hikaye-öykü / eğlence-mizah / edebiyat
5 / 10
puan ver

öne çıkanlar | diğer yorumlar

umut sarıkaya'nın uykusuz zamanında yazdığı köşesinin kitap haline getirilmiş hali. içerisinde umut sarıkaya klasiği haline gelmiş durum komedilerinin en güzel örneklerinin bulunduğu, okurken yüzünüzde bitmek bilmeyen bir tebessümle sonuna kadar ışık hızında geldiğiniz kitap. birbirinden güzel kısa hikayeler içermektedir. tespitlerine bayılacaksınız okurken.
devamını gör...
üç cildini de okuduğum geçen işe giderken "hadi serviste keyifli dakikalar yaşiyim ehih" diye elime alıp ikinci cildini bitirdiğim eski türkiyeyi güldürerek anlatan umut sarıkaya kitabı.
2000lerden sonra tekrar 2023te tekrar okuduğumda "aha" dedim. feyyaz yiğitin, volkan ögenin, ozan akyolun, salih tıraşın falan komedisi hepp hepp burdan gelmiş.
bu güzelim anadolu komedisi anadolu komedisi evet ben dedim oldu ne var böyle başlamış demek.
mis
devamını gör...
umut sarıkaya'nın 3 kitaptan oluşan, köşe yazılarının derlenmesiyle oluşan serisidir. okurken, hususi sandığım bazı duygu durum ve davranışlarımın aslında herkeste görülen gayet umumi bir hâl olması, ayrıca absürt bir durumun içine yerleştirilen gerçeğin çarpıcılığı karşısında tebessüm dolu bir aydınlanma yaşadım. umut sarıkaya'nın tespit, teşhis ve tenkit ustası olduğunu düşünürüm. gerçekten de anlatılan sanki senin hikayenmiş gibi hissediyorsun okurken. mesela şöyle:





"(...)hepimiz ne kadar çok kendimizi önemsiyoruz. genelde çok zengin olmak istiyoruz. sıradan olmayı hazmedemiyor yine bir çoğumuz. özel olmalıyız, en azından bir kişi için. kafasında olmak istediği kişiyi olamamış biri olarak, başka bir olamamış ile ilişkiye giriyoruz. iki sıradan insan birbirinin ne kadar özel biri olduğunu hatırlatıp duruyor. aralarından biri hatırlatmayınca da ilişkiyi kesip, başka bir sıradana hatırlatması için arayışa giriyor. uzun süre hatırlatanlar belli bir sure sonra sıkılıp evleniyor, baktılar ki ikisi de birbirine bunu hatırlatmaktan sıkılmış, çocuk yapıp onu dünyanın en özeli kılıyorlar. seçildiği için, annesinin babasının sıradanlığını aşmakla görevlendiriliyor. istediği gibi biri olmak yerine anne babanın kafasında olmak istediği ama olamadığı insanı olmak zorunda. hayır demesi neredeyse imkansız. bu hayır diyemeyenler de büyüyüp, çabalıyor, olmuyor, birini buluyor, sıkılıyor, çocuk yapıyor. bu kısır döngü böyle sürüp gidiyor, gittikçe artıyoruz. "






"ben takımdan ayrı düz koşu yapa yapa bir süre sonra birey oldum. içime kapanıp bir süre hayatımı sorguladım o koşularda. kimdi bu insanlar ? ne arıyordum bunların içinde? işte bu ve bu soruların cevabını kendi içimde aradım ve bir düz koşu esnasında bularak rotamı saha içinden ayırıp eve doğru koştum. kimse de ardımdan bir dur bile demedi. ve o günden sonra futbol hayatıma mutlu bir seyirci olarak"
devamını gör...
umut sarıkaya'nın penguen'deki düzyazı köşesiydi, yıllar içinde üç ciltlik kitap haline geldi. ciltler 2005, 2009 ve 2012 yıllarında satışa çıktı. mezuniyet sonrası işsizlik sendromuyla geçirdiğim yılda kafa dağıtmak adına okumuştum. saçı sakala karıştırmışken, iğrenç günleri bir bir next eylerken, sabahın altılarında henüz uyumamışken, yatağa yan yatarak kızarmış gözlerle ekranı pırpır eden bir telefondan okumak tam umut sarıkaya'lık işti. hakkını verdiğimi düşünüyorum.

ikinci ciltteki beğendiğim ve ayrıca hatrımda kalan tek hikayesini iki spoiler çubuğu arasına yapıştırayım.




al işte bitiyor. şimdi git, yeni biriyle tanışmaya çalış, olmasın, çok çalış ve bi şekilde tanış, ona daha önce anlattığın komik anıları bir daha anlat, çok sevdiğin filmleri bir daha anlat. kendini çok düzgün, onun hayatına saygılı biri gibi göster, samimiyet duvarı yıkılana kadar sofra adabına uygun yemek yemeye dikkat et. “dur fazla arayıp sormayayım da eskisinde olduğu gibi yüz göz olmayayım” diye düşün, sonra çok ara, hep ara, cebi kapalıysa kıllan evden ara. ilişkinin başında kıllandığın adam isimlerini, ilk kavgada yüzüne çarp, onu bütün arkadaşlarından soğutmaya çalış, kendi arkadaşlarının ne kadar süper insanlar olduğunu anlat. dayanamasın, ayrılmak istesin, debelen dur, yeniden süper bir ilişkinizin olacağını anlatarak bir sürü söz ver. insan olduğun için tutama, yeniden kavga çıksın. ayrılmaya karar versin. kim uğraşacak. yok artık valla ben gelemem bu kadar külfete. ne güzel rahattık, niye bitiyor ki... ama yapacak bir şey yok işte bitiyor. kendimi düşünüyorum tabii ki... kimi düşünücem, yalnızım artık.

şimdi böyle diyince de sanki bütün ilişki boyunca onu düşünmüşüm de artık kendimi düşünmeye başlamışım gibi oldu. ayağım var benim. yürüyorum onla, kalem yere düşüyor eğilmeden onla alıyorum. iş görüyor yani, hayati bir organ. şimdi durum böyleyken neden sevgilimin ayağını ya da başka bir organını kendi ayağımdan çok düşüneyim. neden istiyorlar bunu anlayamıyorum. neyse bunları tartışacak değilim. işte bitiyor, ayağımla baş başa uzun zamanlar geçirebilirim artık. aslında mutlu olmam lazım.

“nereye oturalım” diye soruyorum. “ fark etmez” diyor sonra bir kafe gösteriyor. hesabı görünce “babayarrooo” diye bağırmamanın elde olmadığı lüks bir kafe. son buluşmada böyle harcamalara ne gerek var anlamıyorum, her şeyden önce yediğimizden içtiğimizden bişey anlamıycaz ki... yine de giriyoruz. o bir kahve söylüyor yanında da browni, küçük çay yokmuş ben de bir kahve istiyorum. daha önce yüzlerce kez konuşulan şeyleri bir daha konuşmaya başlıyoruz. artık ben de inanmıyorum söylediğim yalanlara. eskiden kendi yalanıma inanıp, gözlerim yaşarıyordu. “bu topraklar böyle bir sevda görmedi be” diye düşünürdüm. anlatıyor. pek dinlemiyorum. gözüm tişörtüme takılıyor. ne lan bu? üstümü örtmesi için pamuk ve polyesterle dokunmuş bir kumaş. tasarlamış biri onu. kafamı çıkarayım diye delik yapmış üst tarafına, kollarımı çıkarmam için de iki küçük delik de yana açmış. şimdi ben kafamı bir eşyanın deliğinden çıkarıp nasıl çok ciddi şeyler anlatayım birisine. tosbağa mıyım lan ben. bu ne rezilliktir ya rabbi. o bi delikten kafasını çıkarmış beni yargılıyor, ben öbür delikten kafamı çıkarıp onaylıyorum, “aslında sen de haklısın” diyorum. hâlâ inanamıyorum böyle yaptığımıza.

sokaktan bir motor geçiyor, gürültüden söylediği çok önemli cümlenin sonunu duyamıyorum. bakakalıyorum giden motorun arkasından. “taşıt ne yaa?” diye düşünüyorum. bütün canlılar gibi insan da kendi öz gücüyle bir yerden bir yere ayaklarıyla giderken nasıl oldu da taşıta geçmeye karar verdi anlayamıyorum. yani o geçiş dönemi nasıl oldu? kendisi çeşitli ihtiyaçları olan bir canlıyken, tıpkı kendisi gibi yemek, içmek, üremek, barınmak vs... bilumum ihtiyaçları olan at’ı gördü, sonra “ben buna bineyim de şuraya gideyim” diye nasıl düşündü, bunu nasıl bir mantığa oturttu anlayamıyorum. bir canlı başka bir canlıya biniyor ve kimse bunu kimse yadırgamıyor. allah aşkına söyleyin, neresi normal bunun? at da nefes alıyor ben de ama ben ona şu anda biniyorum. peki ya atın buna hemen ikna olmasına ne demeli? iki arpaya g.tünü verir bu! bana bundan sonra kimse “at” demesin, atı övmesin.

insanın da bu at hususunda hiç ayılmaması, utanıp “ulan ne işim var canlının üstünde salayım gitsin canlıyı, ayıptır” dememesi, bu durumu normalleştirmesi de ayrı rezillik. zaten her şeyi normalleştiriyor g.tüne koyduğumun insanları. kumaştan kafayı çıkar normal, hayvana bin normal. bu arada bülent ortaçgil de “normal” ile “anormal” arasındaki kafiye uyumunu mal bulmuş gibi bulunca sevinip “normal... normal... peki, beeeeeeen miyim anormaaaallll?” diye şarkı yaptığında ne sevinmiştir dimi sevgili okurlar? çıplak ayaklarını birbirine vurup ayaklarıyla alkış tutarak çok aşırı sevinmiş olabilir bu kafiyeleri bulduğuna. bilemem, ilgilenmem de...

brownisinden bir çatal alıp bıraktı. garson tabağı gösterip “devam ediyor musunuz” dedi, “evet” dedim. insanız yalan söylüyoruz haliyle? birçok yalan söylemişimdir ilişki süresince, uzun bir ilişki dönemi yaşadık, her zaman çok sevmemişimdir de, arada bir sıkılıp, başka kızları istemişimdir, hatta aldatmışımdır denk düştüğünde kim bilir? aynı şeyler onun için de geçerli olabilir. ama aldatmamıştır lan, ben aldatılacak adam değilim. neyse bütün bunlar olurken ve ayrılma kaçınılmazken, neden hâlâ ilişki süresince çok sevdiğimizi, hiç yalan söylemediğimizi niye söylüyoruz ki birbirimize? belki ilerde tekrar bir dönüşüm olur, bundan sonraki ilişkisi bitince aslında en iyisi umut’tu diye geri dönsün intibası bırakmak için mi acaba? ya da masalsı bir tat bırakmak için mi eski sevgilinin üstünde? nedir bu kahraman olma özlemi? bilemem, ilgilenmem de...

ben sadece daha önceki ilişkilerimde olduğu gibi ona hiç yalan söylemediğimi, onu hiç aldatmadığımı söylerim. bir de hep seveceğimi eklerim. zaten normali bu. yoksa ayrılırken bıraktığı için birinin ecdadına küfür etmek insanlar için anlamsız bir hareket.

sonuç olarak işte bitti dostlarım. her şey için teşekkür edip tıpkı bir asil gibi kalktı gitti. browniyi paket yaptırıp ardından ben de çıktım. aynı istikamette olduğu için evlerimiz ve o yavaş yürüdüğü için 10 dakka sonra hemen iki adım arkasında yürüdüm. “dur paketle görmesin” diye düşünerek adımlarımı yavaşlattım... baktım olacak gibi değil, karşı kaldırıma geçip depar attım. ben onun kahramanı olamadım.


devamını gör...
karikatür sanatçısı umut sarıkaya'nın anılarını yazdığı kitap. zaman zaman gülümsetse de genel olarak yavan bulduğum bir kitap oldu. belki kitap olarak değil de asıl yayımlandığı gibi köşe yazısı olarak okusaydım daha keyifli gelirdi.
herkesin yaşadığı varoluşsal krizler, hayatın zorluklarını mizahla aktarmaya çalışmış. eminim çok komik bulan da vardır ama pek gülmedim açıkçası. devamını okumayı düşünmüyorum.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"benim de söyleyeceklerim var" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim