yazar: ayşe kulin
yayım yılı: 2012
genç bir adam bora'nın geçmişinden getirip hayatın ondan götürdükleri ile hayatta kalma çabasını, var olma mücadelesini anlatan kitaptır. çocukluğundan, geçmişinden kaçıp istanbul'a gelir ancak mücadelesi devam etmektedir.
yayım yılı: 2012
genç bir adam bora'nın geçmişinden getirip hayatın ondan götürdükleri ile hayatta kalma çabasını, var olma mücadelesini anlatan kitaptır. çocukluğundan, geçmişinden kaçıp istanbul'a gelir ancak mücadelesi devam etmektedir.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "petit prince de paris" tarafından 13.03.2021 14:28 tarihinde açılmıştır.
1.
(bkz: ayşe kulin)
gizli anların yolcusundan sonra serinin ikinci kitabı olarak yayınlanan bora’nın kitabı tek kelimeyle sarsıcıdır.
bora kendi ağzından anlatır ruhsal ve bedensel mücadelesini, dışlanmanın korkusunu, geçmişinden kurtulamayışını, vicdanını ve yasak aşkını… kim bilir ne kadar zordur insanın adı dahil tüm geçmişini silmesi… zaten şöyle diyor bora da kitabın bir yerinde; "yoruldum! önce gerçeğimi kendime kabul ettirirken yoruldum! sonra gizlerken… daha sonra yüzleşirken… kendim olmaya hakkım olduğunu anladığımda… kendimle barışırken… gerçeğimi başkalarına kabul ettirmeye çalışırken… benim gibi binlerce, on binlerce insanın var olduğunu öğrenirken… yoruldum!”
bora yemek yapmayı sevdiği için ve ev işlerinde her zaman annesine yardım ettiği için, toplumun alıştığı erkek modeline uymuyordu babasının gözünde. bu yüzden de hiç onun sevgisini hissetmedi arkasında. belki de başına gelenlerde en büyük pay bu eksiklikti kim bilir…
doğduğu yerde ve kültürde kadının değersizliği de kitapta can acıtan detaylardan bir diğeridir. yıllar sonra kan kardeşi recep’e anlatırken eski bedri yeni bora’yı aslında kendiyle yüzleşir. çocukluğunun travmaları peşini hiç bırakmaz.
bu kitap görmezden gelinemeyecek birçok konuyu ele almış aslında. sadece iki erkeğin yaşadığı (yasak) aşk gibi görünse de konusu birçok kanayan yara ve okudukça daha da içinizi acıtacak birçok ayrıntıyı barındırıyor.
yorumu kitaptan birkaç alıntıyla bitirelim.
alıntılar:
• "senden güçlü bir şey var. adı kader!"
• "hayatın gerçekleri hayallerimizle örtüşemiyordu bir türlü!"
• "sahnenin ortasına zorla itilmiş, rolünü bir türlü beceremeyen oyuncular gibiydik."
• "gün gelir, genç kadınlar ya ölü bulunur ya da intihar ederlerdi. önce derin bir sessizlik olurdu. kimse bir şey söylemez, sormaz, sanki bilmek istemezdi ölüm nedenini. sonra zaman içinde bir fısıldaşma başlardı. kadınlar çeşme başlarında, evlerinin önünde, imecelerde kulaktan kulağa fısıl fısıl anlatır, sesler giderek yükselir, anaların eteğinde oynayan çocukların da kulağına gelir, ağızdan ağıza, kadından kadına, çocuktan çocuğa, kulaktan kulağa yayılır, kahvelere iner, tarlalara düşer, bir mırıltı gibi başlar, çığlık halini alırdı. an gelir herkes bilirdi. işte o herkesin bildiği an, ibret zamanıydı! gözdağı zamanıydı! kızlara, kadınlara erkeklerin “sözümüzden çıkarsanız işte böyle olursunuz. gebermekle kalmaz, dile de düşersiniz, ölünüz bile hayretmez,” deme zamanı!"
• sırdaş olmak kadar önemliydi birlikte suskun ya da birlikte durgun olabilmek. bizim gibi derdi bol, yükü ağır çocukların düşünceye daldığında, birinin ötekine, sürekli neyin var, canın neye sıkılıyor, bir şeye mi gücendin diye sormaması! birbirini sürekli eğlendirmeye, hoş eylemeye çalışmaması!"
• "erkeklik esastı coğrafyamızda! birbirimize erkek sözü verirdik! erkeklere yakışan oyunlar oynardık! erkekliğin bu denli vurgulandığı ortamda, erkek gibi davranmak için elimden geleni yapardım."
• "insanlardan kaçsam hasretlerim, günahlarımdan kaçsam vicdanım beni bir köşede yakalayıveriyor. o halde, ya bir kuş gibi uçmak açık maviye doğru ya da bir balık gibi süzülmek lacivertin kalbine…"
gizli anların yolcusundan sonra serinin ikinci kitabı olarak yayınlanan bora’nın kitabı tek kelimeyle sarsıcıdır.
bora kendi ağzından anlatır ruhsal ve bedensel mücadelesini, dışlanmanın korkusunu, geçmişinden kurtulamayışını, vicdanını ve yasak aşkını… kim bilir ne kadar zordur insanın adı dahil tüm geçmişini silmesi… zaten şöyle diyor bora da kitabın bir yerinde; "yoruldum! önce gerçeğimi kendime kabul ettirirken yoruldum! sonra gizlerken… daha sonra yüzleşirken… kendim olmaya hakkım olduğunu anladığımda… kendimle barışırken… gerçeğimi başkalarına kabul ettirmeye çalışırken… benim gibi binlerce, on binlerce insanın var olduğunu öğrenirken… yoruldum!”
bora yemek yapmayı sevdiği için ve ev işlerinde her zaman annesine yardım ettiği için, toplumun alıştığı erkek modeline uymuyordu babasının gözünde. bu yüzden de hiç onun sevgisini hissetmedi arkasında. belki de başına gelenlerde en büyük pay bu eksiklikti kim bilir…
doğduğu yerde ve kültürde kadının değersizliği de kitapta can acıtan detaylardan bir diğeridir. yıllar sonra kan kardeşi recep’e anlatırken eski bedri yeni bora’yı aslında kendiyle yüzleşir. çocukluğunun travmaları peşini hiç bırakmaz.
bu kitap görmezden gelinemeyecek birçok konuyu ele almış aslında. sadece iki erkeğin yaşadığı (yasak) aşk gibi görünse de konusu birçok kanayan yara ve okudukça daha da içinizi acıtacak birçok ayrıntıyı barındırıyor.
yorumu kitaptan birkaç alıntıyla bitirelim.
alıntılar:
• "senden güçlü bir şey var. adı kader!"
• "hayatın gerçekleri hayallerimizle örtüşemiyordu bir türlü!"
• "sahnenin ortasına zorla itilmiş, rolünü bir türlü beceremeyen oyuncular gibiydik."
• "gün gelir, genç kadınlar ya ölü bulunur ya da intihar ederlerdi. önce derin bir sessizlik olurdu. kimse bir şey söylemez, sormaz, sanki bilmek istemezdi ölüm nedenini. sonra zaman içinde bir fısıldaşma başlardı. kadınlar çeşme başlarında, evlerinin önünde, imecelerde kulaktan kulağa fısıl fısıl anlatır, sesler giderek yükselir, anaların eteğinde oynayan çocukların da kulağına gelir, ağızdan ağıza, kadından kadına, çocuktan çocuğa, kulaktan kulağa yayılır, kahvelere iner, tarlalara düşer, bir mırıltı gibi başlar, çığlık halini alırdı. an gelir herkes bilirdi. işte o herkesin bildiği an, ibret zamanıydı! gözdağı zamanıydı! kızlara, kadınlara erkeklerin “sözümüzden çıkarsanız işte böyle olursunuz. gebermekle kalmaz, dile de düşersiniz, ölünüz bile hayretmez,” deme zamanı!"
• sırdaş olmak kadar önemliydi birlikte suskun ya da birlikte durgun olabilmek. bizim gibi derdi bol, yükü ağır çocukların düşünceye daldığında, birinin ötekine, sürekli neyin var, canın neye sıkılıyor, bir şeye mi gücendin diye sormaması! birbirini sürekli eğlendirmeye, hoş eylemeye çalışmaması!"
• "erkeklik esastı coğrafyamızda! birbirimize erkek sözü verirdik! erkeklere yakışan oyunlar oynardık! erkekliğin bu denli vurgulandığı ortamda, erkek gibi davranmak için elimden geleni yapardım."
• "insanlardan kaçsam hasretlerim, günahlarımdan kaçsam vicdanım beni bir köşede yakalayıveriyor. o halde, ya bir kuş gibi uçmak açık maviye doğru ya da bir balık gibi süzülmek lacivertin kalbine…"
devamını gör...