yazar: barış ince
basım yılı : 2018
adada işlenen bir cinayeti merkeze alıp, karakterlerin anlatımıyla, okuyucuyu adada bir yolculuğa çıkaran kitap. mafyalaşmış dini gruplar, yozlaşmış siyaset, adanın gizem dolu geçmişi, bir meyhane masasında dile getirilir.
basım yılı : 2018
adada işlenen bir cinayeti merkeze alıp, karakterlerin anlatımıyla, okuyucuyu adada bir yolculuğa çıkaran kitap. mafyalaşmış dini gruplar, yozlaşmış siyaset, adanın gizem dolu geçmişi, bir meyhane masasında dile getirilir.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "bengaripsengüzeldünyaumutlu" tarafından 01.04.2022 23:50 tarihinde açılmıştır.
1.
bir barış ince kitabıdır.
eski arkadaşlarla bir masa başında toplanıp o eski günleri yad etmek çok güzeldir. konuştukça konuşası gelir insanın, laf lafı açtıkça açar, bir anılar lunaparkında çocuksu bir sevinç yaşar gibi gelişir her şey. duygudan duyguya atlarken hiçbir duygu es geçilmez. hepsine dokunulur kıyısından köşesinden.
insan yenilendiğini hisseder, eski güzel günlere döndüğünü. ya da geçmişte üstü örtülmüş kırgınlıkları yeniden masaya yatırıp hesapları kapatmanın verdiği rahatlığı hisseder.
bir adada dört arkadaş bir masa çevresinde toplanmışsa eğer, işte o zaman “ sarsıntı” kaçınılmazdır. herkesin anlatacak bir şeyi vardır. hele de masada olmayan diğer bir arkadaş ile ilgili anıları konuşmak en tatlısıdır. o yanınızda değilken onun hakkında konuşmak hem bir özgürlük duygusu hem de ürpertici bir endişe salar masadakilerin içine. masada dört kişi varsa eğer her şey yolundadır. ya üç kişi varsa?
barış ince umudumu bağladığım romancılardan biri. türkiye’de romanın geleceğine inancımı artırdı.
iki romanı da içimde çelişkili bir sarsıntı yarattı. okuyun bence, dördüncü arkadaşınız da yanınızda olsun.
eski arkadaşlarla bir masa başında toplanıp o eski günleri yad etmek çok güzeldir. konuştukça konuşası gelir insanın, laf lafı açtıkça açar, bir anılar lunaparkında çocuksu bir sevinç yaşar gibi gelişir her şey. duygudan duyguya atlarken hiçbir duygu es geçilmez. hepsine dokunulur kıyısından köşesinden.
insan yenilendiğini hisseder, eski güzel günlere döndüğünü. ya da geçmişte üstü örtülmüş kırgınlıkları yeniden masaya yatırıp hesapları kapatmanın verdiği rahatlığı hisseder.
bir adada dört arkadaş bir masa çevresinde toplanmışsa eğer, işte o zaman “ sarsıntı” kaçınılmazdır. herkesin anlatacak bir şeyi vardır. hele de masada olmayan diğer bir arkadaş ile ilgili anıları konuşmak en tatlısıdır. o yanınızda değilken onun hakkında konuşmak hem bir özgürlük duygusu hem de ürpertici bir endişe salar masadakilerin içine. masada dört kişi varsa eğer her şey yolundadır. ya üç kişi varsa?
barış ince umudumu bağladığım romancılardan biri. türkiye’de romanın geleceğine inancımı artırdı.
iki romanı da içimde çelişkili bir sarsıntı yarattı. okuyun bence, dördüncü arkadaşınız da yanınızda olsun.
devamını gör...
2.
2018 yılında can yayinlari tarafından yayımlanmış barış ince kitabı.
türkiye'de din, siyaset, ekonomi, liyakat, cinsellik,sanat, insan hakları gibi birbirinden farklı konuların aslında nasıl da birbiri ile ilişkili olduğunu, birisinde oluşan sorunların, sarsıntıların diğer konuları nasıl derinden etkilediğini, nasıl da büyük bir toplumsal deprem oluşturduğunu göstermeye çalışan kitap.
bunu yaparken de psikolojik gerilim türü kitap ve film severlerin aşina olduğu bir yöntemi seçmiş. zaten bu tarz eserler okumaya alışık kişiler tarafından klişe bir kurgu olduğu düşünülebilir. hatta biraz zülfü livaneli gibi iyi kurgu, tanıdık karakterler ve aceleye gelmiş, derinliksiz bir kitap olduğu söylenebilir.
kitap bir adada işlenen cinayetler ve rıza yiğit filiz levent isimli 4 arkadaşın bir gece boyunca levent'in işlettiği meyhanede başından geçenleri anlatıyor. bunu yaparken de levent'in günlükleri ve onun anlatımı ile levent'in çocukluğuna ve adanın geçmişine gidiliyor.
kitabın genel havası levent'in anlatımi ile hüzünlü bir gerilim dolu. aynı zamanda merakı sürekli yüksek tutan bir kurguya sahip. bir kaç farklı parçanın son bölümde bir araya getirilmesi ile kitapta okurken kacirdiginiz ya da anlam veremediğiniz noktalar aydinlaniyor. aynı anda insani ilişkiler ve hayatı algılama şeklimiz konusunda dikkate değer güzel cümleler geçiyor.
pek çok metafor ile aslında günümüze göndermeler yapilmis olabileceğini düşündüm. örneğin adanın deprem ve tsunami ile yaşadığı sıkıntılar için su kanalı açma projesi kanal istanbul konusunu aklıma getirdi. ya da deniz feneri ve ışığı konusu toplumdaki adaletsizlik ya da hükümet partisi gibi de düşünülebilir ki son sayfada "defalarca şikayet edilen fenerin ışığı en sonunda yetkilileri de rahatsiz etmiş olacak ki kaldırdılar benzeri bir cümle geciyor.
120.sayfalik bu kısa romanda akıcı ve sade bir dil kullanılmıs. hem adada yaşananlar ve levent'in başına gelenler ile hareket, hem de insan ilişkileri konusunda yazılan cümleler ile düşünsel yön birlikte ilerleyerek kitabı okunur kılıyor.
ne yazık ki daha uzun yazılsa, hem alt konular hem karakterlerin psikolojisi açısından biraz daha derine inilse çok daha ciddi bir eser olacakken, her konuya değinme çabası, sol romantizmin çok sevdiği her konuda muhalif bir çaba sergilemesi, "tüm bunlar olurken siz de sustunuz." söyleminin cılız kalması ise kitabın eksiklikleri diyebiliriz.
yazarın gençliği, ikinci kitabı olması, edebiyat kökenli olmaması da bunun sebeplerinden birisi olabilir. bir kaç alıntı ile sonlandıralım.
cani yanmiş insanin
başkasınin canini yakmak
için bu denli hevesli olması
ne garip. ateş, başkasına
geçtiğinde kurtulacağını
sanirsin. sonra bir
bakmişsın, kendinle beraber
onu da yakmışsıin. dünyanin
en büyük örgütüne bir kişi
daha katmışsın. cy: cani
yananlar örgütü. eylemleri
şiddet içerir, kuralları yazıl
değildir hissidir, her bir
üye aynı zamanda örgütün lideridir.
aci bir habere üzülmemizle tatlı
bir aniya gülmemiz birbirine ne
de hizla kavuşuyor! cesetlerden
korkup kaçmamizla gülerek
kadeh tokuşturmamiz..
aradaki mesafe ne kadar ?
bir ölümü duyunca yediğimiz
yumruğu savuşturamadan
bir doğumun müjdesini
karşılamak zorundayız.
uzerimize yağan duygu
sağanağından bir damlayı
bile kaçıirmaya hakkımız yok
sanki... her duyguyu tatmazsak oyunu kaybedecek gibiyiz,
her konuşulanı bilmezsek bir
şeylere yetişemeyecek. oysa
tükettikçe çürüyeceğiz. oldükçe
değil, yaşadıkça...oyunu kaybedecek gibiyiz,
her konuşulanı bilmezsek bir
şeylere yetişemeyecek. oysa
tükettikçe çürüyeceğiz. oldükçe
değil, yaşadıkça...
başkalarinin günahlarin
görmek eziyet olsa gerek.
bilmek huzur değil acı verir.
karşındakinin suçlarıni olanca
çiplakliğiyla izlediğinde kişinin
değişme ihtimalini de elinden
aliyorsun. bilmemek bir şans
daha vermek değil midir?
"kötülüğü, kini, merhametsizliği,
hirsı kendinde gördüğünde
iğrenmiyorsun da başkasında
gördüğünde ürküyorsun."
türkiye'de din, siyaset, ekonomi, liyakat, cinsellik,sanat, insan hakları gibi birbirinden farklı konuların aslında nasıl da birbiri ile ilişkili olduğunu, birisinde oluşan sorunların, sarsıntıların diğer konuları nasıl derinden etkilediğini, nasıl da büyük bir toplumsal deprem oluşturduğunu göstermeye çalışan kitap.
bunu yaparken de psikolojik gerilim türü kitap ve film severlerin aşina olduğu bir yöntemi seçmiş. zaten bu tarz eserler okumaya alışık kişiler tarafından klişe bir kurgu olduğu düşünülebilir. hatta biraz zülfü livaneli gibi iyi kurgu, tanıdık karakterler ve aceleye gelmiş, derinliksiz bir kitap olduğu söylenebilir.
kitap bir adada işlenen cinayetler ve rıza yiğit filiz levent isimli 4 arkadaşın bir gece boyunca levent'in işlettiği meyhanede başından geçenleri anlatıyor. bunu yaparken de levent'in günlükleri ve onun anlatımı ile levent'in çocukluğuna ve adanın geçmişine gidiliyor.
kitabın genel havası levent'in anlatımi ile hüzünlü bir gerilim dolu. aynı zamanda merakı sürekli yüksek tutan bir kurguya sahip. bir kaç farklı parçanın son bölümde bir araya getirilmesi ile kitapta okurken kacirdiginiz ya da anlam veremediğiniz noktalar aydinlaniyor. aynı anda insani ilişkiler ve hayatı algılama şeklimiz konusunda dikkate değer güzel cümleler geçiyor.
pek çok metafor ile aslında günümüze göndermeler yapilmis olabileceğini düşündüm. örneğin adanın deprem ve tsunami ile yaşadığı sıkıntılar için su kanalı açma projesi kanal istanbul konusunu aklıma getirdi. ya da deniz feneri ve ışığı konusu toplumdaki adaletsizlik ya da hükümet partisi gibi de düşünülebilir ki son sayfada "defalarca şikayet edilen fenerin ışığı en sonunda yetkilileri de rahatsiz etmiş olacak ki kaldırdılar benzeri bir cümle geciyor.
120.sayfalik bu kısa romanda akıcı ve sade bir dil kullanılmıs. hem adada yaşananlar ve levent'in başına gelenler ile hareket, hem de insan ilişkileri konusunda yazılan cümleler ile düşünsel yön birlikte ilerleyerek kitabı okunur kılıyor.
ne yazık ki daha uzun yazılsa, hem alt konular hem karakterlerin psikolojisi açısından biraz daha derine inilse çok daha ciddi bir eser olacakken, her konuya değinme çabası, sol romantizmin çok sevdiği her konuda muhalif bir çaba sergilemesi, "tüm bunlar olurken siz de sustunuz." söyleminin cılız kalması ise kitabın eksiklikleri diyebiliriz.
yazarın gençliği, ikinci kitabı olması, edebiyat kökenli olmaması da bunun sebeplerinden birisi olabilir. bir kaç alıntı ile sonlandıralım.
cani yanmiş insanin
başkasınin canini yakmak
için bu denli hevesli olması
ne garip. ateş, başkasına
geçtiğinde kurtulacağını
sanirsin. sonra bir
bakmişsın, kendinle beraber
onu da yakmışsıin. dünyanin
en büyük örgütüne bir kişi
daha katmışsın. cy: cani
yananlar örgütü. eylemleri
şiddet içerir, kuralları yazıl
değildir hissidir, her bir
üye aynı zamanda örgütün lideridir.
aci bir habere üzülmemizle tatlı
bir aniya gülmemiz birbirine ne
de hizla kavuşuyor! cesetlerden
korkup kaçmamizla gülerek
kadeh tokuşturmamiz..
aradaki mesafe ne kadar ?
bir ölümü duyunca yediğimiz
yumruğu savuşturamadan
bir doğumun müjdesini
karşılamak zorundayız.
uzerimize yağan duygu
sağanağından bir damlayı
bile kaçıirmaya hakkımız yok
sanki... her duyguyu tatmazsak oyunu kaybedecek gibiyiz,
her konuşulanı bilmezsek bir
şeylere yetişemeyecek. oysa
tükettikçe çürüyeceğiz. oldükçe
değil, yaşadıkça...oyunu kaybedecek gibiyiz,
her konuşulanı bilmezsek bir
şeylere yetişemeyecek. oysa
tükettikçe çürüyeceğiz. oldükçe
değil, yaşadıkça...
başkalarinin günahlarin
görmek eziyet olsa gerek.
bilmek huzur değil acı verir.
karşındakinin suçlarıni olanca
çiplakliğiyla izlediğinde kişinin
değişme ihtimalini de elinden
aliyorsun. bilmemek bir şans
daha vermek değil midir?
"kötülüğü, kini, merhametsizliği,
hirsı kendinde gördüğünde
iğrenmiyorsun da başkasında
gördüğünde ürküyorsun."
devamını gör...