cumhuriyet dönemi türk edebiyatının önde gelen yazarlarından birisidir. öykü, tiyatro, kabare yazarıdır. ülkemizdeki ilk kabare tiyatro örneği vatan kurtaran şaban ve ilk epik tiyatro keşanlı ali destanı'nın da sahibidir.

haldun taner eserlerinde gözleme, yergiye ve mizaha (bilgece) önem verir hatta bunları çoğu zaman aynı anda kullanır. görgüsüzlüğü, bilgisizliği ve bunların doğurduğu düzensizliği yansıtır eserlerinde. örneğin gözlerimi kaparım vazifemi yaparım'da iki yüzlü, çıkarcı, sahtekar ve işi bilmeden o makama getirilen kişileri ve sistemi eleştirir. bu eleştirisini bilgece yapar ve kara mizaha çevirse de asla basit bir kara mizah değildir bu, fazla yormaz, basit ve nettir. ne anladıysan odur. vermek istediği mesajlar başarılıdır. çünkü tam bir ustadır, güldürmekte de, hicivde de, ''gözlerinizi açın'' demekte de.


''turizm bakanımız
turist olmamış ömründe
hariciyenin dümeni
emekli bir valinin elinde
devlet işinde ihtisas sonradan gelir şaban''



güldürmekte ustadır dedim ya, haldun taner bir röportajında, fransızların kendisine ''siz deli misiniz? bu memlekette çocuklar bile gülmüyor. çocukların gülmediği memlekette nasıl komedi yazarsınız?'' diye sorduklarından bahseder. ustanın cevabı elbette hazırdır. o gözlem yapmadan, halkın durumunu bilmeden adım dahi atmaz. kaldı ki komedi yazsın. cevabı şu olur: ''yüzleri gülmüyor ama içleri güler ve güldürüldüğü zaman çok iyi gülerler.... sizden daha iyi gülerler... ezikliklerinin acısını çıkartırcasına, öç alırcasına gülerler...''

kısaca, aynı çağda yaşamamış olmak ne büyük eksiklik dediğim kişidir. tiyatro açısından birçok yeniliğe öncülük eden değerli isimlerden ve türk edebiyatının yapı taşlarından biridir, okunmalıdır.
devamını gör...
ilk epik tiyatromuz ''keşanlı ali destanı''nın sahibidir.
devamını gör...
t: biz onu yalnız üniversite sınavları hasebiyle tiyatroda yaptığı ilkler yönüyle biliyoruz fakat haldun taner'in mükemmel bir öykü yazarı olduğu eğitimimizde maalesef göz ardı ediliyor.
örneğin, şişhane'ye yağmur yağıyordu adlı öyküsüyle new york heral tribune ve yeni istanbul gazetelerinin düzenlediği uluslararası bir yarışmada birinci olmuştur. sancho'nun sabah yürüyüşü kitabıyla da uluslararası bordighera mizah hikâyeleri ödülünü kazanmıştır.

atatürk galatasaray'da adlı öyküsünden daha önce kitap alıntıları başlığı altına yazdığım kısa bir alıntıyı buraya bırakıyorum: #404550
devamını gör...
aynı zamanda son osmanlı meclisinde istanbul milletvekili olan istanbul üniversitesi hukuk fakültesi profesörü ahmed selahattinin oğlu.

zeki alasya ve metin akpınar ile devekuşu kabare tiyatrosunu, ahmet gülhan ile ise tef tiyatro grubunu kurdu. türk ortaoyunu gibi geleneksel motiflerden yararlanarak toplumsal olayları alaylı bir dille ele aldığı için oyunlarıyla ününe ün kattı.
devamını gör...
1915-1986 yılları arasında yaşamış, öykü, tiyatro yazarı, gazeteci ve öğretim üyesi.

