yıllar önce çok acı bir tecrübe olarak şahit olduğum ve kimsenin yaşamasını istemediğim imtihandır.

yıllar önce çalıştığım okuldaki bazı öğrencileri ulusal çapta düzenlenen bir yarışmaya götürmek üzere bir minibüs tutarak yola çıktık. dokuz öğrenci, iki öğretmen, bir müdür yardımcısı ve iki de şoförden oluşan ekibimiz kendi çapında bir yüzük kardeşliği idi.

istanbul’a girdiğimizde doktor nowzaradan’ın kliniğine gitmek için zorlu bir yolculuk yapan lupita gibiydik. ama yol boyu islami sosyalist tarih öğretmeni arkadaşın anlattığı fıkralar ve şu anda muhtemelen ya sürekli yemeyi alışkanlık haline getirdiği bir yemek ya bıyığının ikonik biçimi ya da birçok insanın hakkına girmiş olmasından ötürü hapiste olan müdür yardımcısının dini kıssaları ile yol çok eğlenceli geçmişti. amacım tanımı uzatmak değil ama minibüsçülere gelmeden önce her şeyi açık ve net anlatmak istiyorum. niyeyse.

o yüzden önce tarih öğretmeninden bir fıkra sonra da müdür yardımcısından bir kıssa paylaşacağım:

fıkra;

bir gün yaşlı bir baba ile oğlu başka bir şehre giderler ama nedenini unuttum. bir otele yerleşirler. kaldıkları oda tek yataklıdır ve birlikte yatarlar. bir süre sonra baba oğluna “oğlum, kalk bana kadın bul der” ve diyalog şöyle devam eder:

-yat baba, ne kadını?
-oğlum, bana kadın bul.
-baba, gece gece iş çıkarma başımıza.
-oğlum, bana hemen kadın bul.
- yat uyu baba, tuttuğun benimkidir.

kıssa:

bir gün iki derviş yolda yürürken bir dereyi geçemeyen bir kadın görürler. kadın dervişlerden yardım isteyince bu dervişlerden biri kadını sırtına alır ve derenin karşısına geçirir. sonra iki derviş yoluna devam eder. ancak diğer dervişin yüzü asıktır. kadını taşımış olan derviş ne olduğunu sorunca şöyle bir konuşma olur aralarında:

-sen kadını sırtına alıp taşıdın. bu günahtır.
-ben sadece derenin karşısına taşıdım. sen bunca yoldur taşıyorsun. bu daha büyük günahtır.


biz bu arada galatasaray stadının yanında geçmekte olduğumuz için minibüsün içersinde üç öğrencimle ayağa kalkıp metin oktay selamı verirken istanbul takımlarına gıcık olan şoför ani bir frenle bizi yerden yere vurdu. sinirlenen ve şoföre kızmaya kalkan öğrencilerimi sakinleştirmek için hemen muazzam bir konuşma yaptım:

- bu zamana kadar hep ayakta kaldınız. ve bunun adı final. ayakta kaldınız, ayakta kalacaksınız ama netice ne olursa olsun siz benim için hep ayaktasınız ve öyle kalacaksınız. allah yardımcınız olsun!

bu konuşma üzerine öğrenciler sakinleşirken müdür yardımcısı da badem altından beni ağlamalı ayinlerde görmek ister gibi gülümsüyordu.

gelelim navigasyona. ulaşmak istediğimiz eve sadece birkaç kilometre kala karadenizli iki şoförümüzün yolu kaybettiği anlaşıldı. ben de navigasyon önerdim. önce navigasyona burun kıvıran şoförler sonunda ikna oldu ve şöyle bir ses duyduk:

- yüz metre sonra sağa dönün.
- tamam anladım kapat!


kapattık. ama yüz metre sonra yine kaybolduk. aslında ulaşmak istediğimiz yeri görüyorduk ama gidemiyorduk. bir yer vardı epeyce yaklaşmıştık ama şoföre bir türlü anlatamıyorduk.

sonra haritadan gösterdik. bir benzin istasyonundan dönmemiz gerektiğini ve şoför hemen yanıt verdi:

-tamam anladım kapat!

kapattık ve yine kaybolduk. şoför başkasınınkini tutmak istemediği için ısrarla kendi zihnine güvenmek istiyordu. haritada bir kez daha gösterdim. camii’ye ulaşmamız gerekiyordu. şoförden yine cevap geldi:

- tamam anladım kapat!

böyle böyle iki saat sonra eve ulaştığımızda dereden karşıya geçirdiğimiz kadın hala aklımızdaydı ve büyük bir günah gecesi yaşamış gibi hissediyorduk.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"minibüsçü esnafının navigasyonla imtihanı" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim