğin ismini kullanarak para kazandırmaya değil, seriyi samimi bir şekilde yeniden başlatmaya çalışmış ve başarmışlar.

bu kardeşiniz de ilk galibiyetini psilon ırkıyla almıştır.

tavsiyedir.
devamını gör...

komedi deyince;

mesela bir yapımın anlık esprileri çok başarılı olur, karakterleri ayrı kişiliklere sahiptir, hepsi değişik ama tahmin edilebilir şekilde davranırlar, hehheheh diye gülersiniz. (bkz: how i met your mother)

konuyla alakasız, zaman zaman uzatıp bokunu çıkarır, ama yine de zeka akar, başarılıdır, gülersiniz. (bkz: family guy)

akıllıcadır hınzır hınzır sırıtırsınız. (bkz: arrested development)

tabu tanımaz, harika karakterler barındırır, olay örgüsü 10 numaradır, kahkahalarla gülersiniz. (bkz: south park)

belirli bir konunun üzerinde çeşitlemelere gider, ilginç bir espri anlayışı, 3-4 çok parlak karakteri vardır, gülersiniz. (bkz: my name is earl)

klasik olmuştur, old school sit-com'un en iyilerindendir, gülersiniz. (bkz: seinfeld)

istikrar abidesidir, daima akıllıcadır, daima komiktir, dünyanın en iyi 2-3 karakteri yaratılmıştır, yıllarca gülersiniz. (bkz: the simpsons)

ama her birinin gelip dayandığı sınırlar vardır. bunları iyi olmak için, tarz oluşturmak için yaratmışlardır.

ama bir dizi vardır ki, hem tabusu yoktur, hem karakterleri şerefsiz, bencil, aptal, egoist, hayvan, ölümcül komiktir, hem ciddiyetin "c"'sinden, mesajın "m"'sinden yoksundur, hem asla kendinizden bir şey bulamazsınız, hem onlar adına utanır, hem kahkaha atarsınız.

o dizi öyle bir yapımdır ki özgürdür. uçmaktadır. "kolay" denilen kavramın harika olabileceğini, herhangi bir konuya sahip olmamanın da süper olduğunu dünyada ilk o göstermiştir. öküzlüğün de süper komik olabileceğini.

o dizi hayatınızda pause tuşuna basıp ölene kadar güldüren tek şovdur. gülmekten gerçek anlamda canınızın yanmasını sağlar.

o dizi "it's always sunny in philadelphia" olmaktadır.

izlemeden ölürseniz "komedi" izledim diyemezsiniz.

öyledir.
devamını gör...

takvimler 1962 senesini gösterirken bir gün, acıyla kıvranmaya başlamıştır.

kendisi bir hekim olduğu için, ağrının yeri, belirtileri gibi şeyleri kafasında oturtur ve ne olduğunu farkeder. apandisiti iltihaplanmıştır ve patlamak üzeredir.

rogozov o sırada antartika'da bir keşif görevindedir. yüzlerce kilometre yakında bile, kendisi haricinde tek doktor yoktur. ölmesine hemen hemen 24 saat kaldığını görünce verilecek en zor kararlardan birini verir.

kendine apandisit ameliyatı yapmak. (bkz: apendektomi)

kendisi bu kararını bir kaç iş arkadaşına söylemiş ve hazırlıklara başlamıştır. tutulan aynalar ve ışıklar yardımıyla en başta karın bölgesine lokal anestezi uygular, sonra derin bir kesik atarak ameliyata başlar. kan kaybından dolayı gittikçe yorgun düşse de, kendine yaptığı ameliyatı aynalardan takip ettiğin için, yansımadan oluşan bir optik yanılgı nedeniyle yanlışlıkla kör bağırsağını kesse de (ki ana ameliyata ara verip, hasar verdiği bağırsağını dikerek tamir etmiş, sonra devam etmiştir) en sonunda apandisite ulaşır, başarılı bir şekilde alır ve kendini diker, ameliyatı başarılı şekilde sonlandırarak tıp tarihine geçer.

ameliyat sonrasında, hiç komplikasyon yaşamadan ve rahat bir şekilde, 1 hafta içinde iyileşmiştir.

doktor bey, 2000 senesinde ölmüştür ancak sahip olduğu demirden irade hala konuşulur.