epik tiyatro ve kabareyi türkiye'ye getiren insan.
devamını gör...
kime kalmış bu dünya? hepsi gidecek, hepsi. kralı da, karunu da. *
devamını gör...
galatasaray lisesi'nden mezun olmuş, bu durumun neticesinde fransız kabare'sini örnek almıştır. kendisi olmasa ne münir özkul, ne şaban tiplemesi (dolayısıyla kemal sunal) ne zeki alasya ne de metin akpınar bu kadar bilinir ya da görece o yaşta bilinir olurdu. daha açık ifadeyle söz konusu isimlerin tanınmasında ve söz konusu kişilerinde onun tanınmasında karşılıklı etki olduğunu iddia etmek yanlış olmaz.

daha da enteresanı devekuşu adını kabare'ye koyma sebebi türkiye'de toplumun sorunlara karşı vurdum duymazlığına tepki olarak koyduğu anlatılır..ne kadar doğrudur bilinmez.

kabaresindeki ilk oyun "vatan kurtaran şaban"dır. bu açıdan da kemal sunal'a ve yeşilçam'a katkısı olduğunu düşünmek zorlama durmamaktadır. ha bu toplum şaban karakterindeki eleştiriyi görmektense laubaliliği, kurnazlığı için kabul/onay olarak görmüştür o da başka bir girdinin konusu.

ayrıca epik tiyatrosu (keşanlı ali destanı) kendis hayattayken balkanlarda ve yurt dışında gösterime girmiştir, bu açıdanda önemi bir kez daha onaylanmıştır.

hafızam yanıltmıyorsa ferhan şensoy podcastinde ve zeki/metin röportajında, (mealen) "neden kabare yok?" sorusuna "çünkü haldun taner gibi bir yazar yok" diyerek ustaya hakkını vermeyi/selam çakmayı ihmal etmemişlerdir.
devamını gör...
şişhaneye yağmur yağıyordu bu adam o kadar güzel tiyatro metinlerini yazarken, öyle söyleyeyim. okuyun bu adamı. bu adam yeterince okunmuyor. halbuki haldun olmalıydı bu adam.
devamını gör...
türk edebiyatının büyük öykücülerinden biri
devamını gör...
bir öyküsever okuyucu olarak öykülerini bambaşka sevdiğim yazardır. yalıda bir sabah, on ikiye bir kala, şişhaneye yağmur yağıyordu kitaplarını okudum. sırada bekleyen ayışığında çalışkur ve sancho'nun sabah yürüyüşü kitaplarını okuyacağım. hemen bitmesin diye yavaş yavaş okuyorum. öyküyü duyumsayana kadar kafamda çeviriyorum. haldun abinin öykülerinde beni büyüleyen şey aynı anda olan, aynı ana şahit olan farklı karakterleri, o kısacık yazı içinde bu kadar harikulâde bir şekilde birbirine bağlayabilmesidir. ve bana yaşarken etrafımıza karşı ne kadar kör olduğumuzu, anda kalamadığımız icin nelerin farkında olmadan kaçırdığımızı göstermiştir. 5 senedir gelip geçtiğim yolda bana o duvardaki serçe yuvasını farkettiren kişidir haldun taner. hep at gözlüğü ile yürürmüşüm meğer. daha neler gizli sokaklarda kim bilir. ruhun şad olsun büyük usta.
devamını gör...
gözünüzde bir beyefendi, gerçek bir centilmen canlandırın. işte o imgenin vücut bulmuş halidir haldun taner. son derece kibar, zarif, entelektüel bir salon beyefendisi, bir paşazade. bu nedenle, yalnızca çok dikkatle gözlemlediği ve eserlerine geçirdiği yoksul kesimleri değil, türkiye'nin onun zamanında var olan üst sınıflarını da eserlerinde başarıyla işler.

aşağıya onun bugün bile 'taze' ve 'bizi 'yansıtan, hala güncelliğini koruyan öykülerinden birini alıntılıyorum. okurken siz de bunu fark edeceksiniz.

haldun taner'in bir kitabına da adını veren öykü. haldun taner bu öyküyü 1953'te yani 70 yıl önce yazmış, ne kadar ilginç değil mi?


konçinalar

iskambil destesinin en sevdiğim kağıtlarından biri, üzerine the jolly jocker yazılı, o delişmen, o uçarı, o biraz cambaz, biraz sihirbaz, bir miktar da düzenbaz, ama neşe dolu, hayat ve hareket dolu, kanısıcak delikanlıdır. ne yazık ki, joker'lere kanasta'dan, kumkan'dan, remi'den başka oyunlarda yer verilmiyor. verilse, her girdikleri oyuna renk ve hareketlilik,canlılık ve şaklabanlık katarlardı.

jolly joker'ler bir yana, destenin en itibarlı kağıtları, bilindiği gibi, beyler yani aslar oluyor. ayıp değil ya, ben aslardan oldum bittim hoşlanmam. belki kendim hiçbir zaman as olamadığım, as olamayacağım için. kabul etmeli ki, onların dördünde de bir kral havası, bir padişah cakası vardır. hele bazı takımlarda bunları daha da bir şatafatlı resmederler.

karamaça beyinde uğursuz bir şeyler sezilir. onun sarayında herhalde birtakım karanlık dalavereler dönüyor, gece, mahzenlerinde, bir sürü kelleler uçuyor olmalıdır.
i̇spati beyini ben bir bizans prensine benzetirim.
bunlara oranla, kupa beyi daha bir bizden gibidir. kupa beyi herhalde osmanlı soyundan olmalı.

karo beyine gelince, bakınız, o bir selçuk sultanıdır. çelebi, zarif, nazik...aksi gibi, tekel damgasını da hep onun üstüne vurular. buna karşın öylesine soylu ve kibar bir havası vardır ki, damgası olmayan bir karo beyi görsek, bayağı yadırgar, bir eksiklik duyarız.

resimli kağıtlar içinde kanım en çok kupa kızına kaynar. kupa kızı, etine dolgun, duru-beyaz, hanım-hanımcık bir tazedir. üniverisiteyi felan bir kalem geçin, güç hal ile bitirdiği ortadan sonra, liseyi bile okuyamamıştır. olsa olsa sanat enstitüsü mezunudur. herkesin okumaya merakı olmasa, buncağızın da başka marifetleri var: dikişle nakışın her türlüsü, örgü işlerinin daniskası...eteği belinde, bütün evi o çeviriyor. yeni yetişirken mahalledeki oğlanlarla mektup alıp verdiği olmuş gerçi. cahillik işte. hoş görmeli. ama evlenince eşi bulunmaz bir hayat arkadaşı olacaktır. buna eminim. bir kere kocasına karşı ukala ukala karşılık vermez. sonra bu cins kadınlar çocuklarına da düşkün olurlar. daha ne?

onunla evlendiğiniz taktirde, kaynınız kupa oğlu olacaktır ki, allah için, uslu akıllı, yumuşak başlı, kendi halinde bir çocuktur.
babaları kupa papazına gelince, sizden iyi olmasın, pek babacan pek cana yakın bir adamdır. hoş fıkralar anlatıp göbeğini hoplata hoplata güler. daha coşarsa, küt küt karşısındakinin sırtına vurur. evde teklif tekellüf hak getire...sen de sen , ben de ben. candan insanlardır vesselam. öyle bir aileye damat girmek isterim.

i̇spati kızına gelince, bakın ondan her türlü sinsilik umulur. siz onun öyle sakin ve masum göründüğüne bakmayın, o ne hin oğlu hindir o, o ne içten pazarlıklı aşiftedir o... i̇skambil üstünde gördüğünüz onun bayramlık resmi. o, bu masum erdem pozunu, fotoğrafçıda resim çektirirken bir, bir de pazarları kiliseye giderken takınır. şöyle kulağınızı verin de bir dinleyin mahalleyi. maçanın oğlu ile sinema localarında, plaj kabinlerinde yapmadığı kalmamış. hal böyle iken, yine de bilmeyenlere karşı kendini dirhem dirhem satar. i̇spatinin oğlu ablasının kirli çamaşırlarını herkesten iyi bilir, bilir ama gel gör ki ablası da onun kumar borçlarını öder, evden şunu bunu götürüp satışını gizler. babaları da zaten itin biri. bu yaşa gelmiş hala sefih, kumarbaz, birgün olsun ayık gezdiği görülmemiş. tencere dibin kara hikayesi, kimin kime ne demeye hakkı var.

karolara gelince, onlar kişizade, görmüş geçirmiş bir ailedir. bakmayın şimdi biraz düştüklerine. babaları hariciyeden emekli. sanırım eski konsoloslardanmış. eski usul, uyaklı, sanatlı bir i̇stanbul türkçesi konuşur. kızları, nörsler, matmazellerle, el bebek gül bebek büyütüldü. beş yıldır i̇ngiliz filolojisine gidiyor, bitiremedi. bitiremez de elbet. allah'ın günü kantinde ha ha ha, hi hi hi, akşamüstü de oğlanlarla altı buçuk matinesi... erkek kardeşini sorarsanız, al onu vur ona. karonun oğlu da, hoppala paşam, hoppala beyim dadılar tayalarla şımartılmış, kuş sütüyle beslenmiş, beyaz tüysüz, oğlandan çok kıza yakın, tasvir gibi bir güzel. en iyi okullara verdiler okumadı. günahı boynuna, birtakım uygunsuz, serseri heriflerle geziyormuş. allah bilir, eroin de çekiyordur. gözlerinin her zaman baygın bakışını ben pek hayra yoramıyorum. öyle efendi babanın çocuğu böyle soysuz çıksın, yazık, çok yazık...

maçalar bir ermeni ailesidir. gedikpaşa'da oturuyorlar. peder koyu bir katolik papazı. basbariton, tumturaklı bir sesi vardır. oğlu mahmutpaşa'da bir tuhafiye mağazası işletiyor. i̇spati kızı ile serüvenlerine yukarda az buçuk dokunduk. ablası maça kızı, esmer, kara kaşlı, kara gözlü, gerçi sıcak, gerçi güzel, ama neme gerek, duasında yakarışında, dini bütün bir tazedir. belli ki, babasına çekmiş. i̇stavrozunu bir gün göğsünden eksik etmez. kardeşinin i̇spati kızıyla yaptıklarını duysa, utancından yerin dibine geçer. öylesine kaba sofu ki, yersiz rüyalar gördüğü zaman bile, bilinçaltının kendine oynadığı bu oyuna içerler, sabahleyin apar topar aklanıp paklanıp tövbe bağış diler. i̇yi bir drahoması var. şimdi, genç değil şöyle kırkını, kırk beşini aşmış, efendiden ağırbaşlı bir kısmet bekliyor. hayırlısı. (bakmayın,maça kızının adı edebiyata kötü geçmiş. onun kendisine yorulan uğursuz kadın, çok bilmiş dul, yuva yıkan vampdişi nitelikleri ile ilişiği yoktur. i̇ftira, söylenti. hele bizim klasik tekel takımlarındaki maça kızının , i̇spati kızınınki gibi numaradan değil, gerçekten masum, yüzüne bakınca bana büsbütün hak vereceksiniz.)

resimli kağıtlardan sonra, ilk ağızda, onlularla dokuzlular gelir. onlularla dokuzlular, resimli kağıtlar içinde önemli oyunlara katılma ayrıcalığına sahip, başlıca kağıtlardır. bundan ötürü de hallerinde görgüsüzce bir çalım, budalaca bir kurum sezilir. haydi onlular asların halktan yetişme vezirleridir diyelim. ya dokuzlara ne buyrulur? bunlar, kendilerini sayıdan bile saymadıkları halde yine de oyunlarına alan, oyunlarına alıp onlara öbür resimsiz kağıtlardan üstün bir değer sağlayan aristokrat kağıtlara yaranmaktan, siftinmekten hoşlanırlar. bu hallariyle dokuzları, efendilerinin önünde yerlere kadar eğilen ama saray parmaklıkları dışındaki halka tepeden bakan, mabeyinciler ya da üksek uşaklar sınıfından saymak yanlış olmaz sanırım.

dokuzlular mabeyinci ya da yüksek uşak olursa sekizlilerle yedilere de, el ulaklığı, bahçıvan yamaklığı gibi daha aşağılık işler düşüyor.

bütün bunlardan sonra sıra nihayet konçinalara gelir. konçina diye, bilindiği gibi, altıdan aşağı kağıtlara deniyor. konçinalar, adı üstünde işte, konçinadırlar. geçin bezik gibi, poker gibi kibar oyunları, aşçı i̇skambili gibi en bayağı oyunlarda bile hiçbir işe yaramaz, üzgün ve küskün, oyunu dışarıdan seyrederler. diyeceksiniz ki, pinakl'da, kanasta'da oyuna alınıyorlar ya... ben ona oyuna alınmak mı derim. zavallılar, çıtır kozların at oynattığı alanlarda habire gelip gider, ayak altında dolaşıp trafiği tıkar, itilip kakılır, muştalanır dururlar. kısacası aburcuburdurlar. böyle oynamaktansa ben yeşil çuhanın üstüne kapanıp yüzüstü uyuklamayı yeğlerim. konçinalar bu bakımdan iskambillerin paryasıdır. var oluşlarının nedeni salt öbür kağıtlara basamak olmak, onların üstün durumlarını sağlamaktır. alt basamak olmasa üst basamak neye kime öğünecek?

konçinaların bu içler acısı durumu bana oldum olasıya dokunmuştur. kaldı ki, deste içinde hüküm süren bu derebeylik düzenini bugüne bugün i̇nsan hakları bildirisi ile uzlaştırmaya da imkan yoktur. nitekim, usta oyuncu geçindiğim sıralarda onları paryalardan kurtarıp eşitliğe kavuşturacak, böylece desteyi de iyi kötü çağımızın demokrasi gidişine uyduracak yeni oyunlar aradığım oldu. hatta, öyle bir oyun bulayım ki diyordum, birliler asıl değerlerine indirilsin, beşliler kızları, dörtlüler oğlanları alabilsin, alay bu ya, gereğince bir kılkuyruk üçlü, dört papazı birden sustaya durdurabilsin. fakat olmuyor beyler.
aslarda o küçük dağları ben yarattım diyen heybet, papazlarda o bütün güvenini sakaldan, asadan, baltadan alan azamet varken, o güdük, o sümük, o boynu bükük konçinalar onlara bir türlü el kaldıramıyorlar. sinmiş bir kere içlerine. alışkanlık deyin, çekingenlik deyin, aşağılık daha doğrusu, konçinalık kompleksi deyin, yapamıyorlar işte, ellerinden gelmiyor.

bunu anladığım günden beri yeni oyunlar aramaktan, eskilerini de oynamaktan vazgeçtim. her kağıda eşit değer tanıyan biricik oyun olduğu için şimdi yalnız pasyans açıyorum.
devamını gör...
kadıköy rıhtım'daki konservatuvarın adı. çok eskiden sokaklarda kamera, mobese filan yokken kimseciklerin olmamasını fırsat bilerek duvarına işemişliğim vardır. bir kere de bi sevgilimi ilk orada götürmüştüm.

edit: götürmüştüm derken herhangi bir penetrasyon olmadı fakat elimi kızın genital bölgesine sokup saatlerce yiyişmiştik demek istemiştim.
devamını gör...
1915/1986 yılları arasında yaşayan türk yazar, tiyatro ve kabare öncüsü.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

her şeyin zamanı ve semanın altında olan her işin vakti var. doğmanın vakti ve ölmenin vakti.
devamını gör...
dünyada hiçbir şey, karşısındakini kandırdım sanan, bir budalanın sevinci kadar komik değildir.*
devamını gör...
tek insanın değeri kitabının incelemesiyle tanıdığım yazar. kısa zamanda okumak istiyorum.
devamını gör...

çok saftım bir zamanlar inandım,kandırıldım..
insanları çok severdim inandım, kandırıldım..
ama sevildiğim kadar sevilmedim.
karıma, vatanıma , milletime, dostlarıma köpek gibi sadıktım,
belki ondan ötürü köpek yerine sayıldım.
yetmişime bir yaş kala teşhisimi koydular
bütün bu saçma şarkıyı baştan sona çizip yeni bir şarkıya başlayacaktım,
müsade etmediler bana deli dediler
şimdi bütün gece, bütün gece herkes mışıl mışıl uyurken ben gözümü kırpmıyorum.

devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"haldun taner" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim