ağacın altından toplanmış meyvelerin hüzünlü havası
başlık "insan olun biraz" tarafından 16.04.2022 18:27 tarihinde açılmıştır.
1.
alphonse daudet’nin portakallar isimli kitabında aynı adı taşıyan öyküsünün açılış cümlesinde yaptığı bir benzetmedir.
hayatının bütün yazlarını ve bir dönemden sonra da uzunca bir bölümünü bir sahil köyünde geçirmiş bir insan olarak meyve ağaçları ile bolca teşrik-i mesaimiz oldu. ben onların meyvelerini toplayıp onları büyük bir ağırlıktan kurtarırken onlar da bana muhteşem bir keyif yaşattılar.
alphonse daudet’nin bu cümlesini okuduğum zaman aklıma bu canım ağaçların benim toplamamı beklemeden düşen meyveler geldi aklıma. ağaçtan kendi emeğimle topladığım, hatta ağacın dalında oturarak yediğim o erikler, kirazlar, dutlar, elmalar, armutlar her zaman muazzam bir lezzette olurdu.
pazardan aldıklarım ya da annemin babamın toplayıp getirdiği meyveler de çok lezzetli gelirdi bana, elbette kendi topladıklarım gibi olmazdı ama yine de çok tatlı gelirlerdi bana.
sadece ağacın dibine düşmüş olan meyveler, ne zaman düşmüş olurlarsa olsunlar, lezzetli gelmezlerdi. sanki onlar artık yenmeyecek hale gelmiş olurlardı bana. sanki intihar affedilmez bir günahtı benim için. sanki ölmüş bir meyve yenilemezdi.
ve o meyveler ağacın dibinden çürürler etrafa bir hüzün yayarlardı. o hüzün hiç gitmedi üzerimden. o meyveler toplanıp eve geldiğinde keyfim kaçardı. ağaç dibinde çürümeye bırakıldıkları hallerinden daha da hüzünlü olurlardı o zaman. sanki üzerlerinde aceleciliğin verdiği bir mahcubiyet olurdu. hüzünlü bir mahcubiyet.
insan mutsuz olunca hüznü ne yapıp eder, yine de bulur.
hayatının bütün yazlarını ve bir dönemden sonra da uzunca bir bölümünü bir sahil köyünde geçirmiş bir insan olarak meyve ağaçları ile bolca teşrik-i mesaimiz oldu. ben onların meyvelerini toplayıp onları büyük bir ağırlıktan kurtarırken onlar da bana muhteşem bir keyif yaşattılar.
alphonse daudet’nin bu cümlesini okuduğum zaman aklıma bu canım ağaçların benim toplamamı beklemeden düşen meyveler geldi aklıma. ağaçtan kendi emeğimle topladığım, hatta ağacın dalında oturarak yediğim o erikler, kirazlar, dutlar, elmalar, armutlar her zaman muazzam bir lezzette olurdu.
pazardan aldıklarım ya da annemin babamın toplayıp getirdiği meyveler de çok lezzetli gelirdi bana, elbette kendi topladıklarım gibi olmazdı ama yine de çok tatlı gelirlerdi bana.
sadece ağacın dibine düşmüş olan meyveler, ne zaman düşmüş olurlarsa olsunlar, lezzetli gelmezlerdi. sanki onlar artık yenmeyecek hale gelmiş olurlardı bana. sanki intihar affedilmez bir günahtı benim için. sanki ölmüş bir meyve yenilemezdi.
ve o meyveler ağacın dibinden çürürler etrafa bir hüzün yayarlardı. o hüzün hiç gitmedi üzerimden. o meyveler toplanıp eve geldiğinde keyfim kaçardı. ağaç dibinde çürümeye bırakıldıkları hallerinden daha da hüzünlü olurlardı o zaman. sanki üzerlerinde aceleciliğin verdiği bir mahcubiyet olurdu. hüzünlü bir mahcubiyet.
insan mutsuz olunca hüznü ne yapıp eder, yine de bulur.
devamını gör...