yedinci dem yazar profili

yedinci dem kapak fotoğrafı
yedinci dem profil fotoğrafı
rozet
yedinci dem (mühürlenmiş zaman)
karma: 15440 tanım: 524 başlık: 43 takipçi: 150
Aristo ırmağının durgun sularında yıkanmış olanlar nereden bilecekler. Müzik yerle bir edebilir insanı, şiir de. Yaşanmış, duyulmuş ve sesi, zamanın sonsuzluk defterine yazılmıştır. O ki; ne “bilinç” sandıklarında gizlidir, ne de sığ sularda. Bize içimizden fısıldayan bu ses’e bir yankıdır şiir… Ve o ses! Öyle bir özlenir ki, işitemediğinizde O’nu, ayağınız yerden kesilir, dipsiz kuyulara ya da uzayın boşluğuna dönüşür gövdeniz. Başka zamanlarda yaşayan, özleyen, özlenen...

son tanımları | başucu eserleri


beğenileriyle mutlu eden yazar

sevdiğim her tanıma yazarına bakmaksızın beğeni bırakırım. bazen takip ettiğim yazar birçok güzel tanım yazdı ise hepsini de beğenirim. fakat mellisho'nun da belirttiği gibi karşılık beklentisi yahut beğenilerimle tanınmak en korktuğum şeylerden biri.
nickaltı denen yer, yazar hakkında edinilen fikirlerin belirtildiği yer ise beğenilerimle tanınacağıma boş kalmasını tercih ederim.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının karalama defteri

zaman; elbisesi ruhun desem… göz içinde coşkusu her şeye rağmen ve hüznü sessiz. kendi acısının ne kadarını duyabilir ki insan?
dünya güneşe sırtını dönmüş şimdi. ya da dünya sırtını güneşe dayamış?
karanlık ve ateş… bunu hep yapıyor. günler günlere geçiyor, geceler içinde gecelerin.

noktadan sonra... acı ve haz aynı şey. ne dallarımızda titreyen gün ışığı ne de gövdemizi kemiren kurt...
çocukların tomurcuk ellerine susamış genç bir ağaçtır alnımız.
devamını gör...

düşünümsellik

pierre bourdieu'nun sosyolojisidir.

toplumsal aktörlerin sürekli olarak rasyonel ve ekonomik çıkarlara göre hareket ettiklerini savunan rasyonel eylem kuramına karşı aktörlerin içkin bir pratik mantığa, sezgiye ve de bedensel yatkınlığa göre hareket ettiklerini savunan, bu bakımdan da toplumsal dünyada beden ile pratiklerin mantığına önem veren bir sosyolojidir.

bourdieu'ya göre düşünümsellik, bireysel olandaki toplumsalı, mahremin altında gizlenen kişisel-olmayanı, özeldeki evrenseli keşfettirerek entelektüeli yanılsamadan kurtarabilir.

bourdieu'nun geliştirdiği kavramları anlatmak için oyun metaforu örneği en bilindik örnektir.
buna göre aktörlerin oyunu oynadığı yer alandır. (sosyolojik anlamda mücadelenin sürdüğü yer). oyuncular oyuna dahil olmak için o oyundan elde edecekleri çıkarları (bu çıkarlar illusio kavramına denk düşer) doğrultusunda oyunu oynamaya değer bulur ve kuralları (yani (i: doxa) ) sorgulamazlar. oyuna dahil olmak demek, alanın yerleşik düzenini yani kuralları benimsemek, sorgulamamak demektir.

her oyuncunun oyunda kullanmak üzere elinde bazı kozlar vardır ve bu kozlar bourdieu'nun sermaye kavramını karşılar. ekonomik (maddi kaynaklar), kültürel (özellikle eğitim), toplumsal (ilişkiler ağı) sermaye tipleridir. bu sermaye tiplerinin pratikteki yansıması ve/veya toplamı simgesel sermayeyi oluşturur. bireyler sermayeleri oranında alanda bir yer edinirler.

bourdeiu'ya göre modern endüstri toplumlarında en temel karşıtlık kültürel sermaye ile ekonomik sermaye arasındadır. "ekonomik sermayenin (servet, gelir, mal-mülk) dağılımı hiyerarşinin baskın ilkesi, kültürel sermayenin (bilgi, kültür, eğitim) dağılımı ise hiyerarşinin daha az baskın ilkesidir" ve bu "zıtlık iktidar alanını şekillendirir".

tüm bunlar ışığında bireyler oyunun sonunda elde edeceklerine inandıkları çıkarlar doğrultusunda kendilerini sonuca götürecek yollara aşina olmaya başlarlar. bu davranış kalıpları, karşılaşılan durumlar neticesinde bireylerin bir yatkınlıklar bütünü oluşturmasına yol açar. bourdieu bu yatkınlıklar bütününe habitus der.

alan habitusu yapılandırma eğilimindeyken, habitus da alana dair algıyı yapılandırma eğilimindedir.

habitus, bilinçlilik gerektirmeyen bir bilme biçiminin, planlı olmayan bir niyetliliğin/yönelmişliğin, dünyadaki düzenliliklere pratik hakimiyetin bir ilkesidir.

son olarak bourdieu'nun yaşadığımız dünyadaki çok katmanlı sınıf sistemine cuk oturan simgesel şiddet kavramından kısaca bahsedeyim.

bir örnekle her anlamda büyük bir sermayeye sahip olmanın ayrıcalığını taşıyan iktidar, yeniden üretimini yani var olan düzeninin devamını sağlamak için, fiziksel şiddet içermeyen bir baskı uygular.

kendini kabul ettirme sürecinde iktidarın elinde bulunan baskı araçları simgesel sermayeyi oluşturur. örneğin x toplumunda iktidar, toplumun önemseyeceği unsurları (din, toplumsal aidiyet, kültürel aidiyet, ekonomik şahlanış vb..) kullanarak varlığını devam ettirmeye çalışabilir. bu durum topluma kendini güvende hissetme duygusu yaşatır. simgesel şiddetin en önemli özelliği egemenlik ve boyun eğme ilişkilerinin sevgi ilişkilerine, iktidarın karizmaya ya da duygusal bir hoşnutluk yaratabilecek bir cazibeye, yani gönüllü bir sömürü ilişkisine dönüşmesidir.
devamını gör...

kök

oğluma ithafen...

sözcükleri büyümeden öpüyorum her bir harfinden
çizgileri sokak sokak yürüyor bir mustafa,
yürümeyi biliyor.

ben bir yiğit mustafa'yı,
parmak uçlarından
koklaya koklaya...

yüzümde yeni bir yol buluyor gülümsemek

sen, bulutların kükrek çocuğu
sen, sihirli değneğin ucundaki pamuk şekeri

ben ıslanmadan önce de güzeldi
pencereler,
sana boyanmadan bir kırmızı çekiyordu
kirpiklerim,
bir kara gürültü

bir damla düşüyorum sesinin dibine,
gözlerinden öpülmüş diri çocuklar için,
üşüme

günü geceye uzatarak işleyen
bu aynı çizgilerin artığıdır
sessizliğe filizlenen
zaman
uzandığı yere kadar
uzasın boynum

yedinci dem şiiridir.
devamını gör...

biraz daha şarkı

sevgilim, söyle anneme
bir daha doğursun beni

nöbette kalp çiçeğim
eskidim
yüzyıllarca eksildim

çok doğurmalı beni annem, çok

bilsen gözlerimin gözlerinden geçemediğini
fakat biz
sevgilim
bizim olmayan gecelerden geçmiştik

kızıl şaraptan, ıslak tenden
sesinden bir karıncanın
soğuktan da geçmiştik
yıkarak duvarları tek tek

ellerimiz ak
iki kaçak bıçak
bana aşk’tan söz et
beni aşk’la gözet

ışığı kör şehrayin çocuğu
zaman
o kara delik
örtemedi yüzünü

sevgilim, anneme söyle
hiç terbiyesi yok kalbimin!

bilsen, başımda dönüp duran imden geçemediğimi
fakat sevgilim biz,
bizim olmayan sabahlardan geçmiştik

kazaklardan, kitaplardan
gülüşünden bir çocuğun
kurttan
kuzudan
kendimizden geçtik sevgilim
içinden boşluk geçen her şeyin içinden

karanlıktı
aynı değildik
karanlıktı
kapıların eşiğindeydik

ne kadar az’dık, ne kadar çok!
gündüze yumduk gözlerimizi

unutma diye bu şiir
şiir’den de geçmiştik
hiç biri
öylece değildi.


yedinci dem şiiridir *
devamını gör...

acedia

melankoli: ortaçağda isa'ya öykünme ve onun çektiği çileyi çekme uğraşında olan rahiplerin kendilerini bu işe fazlaca vermeleri nedeniyle kara safralarının kanda sıcak aktığına ve bu kara safranın yoğunluğunun vücut intizamını bozduğuna inanılıyormuş. bu bir hastalık, bir ruhsal zayıflık olarak kabul edilmiş. melankoli etimolojik olarak grekçe melaina (kara) ve khole (safra) sözcüklerinden oluşmuştur.

günümüzde kullandığımız içi kararmak deyimi de sanırım bu kara safra inancından geliyor olabilir.

hristiyan öğretisinde acedia olarak kabul edilen bu ruhsal bozukluk dünya işlerine karşı ilgisizlik, kayıtsızlık, duyarsızlık, isteksizlik, apati, bir çeşit oblomovluk olarak nitelenmiş.

cioran gözyaşları ve azizler kitabında "manastırların gölgesinde sağır bir hüzün keşişlerin ruhunda ortaçağ'ın acedia dediği boşluğu doğuruyordu. yüreğin ıssızlığından ve dünyanın taşlaşmasından doğan bu tiksinti dinsel spleen’dir. tanrı’dan tiksinme değil ama tanrı’da sıkılma.
acedia her pazar öğleden sonra, manastırların insanı çökerten sessizliğinde yaşanan şeydir.

"kendinden geçme, ilk atılımları içinde kendisine bir manzara yaratır: acedia bozar bu manzarayı, doğanın içini boşaltır, hayatı yavanlaştırır ve sadece zarafetten yoksun ölümcül durumumuzun anlama olanağı vereceği zehirli bir sıkıntı doğurur. modern acedia manastır yalnızlığı değildir artık -her birimizin ruhunda bir manastır olsa da-; kırılgan, güçsüz ve kaçıp gitmiş tanrı karşısında boşluk ve ürküntüdür."

melankoli, hastalık yaftasından ancak rönesans döneminde kurtulabilmiş. antik metinleri inceleyen bilginler eski yunanca bir metinde aristoteles'in yazdığı düşünülen "neden felsefede, siyasette, şiirde, sanatlarda bütün bariz sıra dışı adamlar kara safralı?" metnini incelemeye başlamışlar.
melankolikler rönesans hümanist düşüncesinde toplumun en yaratıcı insanları olarak benimsenirler.

...

acedia; melankoli elbisesini giymiş tüm kavramları içine alan ölümün ve de yaşamın kıyısında bir diridir... kıyısında oturduğu dünyadan kendi içine bakar ve kendi içinde gördüğü şey yine kıyısında oturduğu dünyadır.
bir yanı oblomov, diğer yanı güneş suyu...


barut kokusu kadar kederli
gölgenden süzülen
şarkı

karanlığa karışacak birazdan
gözlerin ve içindeki
çiçek
ölüsü

karanlığı karıştıracak birazdan
ışıktan sıyrılan renk

birazdan ayaklanacak
yeni renkler tırnak uçlarında

dokunduğun yeni bir nefestir
sevgilim
güneş suyunu versin ellerimize
toprak bereketini

içimizden biri aşk
olana dek

şiir bana aittir.
devamını gör...

bir yazar ya da şair neden yazma ihtiyacı duyar sorunsalı

duyuyordur. duyduklarını duyurmak istiyordur. şiiri sadece sözcüklerde değil yaşamın içinde duyuyordur. ve bunu başka nasıl anlatabilir ki? bir filmde, bir şarkıda, bir gülümsemede, bir çocuğun göz yaşında, bir kelimede bazen.

mihály vig - valuska



ben burada duyduğum şiiri keşke dökebilsem kelimelere. hiçbir kelimenin anlamı burada duyduğum şiiri duyurmama yetmez. yine de beni dürter durur bu yazma isteği. ta ki artık birike birike içimde taşıyamayacak kadar ağırlaşır.


not:#597255 tanımında gaunter o'dimm'in sayesinde ilk defa dinledim, kendisine teşekkürlerimle.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının karalama defteri

kalbimin ve ruhumun yaşadığı bu fırtına, bu girdap dindi. sular çekildi. bu sıkışıp kaldığım bedende can çekişen, ölümün kendisiyse, ölüm bitti. umurumda olmadı ölmek hiçbir zaman, yaşamak umurumda. bedenimin bu dünyaya açlığı daha fazla değil başka yaşamlara duyduğum açlıktan.
şiir'i duymak istiyorum. o'na ve evrene ve yaşama ve ölüme, sahip olduğum tek şey olan ve bugün donmuş olarak gördüğüm kalbimin içinden bakmak, kendimi kendimden ve tüm sözcüklerden sıyırıp... sözcükler ki duymuyorum artık onları da...
buharlaşmış bir damla su, yanmış kül olmuş küçük bir parça dal ya da güneşin kalbinde oturup da güneşi duymayan kişi anlatabilir mi halimi?
acı bitti, korkular bitti. sevecenliğimi ve sıcaklığımı kaybettim. endişe bitti. zaman gözyaşlarımı dondurdu ve kalbimi. sevinç, neşe ve öfke... bitti. *

yarın ben bu yaşamın şiirinden başka şeyler duyacağım. yine dönecek başım ve yeni bir göğe uyanacağım.*
...
şimdi içimdeki çocuk ve ihtiyar el ele.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının karalama defteri

ölü bir yıldız oturur kalbimin üzerinde… sarhoşum bundan.

karanlıktaydım, şen sesinizi duyuyordum, öfkeli sesinizi, kırık sesinizi. ellerini duyuyordum annemin etten bir duvarın ardında.
yatağını kaybetmiş nehir nasıl gülümseyebilirse, şaşkın öyle. yüzüm fırtınaların yeşerdiği bir avuç deniz hâlâ.
günü geceden ayıramayacak kadar beceriksizim, bir’ i bölemem ikiye!

güneşin göz bebeği, erimiş bir dağdı aşk, öptüm, kalbime koydum sessizce.
şimdi içimdeki çocuk ve ihtiyar el ele.
devamını gör...

caligo

sis

uyur tanrılar ben geçerim uykularından
durmuştur saatler
eski bir alışkanlıktır
içimdeki ölüleri toplarım
kalabalıktır kadınlar

bir kurşun,
vazgeçer kendinden bir çiçek

ya bu ellerin elsizliği
bulanık mağaralar
ya bu ibresi bozuk pusulalar
bulutlar ve kuşları göğün

çoğul bir uykudur
organik yaşam

bir türlü geçmeyen geçmiş zaman
pıhtılaşmış felâket
benlik zamanı
uyanır tanrılar


yedinci dem şiiridir. *
devamını gör...

gözyaşı melekleri

şiir söylüyor
şeytan minareleri


senfonik bir düş değil
göğsünden havalanan güvercin sürüsü

uyansın diye bakir toprak
asırlık ağaç köklerinden
gün
geceden
uyansın

yaşam dans ediyor ölümle

ışık yoksa
gölge de yok

bir çocuğun kalem tutuşu kokuyor evren
kime dokunsan
kedi gibi uzun tırnakları
dokunmasan
cam kırığı bir ses parmak uçlarında

ağlayın
gözyaşı melekleri
ağlayın ki yıkansın sokaklar
tepeden tırnağa
yatıştırır yağmur toz bulutlarını

*
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının karalama defteri

geceye kıyamıyor insan diyordum. gün artığı bir zaman dilimi için... fotoğraflardaki dinginliğe bakarsan, sessizliğe duyduğumuz heyecan biraz çocuk, biraz da kadın olduğumuzu çiziyor ama öyle değil dedim, sözcükler yere düşene kadar hafifliyor sadece. yoksa huzur'un bizimle ne işi olur?

"o büyük ölüm ve bizden ağır ağır dökülür. komşu düşmanlar,
eğrilmiş resimler, eyvallah, yüz binlerce gözün girer olduğu
üç kapılı kapılar pencere eskizleri, eyvallah, kepenkleri yaşamın,
tahta yahu tahta, birtakım sesleri iç içe bitiriyordu ki,
ömrüne müstefâ ilen bürhân biçiliyordu hepsinin kendiliğinden." / hulki aktunç


çokta güzel ölmüştüm, bitmiyor ölmek. yaşamakta bitmiyor. ta ki soluğum toprağın altına serilsin, o zaman.
amin.
devamını gör...

demir kafes

weber’e göre rasyonelleşme aracılığı ile dünya büyülerinden arındırılmıştır. toplumsallaşmanın ürettiği değerler ile bireyin kendisi için belirlediği değerler arasında bir uyuşmazlık söz konusudur. rasyonel karar verme açısından üretilmiş toplumsallaşma, bireyin rasyonel olmayan doğasını, yani arzularını, sevgilerini, tutkularını baskı altına almaktadır.
weber, toplumsallaşmanın ürettiği değerleri geri dönüşü olmayan bir süreç olarak tanımlar ve buna “demir kafes” adını verir.
“şimdiye kadar insanlar tarafından ... ciddiye alınmış dünyanın büyüsünü yitirmiş olması, bu dünyaya yabancılaşmış" bireyin özgür ve özerk olduğu iddiası için handikaptır. nesnelleşmiş bir dünyada birey, her türlü anlamdan soyutlanmış bir değerler alanına, kendi iradesi ve kararı ile bir anlam atfetmek, aklın böldüğünü kendi iradesiyle bütün hâline getirmek durumundadır. birey için önceden belirlenmiş hiçbir anlam yoktur çünkü.
demir kafes 'in içinde bireyin özgürlüğü vardır.

orada duruyor işte, görüyor ve etrafından yürüyüp geçiyorum o ateşten kanatların. ayaklarımı kontrol edebiliyorum ama gözlerimi değil. orada ve ben görüyorum. ona bakmadığım anlarda da orada duruyor. çığ gibi büyüyor bakmadıkça! sessiz, telaşsız bekliyor beni. bir ağacın dallarını güne ve geceye serip meyveye durması gibi beklemesi.
insan aklıyla korkuyor ama kalbiyle değil! olduğum gibi olamamak öldürüyor beni. gerçek ve güzel bir yaşamın içinde değilim, o benim içimde.
farz edin ki yokum ben. rüyanıza geldim ve size oradan, bir rüyanın içinden fısıldıyorum bu satırları. uyandığınızda unutacağınız anlaşılmaz sözler ediyorum
.

gerçek değilim, sizler kadar.

aynı duvarlardan yapılmış odalar. kırtasiye süsü verilmiş bürokratik bir ölümü kusuyorum!

gülüp geçebilir miyim halimize? çok isterdim bunu. içimdeki şaşkın çocuk görevini başarıyla yerine getiriyor doğrusu.
az zaman önceydi. o karede gülümsemiştim. iri bir yalnızlıkla kuşattım kendimi sonra. bunu başardım.


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

az ya da çok

az ya da çok

yeniden dolaşır buldum kendimi. imgemle konuşuyorum, sessizliği öldürmesini bekliyorum.
-önce nefes al…

bir karıncayı gözlüyorum uzun zamandır...

birden gölgemi fark ediyorum
kendisinin olmayan bir şeyi sahipleniyor gölgem
kendi farkına varmakta zorlanıyor şüphesiz
sonra çok saçma bir şey oluyor, kendinden iğreniyor, suya atlıyor
başkaları için iğrenç bir yansı ama en çok kendisi için
bağışla beni gölgem
hiçbir şey normal değil, kimse için!

karınca öldü…

ben bir gün bir kupaydım, tutarsız ve de beceriksiz parmaklarımla kendimi tutup sarmaya çalıştım
anlamaya hazır değildim
yere düştüm
gerçek avucumda kaldı

karınca...

hiçbir gözeneğe sığmıyorum ne tuhaf
anları yükseltiyorum

tren saat kaçta kalkıyor?

ötenaziye karşı değilim, ilan ediyorum
sınıflara ayırıyorum kendimi, yasallaşıyorum. toplumlasallaşıyorum. genelleşiyorum. boğuluyorum. kendimi bulduğumu sandığım an tekrar kaybediyorum.
artık öz gibi hissetmiyorum. hiç kimse olamıyorum. ama hâlâ şaşırabiliyorum
oyunu doğru oynamalıyım!

ağır büküm, bedenimden çıktım.

uyruksuzum.
hiçbir temas noktam yok, hiçbir yere bağlı değilim
yalnızca ve yalnızca insan olduğumu hatırlayan bilincim ben, gerçeğim.

biletimi aldım mı?

sesimin mekanı,
le moulin...
dingin denge,
kendiliğinden uyum…


yedinci dem karalaması*
devamını gör...

felicitas

ayaklarımın toprağa değişidir
bir geceyi gözlerimden öpen...

bir yolu tutup ağzından
dünyayı
yürüyen
şarkı

bütün arka bahçelerine uyandığım
uyaksız sevinç…

suyun sınırındayım
şiddetini taşa
şefkatini toprağa çiziyor su
insana aşk’ı kırmızı çiziyor
insanı aşk'a kırmızı...