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

normalde ciğer sevmeyen bir insan olarak istisna olarak gördüğüm yemektir. yeniden canım çekti hatta. kendi modifiye ettiğim ve şu ana kadar herkesten süper geri dönüşler alan tarifimi vereyim;

malzemeler;
-istediğimiz miktarda ciğer (kişi başı 200 gram civarı yeterli, yine de açlığınıza göre ayarlayınız)
-un
-süt
-sade soda (bildiğimiz maden suyu)
-istediğimiz baharatlar. ancak tuz, karabiber, pul biber şart. gerisi size kalmış. ben az miktarda kimyon ve kekik de koyuyorum.
-2 kişi başına 1 yemek kaşığı gelecek kadar tereyağı
-bir miktar (pişerken ciğeri tamamen kaplamayacak kadar) sıvı yağ

salatası için;
-kırmızı soğan (eğer yoksa başka soğan da olur, ama kırmızı tercih sebebi)
-yarım limon
-zeytinyağı
-sumak
-maydanoz
-isteğe göre 1 adet domates
-tuz


yapılışı;

*ilk olarak ciğerimizi kasaptan alırken zarını ayıklattırıyor ve yaprak olarak doğramasını rica ediyoruz.

*eve gelince ciğerimizi yıkıyor, kalan sinirler varsa temizliyoruz.

*parçalanmış ve ayıklanmış ciğeri kağıt havlunun üzerine seriyoruz. üzerini de kağıtla kapatıyoruz. 10 dakika suyunu çekiyor.

*geniş bir kaba ciğeri kaplayacak kadar süt ve maden suyu döküp ciğerimizi ekliyoruz. buna marinasyon deniyor. ağzını streç ya da alüminyum folyo ile kapatıp dolaba atıyoruz. 2 saatten 12 saate kadar kalabilir. ben 3 saat civarı çıkarıyorum.

*bir kap içinde un, karabiber, tuz, kimyon, pul biber (toz biber tercih eden de var) ve istediğimiz başka baharat varsa katıyoruz. burda önemli olan baharatların ölçüsünü kaçırmamak. insan unu bol görünce baharatları da çok koyabiliyor. yiyeceğiniz kadar koyunuz. (not: kekiği şimdi koymuyoruz. kekik genelde yemek pişerken değil, servis ederken eklenir.)

*ciğerlerimizi bu karışıma bir güzel buluyoruz.

*sıvı yağı kızdırıyoruz, ateşi orta derece alıyoruz. ciğerleri parça parça diziyoruz.

*ciğerler çok pişmiyor. her parçayı birer kere çevirmek yeterli olur genelde. siyahlaşmayacak, açık kahverengileşmesi yeterli. 4-5 dakika pişecekler.

*ciğerlerin pişmesine yakın başka minik bir tava/tencereye tereyağı karabiber ve pul biber ekliyoruz, iyice kızdırıyoruz, eriyor. bunu olmuş olan ciğerimizin üzerinde gezdiriyoruz. ciğer bir 30 saniye daha pişiyor. altını kapatıyor, tencereyi biraz sallıyor (aroma dağılsın diye) ve ağzına da kapak koyuyoruz.

*salata için soğanı soyup yarım ay şeklinde ince ince doğruyoruz, üzerine bol miktarda sumak ve tuz ekliyor, hafif zeytinyağı gezdiriyor, yarım limonu sıkıyor, ince ince doğradığımız maydanozu da koyup 15 saniye karıştırıyoruz.

*domatesi de dilimleyip yanına koyduktan sonra yemeğimiz hazır. ciğere biraz kekik, biraz daha pul biber (ve gerekli görürseniz extra karabiber ve tuz) ekliyor, salatayla yan yana servis ediyoruz. ağızda dağılan lokum gibi, süper lezzetli yaprak ciğerimiz hazır. hatta bu yaptığımız yemek, arnavut ciğeri denilen vasat şey ile kesinlikle alakasız, bambaşka bir tat oluyor.

*afiyet olsun efendim.

edit: "bu yemekte dana ciğer mi kuzu ciğer mi?" sorusunun cevabı, bana göre kesinlikle "dana ciğer" şeklindedir.
devamını gör...

yerdeyken normal yürümek yerine hoplaya zıplaya ilerleyen şen mahluk.

inceden kıl olduğum güvercinlerin aksine son derece sevdiğim, şehir hayatının en güzel yanlarından biri olan mini minnacık hayvanat. inanılmaz adaptasyon yetenekleri sayesinde (antartika gibi buzdan yerler haricinde) dünyanın her yerinde yaşarlar.

ne zaman görsem izlerim, hareketlerini incelerim. elimde yemek varsa koparır atarım. onlar da şehre alışmışlardır. tanırlar yemeği görünce, gelirler uzaktan yan yan bakarlar, vermenizi beklerler. verince de o bir serçe 20 serçe olur. mercimek kadar koparır koparır yerler.

çok sevimlidir piçler. fit fit diye zıplaya zıplaya gezerler. o ufacık gövdelerine son derece uyumlu bir şekilde şimşek hızıyla uçar, keskin manevralar ile şaşırtırlar.

insanı gülümsetirler sonunda.

ülkemizde 8 türü yaşar. görülen tüm cinsleri aşağıdaki gibidir;

(bkz: ev serçesi) (bkz: passer domesticus)
(bkz: ağaç serçesi) (bkz: passer montanus)
(bkz: söğüt serçesi) (bkz: passer hispaniolensis)
(bkz: kaya serçesi) (bkz: petronia petronia)
(bkz: kar serçesi) (bkz: montifringilla) (bundan hiç görmedim mesela)
(bkz: sarı boğazlı serçe) (bkz: gymnoris xanthocollis)
(bkz: boz serçe) (bkz: carpospiza brachydactyla)
(bkz: küçük serçe) (bkz: passer moabiticus moabiticus) (sezen aksu değil. kuş olanından bahsedilmiştir.)
devamını gör...

kilitleri bir eğlence olarak gören, en baba kapıyı 1 dakika içinde açan, "kapıyı kilitleyerek neden amacını aşağılayım ki" vecizesinin sahibi olan sevimli yaratıklardır.

moralleri çok ama çok zor bozulur. hapishanelerde "eğlenceli" olduğu için kalırlar. hapishane dışında bir kavga gürültü duyarlarsa aralarından biri "hadi kapıyı açıp bakalım!" der, topluca kapıyı açıp dışarı çıkarlar.

bu nedenle çoğu şehir kenderleri almaz, suç işleyen kenderleri ise hapse atmak yerine şehir dışına atmayı tercih ederler.

bulundukları mekanların en minik kovuğunu bile bilir, her şehrin hapishane yemekleri konusunda eğlenceli muabbetler yaparlar.

bir kenderi bir yerden atarsanız ve o kender orada bulunmak istiyorsa tekrar girmesi 30 saniyesini alacaktır.

çok konuşurlar, o kadar çok konuşurlar ki bazen ölmemek için nefes almak amacıyla durmak zorunda kalırlar. aşırı iyi niyetlidirler.

üzerlerinde binlerce incik-boncuk, harita, gerekli gereksiz sayısız nesne bulunur.

konsantrasyonları inanılmaz düşüktür. bulutlardan konuşurken bir anda duvarcı ustalarına geçebilirler.

hiçbir şeyden korkmazlar. ejdarhaların kuyruğunu çekecek kadar korkusuzlardır. ama bu korkusuzlukları cesaretten değil, "korku" denilen duyguyu hissetmemelerinden ileri gelir. bu nedenle kenderlerin çoğu fazla yaşamazlar. yaşlı kenderler çok nadirdir.

o kadar korkusuzlardır ki, tasslehoff üzerinde ejderhaları delirten bir korku büyüsü olan sohikan korusunu bile (zor da olsa) geçebilmiştir.

her yeni şey gibi ölümü de eğlenceli ve yaşanması gereken muhteşem bir deneyim olarak görürler.

dillerinin kemiği yoktur. karşılarında bir tanrı olsa bile "naber" diye muhabbete girerler, hatta tass girmiştir.

süper mal aşırırlar. yanınızdan bir kender geçtiğinde muhtemelen cüzdanınız artık yoktur. ama asla "hırsızlık" amacı gütmezler. onların yaptığı aslında "ödünç almaktır"

kenderlerin kitabında "mülkiyet" denilen kavram yoktur. herşey herkese aittir. bir kender evinize girip sürahinizi alıp gidebilir, aynısını siz ona yaparsanız asla da umrunda olmaz.

bu yüzden bir kendere "hırsız" dediğinizde inanılmaz alınır, üzülür, kalbi kırılır hatta sinirlenir. bir kenderi sinirlendirmenin ya da üzmenin ender yollarından biri ona "hırsız" demek ya da sevdiklerine zarar vermektir.

daima gezdikleri, yıllarca kıtaları dolaştıkları için yerleşik hayata fazla alışamazlar.

korkunç meraklılardır. önlerinde cehennem kapısı açılsa bakmak için düşünmeden girerler. (ki [yine] tasslehoff girmiştir de)

değerleri farklı olduğu (daha doğrusu hemen hemen hiç değerleri olmadığı) için hemen hemen hiç evlenmezler de.

ama bütün bunlara rağmen şefkatli, duygulu, sevdiklerine sadık ve iyi kalpli, sevimli yaratıklardır.

dragonlance evreninin tartışmasız en eğlenceli ırkıdır kenderler. kalplerinde asla kötülük taşımazlar.

(bkz: tasslehoff burrfoot)
devamını gör...

dinazorların sonu olan dönem.

mezozoik dönemin son 3 alt döneminden en sonuncusudur.

günümüzden 142 milyon yıl ile 65 milyon yıl önce yaşanmıştır.

bu dönemde pangea kıtası tamamen ayrılmasını tamamlamaya başlamış, bildiğimiz dünya şekli artık neredeyse bugün olduğu şekline bürünmüştür.

dönemin bitimi, 65 milyon yıl önce dev bir göktaşının dünyaya çarpmasıyla gelir.

günümüzdeki meksika'nın yucatan yarımadası'na 12 km çapında bir göktaşı çarpar.

şok dalgaları dünyanın çevresini sayısız kere dolaşır.

tüm kıtalar dev tsunamiler ile vurulur.

göktaşının indiği yerin 1500 km uzağında bile yangınlar çıkar, ateş fırtınaları gezegeni kavurur geçer.

göktaşı, düştüğü yerde 200 km çapında ve 30 km derinliğinde bir krater oluştur.

100 gigaton (1 milyar ton) sülfürün atmosfere girmesi hava sıcaklığında 25 santigrat derecelik bir düşüşe neden olur ve bu en az 15 yıl boyunca devam eder.

gezegen buzul çağına girer.

dünya üzerinde yaşayan canlıların %75'i ölür.

dinozorlar artık tarih olmuşlardır, ancak kalıntıları hala günümüz paleantolojisine ışık tutmaktalar.

sonra mı?

artık dünya gezegeni yeni bir hayata başlamıştır.

memeli hayvanların yükselişi günümüze kadar devam edecektir.

işte kretase döneminin hikayesi budur.
devamını gör...

güçsüz olanın ölmesi, güçlü olanın hayatına devam edip soyunu da devam ettirmesi üzerine kurulu doğa sistemi. tüm doğa, tüm gezegen bu şekilde işler. türlerin devamının, yani iyi genlerin aktarılmasının en büyük nedenidir. bir tür, doğal seçilim sayesinde hayatta kalır. yüz milyonlarca yıldır hayatta kalan türler (mesela köpekbalıkları ve çoğu sürüngen), bütün iyi genlerin aktarılması ile oluşmuşken, 10 milyon sene önce yok olan bir tür, doğa ile başa çıkamayacak kadar zayıf olduğu için artık ortada yoktur. zira "adaptasyon" yeteneği de doğal seçilimin bir parçasıdır.

besin zincirinin dışında olduğumuz için, insanlarda doğal seçilim, genelde "zeka" ile işler. ne de güzel yapar.

sırf bu nedenden dolayı, artık teknolojimiz bunu doğum öncesi farkedebildiği halde, ileri derecede zihinsel engelli olacak bir çocuğu doğurmanın yasa dışı olması gerektiğinin taraftarıyım.

örnek olarak;

(bkz: el bombasıyla polise kafa tutarken patlayarak ölen rus)
(bkz: pandemi yurdundan çarşafla kaçmaya çalışmak)

mesela bu gerizekalılara üzülmüyor, aksine, zayıf zekalarına sebep olan genleri sonraki nesillere geçiremedikleri, bu nedenle de türü zayıflatamadıkları için ölmelerine seviniyoruz.

ters örnek olarak;

(bkz: johhny kim)

kendisinin üreyerek, kendi kalitesine sahip çocukları dünyaya getirmesi ve türün gelişimini bir adım ileri götürmesini umuyoruz.

doğa romantizme bakmaz. etik değerleri yoktur. homo sapiens 100,000 yaşında bir türken, doğa 4.55 milyar yaşındadır. yani kolumuzu ileri uzattığımız zaman, kolumuzun uzunluğunu dünya tarihi olarak düşünürsek, homo sapiens, sadece kesip attığımız tırnak kadar bir zamandır gezegen üzerindedir.

doğal seçilim böyle bir şey.
devamını gör...

ne olduğunu açıklayalım;

bildiğiniz gibi telefonların işletim sistemleri ayrıdır. (bkz: android) (bkz: ios) (bkz: symbian)

bu işletim sistemlerinin dosyalarına rom ismi verilir.

aldığınız telefonun bölgesine göre bu rom'lar değişiklik gösterebilir. mesela global rom'lar olduğu gibi, çin rom'u, abd verizon rom'u gibi örnekler çoğaltılabilir.

bir telefonun resmi rom'unu değiştirip piyasadaki bir çok modifiye rom'u kullanmak mümkündür. bu telefonunuza bir sürü ekstra özellik kazandırır, cihazınızdan maksimum verimi almanızı sağlar ve cihazın yüzde yüz kişiselleştirilebilmesini sağlar.

buna telefonu root etmek denir.

ancak root konuya aşina olanlar tarafından yapılmalıdır. kolay bir işlem değildir. teknik bilgi ve yeterlilik ister.

konuya dönelim.

root etmek nedir?

root etmek, cihazın tüm özelliklerini kullanıma açma eylemidir ve varsayılan rom'u değiştirmek için şart olan ilk adımdır. bu özel yazılımlar ve bilgisayar bağlantısı ister.

telefonu root ettikten sonra (unlocked device diyoruz buna), başka yazılımlar sayesinde telefona yeni rom yüklerken (buna da flushing diyoruz) işlemde bir hata yaparsanız;

mesela belirli bir adımı atlarsanız ya da desteklenmeyen bir rom kullanmayı denerseniz, telefonun donanımı (bkz: hardware) yazılımıyla (bkz: software) haberleşemez. bu genelde kernel hatalarından kaynaklandığı gibi, rom'un kendisinden ya da desteklenmeyen rom kullanılmasından olabilir.

bir yerde bir şeyler yanlış giderse bu telefon "bricked" olur.

(brick: ingilizce; "tuğla")

bricked durumuna gelen telefonlar ikiye ayrılır;

(bkz: soft brick) ve (bkz: hard brick)

cihazınız soft bricked olduysa şanslısınızdır. genelde soft bricked telefonlar boot loop dediğimiz duruma girerler. yani telefonu açmaya çalıştığınızda sonsuz defa kendini açılıp kapanma döngüsüne sokar.

soft bricked cihazların tamiri kolaydır. sadece telefonun orjinal rom dosyasını flush etmeniz yeterlidir.

ama eğer telefon hiç açılmıyorsa ve tepki yoksa, buna hard brick denir, ve cihazınız hard bricked olduysa boku yediğinizin resmidir. donanımı tamamen sağlam olsa da cihaz ulaşıma kapanmıştır. artık bir kağıt ağırlığından farksız bir hale gelmiştir telefonunuz.

marka ve modele bağılı değişiklikler gösterse de, hard bricked telefonların tamiri oldukça zordur ve profesyonel alaka isterler. çoğu durumda bu tamir imkansızdır.

o yüzden işinizi bilmeden root yapmayınız efendim.
devamını gör...

blade runner gibi sapına kadar bilim-kurgu özellikleri taşıyan, ancak sin city kadar karanlık, insanı düşünmeye iten, dönüp dolaşıp "insan" ve "ruh" kavramının üzerinden çıkarımlar yapan harika bir yapım... hayatınızın merkezinde, sizi yöneten neler var hiç düşündünüz mü? dark city bambaşka yaklaşıyor bu olaya..

rufus sewell. william hurt. jennifer connelly, 24 ve lost boys'dan tanıdığımız kiefer sutherland...

karşınızda alex proyas denilen deha'nın yönettiği, dark city.

dark city hakkında ne düşünüyorum...

en başta bu filme saygı duyuyorum.. zira film, amerikan film endüstrisinin hoşuna gidecek ve hayvanlar gibi para kazandıracak şekilde klişe de yapılabilirdi. işlenen konu bok edilmeye çok ama çok müsait bir çizgide..

kesinlikle kolaya kaçılmamış. binlerce kez aynılarını dinlediğimiz diyalog satırları yerine sadece seyirciyi düşünmeye iten diyaloglarla bezenmiş.

bu film, yaşadığımız ve "gerçeklik" olarak addettiğimiz şeyi irdelemek konusunda matrix gibi bir yapıma esin kaynağı olmuştur. hem de milyonlarca kurşun, binlerce dövüş hareketi katmadan, nokia - duracell reklamları yapmadan (ki yanlış anlaşılmasın, matrix bence hiç de kötü bir yapım değildir, sadece "olmamış" diyebileceğim noktalara da sahiptir)

çağrışımlar yapmama neden oldu dark city..

hepimiz arada sırada düşünürüz, neyiz biz, amacımız ne, nereye gidiyoruz? film içten içe sadece yaşadığım hayatı, bulunduğum, nefes aldığım, acılar çektiğim, sevindiğim, seviştiğim, yani bir şekilde kendisiyle etkileşimde bulunduğum hayatı değil, bunun amacını düşünmemi sağladı.

bizi insan yapan neydi?

farklı olmamızı sağlayan şey?

hani deli gibi aradıkları ruh var ya, keşfederlerse insanı neyin insan yaptığını bulabileceklerini düşündükleri,

onun gerçekten zihnimde, hatıralarımda, tecrübelerimde mi şekillendiğini, yoksa insan olarak dünyaya gelmenin bir getirisi mi olduğunu düşündüm..

hepimiz farkedemediğimiz şeylerden bir şekilde çekiniriz ya, hayatımızın bize söylenmeyen bir amacı olabilir miydi?

belki de dark city'de bulunan "yabancı" (bilerek uzaylı kelimesini kullanmıyorum, çünkü gerçekten tam anlamıyla "yabancı" portresi çizilmiş..) teması sadece yönetmenin elinde bir enstrumandı?

bilemiyorum, belki de amerikan sinemasının yöntemlerini sorgulamaya başladım bu aralar. ancak;

eğer bugün "dark city" deyince aklımıza "ghost in the shell", "blade runner" hatta "donnie darko" gibi isimler geliyorsa,

izlemeye değerdir bu film.
devamını gör...

cehennem gibi sıcak, ıslak, sık ve nemli ormanda bocalayan abd askerinin, orda doğup büyümüş milislere karşı kesin bir galibiyet sağlayamadığı bir savaş olarak kayıtlara geçmiştir.

o kadar ağır ve ıslak bir arazide full gear giden abd askerinin karşısında, elinde sadece ak-47, yedek 2-3 sarjör ve su matarası olan, ağaç tepesinde ya da bataklık içinde saatlerce, günlerce bekleyen, kumaş kıyafetli bir düşmanın olmasının farkını anlatmama gerek yok zaten.

abd her savaşın 2. dünya savaşı gibi "cephe savaşı" olmadığını vietnam'da acı bir şekilde anlamıştır.

adamlar ormanla bütünleşmişler. her taraf tuzak dolu. bir adım atıyorsun, kazıklarla dolu çukura düşüyorsun, bir anda 20 kişi korkunç bir şekilde ölüyor. bir noktaya basıyorsun, kafana 200 kiloluk kaya düşüyor. yürürken bir ipe takılıyorsun, el bombası patlıyor. ve bunlar her yerde.

sen ormanda 1 saatte 50 metre ilerleyemezken adamlar zaten ormanı sarmışlar, ağaç tepelerinde ilerliyorlar. sen onları ararken onlar zaten 10 dakikadır seni izliyorlar.

bir anda nereden geldiğini bilmediğin bir sniper mermisi kafanı parçalıyor.

sana sağdan ateş ediyorlar, sola doğru ateş ederek geri çekileyim diyorsun, istedikleri pusunun tam ortasına düşüyorsun.

psikoloji bitmiş. ordunun yarısı uyuşturucu bağımlısı olmuş. hatta ordu içinde eroin satılmaya başlanmış.

teknolojin hiçbir işe yaramıyor. orman, bataklık gibi yerlerde vur-kaç savaşı yapan düşmana yukarıdan napalm atıyorsun, 20 kişi öldürüyorsun. adamlar senin birliğine gece baskını yapıyor, 100 kişi öldürüyor, kafalarını kesip tüfeklerinin üzerindeki süngülere takıyor ve destek gelmeden kaçıp ormana karışıyor.

yakaladıkları esirlere canavar gibi davranıyorlar.

bu nedenle abd vietnam savaşını kazanamamıştır.

"kazandık yeaaa, koyduk işte" diyerek ülkeden çıkmış, ancak savaş, vietkong lehine bir beraberlik ile sonuçlanmıştır.
devamını gör...

benim bu platform ile problemim eşcinselliğin kendisi ile alakalı değil. aksine son derece lgbt destekçisi bir adamım.

benim problemim olay örgüsüyle alakalı olsun ya da olmasın, mantıklı olsun ya da olmasın, karakterlerin o anki ruh hallerine, senaryonun gelişimine uygun olsun ya da olmasın bunun laaps diye bir anda kucağa bırakılmasıyla alakalı.

o yüzden çoğu sinema sever bir ajenda var diyor.

mesela örnek vereyim;

+kaptan robert, uzaylılar hyperspace'den çıktılar. hızla üzerimize geliyorlar. hızları 20000 km/s
-kahretsin. güç kalkanları full. photon torpidoları hazır olsun.
-derhal kaptan. tahmini varış süreleri 16 dakika 7 saniye.
+gemiyi 18 derece sancak tarafına çevirin. onları kafa kafaya karşılamak istiyorum.
-emredersiniz efendim.

(burada seyirci olarak heyecanlanmışız. olay örgüsünün gelişimi bakımından epik bir uzay savaşı bekliyoruz)

+ve james?
-evet kaptan?
+uzaylılar gelmeden son bi posta vuruşmaya ne dersin?
-hiç sormayacaksınız sandım kaptan=) (kontrol panelinin üzerine domalır)

(haydaaa)

yani bu ne olm? neden konu bütünlüğünü alakasız ve inanılması zor şeyler yaparak bozuyorsunuz? buradaki ilişki heteroseksüel de olsa aynısını düşünürdüm.

ve bunu her dizide yapmak?

bir kendinize gelin lan. *
devamını gör...

en.wikipedia.org/wiki/Tride...

abd'nin en kuvvetli kıtalar arası balistik füzelerinden biri. (bkz: icbm)

lockheed tarafından 70'lerin ortasında üretilmeye başlanmış, teknoloji geliştikçe yeni ve daha kuvvetli varyasyonları geliştirilmiştir.

geliştirilmesi hala devam eder.

programın bir kısmında ingiltere ile ortak çalışmalar da yapılmıştır.

nükleer denizaltılardan fırlatılmak üzere tasarlanmıştır. (bkz: submarine-launched ballistic missile) (bkz: slbm)

termonükleer başlıklar taşır.

üzerinde 2 güdüm sistemi barındırır. birincisi eylemsizlik güdüm sistemi (bkz: inertial guidance system), ikincisi ise yıldız gözlem sistemi (bkz: star-sighting system) olarak adlandırılır.

bu kombinasyonun ismi "astro-inertial guidance" olarak geçer.

bir füze (abd varyasyonu) 12'ye kadar nükleer savaş başlığı taşıyabilir. savaş başlıklarının güçleri 475 kiloton'a ulaşabilir. referans için, japonya'ya atılan nükleer bombaların 13 ve 18 kiloton gücünde olduğunu belirtebiliriz.

fırlatıldıktan sonra dakikalar içinde uzaya (alt yörüngeye) çıkar, burda güdüm sistemi sayesinde yolunu bulur ve parçalara ayrılır.

nükleer başlıklar tekrar dünyaya yönelerek atmosfere saatte 20.000 km hızla girerler ve aynı anda farklı hedefleri yok edebilirler.

emir geldikten sonra 10-15 dakika içinde dünyadaki herhangi bir şehri değil, ülkeyi yok edebilir.

şu ana kadar testleri haricinde tabii ki kullanılmamıştır.

"son çare" olması amacıyla üretilmiştir

ölümcüldür.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kapitalizm = modern kölelik mesajını verdiğini düşündüğüm baş yapıt.

analiz edersek;

*anime, ruhların ve köleleştirilmiş insanların çalıştığı "bathhouse" denilen başka boyuttaki büyülü bir yerde geçiyor. burası bir işletme.

*bathhouse parası olan ruhlar için hizmet veren otel-hamam karışımı bir yer, ve kuvvetli cadı-ruh yubaba tarafından yönetiliyor. yubaba patron.

*yubaba, bir şekilde o mekana gelen ve kendisinden iş isteyen herkese iş vermek zorunda. yani işletmesini büyütüyor, mavi yakalı işçilerden oluşan ordusuyla sürekli daha çok ve daha çok para kazanıyor.

*bu işletmede yolunu kaybetmiş insanlar kadar, diğer ruhlar da çalışıyor. yani din dil ırk önemli değil. önemli olan işletmenin para kazanması ve büyümesi.

*çalışanların çoğu bencil. 2 parça altın görünce götü başı dağıtıyor, birbirlerini eziyorlar. mavi yakalının yükselme hayalinden dem vuruluyor.

*yubaba, müşteriler altın dağıttığı zaman bile bunların çoğunu "masraflar" bahanesi ile çalışanlarından geri topluyor. ne olursa olsun patron aslan payını alıyor. işçiler saklayabildikleriyle kalıyorlar.

*bathhouse'a varmadan önce terkedilmiş karnavaldaki büyülü yiyecekleri gören chihiro'nun ebeveynleri yemeye başlıyor ve durmuyorlar. gittikçe hızlanıyorlar, oburlaşıyorlar, insanlıktan çıkıyorlar ve domuza dönüşüyorlar. sonraki zamanlarda öğreniyoruz ki, bu şekilde domuza dönüşen bir çok insan var. burda tüketim kültürüne dair çok güzel bir mesaj veriliyor. birileri para harcayacak ki bu çark dönsün. ve bu olgu "yemek yiyerek" gösteriliyor. hızlı, aç gözlüce ve silip süpürerek.

*chihiro bathhouse'a vardığında iş bulana kadar herkes kendisine kötü davranıyor. itiliyor, kakılıyor, garipseniyor, kovalanıyor. ne zaman ki yubaba kendisine iş veriyor, o zaman düzen yerine oturuyor. chihiro o garip dünyadaki yerini buluyor. anime bize diyor ki; eğer zengin değilsen bu düzen için çalışacaksın. eğer patron değilsen işçisin. ikisi de değilsen hiçbir şeysin. ya paran olacak, ya da bu makinenin bir parçası olmak zo-run-da-sın.

*yubaba, iş verdiği kişilerin gerçek isimlerini büyü ile çalıyor ve onlara yeni bir isim veriyor. bu bir kontrat yerine geçiyor. mesela chihiro'ya "sen" ismi veriliyor. ismi çalınan kişi, mucizevi bir şekilde ismini hatırlayana kadar sonsuza kadar bathhouse'da yaşamak ve çalışmak zorunda. burada bireyselliğin önemsizliğini ve işçi kimliğiniz olduğu sürece adam yerine konulabileceğinizi, kim olduğunuzun sistem için önemi olmadığını görüyoruz. tarih boyunca isimlerini hatırlayarak bu kölelikten kurtulabilen 2 kişi var, bunlar da haru ve chihiro. ve bunu sadece birbirlerine yardımcı olarak yapabiliyorlar. burda işçi sınıfının birleşirse daha çok hak elde edebileceği ima ediliyor.

*bathhouse'da her şey altın ile dönüyor. çünkü para dünyanın bir numaralı gücü, tek amacı. parası olan müşteri ne kadar iğrenç olursa olsun etrafında pervane olunuyor. hatta en zenginlerini bizzat yubaba karşılıyor. bir gün bathhouse'a gelen balçık ve kir içindeki ruh (stink spirit) buna çok güzel bir örnek.


parasını fazlasıyla ödüyor ve kendisini temizleme çalışmaları başlıyor. en sonunda chihiro'nun büyük çabalarıyla içindeki inanılmaz büyüklükteki pislik ve hurda kütlesi çıkarılıyor. ruh hemen ardından özgür oluyor ve uçmaya başlıyor. tüketimin ruhumuzda yarattığı çürüme ve pislik birikimine bir gönderme yaparken, aynı zamanda doğayı çürütmemiz de anlatılıyor bize.

*en sonunda chihiro ismini geri alıyor ve bu olduğu anda serbest bırakılıyor. çünkü bireyselliğini yeniden kazanan bir insan olarak artık üretim bandında yeri kalmıyor. chihiro ailesini kurtarıyor, ve gerçek dünyaya geçiş yapıyor.

*10 yaşında ulaştığı bu nirvana sonrasında ailesi ile giderken bir şeyi daha farkediyoruz. en baştan beri ev almaya gidiyorlar. kendileri küçük orta halli bir aile. ilk evlerini alacaklar. klasik bir amerikan (japon) rüyasına doğru giderlerken yolculuğumuz sona eriyor.

2 kere izledim, her seferinde yeni bir şeyler buldum kendisinden. kimsenin kaçırmamasını tavsiye ediyorum efendim.
devamını gör...

ilk olarak almanya'da mı yoksa abd'de mi keşfedildiği konusundaki tartışmaların, günümüzde bile devam ettiği yiyecek. "hamburg" kelimesinden dolayı etimolojik olarak almanya gibi gelse de, bilmediğim konuda fazla yorum yapmak istemiyorum. baktım, wiki bile tam emin değil zaten.

onun yerine bildiğimiz konudan konuşalım. o da yapılış şekli.

düzgün yapıldığında şahane, kötü yapıldığında bildiğin bok gibi olan yiyecek.

içine karamelize soğan ve mantar genellikle harika gider. mantarlar çok ince kesilmiş ve az miktarda olmalıdır. ballı hardal ve barbekü sos ile yenilmesini tavsiye ediyorum. ketçap & mayonez isteğe bağlıdır.

burger dediğin şey malzeme kalitesiyle konuşur. domates ve marul gibi bileşenleri günlük olmalıdır. eğer cheeseburger versiyonunu yapacaksak kaşar yerine cheddar kullanılması tavsiye edilir.

pişirirken köftesine kesinlikle bastırmamak gerekir.

ideal köfte gramajı 150-200 gram arası olmalıdır.

köftesi kesinlikle fazla pişirilmemelidir. burger eti medium olmalıdır. eti pişirmeden önce tuz ve çekme karabiber ile seasoning yapan pişman olmaz.

içine yeşil biber ya da acı (pul biber vs) kesinlikle koyulmaz. acı istiyorsak bunu sadece jalepeno ekleyerek yapmak gerekir.

sırf bunu yapmak için bir tane kalın dökme ızgara alıcam evime. yiyecek olanlar parmaklarını da yiyecekler.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim