1.
her gün yolda yanından geçip gittiğimiz, otobüste, metroda, metrobüste yan yana oturduğumuz insanların, dinleyebilsek uykularımızı kaçırabilecek yazgılarını bana düşündüren cümle. yaşamaktı birileri için. bizimkiyle aynı, adına yaşamak denirse.
sabah 7.15'de evden çıktım. kahvaltı için ofiste yiyebileceğim iki tane poğaça almak için pastaneye girdim. hesap ödemek için sıradayım, önümdeki hasan abi. 55 yaşında. karısı yıllar önce başka biriyle çekip gitmiş. çocuğu yok. tutunacak dalı yok. bir sürgün gibi geçmiş yaşamı, yol buraya getirmiş. bir hastanede güvenlik olarak çalışıyormuş. sabah erkenden kalkmış, iki poğaça almış, aç karnına çay ve sigara içmek midesini bulandırıyor diye. biraz bozukluk çıkarıp kasiyere verdi, çıktı kapıdan, yoluna yürüdü. görmüş, yaşam nedir, keder nedir görmüş.
pastaneden çıktım. ışıklarda yeşilin yanmasını bekledim. yanımda sıkı sıkı giyinmiş, üşüdüğü için ellerini cebinde tutan bir kadın, nuran abla. bir şirkette temizlik işlerine bakıyormuş. kocası insan gibi davranmamış. yıllarca vazgeçmiş hayallerinden, umutlarını yitirmiş. bir hiçmiş gibi, yanımızda duran çöp kadar değersizmiş gibi hissetmiş hep. haklıysa bile susarmış. çalıştığı yerde çayını odasına götürdüğü insanlarla bir meclisteyken, aklına eğlenceli bir şey gelince susarmış. kendi kendine gülümsermiş nuran abla, deli demesinler, aptal sanmasınlar, bu yaştan sonra maskara olmayalım diye çekilirmiş köşesine. kendisi gibi bir yazgı bulunca dökülürmüş. nereye ait olduğunu hesaplatmışlar nuran ablaya, yıllarca düşündürmüşler, bakmış, en alttan bir yer seçmiş kendine. en arkadan izlemiş bu filmi. bulanık görüntüler, belli belirsiz gelen ses, allah bin bereket versinlikmiş. şükretmeyi öğrenmiş yıllar önce, azla yetinmeti, fazlasını istememeyi öğrenmiş. görmüş nuran abla, yaşam nedir görmüş.
levent'ten otobüse bindim, çantam yüzünden insanları rahatsız ede ede arkaya doğru geçtim. bulduğum ilk boşluğa yerleştim. çantamın sürttüğü insanların rahatsız suratlarını bildiğim için arkama bakmaya utandım. yanımda benden daha fazla utanan biri vardı, saçları beyazlamış bir adam, metin abi. metin abinin hali vakti yerindeymiş. esnaf adam, dükkanında işler tıkırındaymış. "allah bereket versin, her şeyimiz boldu" dedi. kızı selin'e 1 yıl önce kanser teşhisi konmuş. ne var ne yoksa kızının tedavisine harcamış. "bir yıl önce beni görseydin, saçlarımda tek bir beyaz saç yoktu." dedi. birikimi tükenince dükkanını satmış. umut! özel bir hastanede bir ameliyata elli bin vermiş. bir ilacın kutusuna on bin verirmiş. yol bu ya, yazgı bir kez harekete geçmiş ya, huzuruna, mutluluğuna bir kere göz konulmuş ya, boyun eğmiş. atadan kalan dükkanını satmış. kızının haline çok üzülüyormuş. gencecik diyor, "bir görsen gözlerini güzelliğinden düşüp bayılırsın!" akranları sağda solda gülüp eğlenirken, güllerle, çiçeklerle mutlu edilirken acillerde sabahlamaktan bıkmış selin. hiç konuşmaz olmuş. onu öyle görmek harap ediyormuş metin abimi. biri fısıldamış kulağına, bir doktor, sanki hızır! "bir ilaç var, kutusu otuz bin, hastalığı geriletir." elindeki avucundaki bitince, sağda solda da para isteyecek kimsesi kalmayınca yıllar önce onurunu, gururunu zedeleyen, bundan sebep yirmi yıldır konuşmadığı, hali vakti yerindeki kardeşinden borç istemiş. vermemiş o parayı, "benim de elim sıkışık" demiş. o yüzden utanıyormuş metin abi. yirmi yıl sonra yeniden, onuru zedelenmiş. görmüş metin abi, yaşam nedir görmüş.
metin abiye dua edip indim otobüsten. zincirlikuyu, yığınla insan metrobüse doğru yığılıyor. karşıya geçmek üzere söğütlüçeşme metrobüsüne doğru yürüdüm. sağımdan solumdan bir bir geçip giden insanlar, kimi mutlu kimi mutsuz. hangisi yazgısının neresinde, kim kederiyle baş başa, hangisinin bedeni yürüyor ama aklı başka yerde, merak ederek yürüdüm. gençleri gördüm, okula, işe giden gençler. bir dert! birilerinde gelecek, birilerinde geçim derdi. hepsi koşuyor, koca bir gençlik birleşiyor metrobüse inen merdivenlerde. biraz olsun kendilerine zaman ayırabilmek için, yaşadıklarını unutmamak için uykularından fedakarlık ettikleri gözlerinden akan uykudan belli olan gençler. ayaklarımızı sürüyorduk sağa sola. ben de gençtim onlar gibi, aynıydık, birebir, tıpatıp aynıydık. henüz tam görmemiştik belki yaşamı ama görecektik işte. hiç iyi gitmiyordu, daha şimdiden ağrıyan midelerden, yirmili yaşlarda başlayan kemik sızılarından, bir gün umutla, diğer gün ümitsizlikle çamura düşmüş psikolojilerden belliydi, yaşamı görüyorduk inceden, neyin ne olduğunun farkına varıyorduk.
sabah 7.15'de evden çıktım. kahvaltı için ofiste yiyebileceğim iki tane poğaça almak için pastaneye girdim. hesap ödemek için sıradayım, önümdeki hasan abi. 55 yaşında. karısı yıllar önce başka biriyle çekip gitmiş. çocuğu yok. tutunacak dalı yok. bir sürgün gibi geçmiş yaşamı, yol buraya getirmiş. bir hastanede güvenlik olarak çalışıyormuş. sabah erkenden kalkmış, iki poğaça almış, aç karnına çay ve sigara içmek midesini bulandırıyor diye. biraz bozukluk çıkarıp kasiyere verdi, çıktı kapıdan, yoluna yürüdü. görmüş, yaşam nedir, keder nedir görmüş.
pastaneden çıktım. ışıklarda yeşilin yanmasını bekledim. yanımda sıkı sıkı giyinmiş, üşüdüğü için ellerini cebinde tutan bir kadın, nuran abla. bir şirkette temizlik işlerine bakıyormuş. kocası insan gibi davranmamış. yıllarca vazgeçmiş hayallerinden, umutlarını yitirmiş. bir hiçmiş gibi, yanımızda duran çöp kadar değersizmiş gibi hissetmiş hep. haklıysa bile susarmış. çalıştığı yerde çayını odasına götürdüğü insanlarla bir meclisteyken, aklına eğlenceli bir şey gelince susarmış. kendi kendine gülümsermiş nuran abla, deli demesinler, aptal sanmasınlar, bu yaştan sonra maskara olmayalım diye çekilirmiş köşesine. kendisi gibi bir yazgı bulunca dökülürmüş. nereye ait olduğunu hesaplatmışlar nuran ablaya, yıllarca düşündürmüşler, bakmış, en alttan bir yer seçmiş kendine. en arkadan izlemiş bu filmi. bulanık görüntüler, belli belirsiz gelen ses, allah bin bereket versinlikmiş. şükretmeyi öğrenmiş yıllar önce, azla yetinmeti, fazlasını istememeyi öğrenmiş. görmüş nuran abla, yaşam nedir görmüş.
levent'ten otobüse bindim, çantam yüzünden insanları rahatsız ede ede arkaya doğru geçtim. bulduğum ilk boşluğa yerleştim. çantamın sürttüğü insanların rahatsız suratlarını bildiğim için arkama bakmaya utandım. yanımda benden daha fazla utanan biri vardı, saçları beyazlamış bir adam, metin abi. metin abinin hali vakti yerindeymiş. esnaf adam, dükkanında işler tıkırındaymış. "allah bereket versin, her şeyimiz boldu" dedi. kızı selin'e 1 yıl önce kanser teşhisi konmuş. ne var ne yoksa kızının tedavisine harcamış. "bir yıl önce beni görseydin, saçlarımda tek bir beyaz saç yoktu." dedi. birikimi tükenince dükkanını satmış. umut! özel bir hastanede bir ameliyata elli bin vermiş. bir ilacın kutusuna on bin verirmiş. yol bu ya, yazgı bir kez harekete geçmiş ya, huzuruna, mutluluğuna bir kere göz konulmuş ya, boyun eğmiş. atadan kalan dükkanını satmış. kızının haline çok üzülüyormuş. gencecik diyor, "bir görsen gözlerini güzelliğinden düşüp bayılırsın!" akranları sağda solda gülüp eğlenirken, güllerle, çiçeklerle mutlu edilirken acillerde sabahlamaktan bıkmış selin. hiç konuşmaz olmuş. onu öyle görmek harap ediyormuş metin abimi. biri fısıldamış kulağına, bir doktor, sanki hızır! "bir ilaç var, kutusu otuz bin, hastalığı geriletir." elindeki avucundaki bitince, sağda solda da para isteyecek kimsesi kalmayınca yıllar önce onurunu, gururunu zedeleyen, bundan sebep yirmi yıldır konuşmadığı, hali vakti yerindeki kardeşinden borç istemiş. vermemiş o parayı, "benim de elim sıkışık" demiş. o yüzden utanıyormuş metin abi. yirmi yıl sonra yeniden, onuru zedelenmiş. görmüş metin abi, yaşam nedir görmüş.
metin abiye dua edip indim otobüsten. zincirlikuyu, yığınla insan metrobüse doğru yığılıyor. karşıya geçmek üzere söğütlüçeşme metrobüsüne doğru yürüdüm. sağımdan solumdan bir bir geçip giden insanlar, kimi mutlu kimi mutsuz. hangisi yazgısının neresinde, kim kederiyle baş başa, hangisinin bedeni yürüyor ama aklı başka yerde, merak ederek yürüdüm. gençleri gördüm, okula, işe giden gençler. bir dert! birilerinde gelecek, birilerinde geçim derdi. hepsi koşuyor, koca bir gençlik birleşiyor metrobüse inen merdivenlerde. biraz olsun kendilerine zaman ayırabilmek için, yaşadıklarını unutmamak için uykularından fedakarlık ettikleri gözlerinden akan uykudan belli olan gençler. ayaklarımızı sürüyorduk sağa sola. ben de gençtim onlar gibi, aynıydık, birebir, tıpatıp aynıydık. henüz tam görmemiştik belki yaşamı ama görecektik işte. hiç iyi gitmiyordu, daha şimdiden ağrıyan midelerden, yirmili yaşlarda başlayan kemik sızılarından, bir gün umutla, diğer gün ümitsizlikle çamura düşmüş psikolojilerden belliydi, yaşamı görüyorduk inceden, neyin ne olduğunun farkına varıyorduk.
devamını gör...
2.
bu da mı gazapizm şarkısı yav aynı kliple kaç şarkı yazıyo bu herif.
devamını gör...
3.
#adınayaşanmakdenirse bende yaşıyorum
devamını gör...