milyarlarca defa yine su
bir sırrın kıyısındayım

ben acıyı tanırım öfkesinden, diyor
mühürlenmişzaman yolcusu

ayaklarımın topraktan çektiği iç
ürpertisi telaşsız
gülümsüyor

tüm tanrıları kardeş ilan eden
haylaz gül hırsızı bahse giriyor
acı’nın hiçbir şey olmadığı üzerine

bir kadeh
dermanıyok dağların şerefine

bir kadeh daha

nefessiz yaşayan ölülerin
yorulmuşların
sevişmek için şiir yazan adamların
yazmak için sevişen tüm kadınların şerefine

gülümsüyor
gürültülü ormanların içinden
gül çaldığı yüzüme

bu, dikenlerini dilime
yapraklarını boynuma yürüyen
dipdiri
bir gülümsemedir


yedinci dem şiiridir.
devamını gör...

kale'm

dirilin dedi, iskeletinizden
üşüdüğünüz adımlarla ısınacak içiniz

karalama defteri ruhun kabuğu
ve mümkün değil incitmeden
sözcüklere bölmek renkleri

gerçeğin kanatları altında -zaman
uyunmuyor
herkes kendi adını biriktiriyor kum saatine
göğün gözünde herkes -bir
damla
kan
ve okşanmak için
değil
duvarlar

duymuyorsan gerçek olanı
senden bir ân değil sesin
ân ile bütün
değil

kalbim dinamit kuyusu*
biliciler yazıyor buzdan pençeleriyle tarihi
yirmi birinci yüzyılda -hâlâ
mürekkep yerine kan
ve en büyük güç boğazına kadar para

-her şey normalmiş taklidi yapılıyor…
burası görüntüler dünyası,
bugün ne giymese acaba küçük kızlar?
paravanlara voltaj yüklense biraz
aşık olabilirdi ev’siz birine altın prenses!

küçük adamlar sivriltip dişlerini
kimin büyük, güzel düşlerini ısırmasa…
olur mu büyük patronun gözüne girmemek!

incitmeden
yazmak kalemi
mümkün mü? -

penceremde güvercin masalları
rapunzel değilim, diyorum
göz içinde aynalar…
tanrı’m, ver bana ayaklarımı!
uzun bir yürüyüş için…
bağlaçsız gülümseyelim
hiçbir şey
normal
değil

kuyruklu bir yıldızdan düşmüş
-tüm
paramparça çocukların
göğsünde
sabahlıyorum

içimden
damla damla su
yürüyor…

sis’li geçmiş yüzümün ardı
dört duvar arası çelimsiz rüzgârlar
alnını güneşe dayamış
melankolik bir bulut
parmak uçlarımda

otuz yıl oldu öleli
doğumumu bekliyorum

kaç deniz sığar küçücük bir balığa,
bilmiyorum.
hangi fırtına göğü içinde
susar

başucunda melekler…
cennetin kokusuyla
dirilir kalbin

bir geceye, bir güne
kendi etrafında dönerken
her gün başka -uyanıyor ateş
su başka…


yedinci dem şiiri.
*şiiri yazarken şiirde geçen bu dizenin ahmed arif'in bir şiirinin adı olduğundan bihaberdim.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının karalama defteri

şimdi ben gözlerimi sürmeden önce uzak düşlerimin uzayacağı ülkelere
adımı üç kere hapşuruyorum
çok yaşamayabilirim,
yaşarsam, kelimelerinizin karşılayamadığı şarkılarla
dans ediyor olacağım.

hiç aklından çıkarma ithaka
devamını gör...

nihil

susuz bir denizde yüzmeye benziyor
sessizlik...
su yok, suyun kaldırma kuvveti de yok.
hatırlıyorum ellerimi ama ne kadar uzak…
bir buluta yazmışlar adımı
görmedin mi beni?

yedinci dem şiiridir.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının karalama defteri


evet, aşk bizimle beraber doğar.
/

(bkz: miguel de unamuno)


gecenin sessizliğinde önceleri ürktüğüm seslerdi martılarınki. sonra sevmeyi öğrenmiştim.
kedilerin kavga ederken ağlıyor sandığım sesleri,
martıları yiyecek ararken, çığlık çığlığa kavga ediyor sandığım...
dünya ve onun sesleri kafanın, kalbinin içindeki gibi olmayabilir.
sevmeyi öğrenmez aslında insan, hatırlar.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim