1.
her içtiğimde dinlediğim geçekten harbiden öyle dediğim şiirdir bu şiir kadar hayatı anlatan realist bir yaklaşım içerisinde olan şiir bilmiyorum.
insanların nesillerini devam ettirme iç güdüsü ile yaptığı bazı eylemleri dişilerin bakış açısıyla anlatan onları tanıtan ve aslında ne istediklerini bize müjdeleyen ve aşk acısı çeken erkek insan evlalarına merhem bir şiirdir. kalemine sağlık üstadım. buradan
insanların nesillerini devam ettirme iç güdüsü ile yaptığı bazı eylemleri dişilerin bakış açısıyla anlatan onları tanıtan ve aslında ne istediklerini bize müjdeleyen ve aşk acısı çeken erkek insan evlalarına merhem bir şiirdir. kalemine sağlık üstadım. buradan
devamını gör...
2.
henüz yazmadığım şiirdir.
devamını gör...
3.
“yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.”
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.”
devamını gör...
4.
seni anlatabilmek seni
iyi çocuklara
kahramanlara
seni anlatabilmek seni
namussuza
haldan bilmez
kahpe yalana
art arda kaç zemheri
kurt uyur
kuş uyur
zindan uyurdu
dışarda gürül gürül akan bir dünya
bir ben uyumadım
kaç leylim bahar
hasretinden prangalar eskittim
saçlarına kan gülleri takayım
bir o yana
bir bu yana
seni bağırabilsem seni
dipsiz kuyulara
akan yıldıza
bir kibrit çöpüne varana
okyanusun en ıssız dalgasına
düşmüş bir kibrit çöpüne
yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin
yitirmiş öpücükleri
payı yok
apansız inen akşamdan
bir kadeh, bir cıgara
dalıp gidene
seni anlatabilsem seni
yokluğun cehennemin öbür adıdır
üşüyorum kapama gözlerini... *
iyi çocuklara
kahramanlara
seni anlatabilmek seni
namussuza
haldan bilmez
kahpe yalana
art arda kaç zemheri
kurt uyur
kuş uyur
zindan uyurdu
dışarda gürül gürül akan bir dünya
bir ben uyumadım
kaç leylim bahar
hasretinden prangalar eskittim
saçlarına kan gülleri takayım
bir o yana
bir bu yana
seni bağırabilsem seni
dipsiz kuyulara
akan yıldıza
bir kibrit çöpüne varana
okyanusun en ıssız dalgasına
düşmüş bir kibrit çöpüne
yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin
yitirmiş öpücükleri
payı yok
apansız inen akşamdan
bir kadeh, bir cıgara
dalıp gidene
seni anlatabilsem seni
yokluğun cehennemin öbür adıdır
üşüyorum kapama gözlerini... *
devamını gör...
5.
6.
(bkz: anket marşı)
devamını gör...
7.
hayat kapısından tek tek
her giriş ecele doğru
toprakta sürünür bebek
her karış ecele doğru
ister yürü ister bekle
ister çıkar ister ekle
geç kaldım diye gam çekme
her variş ecele doğru
ayakların yere değer
anadır yavrusun sever
kalpten damara kan yağar
her vuruş ecele doğru
bir el yapar bin el bozar
gün açılır gölge uzar
önü kundak sonu mezar
her yarış ecele doğru
| ecele doğru, abdurrahim karakoç
her giriş ecele doğru
toprakta sürünür bebek
her karış ecele doğru
ister yürü ister bekle
ister çıkar ister ekle
geç kaldım diye gam çekme
her variş ecele doğru
ayakların yere değer
anadır yavrusun sever
kalpten damara kan yağar
her vuruş ecele doğru
bir el yapar bin el bozar
gün açılır gölge uzar
önü kundak sonu mezar
her yarış ecele doğru
| ecele doğru, abdurrahim karakoç
devamını gör...
8.
tüm başkaldıranlara ve sadece bir kişi için boynunu indirebilenlere gelsin miniminominlerim. en güzeli bence budur.
saçlarını kimler için bölük bölük yapmışsın
saçlarını ruhumun evliyalarınca örülen
tarif edilmez güllerin yankısı gözlerin
gözlerin kaç kişinin gözlerinde gezinir
sen kaç köşeli yıldızsın
fabrika dumanlarında resmin
kirli ve temiz haritaları doldurmuşsun
hâtırasız ve geleceksiz bir iç deniz gibi
aşka veda etmiş topraklarda durmuşsun
benim geçmiş zaman içinde yan gelip yattığıma bakma
ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim
bir tek köşen bile ayrılmamışken bana
var olan ve olacak olan bütün köşelerinin sahibi benim
ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim
sen kaç köşeli yıldızsın
sen geldin ve benim deli köşemde durdun
bulutlar geldi ve üstünde durdu
merhametin ta kendisiydi gözlerin
merhamet saçlarını ıslatan sessiz bir yağmurdu
bulutlar geldi altında durduk
konuştun güneşi hatırlıyordum
gariptin yepyeni bir sesin vardı
bu ses öyle benim öyle yabancı
bu ses saçlarımı ıslatan sessiz bir kardı
dişlerin öpülen çocuk yüzleri
güneşe açılan küçük aynalar
sert içkiler keskin kokular dişlerin
içinden geçilen küçük aynalar
ve güldün rengârenk yağmurlar yağdı
insanı ağlatan yağmurlar yağdı
yaralı bir ceylan gözleri kadar sıcak
yaralı bir ceylan kalbi gibi içli bir sesin vardı
sen geldin benim deli köşemde durdun
bulutlar geldi üstünde durdu
merhametin ta kendisiydi gözlerin
ben leylâ gibi güneş doğarken uyanamam
şehir gece gündüz benim içime uyur
leylâ'yı götürüp londra’nın ortasında bıraksam
bir bülbül gibi yaşamasını değiştirmez çocuktur
leylâ diyorsam kesik yanaklarıyla leylâ
üç köşeli dünyasıyla
okuyla yayıyla yaylasıyla acımasıyla
leylâ diyorsam şu bizim gerçek leylâ
biz seni işte böyle seviyoruz leylâ
o gitti bize ağlamak kaldı kala kala
su akıyor birikiyor kan lekeleri
kurtulsam diyorum bir eser buna engel
öyle büyüyor öyle çoğalıyorsun
istanbul kalmıyor
hangi köşesinde huzur o köşesinde sen
hangi köşesinde yeni çağlara uygun odalar
ben bölünmez bir şairsem
sen bölünmez bir anne
bir çeşme
saçlarını kimler için bölük bölük yapmışsın
saçlarını ruhumun evliyalarınca örülen
tarif edilmez güllerin yankısı gözlerin
gözlerin kaç kişinin gözlerinde gezinir
sen kaç köşeli yıldızsın
fabrika dumanlarında resmin
kirli ve temiz haritaları doldurmuşsun
hâtırasız ve geleceksiz bir iç deniz gibi
aşka veda etmiş topraklarda durmuşsun
benim geçmiş zaman içinde yan gelip yattığıma bakma
ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim
bir tek köşen bile ayrılmamışken bana
var olan ve olacak olan bütün köşelerinin sahibi benim
ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim
sen kaç köşeli yıldızsın
sen geldin ve benim deli köşemde durdun
bulutlar geldi ve üstünde durdu
merhametin ta kendisiydi gözlerin
merhamet saçlarını ıslatan sessiz bir yağmurdu
bulutlar geldi altında durduk
konuştun güneşi hatırlıyordum
gariptin yepyeni bir sesin vardı
bu ses öyle benim öyle yabancı
bu ses saçlarımı ıslatan sessiz bir kardı
dişlerin öpülen çocuk yüzleri
güneşe açılan küçük aynalar
sert içkiler keskin kokular dişlerin
içinden geçilen küçük aynalar
ve güldün rengârenk yağmurlar yağdı
insanı ağlatan yağmurlar yağdı
yaralı bir ceylan gözleri kadar sıcak
yaralı bir ceylan kalbi gibi içli bir sesin vardı
sen geldin benim deli köşemde durdun
bulutlar geldi üstünde durdu
merhametin ta kendisiydi gözlerin
ben leylâ gibi güneş doğarken uyanamam
şehir gece gündüz benim içime uyur
leylâ'yı götürüp londra’nın ortasında bıraksam
bir bülbül gibi yaşamasını değiştirmez çocuktur
leylâ diyorsam kesik yanaklarıyla leylâ
üç köşeli dünyasıyla
okuyla yayıyla yaylasıyla acımasıyla
leylâ diyorsam şu bizim gerçek leylâ
biz seni işte böyle seviyoruz leylâ
o gitti bize ağlamak kaldı kala kala
su akıyor birikiyor kan lekeleri
kurtulsam diyorum bir eser buna engel
öyle büyüyor öyle çoğalıyorsun
istanbul kalmıyor
hangi köşesinde huzur o köşesinde sen
hangi köşesinde yeni çağlara uygun odalar
ben bölünmez bir şairsem
sen bölünmez bir anne
bir çeşme
devamını gör...
9.
geri gelen mektup :
ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
pervane olan kendini gizler mi hiç alevden?
sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu.
gün, senden ışık alsa da bir renge bürünse;
ay, secde edip çehrene, yerlerde sürünse;
her şey silinip kayboluyorken nazarımdan,
yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse…
ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla,
ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla!
hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince
çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince
gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım;
gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.
gözler ki birer parçasıdır sende ilahın,
gözler ki senin en katı zulmün ve silahın,
vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin;
sen öldürüyorken de vururken de güzelsin!
bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden,
bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden…
hasret sana ey yirmi yılın taze baharı,
vaslınla da dinmez yine bağrımdaki ağrı.
dinmez! gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu!
dinmez! ebedi özleyişin bestesidir bu!
hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı,
görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı.
dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,
tek bendeki volkanları söndürse denizler!
hala yaşıyor gizlenerek ruhuma ‘kaabil’
imkanı bulunsaydı bütün ömre mukabil
sırretmeye elden seni bir perde olurdum.
toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.
mehtaplı yüzün tanrı’yı kıskandırıyordur.
en hisli şiirden de örülmez bu güzellik.
yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur;
kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik
ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
pervane olan kendini gizler mi hiç alevden?
sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu.
gün, senden ışık alsa da bir renge bürünse;
ay, secde edip çehrene, yerlerde sürünse;
her şey silinip kayboluyorken nazarımdan,
yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse…
ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla,
ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla!
hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince
çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince
gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım;
gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.
gözler ki birer parçasıdır sende ilahın,
gözler ki senin en katı zulmün ve silahın,
vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin;
sen öldürüyorken de vururken de güzelsin!
bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden,
bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden…
hasret sana ey yirmi yılın taze baharı,
vaslınla da dinmez yine bağrımdaki ağrı.
dinmez! gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu!
dinmez! ebedi özleyişin bestesidir bu!
hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı,
görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı.
dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,
tek bendeki volkanları söndürse denizler!
hala yaşıyor gizlenerek ruhuma ‘kaabil’
imkanı bulunsaydı bütün ömre mukabil
sırretmeye elden seni bir perde olurdum.
toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.
mehtaplı yüzün tanrı’yı kıskandırıyordur.
en hisli şiirden de örülmez bu güzellik.
yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur;
kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik
devamını gör...
10.
onun gözleri. *
devamını gör...
11.
(bkz: ozymandias)
devamını gör...
12.
kesinlikle gülerken kısılan gözleri ve konuşurken sürekli ne güzel şeysin diyip iç çekişi
devamını gör...
13.
tahirle zühre meselesi
tahir olmak da ayıp değil zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş tahirle zühre olabilmekte
yani yürekte.
meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
tahir olmak da ayıp değil zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
yani tahir'i zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
tahir ne kaybederdi tahirliğinden?
tahir olmak da ayıp değil zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
nazım hikmet ran
devamını gör...
14.
21. yüzyılda mıyız diye sorgulatan başlık.
devamını gör...
15.
orhan veli - dalga
devamını gör...
16.
17.
18.
tüylerimi diken diken ediyor... hayallerimin gerçek olacağını hissettiriyor... dünyanın hala yaşamaya değer bir yer olduğunu fark ettiriyor... insanlığın ölmediğini hissettiriyor... güç veriyor, umutsuzluğunu gideriyor, umut veriyor! ayağa kaldırıyor, senin için değil; insanlık için ayağa kaldırıyor. 21. yüzyılın aptalca, rekabet ve kin dolu zehrine kapılmaman için seni sarsıyor. bir yaratıcının ve uhrevi bir dünyanın da olduğunu anımsatıyor.
bu eşsiz bir şiir.
"yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi meselâ,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.
yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani, o derecede, öylesine ki,
meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel, en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak, yani ağır bastığından.
diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğin son ajans haberlerini
diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
diyelim ki, hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgârıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak…
bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
bu dünya soğuyacak günün birinde,
hattâ bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
böylesine sevilecek bu dünya
“yaşadım” diyebilmen için…"
— nâzım hikmet, yaşamaya dair
bu eşsiz bir şiir.
"yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi meselâ,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.
yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani, o derecede, öylesine ki,
meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel, en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak, yani ağır bastığından.
diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğin son ajans haberlerini
diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
diyelim ki, hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgârıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak…
bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
bu dünya soğuyacak günün birinde,
hattâ bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
böylesine sevilecek bu dünya
“yaşadım” diyebilmen için…"
— nâzım hikmet, yaşamaya dair
devamını gör...
19.
buna hazır mısınız?
geceyarısı, karanlık bir bozkırda
ışıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım
içinde onca insan, içinde dünya...
soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkum
ve bilmeyen sonsuzluk nedir,
haklı olan kim bu kargaşada?
ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir
ucu bucağı olmayan bu çığlığın
ortasında nasıl barışılabilir?
anlamak isterim, hangi yasa
bir beşikle bir darağacını
aynı ağaçtan, ne adına varedebilir?
sorular sormak için geldim şu dünyaya
yasım acıların yasıdır
boynumu üzgün bir çiçek gibi kırıp da
yollara düştüğümde, başımda deniz köpüklerinden
ya da sabah yellerinden bir taçla
yürüdüğüme inanırdım - yanılırdım
geceyi günle, acıyı sevinçle kardığım
bu söylencenin bir yerinde durakladım
ve anlatamadım, konuşamadım bir daha.
acını ödünç ver bana, gözyaşlarını
damarlarında uyuyan sevinci ödünç ver
yitirdim çünkü onları da..
ilenmiyorum, el çırpmıyorum artık
ne aklımda yaşadıklarım üstüne düşünceler
ne de geleceğime dair bir tasa.
gelirken çan çalmıyor yalnızlık
bir adam, bir sokak, bir ev
yüzle, gülüşler, susuşlar boyunca
soruların vardı senin, ne çok soruların
gözlerin dünyayı eleyip dururdu boyuna
bir fısıltı gibi başladı sevgim
çığlık oldu, kağıtlarda çiçek açtı sonra
sonrası...mutlu bile olduk bazı
artık sen yadsısan da ne kadar
ya da ben bilmiyorum mutluluk nedir
anlatsın yollar, yollar, yollar...
şimdi gece, soluğumu verdim içime
az önce kağıtlara gül kuruları serptim
dolaplardan kekik, nane kokuları çıkardım
öylece serptim, seni yazacağım diye
sen ki, deniz görmemiş bir deniz kızısın
aklımın almadığı bir yerde, öylesin
şimdi gece, iki kişilik bu yalnızlık
bize artık yeter de artar bile...
dünyanın ölümünü gördüm, suyun toprağın
en yakın dostlarımın birer birer
vakitsiz açan çiçeklerin, vakitli doğan çocukların
ölümünü gördüm, ama kimse
inandıramaz beni öldüğüne sevgilerin!
yaşam ki bir kum saatidir usulca akan
dolan sevgilerimizdir biz boşaldıkca
yaşımız biraz da sevgilerimizin akranıdır
vereceğimiz tek şey budur dünyaya.
şu dağılgan yüreğimi, şu köpüklere imrenen
yüreğimi bir gün yollara atarsam
bir gün bir nehir yataklarına dolarsam, korkarım
suyumun çoğu senden yana akacak
bütün sözcüklere adını ekleyeceğim
güldeniz, gülekmek, gülyağmur, gülsarap
gülaşk, gülsiir, gülahmet, gülerhan
ey gül yaşamım, yitip giden düşlerim!
gecelerdi, solgun - sessiz tüterdi yüzün
yatağımda bir kımıltıydın, dilimde türkü
uykusunda konuşurken sesini öptüğüm
varmak için beyninin kıvrak dağ yollarına
kokundu, bedenimi saran o ince buğu
esintisinde usul usul yürüdüğüm
ki değişmem yaseminlerle, portakal ağaçlarıyla..
sanki bir kız yürürdü yollarda
evimin sokağına girer, paspasa ayaklarını silerdi
kapımı açardı gümüş bir anahtarla
sanki hep gelirdi, sevişirdik bazı, konuşurduk
tozlu kitapların yığıldığı odalarda
kalırdı duvarlarda gülüşünden bir tini
yatağımda bedeninden bir oyuk.
benimse ellerim titrerdi, alnının aklığından
saçlarına saçlarına doğru titrerdi
şimdi kağıtların üstünde gidip gelen ellerim
titremiyor artık , yolunu biliyor şimdi
geceyarılarını çoktan geçti
bu şiir bitmeyince varolmayacak ellerim
ellerim uykusuz, ellerim geberesiye yalnız
süzülüp alçalıyor karanlığa doğru.
bütün yaşamım seninle geçiyor belleğimden
seninle var ve seninle sürüp gidecek artık
bir akdeniz kentinde limon koklayan
ve hep ufkun ardına bakan çocuk
acıyı buldu sonunda, kanayan bir gülden
çaldı yüzünü bir yaşamlık
geçer şimdi dumanlı bir kentin sokaklarından
şaire çıkar adı - az buçuk kaçık.
yeryüzünden silinmiş ırkların sonuncusuyum ben
oturup da şimdi aşk şiiri yazmam bundan
gülsün köpek sürüsü, lime lime edip
bu dizeleri, satsınlar haraç-mezat
doğru, benden sonra da tufan kopmayacak
ama haykıracağım laflarını tuzla kesip
yitip giden bu aşkı, nefesim tükenene dek.
beynime bir sarkaç gibi vuruyor sorular
neresinde yanıldık biz bu yaşamın?
hangi el bozdu büyüyü, hangi yazı
acılara hüküm verdi, soldan sağa taşarak?
kalbimde yıllardır kabuk bağladı yaralar
ödüm kopuyor, bir gün hepsi birden kanamaya başlayacak diye
yenilmeyeceğim, boyun eğmeyeceğim hiçbir şeye
hep direnen bir yanım kalacak
adımın soluk izi, acının seyir defterinde.
şimdi gece, bindokuzyüzseksenikiyle
üçyüzaltmışbeşi çarp - oradayım işte
yorgun değilim, umarsızım yalnızca
geçmişle geleceğin öpüştüğü yerde bir nokta
gibiyim ve çoktan dürüldü defterim
uçurumlar üstünde uçuşur dizelerim
onlara köprü olacak bir beden yoksa da..
bu benim yalnızlığım, dalsızlığım benim
kana kana içtiğim çeşmelerden susayarak ayrılmak
titreyen bir ışık karanlıklarda
onu kim görebilir, kim tanıyabilir?
sonuda hep bir soruyla karşı karşıya kalmak
boynumun borcu bu, ödenmedi yıllardır.
her aşktan böyle bir şiir kaldı bende
yaşamımın bir dilimini özetleyen
unutuşun çiçekleri bunun için hiç açmıyor
donuyor bir gülüş tek bir dizede
yaşanmış yüzlerce anı, buruk bir özlem
çivileniyor beynimin bir yerlerine
geride -hayır- acılar filan da kalmıyor
bir boşluk yalnızca, uçurumlara özenen.
nefret ediyorum ve seviyorum seni
girdiğin bütün kapıları açık bırak
birazdan git diyebilirim çünkü..
çağım yalnız bırakmıyor beni, ellerini
tutuşumda, usulca öpüşümde dudağını
çağım aramızda çekilen kanlı bir bayrak
uzayan, akan bir irin yolu gibi.
sözcükleri güden çobanları var kalbimin
beynimin yaşamı saran kıskaçları
bitsin dediğim yerde bunun için başlıyorum
yitirdiğim her şeye dönüp de bakmam bundan
sensin yalnızlığa uzanan yolların düğüm yeri
ama şu anda içimde öyle çoğulsun ki
böyle irkilmezdim dünyayı kucaklasam.
çapraz yalnızlıklar astım göğsüme
yollarda bir savaşçı gibi yürüdüğüm doğrudur
gözlerle, dillerle kuşatılmış bir ülke
kalbimdir ona tek sınır
susmayı bunun için severim bir çığlık gibi
donup kalır sesim kendi göğünde
onu ne anlayan, ne de duyan bulunur.
yaşamım sonsuz bir hac yolculuğuna dönüşüyor burada
kendi içimde ya da uzak yollarda
bulduğum ve yitirdiğim bütün varlıklar
bir mozayiğe biçim veriyorlar sessizce..
bende dünyanın acısıyla sevinci öpüşüyor
ırmakların birleştiği o nokta benim
itilip tekmelendiğim bütün kapılarda
bana atılan her taş şimdi çiçek açıyor.
bir gün anlarsın beni neden suskunum
dünya içimde konuşurken böyle
bedenimi aşıyor yorgunluğum
karşında oturduğum masalardan dökülüp saçılıyor
bu öyle bir çığlık ki, susuşlar kalıyor geride
ondan öte her söz bir saçmalığı büyütüyor.
adını çoktan unuttun yüzün aklımda
ve bu şiiri neden sana adadığımı bilmiyorum
ama her güzellik nasılsa kendi adını bulur
bunun için ben gül dedim sana..
yine de bir çiçeğe bunca yağmur yağarsa
kökleri toprağı saramaz olur
üstüne titrediğim her şeyi yitirmeyi öğrendim çoktan
söylenecek bir tek sözüm kalmazsa
çizerim yüzünü kuşların kanatlarına
her çırpınışta gökyüzüne dağılır
yüzün, hücrelerine varana dek uçuşur.
kağıtların aklığına aşkın tortusu çöküyor
parklar, sokaklar, söylenmiş ya da söylenmemiş sözler
yazdıkça biraz daha unutuyorum seni
ve her yerde düş tacirleri, şiirseviciler
bir şeyleri yorumlayıp duruyorlar aptalca
büyüteçlerle inceliyorlar şu yitik ömrümüzü
ben aşkın son hasatçısı, son peygamber
gülünç, soyu tükenmiş bir varlığı oynuyorum boyuna.
sana artık bir sığınak olsun bu şiir
noterlere ver onaylasınlar - her hakkı saklıdır
düşün, kalemimi sen tuttun yazarken
yeni okula başlayan bir çocuğa yardım eder gibi
öyle acemilikler yaptım ki ben
hiç kalır bu şiir onların yanında ve
nasıl ayaktayım diye şaşıyorum bazen.
görüp göreceği son şey bu şiirdir dünyanın
çığlığımdan arta kalan bunlar olacak
aklımın son kırıntılarını da burada harcıyorum
bundan böyle ibreler hep eskiye vuracak
yakınmıyorum, yerinmiyorum hiçbir şeyle
kalırsa odalarda unutulmuş birkaç şiir
bir yeniyetmen in altını çizeceği dizeler benden
senin adın nasılsa bir gün hepsini tamamlayacak...
ahmet erhan.
geceyarısı, karanlık bir bozkırda
ışıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım
içinde onca insan, içinde dünya...
soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkum
ve bilmeyen sonsuzluk nedir,
haklı olan kim bu kargaşada?
ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir
ucu bucağı olmayan bu çığlığın
ortasında nasıl barışılabilir?
anlamak isterim, hangi yasa
bir beşikle bir darağacını
aynı ağaçtan, ne adına varedebilir?
sorular sormak için geldim şu dünyaya
yasım acıların yasıdır
boynumu üzgün bir çiçek gibi kırıp da
yollara düştüğümde, başımda deniz köpüklerinden
ya da sabah yellerinden bir taçla
yürüdüğüme inanırdım - yanılırdım
geceyi günle, acıyı sevinçle kardığım
bu söylencenin bir yerinde durakladım
ve anlatamadım, konuşamadım bir daha.
acını ödünç ver bana, gözyaşlarını
damarlarında uyuyan sevinci ödünç ver
yitirdim çünkü onları da..
ilenmiyorum, el çırpmıyorum artık
ne aklımda yaşadıklarım üstüne düşünceler
ne de geleceğime dair bir tasa.
gelirken çan çalmıyor yalnızlık
bir adam, bir sokak, bir ev
yüzle, gülüşler, susuşlar boyunca
soruların vardı senin, ne çok soruların
gözlerin dünyayı eleyip dururdu boyuna
bir fısıltı gibi başladı sevgim
çığlık oldu, kağıtlarda çiçek açtı sonra
sonrası...mutlu bile olduk bazı
artık sen yadsısan da ne kadar
ya da ben bilmiyorum mutluluk nedir
anlatsın yollar, yollar, yollar...
şimdi gece, soluğumu verdim içime
az önce kağıtlara gül kuruları serptim
dolaplardan kekik, nane kokuları çıkardım
öylece serptim, seni yazacağım diye
sen ki, deniz görmemiş bir deniz kızısın
aklımın almadığı bir yerde, öylesin
şimdi gece, iki kişilik bu yalnızlık
bize artık yeter de artar bile...
dünyanın ölümünü gördüm, suyun toprağın
en yakın dostlarımın birer birer
vakitsiz açan çiçeklerin, vakitli doğan çocukların
ölümünü gördüm, ama kimse
inandıramaz beni öldüğüne sevgilerin!
yaşam ki bir kum saatidir usulca akan
dolan sevgilerimizdir biz boşaldıkca
yaşımız biraz da sevgilerimizin akranıdır
vereceğimiz tek şey budur dünyaya.
şu dağılgan yüreğimi, şu köpüklere imrenen
yüreğimi bir gün yollara atarsam
bir gün bir nehir yataklarına dolarsam, korkarım
suyumun çoğu senden yana akacak
bütün sözcüklere adını ekleyeceğim
güldeniz, gülekmek, gülyağmur, gülsarap
gülaşk, gülsiir, gülahmet, gülerhan
ey gül yaşamım, yitip giden düşlerim!
gecelerdi, solgun - sessiz tüterdi yüzün
yatağımda bir kımıltıydın, dilimde türkü
uykusunda konuşurken sesini öptüğüm
varmak için beyninin kıvrak dağ yollarına
kokundu, bedenimi saran o ince buğu
esintisinde usul usul yürüdüğüm
ki değişmem yaseminlerle, portakal ağaçlarıyla..
sanki bir kız yürürdü yollarda
evimin sokağına girer, paspasa ayaklarını silerdi
kapımı açardı gümüş bir anahtarla
sanki hep gelirdi, sevişirdik bazı, konuşurduk
tozlu kitapların yığıldığı odalarda
kalırdı duvarlarda gülüşünden bir tini
yatağımda bedeninden bir oyuk.
benimse ellerim titrerdi, alnının aklığından
saçlarına saçlarına doğru titrerdi
şimdi kağıtların üstünde gidip gelen ellerim
titremiyor artık , yolunu biliyor şimdi
geceyarılarını çoktan geçti
bu şiir bitmeyince varolmayacak ellerim
ellerim uykusuz, ellerim geberesiye yalnız
süzülüp alçalıyor karanlığa doğru.
bütün yaşamım seninle geçiyor belleğimden
seninle var ve seninle sürüp gidecek artık
bir akdeniz kentinde limon koklayan
ve hep ufkun ardına bakan çocuk
acıyı buldu sonunda, kanayan bir gülden
çaldı yüzünü bir yaşamlık
geçer şimdi dumanlı bir kentin sokaklarından
şaire çıkar adı - az buçuk kaçık.
yeryüzünden silinmiş ırkların sonuncusuyum ben
oturup da şimdi aşk şiiri yazmam bundan
gülsün köpek sürüsü, lime lime edip
bu dizeleri, satsınlar haraç-mezat
doğru, benden sonra da tufan kopmayacak
ama haykıracağım laflarını tuzla kesip
yitip giden bu aşkı, nefesim tükenene dek.
beynime bir sarkaç gibi vuruyor sorular
neresinde yanıldık biz bu yaşamın?
hangi el bozdu büyüyü, hangi yazı
acılara hüküm verdi, soldan sağa taşarak?
kalbimde yıllardır kabuk bağladı yaralar
ödüm kopuyor, bir gün hepsi birden kanamaya başlayacak diye
yenilmeyeceğim, boyun eğmeyeceğim hiçbir şeye
hep direnen bir yanım kalacak
adımın soluk izi, acının seyir defterinde.
şimdi gece, bindokuzyüzseksenikiyle
üçyüzaltmışbeşi çarp - oradayım işte
yorgun değilim, umarsızım yalnızca
geçmişle geleceğin öpüştüğü yerde bir nokta
gibiyim ve çoktan dürüldü defterim
uçurumlar üstünde uçuşur dizelerim
onlara köprü olacak bir beden yoksa da..
bu benim yalnızlığım, dalsızlığım benim
kana kana içtiğim çeşmelerden susayarak ayrılmak
titreyen bir ışık karanlıklarda
onu kim görebilir, kim tanıyabilir?
sonuda hep bir soruyla karşı karşıya kalmak
boynumun borcu bu, ödenmedi yıllardır.
her aşktan böyle bir şiir kaldı bende
yaşamımın bir dilimini özetleyen
unutuşun çiçekleri bunun için hiç açmıyor
donuyor bir gülüş tek bir dizede
yaşanmış yüzlerce anı, buruk bir özlem
çivileniyor beynimin bir yerlerine
geride -hayır- acılar filan da kalmıyor
bir boşluk yalnızca, uçurumlara özenen.
nefret ediyorum ve seviyorum seni
girdiğin bütün kapıları açık bırak
birazdan git diyebilirim çünkü..
çağım yalnız bırakmıyor beni, ellerini
tutuşumda, usulca öpüşümde dudağını
çağım aramızda çekilen kanlı bir bayrak
uzayan, akan bir irin yolu gibi.
sözcükleri güden çobanları var kalbimin
beynimin yaşamı saran kıskaçları
bitsin dediğim yerde bunun için başlıyorum
yitirdiğim her şeye dönüp de bakmam bundan
sensin yalnızlığa uzanan yolların düğüm yeri
ama şu anda içimde öyle çoğulsun ki
böyle irkilmezdim dünyayı kucaklasam.
çapraz yalnızlıklar astım göğsüme
yollarda bir savaşçı gibi yürüdüğüm doğrudur
gözlerle, dillerle kuşatılmış bir ülke
kalbimdir ona tek sınır
susmayı bunun için severim bir çığlık gibi
donup kalır sesim kendi göğünde
onu ne anlayan, ne de duyan bulunur.
yaşamım sonsuz bir hac yolculuğuna dönüşüyor burada
kendi içimde ya da uzak yollarda
bulduğum ve yitirdiğim bütün varlıklar
bir mozayiğe biçim veriyorlar sessizce..
bende dünyanın acısıyla sevinci öpüşüyor
ırmakların birleştiği o nokta benim
itilip tekmelendiğim bütün kapılarda
bana atılan her taş şimdi çiçek açıyor.
bir gün anlarsın beni neden suskunum
dünya içimde konuşurken böyle
bedenimi aşıyor yorgunluğum
karşında oturduğum masalardan dökülüp saçılıyor
bu öyle bir çığlık ki, susuşlar kalıyor geride
ondan öte her söz bir saçmalığı büyütüyor.
adını çoktan unuttun yüzün aklımda
ve bu şiiri neden sana adadığımı bilmiyorum
ama her güzellik nasılsa kendi adını bulur
bunun için ben gül dedim sana..
yine de bir çiçeğe bunca yağmur yağarsa
kökleri toprağı saramaz olur
üstüne titrediğim her şeyi yitirmeyi öğrendim çoktan
söylenecek bir tek sözüm kalmazsa
çizerim yüzünü kuşların kanatlarına
her çırpınışta gökyüzüne dağılır
yüzün, hücrelerine varana dek uçuşur.
kağıtların aklığına aşkın tortusu çöküyor
parklar, sokaklar, söylenmiş ya da söylenmemiş sözler
yazdıkça biraz daha unutuyorum seni
ve her yerde düş tacirleri, şiirseviciler
bir şeyleri yorumlayıp duruyorlar aptalca
büyüteçlerle inceliyorlar şu yitik ömrümüzü
ben aşkın son hasatçısı, son peygamber
gülünç, soyu tükenmiş bir varlığı oynuyorum boyuna.
sana artık bir sığınak olsun bu şiir
noterlere ver onaylasınlar - her hakkı saklıdır
düşün, kalemimi sen tuttun yazarken
yeni okula başlayan bir çocuğa yardım eder gibi
öyle acemilikler yaptım ki ben
hiç kalır bu şiir onların yanında ve
nasıl ayaktayım diye şaşıyorum bazen.
görüp göreceği son şey bu şiirdir dünyanın
çığlığımdan arta kalan bunlar olacak
aklımın son kırıntılarını da burada harcıyorum
bundan böyle ibreler hep eskiye vuracak
yakınmıyorum, yerinmiyorum hiçbir şeyle
kalırsa odalarda unutulmuş birkaç şiir
bir yeniyetmen in altını çizeceği dizeler benden
senin adın nasılsa bir gün hepsini tamamlayacak...
ahmet erhan.
devamını gör...
20.
"dünyanın en güzel şiiri" ile benzer başlıklar
günün şiiri
335