revolversiz ittihatçı yazar profili

revolversiz ittihatçı kapak fotoğrafı
revolversiz ittihatçı profil fotoğrafı
rozet
karma: 4946 tanım: 61 başlık: 6 takipçi: 123
Bilemiyorum. Belki de yaşasın jakobenizm !

son tanımları


alaz (yazar)

akışta mahlasını görünce içim sızladı birden. gencecik yaşında talihsiz bir rahatsızlık sonucu vefat etmiş yazarımız. sevenlerine ve ailesine sabırlar dilerim. çok ama çok üzgünüm.

yattığın yer incitmesin kuvvacı.
devamını gör...

lionel messi

gelmiş geçmiş en büyük o mu bilinmez ama,

gerçekten çok büyük.

2022 dünya kupası' nın sahibi arjantin milli futbol takımının kaptanı. teknik olarak ronaldinho gaucho' nun yarım seviye aşağısında bulsam da , kanaatimce dünyanın gördüğü en zeki , en kabiliyetli, en iyi futbolcu.
devamını gör...

tanrıya bir şey söyle

karanlıklar içindeyim. hep gerçek olmanı diledim. kaybettiğim herkes ve her şey için. belki de bir mânâ kaygısı ve onlar için bir mükâfat beklentisiydi benimkisi. doğrusu, bazen tahammül edemiyorum. ruhumun bir yanı hep çok soğuk. herhangi bir cehennemin ısıtamayacağı kadar.

kendi yarattıklarınıza tapınmayın demiştin; seni hiç yaratmadım. herşeyi yeniden yaratman için seni daha kaç kez öldürmeliyim ?

darmadağınım, şikâyetçiyim.

kadim çağların, eski masalların ve görklü tapınakların efendisi... gerçek oluşundaki anlamsızlık, yalan oluşundaki anlam kadar keskin ve ıstırap verici.

karanlıklar içindeyim. ya yoktan var olacak, ya vardan yok edeceğim.

affet beni.

gecenin ve yağmurun tanrısına...
devamını gör...

dahianlamindaki.de

az önce ekşi sözlükte görüp kendimi denemek için girdiğim sınav. kendimi hiç bu denli dâhi hissetmemiştim.

çok çalıştığımı söyleyemem, sorular genel olarak kolaydı. arkadaşlarıma tavsiyelerim şunlar:
sosyal hayatlarına da önem versinler, bu sınav hayatlarının merkezi olmamalı,ucunda ölüm kalım yok.
uzun süre çalışmak gereksiz , az ama verimli çalışmak daha mühim. şimdilik tavsiyelerim bu kadar.

ahan ''da'' sertifikam .
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ofisimin baş köşesine çerçeveleteceğim. sınava girecek arkadaşlara başarılar. test için şuradan tık
devamını gör...

seni sen yapan özelliklerin

cesaretimle gölgelediğim korkaklığım, sükunetimin arkasına sakladığım öfkem, acımasızlığım.
ideallerle bezenmiş boşvermişliğim, amaçsızlığım.
her kıvrandığımda ciğerimi bir çalı dikeni gibi yırtıp atan karamsarlığım. her yere sığıp da bir kendi içime sığamayışım. nostalji, ahşap ve klasik şeylere olan takıntı-tercihime rağmen devrime, yeniliğe koşulsuz bağlılığım. kocaman aileme , kalabalık ahbaplarıma ihanet ediyormuşum gibi hissettiren, içimde bir köpek gibi uluyan, geçmek bilmeyen yalnızlığım. zaferlerle dolu kaybedişlerim, bir türlü kaybedemediğim umudum. ne kadar zaman geçerse geçsin vazgeçemediğim kendimi ve dünyayı değiştirme arzum. hiç bir yere ait hissetmeme hissim, çırpınışım. ruhumu on yaş daha yıpratan mükemmelliyetçilik adlı ruh hastalığım, stres bozukluğum.

bunun dışında gök gürültüsü varken uyuyamam, asla şort giymem, sakal bırakmayı hiç sevmem, soruya soruyla karşılık vermek hoşuma gidiyor, ukalalığımdan değil. uyumadan önce mutlaka çarşafı jilet gibi düzeltirim. aynaya gözü kapalı bakarım.*

alışveriş yaparken para üstü beklemek çok rahatsız hissettiriyor. hijyene dikkat etmeyen, bağırarak konuşan veya duyurarak müzik dinleyen, kaba saba ve öfkesi çabuk insanlardan nefret ederim. kitap, retro / vintage kıyafet, parfüm, tabanca ve nostaljik ev aksesuarlarına ; rock ve blues'a ; orta pişmiş kırmızı et, her türlü deniz mahsulü ve yok olmaya yüz tutmuş eski usûl meyhâne ve mezelerine merakım vardır. başka da bir şey yok sanırım.

ha bir de kapıyı çaldıktan sonra sakın açma diye seslenirim. sahiden mercekten bakana kadar açmıyorlar.
devamını gör...

turbo sakız

sevgili ateist kaplumbağa'nın zamanbükücü olağanüstü tanımlarından birini daha okumamla hatırıma düşen, beni duygulandıran sakız.

bir sakız yüzünden duygulanacağım aklıma gelmezdi, boşluğuma denk geldi sanıyorum. ateist kaplumbağa ve diğer turbo sakız oyuncularından 5 yıl kadar daha kıdemsizim. onlar bizim mahalle ağabeylerimizdi. benim aracın beygiri şöyle motoru böyle diyerek ağızlarına 3'er 4'er attıkları sakızı şapırdatarak tatlı bir rekabet içine girerlerdi. biz de abilere heveslenir, şu okula bir başlasak da biz de şöyle şeyler konuşsak diye imrenirdik.

üstü oluklu sakızların mis gibi kokusu, içiden çıkan araba fotoğrafı baskılı kağıda sinerdi. uzun uzun koklardık.

bir de kötü anısı varmış. ben anne babamın, aile eşrafının yalancısıyım. 3 yaşımdayken kutuyu aşırıp 10'dan fazla sakızı çiğneyip yutmuşum. 2 gün klinikte misafir etmişler beni. düşününce mideme kramplar giriyor; ancak yine olsa yine yutarım ki *
devamını gör...

yazarların doğduğu sene gerçekleşmiş önemli olaylar

doğumumdan tam 45 gün sonra sovyetler birliği dağıldı. kundaklanmış vaziyette süt emerken tv'den gözyaşları içinde seyrettim. neyse ki 2020'de lenin'in yarı kapitalist torunu sir benjamin frankov tarafından , bir interaktif sözlükle tekrar kuruldu.

bir sene önce teşkilatın siyasalcı boksörü mustafa hiram abas, bağdat caddesine yakın mahur sokakta aracının içinde kurşunlanarak öldürüldü.

amerika birleşik devletleri ırak'ı kuveytten çıkarmak adına çöl fırtınası operasyonunu başlattı.2003 işgaline giden süreç hızlandı.

evet tüm bu olanları birleştirdiğinizde ...
küçük bir soner yalçın'a dönüşüyorsunuz.
devamını gör...

enver paşa

27 yaşında vatanın her yanında bir hürriyet kahramanı olarak anılmış, rumeli'nin altını üstüne getiren bulgar, rum ve makedon çetelerine karşı son derece başarılı askeri harekâtlara imza atmış ve bunun sonucunda osmanlı genelkurmayınca birçok nişan ve liyakat madalyaları kazanmış, berlin ateşemiliterliği gibi nitelikli diplomatik görevler ifa etmiş, trablusgarp harekatında başarılı bir örgütçü, mükemmel derecede fransızca, almanca ve farsça lisanlarını konuşabilen, dönemin alman ordusu ve bürokrasisinin temel ilke ve işleyişine hakim olan , balkan harekâtı, genel anlamda 1. dünya savaşı, çanakkale deniz muharebesi, bakü muharebesi ,sarıkamış harekâtı, basmacı harekâtı gibi sayısız askeri harekatın bizzat içinde bulunan, osmanlı askeri ve siyasi hayatına damga vurmuş,

türk devrimci, idareci, seçkin kurmay subay ve devlet adamı.

31 yaşında miralay oluşu, 33 yaşında erkan-ı harbiye-i umumiye reisi olması yahut yaptığı hatalar askeri teamüller nezdinde eleştirilebilir.(bilgisi olan uzmanlarca yapılanı muteberdir.) fevkalade şartlar , fevkalade figürler çıkarır.

lakin, 70 yaşına da gelse şu sayılanların on binde birini yapabilecek kabiliyette ve nitelikte olmayan ve asla olamayacak olan alelade vasıfsız kimseler, bu başlık altında onun uzman çavuş kabiliyetinde olduğunu filan iddia eder. biraz detaylandır, bizi bilgiye boğ paşam aydınlanalım. senin kıymetli, yüksek kanaatine göre uzman çavuşla bir generali ayıran nüanslar nelerdir mesela? daha önce seni nasıl keşfedemedik biz? heyhat ! bu denli mutlak bir tarihi gerçeği askeri ve siyasi tarihçiler nasıl gözden kaçırmış? seni altın pamuklara sarıp saklamak gerek .

şu memleketteki cahil pişkinliği ve kendini bir halt sanma ukalalığı tiksinti verici düzeye ulaştı. hayat bir deniz gibi işte, toplumu nereye sürükleyeceği belli olmuyor.

içini doldurarak, istihza etmeden eleştiriniz.
bilerek ve araştırarak konuşunuz.

"enver bir güneş gibi doğmuş, bir gurûb ihtişamıyla batmıştır; arasını tarihe bırakalım."

.............. . ........ ..mustafa kemal atatürk
devamını gör...

2. normal sözlük ayaklanması

(bkz: genç yazarlar rahatsız)

amaç yoldaş benjamin franklin'i düşürmekse , o biraz zor iş genç devrimciler söyleyelim baştan. zamanında rütbeli yazarlarımızdan evernevergreen ve ateist kaplumbağa , dönemin sansürsüz tek gazetesi olan kafa sözlük haber ajansı aracılığıyla sözlük meselelerini gündeme yatırmış ve bir çok yayında daha iyi bir sözlük için üstü kapalı muhtıralar vermişlerdi. dönemin kudretli generallerinden eyluling ve kurucu üye solgeneral iko dahil bir çok ittihatçı jönyazarın bu gizli harekete destek verdiği söylenir. ama kanıtlanamadı tabi.

yönetim düştü düşüyor derken sultan ıı. benjamin franklin' in muhbirleri ayaklanmayı haber alınca , girişim bastırılmıştı. bir çok yazar açığa alınmış, ikinci bir emre kadar kimse yazmamıştı. neyse ki yoldaş gerçek bir idareci gibi muhalifleriyle uzlaştı da talepler kısmen yerine getirildi.

neyse çok uzattık. diyeceğim o ki, manifesto nerede manifesto? manifestosuz devrim mi olur sayın ermolettin? bir gizli konsey kurun, esaslı bir manifesto yazın hele. elbet bizim de söyleyecek sözümüz vardır. her şey daha güzel bir sözlük için.
komitacı damarlarım kaşınıyor bu ara.
devamını gör...

idare hukuku

hukuk devleti'nin gelişim aşamasında , üstün kamu gücü ve ayrıcalıklarıyla donatılmış idare'nin, bütün kamusal hizmet ve etkinliklerine uygulanan kurallar, ilkeler ve esaslar bütünü.

bu kurallar elbette sadece kamu hukuku kuralları değildir. keza modern devletlerin gitgide karmaşıklaşan hizmet ve etkinlikleri , idare'nin de duruma göre özel hukuk kurallarına tabi olmasını zaruri kılıyor.

özel hukuk kural ve ilkelerinin doğumu roma imparatorluğu dönemine dayanmasına rağmen , idare hukukunun kökeni 1789 fransız devrimine dayanır. yani görece yeni ve genç bir hukuk alanı sayılır. fransız burjuvalar , monarkların keyfi vergilendirmeleri ve aşırılıklarına karşı meşruiyetini hukuktan ve rasyonalizmden alan ,bürokratik teşkilata dayalı modern ulus devletinin kurulmasına öncülük ettiler. burjuvalar ticari çıkarlarının peşindeydi. bu sebeple ticaretin hukuk kurallarına bağlı, yönetimin keyfi müdahalesine kapalı olmasını desteklediler. böylece hukuk devletine giden sürecin temelleri atılırken, idare hukuku, hukuk devleti ilkesinin bir sonucu olarak ortaya çıktı ve gelişti.

tabi idare hukuku o zamanlar ağır aksak da olsa gelişme gösterirken , yurttaş ile kamu idaresi arasındaki uyuşmazlıkların nerede çözümleneceği sorunu hasıl oldu. ilk başlarda yurttaş idareyi bizzat idareye şikayet etti. bu durum , kimse kendi davasında hakim olamaz ilkesiyle çelişmekteydi. bunun önüne geçmek adına, idarenin uyuşmazlığın tarafı olmasına rağmen kendisi hakkında verdiği kararlar denetim için fransız danıştayına sevk ediliyordu. danıştay karar verince bu kararı uygulamak için yine devlet başkanının onayı gerekiyordu. devlet başkanı da bizzat idari otorite olduğundan , olan gariban, ekmeğinin peşinde, mazlum burjuvaya oluyordu. * . bu sebeple uzun yıllar sonra yapılan düzenlemelerle , danıştay kararları başkanın onayından geçmeksizin nihaileşmeye, kesinleşmeye başladı. böylelikle ayrı bir usul alanı olan idari yargılama hukukunun ilke ve esasları tekemmülünü iyiden iyiye tamamladı.

80'ler 90'lardan sonra özellikle neo-liberalizmin politikaya hakim olması ve küreselleşme gibi faktörlerin, devlet otoritesinin ekonomik hayat içindeki yerini bir hayli kısıtladığı doğrudur. ama özellikle teknolojik ve bilimsel atılımlar her gün yeni ve karmaşık alanlar yaratıyor. bu alanlar ise bir merkezden pro-aktif politikalarla düzenlenip denetlenmeye ihtiyaç duyuyor. bu yüzden idare hukuku hâlen önemini muhafaza ediyor.

idare hukuku demek , devlet ve devlet teşkilatı ile mekanizmaları demektir. üstün ayrıcalıklarla donatılmış kamu otoritesine sınırlar çizen , bu sınırları çizmek suretiyle de anayasada eşit ve hür yurttaşlar için tanınmış temel hak ve hürriyetleri, devletin zorbalığına karşı koruyan yasalar bütünü demektir. devlete, etkin şekilde yurttaşına kamusal hizmet götürebilmesi için bizzat sorumluluklar ve ödevler yükleyen , iş ve işleyişini belirleyen, zor, teferruatlı, tek bir mevzuata sahip olmayan, mevzuattan ziyade içtihatlarla oluşmuş ve pekişmiş, oldukça geniş ve teknik bir kamu hukuku dalıdır.
devamını gör...

yazarların ilk evcil hayvanı

örümcek.
eve koyunca evcil oluyorlar işte nedir yani.

ilkokula başlayacağım sene, babaannemlerin bahçeli müstakil evinin kaya taşından örme bahçe duvarında tesadüfen tanıştım kendisiyle. duvarı hemen dibindeki kısa otlara bağlayan, genişçe ve sık dokunmuş kusursuz ağında sabit beklerdi. ben hayatımda bu kadar yakışıklı örümcek görmedim. tıpkı f-16'ya benziyor ; etli butlu , aşırı asabi, açık kahverenginde, köşeleri belirgin ve son derece simetrik. namussuz bir de hızlı ve çevik ki.

ilk ağında besledim 1 hafta kadar. önceleri öldürdüğüm küçük karıncaları attım önüne . sonra dev, ölü atlı karıncalar. sonra canlı karıncalar. güneşin altında saatlerce canlı karıncaları parça parça edişini izledim. çocukta vicdan ne arar. kant da değilim, içime ahlak yasası da kaçmamış o yaşlarda. şaşırıp keyfini çıkarıyorum. derken bunu kavanoza koyma fikri hasıl oldu. binbir uğraş yakaladım, adını da örümcek adam koydum. çok yaratıcı.

hâsılı, kapağını deldiğim kavanozdan besledim bunu bir süre. epeyce de korkuyordum kendisinden. ne kadar çabalarsam çabalayayım duygusal bir bağ da kuramadım. seveyim desen camın üstünden mümkün olmuyor, mümkün olsa pek sevimli olduğu da söylenemez zaten. bir gece rüyamda dostumu gördüm. on katım olmuş beni kovalıyor, kaçarken ağlıyorum. kan ter içinde uyanıp ışığı açtım ne göreyim? kapaktaki delik bıçakla büyütülmüş. kavanoz boş. kavanozda marul parçaları. benden 19 ay küçük kardeşimin * * vicdanı el vermemiş. kıyafetimden içeri girdi zannedip korkudan bağırarak soyunduğumu hatırlıyorum.

neyse ki totomuzdan ısırmadı yan sanayi f-16. o gün bugün nerede bir kavanoz reçel görsem yurdundan ettiğim örümcek adamım gelir aklıma. *
devamını gör...

tavla pullarını tokatlayan kişi

tokatlamak değil de sertçe tavla tahtası zeminine çarpmak diyelim *.

oyunun geleneğinden yahut ayırıcı niteliğinden de ileri gelir. her oyuncunun stili başka başkadır ancak bu tokatlama işi artık mutad oluvermiştir. elbette bu dediklerim sokak aralarında, kahvehanelerde oynanan tavla için geçerlidir. örneğin uluslararası bir tavla turnuvası organizasyonu incelediyseniz, oyuncuların fildişi ağır ve büyük pullara ne denli nazik dokunduklarını fark edersiniz. süre tutmak suretiyle oynarlar, her durumu ve riski matematiksel olarak hesaplayıp hamle yaparlar. hemleleri sakin ve ağırbaşlıdır. kısacası bu adamlar centilmendir sevgili okuyucular. pipo filan da içer bunlar. birbirlerine de üstadım veya azizim diye hitap ederler. bu adamlar kolay kolay tokatlayamaz yahut bu fiili tercih etmezler.

oysa ki kahvehane ağır abileri ve ağır sıklet amcaları öyle mi? düşmanı tokatlar gibi pulu zemine yapıştırıverirler. hesap kitap bilmezler, bilseler o durumda olmazlardı. * ezbere ve gelişine oynayıp en sonunda işi hep zara bırakırlar. her ne kadar gelenek olmuşsa da arka planda rakibi korkutma ve aşağılama stratejisi vardır. her tokatta hece hece laf çarpar ve küçük düşürücü ithamlarda bulunurlar. psikolojik harp buralarda öğrenilir. atılan her tokat rakibe olduğu kadar, zamansız şekilde zararına satılan tarlanın yol açtığı kerizlik hissine, hayırsız evladın verdiği sıkıntıya, yanlış evliliğin pişmanlığına tokattır.

bu sert adamların tokadını durdurmak isterseniz, onlara çay veriniz, konuşmamaları için de ağızlarına bir dal sigara. çayı düşürmemek için tokadın şiddetini azaltacak, boğazlarını yakıp boğulmamak için de fazla lafı keseceklerdir. gelenekçilikleri, menfaatlerinin başladığı yere kadardır. *
devamını gör...

cüneyt arkın

"sevmek lazımdı sevemedik, ölmek lazımdı ölemedik. kendi gölgemizi oynattığımız bir karagöz oyununda yaşadık. ben daha sevmeyi neyleyeyim, binlercesi can çekişirken içimde. "

demişti adını unutan adam, yarınsız adam, yıkılmayan adam.

ahlakı, yeteneği, erdemi, nezaketi, tevazuu üzerine söz söylemekten hicap duyarım. biraz da âdet olmuş belki ölen şöhretli bir insanın arkasından duygu yüklü yazılar yazmak. ancak ben bu yüzden yazmıyorum. belki yalnızca bu güne bir not düşmek, kahramanına veda eden bir çocuğun yüreğini dolduran onca temenniden sadece bir tanesini paylaşmak adına.

toprak seni incitmesin. özlem, minnet ve saygıyla...
devamını gör...

yağmur ve kapalı hava seven insan

pluviofil

pluviofil bir insan için kasvet , yağmur, sis ve grinin her bir tonu, endorfin , dopamin , seratonin gibi benim de sadece isim olarak bildiğim bilimum mutluluk hormonlarını çokça salgılatan yegane katalizör , bir nevi duygusal reaksiyon tetikleyicisidir.

pluviofil bir sabah uyanır ve bulunduğu odanın hiç olmadığı kadar koyu , hüzünlü ve ürkütücü olduğunun farkına varır. uyku kaynaklı düşmüş olan tansiyon ve kalp atım hızı çoğu insanın aksine daha hızlı normale döner. algıları , olağan dışı mutluluk hissi sayesinde daha bir hızlı açılır. nasıl desem, çocukluğundaki bayram sabahları gibi gereksiz şiddetli bir enerji ve heyecanla dolar. genç pluvi' nin ilk işi elbette perdeyi açmaktır. ve sürpriz. bir süre muzip bir gülümsemeyle, ıslanarak günahsız hale gelmiş şehri izler. yataktan nasıl kalkar , nasıl giyinip hazırlanır , plansız kendisini nasıl dışarı atar bir görseniz. neşesine rağmen güneşsever türdeşlerinin aksine hareketleri mekanik, donuk ve kasıntıdır. nitekim gri hava ciddi olmayı gerektirir. o gün daha janti, daha yakışıklı / güzeldir. çünkü artık bütün insanlar güzeldir. kalabalıkta birbirine girmiş ucuz parfüm kokuları , ıslak asfaltın ham petrol kokusu , yaktığı sigaranın deri cekete sinmiş kokusu bile güzeldir. güneşseverlere haksızlık pahasına keşke tüm ömrüm bu şehirde böyle bir havada sürüp nihayetlense diye iç geçirir. çünkü eğer mutluysa, kaybetmemek için biraz bencilleşebilir, hakkıdır. herkesin zannettiğinin aksine gülümseme nedir bilmeyen, güneşe ve sıcağa mesafeli , enerji sömüren , karamsar ve umutsuz bir kimse de olmayabilir. sadece basık ve yağmurlu havada depresif duygular taşımamaları ve tam aksine fazladan neşe hissetmeleri, bu havaları sevmeyenlerle aralarındaki tek küçük nüans olabilir.

denizin gri altındaki görüntüsünü , mavi görüntüsüne tercih eder. çünkü gri deniz derin ve gizemliyken , mavi deniz sığdır. koyu yeşil açık yeşilden elbette evladır. çünkü daha ciddi ve resmidir. dümdüz bir ova boyunca gözünün gördüğü en uzak yerdeki dağların tuhaf ve imrenilesi yalnızlığı, ancak gri havada anlamlı ve saygı duyulasıdır. tezat duyguları aynı anda hissedebildiği tek an o andır ; korkarken güvende hisseder, hüzünlüyken mutlu hisseder , yaşam sevinciyle doluyken ölümü düşünebillir.

pluviofil böyle bir havada ölmek ister.

çünkü ölmek ciddi bir iştir.
devamını gör...

yaşamak için bir neden bulamamak

yaşamak ya da yaşama dair ne varsa içindekilerle mücadele etmek için ille de bir sebep aramamız gerekliliğine hiç inanmadım . nitekim yaşıyor olmak, mânâ anlamında başlı başına bir sonuç ifade etmediği için zannımca bir sebebe de ihtiyaç duymaz. aksine yaşamdan kopmak, hayatı sürdürülebilir bulmamak bir sebebe ihtiyaç duyar. kötü gidiş, talihsizlik, bıkkınlık, geri dönüşü olmayacak şekilde yaşamdan haz alamamaya başlamak ve bunun benzeri bir çok olumsuzluk bu sebepler içinde sayılabilir.

şu halde yaşamanız için, ne sevdikleriniz ne hayatına dokunduklarınız, ne biz ne siz ne de bir başkası sebep değildir. yaşamanın çok çok gayesi olur, sebebi olmaz. sadece var olduğumuz için yaşarız. yaşarken de sever, ağlar, sevinir, üzülür; bu dünyaya, hatta evrenin gizlerine dair bilgilere ulaşır; geçmişimizle , ânımızla ve geleceğimizle yaşam alemi ve tarihinin bir parçası olarak bu döngüde yerimizi alırız.

bu sebeple her ne sorunumuz her ne yorgunluğumuz olursa olsun bize düşen şey, bizi yaşamdan koparacak sebepleri iyi tahlil edip önünü almaya çalışmak olmalıdır. bunun ana şartı da sanıyorum kendi kendine yetebilirliği ifade eden erdemdir.

dâhi kötü, kaos temsilcisi joker'e göre, "öldürmek de bir tercihtir" . tetiği çekmenin gitar çalmaktan daha kolay olduğunu iddia eder. ona göre yok etmek, yaratmaktan daha kolaydır. lakin hedef, yaşam için sebep arayıp bulamayan bireyin kendisi olunca, tetiği çekmek de, gitar çalmak da oldukça zordur. bu kısır döngüye girmemenin yollarından biri de, yaşamın bir sebebe dayanması zorunluluğu görüşünden uzaklaşmaktır diye düşünürüm hep. başkaca yolların olduğu muhakkak olsa da, esasen ben kestirme yolu daha çok severim. *
yeterince joker var, insan joker olmamalı. * kendisiyle veya yaşamla papaz da olmamalı. en iyi yol "as" olmak gibi duruyor. kendine yeten, erdemli bir as.

son olarak bu yazıya temas eden okuyucu, iyi ki varsınız. yaşamımızda iyi ki size tesadüf ettik. siz olmazsanız, olmaz. sebep de sonuç da budur.
devamını gör...

12 angry men

yazar @10pele filmle alakalı oldukça doyurucu sinamatografik analizlere zaten yer vermiş. biz ise kendi anladığımız kadarıyla filmin muhtevasına değinmeye çalışalım ; ceza yargılamalarındaki kimi temel ilkelerin ve görev ahlakı, vicdan, uzlaşı , objektiflik gibi üstün erdemlerin filmde nasıl işlendiğini irdeleyelim.

ergen bir göçmenin, öz babasını sustalı bıçakla öldürdüğü iddia edilmektedir. taamüden (tasarlayarak) insan öldürme suçunun cezası ise elektrikli sandalye ile idamdır. anglo sakson ceza yargılamasında , bizdeki kara avrupası hukuk sisteminden farklı şekilde bir ceza muhakemesi süjesi olarak ''jüri'' bulunur. jüri bir kuruldur ve filmde 12 öfkeli adamdan oluşan bu kurul oy birliği ile (12'de 12) sanığın idamını isterse , mahkemenin bu istemi reddetme seçeneği bulunmamaktadır. eğer jüri oy birliği ile sanığın beraatini isterse mahkeme sanığı idam edemeyecektir. bunun dışındaki oy denklemlerinde karar mahkemenindir. olayımızdaki cinayette iki de görgü tanığı vardır. yargıç jüriye görevini hatırlatır ve kahramanlarımız bir kaç metrekarelik odalarına kararlarını vermek üzere çekilirler.

daracık bir oda düşünelim. ilkel pencereleri dahi zor açılıp kapanıyor. bunaltıcı yaz sıcağından kaynaklı, daha içeri girer girmez kahramanlarımızın yüzlerinde tuzlu su zerrecikleri beliriyor. yaşları 40'tan 70'e değişen bu centilmenler, bir de bu sıcağın üstüne, içeri girer girmez sigaralarını ateşliyorlar. fitili ilk yakan da ana kahramanımız jüri 8. ne vakit viceroy marka sigara görsem ,o vicdanlı bakışları ve babacan yüzü aklıma gelir zaten. profili için (bkz: https://images.app.goo.gl/W...) / henry fonda

jürilerden biri vantilatörü çalıştırmayı akıl ediyor. bingo! makine arızalı. derken çaaat , görevli dışarıdan kapıyı da kilitliyor. bu da bir kuralmış. izleyicinin varsa ilk andan klostrofobisi azabilir. jüri 10 odaya girdiğinden beri burnunu siliyor mesela, herif yaz nezlesi. bilenler bilir hafif hastalıkların en çekilmezidir bu. beş dakikada oylama bitsin de gidip nane limon içeyim diye zor ediyor suratsız herif. apartman yöneticisi emekli albay zafer bey gibi her şeye de muhalefet. zaten 6 kişinin gözü dışarıda ,bitse de gitsek niyetindeler. bir genç idam edilebilir ve başka bir herifin derdi bir saat sonraki beyzbol maçı.

oylama başlıyor. ilk etapta 6 kişi sanığı suçlu buluyor ve tereddütsüz el kaldırıyorlar. doğrudan guilty oyu veriyorlar. hemen sonra biraz tereddüt eden beş jüri de yavaşça elini kaldırıyor. buna sosyal psikolojideki konformite örneği denebilir. konformite, kişinin kendi hür düşünce ve iradesini, her hangi bir baskı altında kalmadan grup iradesi yönünde değiştirmesidir. bir nevi kolaycılık denebilir. tabii olarak film boyunca bu beş jürinin biraz resesif karakterler olduğunu da fark ediyoruz. elini tereddütsüz kaldırıp guilty (suçlu) oyu veren jürileri ise buna sevk eden faktör , kişisel kalıpları ve ön yargıları. insan nesnellikten koptukça, vazifenin gereklilikleri kolayca unutuluyor ve her hafta oynanan sıradan bir beyzbol maçı , akşama kalıp yağmura yakalanmama isteği gibi absürd nedenler bile, olası bir masumun idamına yol açabilecek hayati bir kararın önemini kişiye unutturuyor. jürinin genelinin yüzünde , ihtimam emaresi gözükmüyor. bir kişi hariç. jüri 8.

suçsuz oyu kullanan tek kişi jüri 8 'dir . onu not guilyt oyu vermeye iten şey çocuğun suçsuz olduğuna dair kesinleşmiş kanaati değil, sadece mantıklı, makul şüpheydi. dahası en başında cam kenarına giderek düşünceli şekilde sigara yakması, yüzündeki hüzün, tüm olumsuz şartlara rağmen evine gitmeyi reddedip diğer jürilerin de konforunu bozmak ve tepkisini çekmek pahasına tartışmayı teklif etmesinin ardında tek bir motivasyon yatıyordu. o motivasyon görev bilinciydi.

jüri 8 , ilk etapta yalnızca görev bilinciyle hareket eder. konu tartışmaya açıldıkça diğer üyelerin kişisel öfkelerinin, hırslarının, acılarının onların nesnelliğine gölge düşürdüğünü fark eder. diğer jüriler sanık müdafiinin dahi savunulmaya değer bir nesne bulamadığı bahanesinin arkasına sığınırken, jüri 8, cinayet tanıklarının ifadelerindeki ince tutarsızlıkları fark etmiştir. ancak jüri 8 'in şüpheleri de çocuğu aklayacak yönde değildir. zaten jüri 8 ' in amacı kimseyi aklamak da değildir. görev bilincinin yüklediği sorumlulukla sorduğu sorular özetle şunlardır : neden bu kadar eminsiniz? neden sorgulamıyor ve üzerinde düşünmüyorsunuz. ? neden her şey bu kadar kesinmiş gibi davranıyorsunuz ?
öyle ki jüri 8 ile tartışmaya giren her jüri üyesi , diyaloğun sonunda kendi cümleleri sonucu bir şekilde kendi ön yargısıyla ve öznelliğiyle yüzleşiyor, pot kırıyordu.


modern ceza yargılamalarında ana amaç maddi gerçeğe ulaşmaktır. elbette bizi bu amaca götüren her yol mübah değildir. evvela elde edilen delil hukuka uygun delil olmalıdır ki , hükme esas alınabilsin. gel gelelim hukuka uygun her delil de doğrudan hakim vicdanına etki etmez, etmemelidir. bu delillerin akla mantığa ve bilimsel gerçekliğe uygun olması aranmalıdır. silahlar çarpışır , deliller serbestçe tartışılır ve maddi gerçeğe adım adım yaklaşılır. filmde jüri üyelerinin ön yargısı , onları delilleri tartışmaktan alıkoymaktadır. dahası filmde cinayetin en etkili delilleri de '' tanık'' beyanlarıdır. esasen beyan delilleri , belge ve belirti delilleri kadar muteber değildir. 1957 yılında otopsi , kriminal , olay yeri inceleme gibi dallar bu denli ileri aşamada olmadığından ihtimal-i temyiz düşüktü. film bize salt tanık deliline dayanarak hüküm kurmanın yargılamayı maddi hatalarla doldurup, asıl gerçekliğe ulaşmamızda nasıl yanıltıcı olabileceğini de tüm çıplaklığıyla göstermektedir.

izleyiciyi bile ilk andan bari karar verseler bir an önce dedirtecek kadar daraltan çekim teknikleri ve kurgusuyla başlayan bu nadide yapım, sonrasında bizlere şüphe etmenin önemini, şüphe etme hakkını , şüpheden sanık yararlanır ilkesini, masumiyet karinesini ; bir insanın hayatının, bir adamın burnundaki nezleden de, beyzbol maçından da, borsadaki pay senetlerinden de, araba garajından da, yağmurdan / rutubetten de daha önemli olduğunu ve dahası vazife şuuruyla hareket etmenin , adil olmak yolunda atılacak ilk ve en mühim adım olduğunu hatırlatıyor.
devamını gör...

savaş

insanlık tarihinin ve tabiatın en eski, en gerçek ve en büyük dramıdır savaş ; bu gerçeklik herşeye rağmen savaşı reddedenlerin, vahşet olarak niteleyenlerin ve ondan mümkün mertebe kaçınmak gerekliliğine iman edenlerin basit birer romantik olduğuna kat'iyen delil değildir. onlar insanın ve insan yaşamının dokunulmaz kutsallığını kabul etmişler ve bu görüşün icaplarını yerine getirmişlerdir.

ozgur1ey mahlaslı yazarımızın #1797397 no'lu tanımında ifade ettiği gibi:
"savaşların sona ermesi için, tüm bu gücü elinde bulunduran yönetim mekanizmalarının değişmesi gerekiyor. güçlü lider kavramı ilkel bir düşüncedir. dünyayı ortak aklın ve uzlaşmanın yönetmesi gerekirken, savaşlar siyasetçilerin projeleri olarak dayatılıyor."

öylesine sert ve isabetli bir hakikat ki yazarımızın söyledikleri. buna karşın 77 yılı devirmiş birleşmiş milletler ve onun öncülük ettiği beyannameler, uluslararası yasalar ; kurumlar ve devlet dışı diğer tüzel aktörler, sorunlara bir kez dahi kalıcı ve net çözüm getirebilmiş değildirler. uluslararası sistemin yeniden dizaynı ve kalıcı barışın tesisi için yazılan tonla akademik makale, görüş, proje, tabiatın en iptidai gerçekliği olan savaş ve mücadele karanlığının önünde yalnızca zayıf bir mum ışığı gibi kalıyor diye düşünmekteyim.
savaş ölümdür, geri döndürülemez bir yok oluştur; soğuk ve acı bir yalnızlıktır.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


"ancak, ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir."
mustafa kemal atatürk
devamını gör...

22 şubat 2022 rus işgalinin başlaması

biz bunu daha önce yazdık değerli okur.

rusya ukrayna savaşı/@revolversiz ittihatçı. tevazuya lüzum yok.
lüzumsuz tevazunun ardında gizli kibir yatar *
ne demiş atalar : görünen köy uzakta değildir. *

şimdi şuraya bir link bırakalım ve dileyen putin'in ulusa sesleniş konuşmasına bir göz gezdirsin. biz de "vurucu" bir kaç cümlesinin kritiğini yapalım.

vladimir putin yoldaş, ah yoldaş mı dedim af buyurunuz, putin azılı bir rus milliyetçisidir değerli okur. uzaklara dalıp bakarken, baktığı yerde gördüğü çarlık rusya' dır. hani bizdeki neo- osmanlıcı ekip gibi. lakin putin son derece rasyonel ve zekidir. fikirlerinin alt yapısı çürük değildir. bizdekiler gibi kültürsüz, bilgisiz ve koftiden milliyetçi değildir. bakalım ne diyor :

--sosyalizm, egemen devletler ve demokrasi için bir tehdittir, diyor. burada içlerindeki irlandalılara da bir gönderme yapıyor. esasen haksız da sayılmaz. marksizm / leninizmden bahsediyor, hani şu sosyalizmin ardılı olan marksizm, kendi kendini lağvedip evrimleşen sosyalizm. ancak kendi ideolojik görüş ve beklentilerine göre değerlendirme yapıyor. yoksa elbet kendisi de bilir ki, bir de milliyetçi sosyalizm vardır ve o kendini lağvetmez.dayandığı ana esaslar, kurduğu sistemin varlığı için hayatidir. aklınıza hemen hitler gelmesin durun, o ırkçı, saldırgan ve ötekileştirici öğretileri esas alır. nasyonel sosyalizm diye geçer ama bizim dediğimizle alakası yoktur. bahsettiğimiz şeyin reel pratikte binbir fraksiyonu vardır . hatta bu sözlükte bile bir iki kripto milliyetçi sosyalist var laf aramızda *

--sizi biz besledik, bizim nahiyemizsiniz. borçlarınızı dahi biz ödedik, sizi lenin şımarttı, bu hatadan da öte bir şeydi. şimdi batıya sırt verip bana diklenemezsiniz. o füzeleri sınırıma koydurmam, benim aleyhime güçlenemezsin uluslararası hukuka göre diyor. lenin onları şımarttı ama stalin sultangaliyev' e acımadı. onların mücadelesi "sınıf" mücadelesiydi de, galiyev'in mücadelesi neden şeytanlaştırıldı? şımartma tespiti yerinde. ama esas şu ki hepiniz şımarıksınız.

---hukuka uygun kurulmuş bir devlet değilsiniz. işte burası karışık. devlet kurmak günümüzde epeyce zordur değerli okur. self determination diye bir şey duymuşsunuzdur. ulusların kendi kaderini tayin hakkı da derler. bunun şartları çok sıkıdır, başka bir tanımda değiniriz. bir devlet böyle kurulabilir yahut egemen devletin "izniyle" ondan ayrılarak kurulabilir. ilhak ( bağlanma) yolu ile kurulabilir. bir de imparatorluklar parçalanır, mirasçı devlet (türkiye- osmanlı, / sscb - çarlık rusya gibi) imparatorluğun devamı sayılır. bunlar hukuka uygun devletleşmelerdir ; bunun dışında ayak oyunlarıyla ilhak'tı, ayrılmaydı bunlar olmaz. de facto devlet olur, u. a hukuk tanımaz.

1. dünya savaşı sonunda parçalanan imparatorlukların içinden çıkan ülkelerden biri olan ukrayna, diğer sscb cumhuriyetleri gibi hukuka uygun kuruldu.
ancak putin'in son sözü şu oldu:

__donetsk ve lugansk cumhuriyetlerini tanıyorum.

savaş çok yakın demiştik ya hani, yukarıdaki cümleyle harp başlamıştır. ukrayna' nın toprak bütünlüğüne ikinci kez el atılmış, onu gazlayan nato ve ab avel avel bakmıştır. o ikiyüzbine yakın asker boşuna mobilize olmadı demiştik.

ikinci soğuk savaş döneminin ikinci perdesi açılmıştır.
devamını gör...

yazarların kavga anıları

kimi kavgalar vardır, nihayeti itibarsız, bilcümlesi beyhudedir.
ve nice muktezi kavgaların sonu hiç gelmemiş.
aklım erdi ereli kendimle kavga ederim, lakin bir kavgam var ki, eğer nihayete erseydi ömrümün taze fidan merhalesinde toprağa gübre olacaktım.

2013 yılının mayıs ayında, güzeller güzeli eskişehir ilinde karamsar bir öğrenciyim. okulu bırakıp yeniden üniversite sınavlarına hazırlanmaya niyet etmiştim. haliyle kolay olmuyor böyle sonu müphem kararlar alabilmek. ne vakit akşam oluyor , ağzıma bir sigara alıp yurt penceresinin önüne tünüyorum. güneş batarken yurdun yakınındaki ilköğretim okulunda futbol oynayan körpe veletleri izliyor , - orda çalıma girişilmez pas verecek ayağa oynayacaksın , kanatlardan neden koşu yapıp karşı savunmayı dağıtmıyorsunuz diye taktikler veriyorum. böyle meşgale bulmasam ,muhtelit düşünceler zinhar beynimi terk etmiyor.

derken, okula yaşları yaşıma yakın iki tekinsiz tip geliyor. kapıdan geçmek dururken okul bahçesinin çevre tellerinin üzerinden atlıyorlar. beyinlerinin gelişmemiş olduğuna kanaat getiriyorum. bağıra çağıra çocukları sebepsizce azarlıyor biri. diğeri futbol topuna düşmana vurur gibi vuruyor. içimden ikisine de kırmızı kart gösteriyorum.

-bir daha denk gelirsek, sizi saha dışına atacağım. çocukları kovdunuz, benim de meşgalemi elimden aldınız.

ellerindeki poşetlerden bira şişeleri çıkarıyorlar. sonra içinde narkotik madde olduğunu tahmin ettiğim bir tütünü yakıp sıra sıra çekiyorlar. epey bir zaman sessizce izliyorum.. okul duvarına işiyorlar, sonra şişeleri duvarda parçalıyorlar. kafataslarının içinde duş süngeri taşıdıklarından emin oluyorum. bu beyinsiz ve vitaminsiz iki dangalak bir kaç gün boyunca aynı okulda aynı şeyleri yapmaya devam ediyorlar.

esasen böyle durumlarda kendime görev çıkarmam. böyle hamlelerin sonuçlarının ne kadar fecaat olabileceğini kestiririm. küçük yaşlarımda bile bu durum benim için böyleydi. ancak kalbimde uzun zamandır taşıdığım can yakıcı sızı , öfke kontrol mekanizmamı baskılıyor. ne derler? gıcık oluyorum, kıl oluyorum bu iki müptezel kılıksıza. konyalı boksör cevat'ı da yanıma alıp aşağı iniyorum.

son derece korkak çıkıyor bu iki velet. velet diyorum çünkü yaşlarının bizden biraz daha küçük olduğuna kanaat getiriyorum. sokak jargonuyla geri vites yapıyorlar hemen. ben de daha yumuşak ve yapıcı konuşuyorum. ancak boksör cevat en son bombayı patlatıyor. s***ktrin gidin lan burdan.

ağırlarına gidiyor, intikam yemini edercesine yüzümüze bakıyorlar. ılık bir rüzgar suratlarımızı yalayıp olaysız dağılın der gibi esiyor.

iki gün sonra gece yarısına 2 saat kala yurdun yakınındaki parka oturmaya, bir şeyler yiyip içmeye gidiyoruz. ben, boksör cevat ve sakaryalı saf semih. parkta bizden başka kimsecikler bulunmuyor. huzursuzluğumun sebebini parktaki sessizliğe bağlıyorum. derken park ışıklarının bitip karanlığın başladığı yerden, yirmiden fazla hüviyeti müphem şahıs beliriyor. sağdan ve soldan oturduğumuz masaya doğru hafif koşar adım yaklaşıyorlar. cevat ve semih hiç bir şey anlamadan sadece -ne oluyor lan diyebiliyorlar.

kalabalık etrafımızı sarıyor. ellerinde zincir, sopa , çivili sopa , muşta ve bıçak görüyorum. orta boylu ve hafif tombulca olan grup lideri şahıs elindeki zinciri sertçe masaya koyup karşıma oturuyor.. kemerli burnu ve ıslak kıvırcık siyah saçları nedense gözüme çarpıyor. tıpkı soğukta kalmış sokak köpeği gibi soluyor. konuşmaya başlıyor :

-sizden küçük çocuklara küfredip onları dövmeye utanmıyor musunuz lan a***na k***larım ?.

-sana da aleykümselam. biz kimseyi dövmedik , sövmedik kardeşim karıştırıyorsun herhalde
diye cevap veriyorum. hemen sonra arka tarafımdan birinin yaklaştığını hissediyorum. ekmek bıçağı olduğunu tahmin ettiğim bıçağını deri ceketimin üstünden karaciğer hizama doğru hafifçe bastırıyor. canım yanıyor. dönüp bakınca okul bahçesindeki vitaminsiz velet olduğunu anlıyorum. aynı anda kalabalık içinden bir kişi diğerine tabancayı sakla diyor.. buz kesiyorum, kanım donuyor. durumun ciddiyetini anlıyorum, nabzım neredeyse iki katına çıkıyor.

en iyi ihtimalle biz karşılık vermesek ve olay yalnızca dayak olarak inkişaf eylese bile, o karmaşa anında öfke ile en az birimizin kanını dökebilecekleri varsayımı , beni diyalog ve diplomasi ile bu işi sonuca erdirmem konusunda şartlıyor.

-semih'in olayla hiç alakası yok. bırakın o gitsin , olaydan haberi bile yok diyorum.. karga burunlu çete lideri semihe - sen s**ktr git lan diyor.

semih cevap veriyor : -arkadaşlarımı bırakıp gitmem. ah semih , ah saf semih. seni ben boşuna göndermiyorum ki kardeşim. sen gidip polisi aramazsan gecenin bu saatinde kim gelip bize yardım edecek canını sevdiğimin semih'i ?. saf arkadaşım benim.
ilk kurşunum boşa gidiyor. cevat'ın kafası ise fazla çalışmadığından o sadece sussun diye içimden dua ediyorum.

kendimden emin bir şekilde , korkumu saklayıp artan nabzımı baskılamaya çalışarak :
-arkadaki arkadaş bıçağı çeksin rahat ifade edemiyorum kendimi. burada yirmi tane adamsınız. size zaten karşılık veremeyeceğiz. yanlış bir şey yapmadığımızdan dolayı çekinmiyoruz. yalnızca beni bir kaç dakika dinleyin, haksız bulursanız isterseniz öldürün umrumda bile değil. en azından yalan yere ölmemiş oluruz. sen yaşça daha olgun, aklı selim birine benziyorsun. yalnızca seni muhatap alabilir miyim? diyorum.

çete lideri, arkamdaki p**çe başıyla geri çekil işareti yapıyor. köpek gibi solumayı bırakıp biraz sakinleşiyor. bu iyiye işaret diyorum. diyaloğa bütünüyle kapalı biri olmadığını anlıyorum. zihnimde, çete liderinin az da olsa beyni var, kanaati hasıl oluyor.

teferruatı tam hatrıma gelmiyor ancak liderle oldukça yapıcı ve saygılı bir diyalog içine giriyoruz. fırında çalıştığını bu mahallenin çocuklarını hep koruyup kolladığını, vitaminsiz dümbüklerin kendisine dayak yiyip aşağılandıklarını şikayet ettiklerini söylüyor, bense olayın böyle olmadığını sakince anlatıyorum. grubun neredeyse yarısı silahlarını tişörtlerinin içine saklıyor ve sigara içip kendi aralarında boş lakırdı yapmaya başlıyorlar. iyice rahatlıyorum. hatta çete lideri telefon numaramı alıyor , ilginç bir şekilde -seni iyi ki tanıdım kardeş sen delikanlı bir adamsın diyor. -az kalsın facia ile sonuçlanacaktı. allah biliyor buraya sizin gerekirse kanınızı dökmeye gelmiştik. ama şimdi seni iyi ki tanıdım diyorum..


-sağol, ben de seni iyi ki tanıdım , diyorum. ama içimden o zinciri boynuna dolayıp sıkmak geliyor. ilk başta ettiği küfür hala kulaklarımı tırmalıyor. burçlara ve astrolojiye bir nebze inanıp açık kapı bırakmaya o gün başlıyorum.

gece vukuatsız bitecekken arkamdan bıçak dayayan vitaminsiz puşt , olaylar kendi istediği şekilde ilerlemediği için durumu hazmedemiyor ve bu hal icab-ı dahilinde elini kolunu sallayarak bana - yalan söyleme lan o...pu çocuğu diye bağırıyor..

gözüm dönüyor ... çete lideriyle kurduğumuz diyalog ve etkileşim kaynaklı '' artık bir şey olmayacak varsayımı ve hissinin verdiği sahte rahatlık duygusundan mıdır bilmem, aklımdan geçmemesi gereken şeyler geçiyor.

bakışlarımı at hırsızının gözlerinde bir kaç saniyeliğine sabitliyorum. yüzüm donuklaşıyor, mimiklerim kayboluyor. dişlerimi sıkıyorum. çenem ve ellerim kaskatı kesiliyor.

-ulan diyorum... ulan. - çıkar cebinden şu tahta kalemi, bas masaya , atla üzerine. şu kerhane mahsulü k***penin fırlattığının ağzını suratını toprak deşer gibi deş. beş saniye fazlasıyla yeter , sonra ne olacaksa olsun. !!


birden aklıma anne babam ve kardeşlerim geliyor. böyle bir haber almak isterler mi hiç? sonra güzel gözlü kadınlar...
onlara güzel olduklarını söyleyip gülümsetemeyeceğim, öpemeyeceğim bundan sonra. evlenemeyeceğim mesela, eve gelip çocuklarıma hiç sarılamayacağım. sonra okunmamış kitaplar, izlenmemiş filmler... hiç tatmadığım güzel yemekler...

unutulacağım... hiç bir iz bırakamadım. daha 22 yaşındayım yahu ben ne izi allah aşkına.! böyle biteceğini hiç düşünemedim. unutulmak... en büyük korkum. hayranlıkla okuduğum tarih üstü adamlar , o büyük insanlar böyle avam bir mahalle kavgasında ölmediler ki .! ben de onlar gibi ölecektim, yüksek bir gaye uğruna. tabancasız bir jöntürk gibi. güzel kalpli cesur insanların imrendiği, onların kalbinde yaşayan örnek birisi olarak maneviyyatım ebedi olacaktı.

ben unutulacak adam mıyım ulan? ! diyorum, ben farklıyım. beni bu suratı bozuk piç kuruları mı öldürecek? o zaman değersiz biri olurum..


kibirleniyorum. kibir, bir insan için habis ve zehirli bir duygudur. ancak kibrim , belki ilk ve son kez beni hayatta tutuyor.
kasılan yerlerim gevşiyor. yeniden korkmaya başlıyorum.

o gece vahşi suratlı yirmiden fazla kişi parkın ışıklarının bitip karanlığın başladığı yerden birer birer gözden kayboluyorlar.
arkalarından bakarak bir sigara yakıyorum. gecenin serinliği, ıslak çimen kokularıyla birleşip ciğerlerimi işgal ediyor. elimle ensemi tutuyorum.. gerginlikten ensemin sertleştiğini ve buz gibi olduğunu fark ediyorum.

saf semih : ''- vallahi kardeş ben yarın sevdiğim kıza açılacağım, şu yarım saatte tüm hayatımı sorguladım.. ittihatçı sen ne içten pazarlıklı sinsi soğuk bir adammışsın ulan. ama helal sana , sen olmasan neslihan' a kavuşamayacaktım, gel seni bir öpiyim, deyip üstüme atlıyor. . rahatlayınca hep böyle laçkalaşıyor.

boksör cevat : '' - ben de yarın olympos' a gidip sabaha dek içeceğim, başka türlü atlatamam bu gerginliği.. bana dönüp, sen de gelsene ? diyor.

sigarayı masaya basıp cevap veriyorum :
- ben yarın biraz yalnız kalacağım. akşam da tek başıma yürüyüşe çıkacağım. ancak bu parkın yüz metre yakınından bile geçmeyeceğim.
devamını gör...

güne bir kedi bırak

at , avrat , miyav..

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
ittihat ve terakkedi umumî sekreteri
cevdet tahsin ( cevdet tahsin mırmıroğlu )



kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
bu da teşkilat-ı mahsusa umumî reisi kara tekir bey
(mümtaz tekir ciğersever)

cemiyetin esbâb-ı teşekkülü ve maksadı :
adalet, müsavat, barınak, mama
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim