2020 abd yapımı dizi gerçek hikayelerden ilham alarak amerika'da yaşayan göçmenlerin hayatını anlatır.
yaratıcılar:
lee eisenberg
emily v. gordon
kumail nanjiani
oyuncular:
peggy lu
melanie laurent
shaun toub
suraj sharma
angela lin
haaz sleiman
lee eisenberg
emily v. gordon
kumail nanjiani
oyuncular:
peggy lu
melanie laurent
shaun toub
suraj sharma
angela lin
haaz sleiman
*imagen vakfı ödülleri (2020) - en iyi kadın oyuncu [jearnest corchado] / en iyi yardımcı erkek oyuncu [john ortiz]
*lokasyon yöneticileri derneği uluslararası ödülleri (2020) - sınırlı bir antoloji televizyon dizisinde olağanüstü mekanlar
*glaad medya ödülleri (2021) - özel tanıma ödülü
*lokasyon yöneticileri derneği uluslararası ödülleri (2020) - sınırlı bir antoloji televizyon dizisinde olağanüstü mekanlar
*glaad medya ödülleri (2021) - özel tanıma ödülü
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "gamsızöküz" tarafından 15.08.2025 02:34 tarihinde açılmıştır.
1.
2020 yapımı, apple tv+’ta yayınlanan ve iki sezon, 16 bölümden oluşan antoloji dizisi.
bölümler, 2013 yılında amerika'da kurulan epic magazine adlı, gerçek hayat hikayelerine yer veren bir dergide yayımlanan; amerika’da yaşayan göçmenlerin yazılarından esinlenerek hazırlanmış. her bölüm başında, bölümün başrolü hangi ülkedense o dilde “gerçek hikayeden uyarlanmıştır” ibaresinin yer alması ve bölüm içinde o dile ait şarkılar kullanılması, kültürel çeşitliliğe önem verilmesi hoştu. bölüm sonlarında da hikaye sahipleri gösterilerek güncel hayatlarının nasıl sürdüğüne dair kısa notlar paylaşmışlar.
göçmen hikayeleri olunca fazlasıyla dramatize edilmiş bölümler bekliyordum ama aksine, insanı gülümseten, hayata tutunma ve başarı hikayeleri ağırlıklı bölümler olmuş. şimdilik ilk sezonu izledim. en çok üçüncü (the cowboy) ve dördüncü (the silence) bölümü beğendim.
dördüncü bölümde, heroes’taki sylar’ı ve soysuzlar çetesi’ndeki "yakarım bu gezegeni yakarım!" shosanna’yı görünce "ay bu kimdi yaa" oldum.
imdb
ilk bölümde bush'un hanımına fena kuruldum.** bir tek bu bölümde gözüm doldu herhalde.
üçüncü bölümü baya beğendim. adamın siyahi olmasu yüzünden sürekli ayrımcılığa uğradığını sandım ama hikaye, uyum problemi üzerinden ilerledi. bir de bu uyum meselesini de farklı bir şekilde işlemişler. bir garipti. ayrıca nijerya üzerine konuştukları kısımda yapılan hollanda sendromu göndermesi iyiydi.
ailesiyle birbirlerine gönderdikleri kasetlerin dinlenme anlarında kişileri hayal edip görme sahneleri accayip hoşuma gitti.
dördüncü bölümü izlerken “ayyyy, aşkkkkk yani loveeee ihihihi” modundaydım. “acaba hiç konuşmadığım, sadece duyusal şekilde iletişim kurduğum birine aşık olabilir miydim? aşık olsam, sonra konuşmaya başlasak… adamın sesi ince ve diksiyonu kötü olsa soğur muydum? ama o zaman da aşk olmazdı..." gibi şeyler düşündüm ama sonra dedim ki "aman sen aşık oldun da duyusal iletişimi kaldı... " neys. bir de bu bölümün başında “gerçek hikayeden uyarlanmıştır” ibaresinin bilerek fransızca yazılmaması güzel detay olmuş.
bir de iranlı faraz’ın bölümünde ise iranlıların ingilizce aksanlarını az daha abartılı yapsalardı keşke. iç anadolu’da her sözcüğün başına “i” ekleyen (leğen → ileğen) yaşlılar gibi, onlar da her kelimenin başına “e” ekliyor (street → estreet). çok tatlı geliyor. *
bölümler, 2013 yılında amerika'da kurulan epic magazine adlı, gerçek hayat hikayelerine yer veren bir dergide yayımlanan; amerika’da yaşayan göçmenlerin yazılarından esinlenerek hazırlanmış. her bölüm başında, bölümün başrolü hangi ülkedense o dilde “gerçek hikayeden uyarlanmıştır” ibaresinin yer alması ve bölüm içinde o dile ait şarkılar kullanılması, kültürel çeşitliliğe önem verilmesi hoştu. bölüm sonlarında da hikaye sahipleri gösterilerek güncel hayatlarının nasıl sürdüğüne dair kısa notlar paylaşmışlar.
göçmen hikayeleri olunca fazlasıyla dramatize edilmiş bölümler bekliyordum ama aksine, insanı gülümseten, hayata tutunma ve başarı hikayeleri ağırlıklı bölümler olmuş. şimdilik ilk sezonu izledim. en çok üçüncü (the cowboy) ve dördüncü (the silence) bölümü beğendim.
dördüncü bölümde, heroes’taki sylar’ı ve soysuzlar çetesi’ndeki "yakarım bu gezegeni yakarım!" shosanna’yı görünce "ay bu kimdi yaa" oldum.
imdb
ilk bölümde bush'un hanımına fena kuruldum.** bir tek bu bölümde gözüm doldu herhalde.
üçüncü bölümü baya beğendim. adamın siyahi olmasu yüzünden sürekli ayrımcılığa uğradığını sandım ama hikaye, uyum problemi üzerinden ilerledi. bir de bu uyum meselesini de farklı bir şekilde işlemişler. bir garipti. ayrıca nijerya üzerine konuştukları kısımda yapılan hollanda sendromu göndermesi iyiydi.
ailesiyle birbirlerine gönderdikleri kasetlerin dinlenme anlarında kişileri hayal edip görme sahneleri accayip hoşuma gitti.
dördüncü bölümü izlerken “ayyyy, aşkkkkk yani loveeee ihihihi” modundaydım. “acaba hiç konuşmadığım, sadece duyusal şekilde iletişim kurduğum birine aşık olabilir miydim? aşık olsam, sonra konuşmaya başlasak… adamın sesi ince ve diksiyonu kötü olsa soğur muydum? ama o zaman da aşk olmazdı..." gibi şeyler düşündüm ama sonra dedim ki "aman sen aşık oldun da duyusal iletişimi kaldı... " neys. bir de bu bölümün başında “gerçek hikayeden uyarlanmıştır” ibaresinin bilerek fransızca yazılmaması güzel detay olmuş.
bir de iranlı faraz’ın bölümünde ise iranlıların ingilizce aksanlarını az daha abartılı yapsalardı keşke. iç anadolu’da her sözcüğün başına “i” ekleyen (leğen → ileğen) yaşlılar gibi, onlar da her kelimenin başına “e” ekliyor (street → estreet). çok tatlı geliyor. *
devamını gör...
