ben mecburen sevgili olmuştum.
devamını gör...
üniversite zamanında denk gelmişti. ev arkadaşım aşırı güzel bi hatunla görüşüyor. kızla evde buluştular.şok! kız 150 kg. 7 yıl önceki fotoları kullanıyormuş.
neyse oturduk sohbet ettik, eğlendik. arkadaşım da kız kendini kötü hissetmesin diye sevişti ve bir daha görmedik.
şimdi duyar kasıp mesaj atanlar olacak ama tabiki kilolu ve çok hoş kadınlar var ama bu arkadaş bize yalan söyledi.
devamını gör...
tersi denk gelince değişik bir mutluluk geliyor
devamını gör...
(bkz: ben)

sosyal medyada beğenmiştim ama gerçekte hiç beğenmemiştim. meğer buluşmadan önce bana foto atarken bile oynamış yüzüyle... tahmin etmiştim tabi bir bokluk çıkacak diye.. 2 ay kadar takılıp gerçeği söyleyip ayrıldım kızdan.
devamını gör...
filtreli foto kurbanı olmaktır. o yüzden biriyle görüşmeye niyetlenirseniz önceliğiniz eli yüzü olmasın ki sonra mental çöküş yaşamayın.
devamını gör...
konusma tarzi hareketler mimiklerin sanal ile gerçek arasında bağ tutmamasidir.
devamını gör...
tanışmalarda da parada olduğu gibi canlısı makbul olduğundan sıklıkla karşılaşılan durum... normal yani.
devamını gör...
henüz sosyal medyadan tanıştığım birisiyle flört yapmadım. denk gelirde yaparsam ve bu durumla karşılaşırsam düşüncelerimi yazarım. ancak önemli dış güzellik değilse fikirleri de mesajlarla aktarabiliyorsak eğer sorun olacağını sanmıyorum.
devamını gör...
sık sık yaşadığım durum. yazılarımı beğenen, hikayelerimi beğenen, diyalogumu beğenen insanların karşılaşınca ''memnun oldum, görüşürüz'' hallerini izledim çok kez. kimseye bir vaatte bulunmadığım, kendi özelliklerimi övmediğim, görünüşümü abartmadığım, filtre kullanmadığım halde karşılaşınca bi tuhaf oluyor insanlar. oysa sokakta karşılaşsak tanışsak bu tepkileri vermezler onu da biliyorum. ne hikmetse buradan tanıyıp buluşunca herhalde çıtayı çok yükseğe koyuyorlar kendi kafalarında. sonra yaşanan hayal kırıklığını gizleme gereği bile duymuyorlar.
devamını gör...
sosyal medyadan insan bulmaya çalışıyorsan zaten aciz birisindir. ve muhtemelen asosyal.
devamını gör...
olabilen normal bir şey bence. bazen sosyal medyada kendini iyi ifade eden insanlar gerçekte o kadar iyi olamayabiliyor.
devamını gör...
filitre mağdurudur.
devamını gör...
önce görüntülü konuşma ayarlayın. iyice gözlemleyin. sonra buluşun.
devamını gör...
bende durum tam tersi şekilde işliyor. sosyal medyada beğenmeyip karşılaşınca ilgi görüyorum sebepsiz. sanırım ben kendimi haddinden fazla gömüyorum. haliyle de insanlar ucubemsi bir şey beklerken normal insanla karşılaşınca şaşırıp alaka gösteriyorlar. bu kompleksi aşabilmeyi isterdim açıkçası. biraz da sosyal olabilmeyi.
devamını gör...
kataloğa bakar gibi, bir parmak hareketiyle yukarı, yana, aşağı herneyse, ekranı kaydırarak seçim yapıldığında başa gelmesi muhtemel ve normal olan durumdur.
devamını gör...
bir ara sosyal medya ilgili bir yazı okumuştum, sizlerle paylaşmak isterim. konuyu daha derin bir perspektiften ele alabilirsiniz böylece.

feodal toplumda medya yoktu. bu söz yersiz gelebilir, hatta insanın aklından hafiften küçümseyen bir “tabii ki yoktu” da geçebilir ama olguların tarihselliği çabucak göz ardı ediliveriyor. karşılaştığımız toplumsal durum, ezelden ebede hep varmış gibi yaşanıyor. ama öyle değil. 
kapitalizmin tarihi içinde “sosyal medyanın” yavaş yavaş öne çıkışını, gücünün giderek artmasını ve gündelik ilişkilerin içine yerleşmesini görebiliriz. gazetelerden televizyona ve oradan da sanal âleme. kapitalizmde toplum hep bir tür medya içinde yer aldı. ama medya hiçbir zaman salt bir “haberleşme” aracı olmadı. hep daha fazlasıydı. ideolojik yani maddi ilişkilerin zihinsel temsiline dair ağırlıklı bir yan taşıyordu. 
medya, egemen düşünce biçiminin tek tek bireylerde ve kitlelerde inşa edilmesinin, pekiştirilmesinin ve yerleştirilmesinin bir aracı olarak işlev gördü. örneğin kitle psikolojisinin “babası” le bon artık klasikleşmiş olan kitabında  gazetelerin kentli, okumuş kesim arasında ortak bir “ruh hali” yaratmasına dikkat çeker. okumak, yani bir anlamda bir medyaya dâhil olmanın genel kanıyı ve düşünceyi çok çabuk değiştirebildiğini belirtir: “...gazete basınının her yana yayılması, günümüzde düşüncelerin çok ama çok daha fazla değişmesini” sağlamaktadır. le bon bu satırları 1896’da yazar.
marx için ise gazeteler, basın ideolojik hegemonyanın gerekli koşulu gibidir. daha 1844 el yazmaları’ndan başlayarak insan varoluşunun sosyal bir etkileşime dayalı olduğunu belirtir. bu sosyal etkileşimde önemli bir yer tutan kitaplar, gazeteler ve hatta fısıltı gazeteleri sınıfsal egemenliğin mücadele araçları ve alanlarıdır. ama marx için sosyal etkileşim ve dolayısıyla medya hiç zaman sadece sosyolojik bir olgu değildir: aslolarak siyasi, dinamik bir meseledir.
sonrası ise malum: medyanın kanaat oluşturma ve toplumu şekillendirme gücü iki dünya savaşının ardından katlanarak artar. gazete dünyasının şaşalı günlerini yaşadığı bir dönemdir, bu dönem. insanı rezil de eder, vezir de! ve aynı dönemde yazılı medyaya görsel medya da eklenir: televizyon. bu görüntülü seslenme ve iletişim kanalı ortak toplumsal bir zihin hali oluşturmada bambaşka olanakların açılması anlamına gelir. daha hızlıdır, daha etkilidir ve insanları, kitleleri kendisine daha fazla “bağlar”. ama bağlamanın daha fazlası da gelecektir.

tekerleğin icadından “like” tuşunun icadına

facebook’un ve dolayısıyla “mucidi” mark zuckerberg'in  hikâyesi artık oldukça iyi biliniyor. harvard'da okuyan bir “öğrenci” ve çevresindeki üç-dört arkadaşı yeni dijital teknoloji ile sosyal etkileşimi başarılı bir şekilde bir araya getirirler. hikâye hemen hemen böyle.
aslında o dönemde facebook gibi sanal sosyal ortamların birçok öncülü vardı: paylaşım siteleri, bloglar, kişisel web sayfaları, chat odaları ve hatta randevu siteleri. facebook tüm bu dağınık ya da bireysel yüzeyleri tek bir merkezde toplamayı başardığı için hepsinin arasından sıyrılır. kapitalizmin mantığına uygun olarak sermaye nasıl her girdiği alanda belli bir merkezileşme, tek elde toplanma eğilimi gösteriyorsa facebook da tüm internet deneyimlerini tekleştirir. 
ama facebook’u 2000’li yılların sonunda büyüten temel sıçrama bambaşka bir yerden geldi: “like” yani beğenme seçeneğinin eklenmesinden. bu seçenek, paylaşımlardaki etkileşimlerin bir anda akıl almaz ölçüde büyümesini sağladı. yorum yapmak gibi seçenekler “like” tuşunun yanında fazla hantal ve yavaş kaldı. takipçiler paylaşımları hızlıca beğenip geçebilmeye başladılar. herkes, yani paylaşan da gören de ”özne” haline geldi ve facebook üye sayısı, facebook ekonomisi ve tabii ki zuckerberg’in serveti resmen patladı.  
“like” tuşu çok tuttu. birçok sebeple. ama bu icadın yaslandığı çok önemli biyolojik bir yan olduğunu da mutlaka belirtmek gerekiyor: beynimizdeki ödül sistemi. sosyal medyanın etkisinin önemli bir kısmı buradan geliyor: sosyal medya, birçok gündelik yaşamsal etkinliğinin (örn. yemek, aşk, eğlenme) merkezinde duran bu sistemi uyarıyor. ufak ufak, kısım kısım ve sürekli olarak. hani sosyal medya, bir nevi beynimizi tatlı tatlı kaşıyor da diyebiliriz. bağımlılık ya da bağımlılık benzeri haller yapmasının nedeni de bu tatlı kaşıma.

psikiyatrik bir tanı olarak selfitis

şaka dedik ama sosyal medya meselesinin trajikomik bir yanı daha var. özellikle ınstagram’ın yaygınlaşmasıyla birlikte hızlı görsel paylaşım öne çıktı. milyonlarca insan milyonlarca selfie paylaşmaya başladı. türkçe’de “özçekim” diye karşılık da bulunan bu durum bulaşıcı bir salgına benzediği için yine bir “şaka” ile başlayan tartışmaları da beraberinde getirdi.
2014’te bir internet sayfası amerikan psikiyatri birliği’nin takıntılı biçimde selfie çekmeyi bir hastalık olarak tanımlamaya hazırlandığını duyurdu. hatta bu hastalığın adı da belliydi: selfitis. yani kendinle enfekte olmak olarak çevirebiliriz türkçe’ye. habere göre hastalık üç alt-tipten oluşuyordu: sınırda selfitis (sosyal medyada paylaşmaksızın günde 3 kez selfie çekmek), akut selfitis (sosyal medyada günde 3 selfie paylaşmak) ve kronik selfitis ("dakika başı" selfie çekmeden duramamak ve bunları sürekli paylaşmak). 
haber o kadar etkili olur ki anında milyonlarca kanaldan paylaşılır ve psikiyatri birliği haberin koca bir yalan olduğunu duyuramadan da genel kabul görür. işin ilginç yanı bu "şaka haber" konuyla ilgili araştırmaların, ölçek çalışmalarının da başlamasına vesile olur. kısa sürede başucu kitapları da yazılır. böylece selfitis diğer sosyal medya hastalıkları arasındaki yerini de alır: nomofobi (cep telefonsuz kalma korkusu), teknoferans (sürekli teknoloji ile ilgilenme), siberkondri (internette sürekli hastalıkları araştırma) gibi. 
peki araştırmalar ne gösteriyor? bir, insanlar sadece kendilerini fotoğraflamıyor, kendilerini bir tarz ya da ortam içinde fotoğraflıyorlar. örneğin bu konuda sabahattin ali’nin “kürk mantolu madonna” kitabı hatırlanabilir. bu kitap eşliğinde çekilen fotoğraflar bir dönem viral bir hal almıştı (ki bu “viral” terminolojisi bile aslında sosyal medya paylaşımlarının ne kadar da bulaşıcı bir salgın hali olduğunu anlatmak açısından manidar).
iki, görsel paylaşımların ezici çoğunluğu güç, mutluluk ve eğlenme ile ilgili. yani insanlar oraya “acı gerçekleri” değil “tatlı yalanları” koymayı yeğliyor. üç, bazı araştırmalar yoğun selfie paylaşımının narsisizm yani öz-severlik belirtisi olduğunu belirtiyor. dört, yine bununla bağlantılı olarak sürekli sosyal beğeni ve onay açlığı çekmenin yüksek olduğu öne sürülüyor. velhasıl öyle de olsa böyle de olsa selfie salgını toplumda da “anormal” olarak görülüyor.

lakırdı değil yetişme telaşı

twitter ise sosyal medya bağımlılığının bambaşka bir yönüne, sürekli laf yetiştirme ve görünür olma yönüne tekabül ediyor. ödül sisteminiz sürekli uyarılacak. öyle ki hiç aşağıya düşmeyeceksiniz. lafı gediğine oturtacaksınız. “trend topic”lerde sürekli yer alacaksınız. takipçi sayısını sürekli arttıracaksınız. ünlü, tanınmış kişilerden beğeni, mention alacaksınız. fenomen olmak için gerekli olan adımları teker teker ve ustalıkla izleyeceksiniz (bu arada sırf bunun için kurulmuş siteler ve algoritmalar olduğunu da hatırlatalım).
az sayıda yapılan araştırma ise bu hızlı ve dinamik sosyal medya dünyası ile akıl sağlığı arasında ters ilişki olduğunu gösteriyor: ınstagram, twitter paylaşımlarınız arttıkça depresyon, anksiyete ve stres sorunları da artıyor. 
öbür yandan sosyal medyanın “özgürlüğü” linç edilme gibi saldırgan girişimlere de olanak sağlıyor. doğruluğu, gerçekliği araştırılmayan, bilinmeyen ve bilinmesine dair de bir gereklilik bulunmayan birçok paylaşım bir sağanak gibi yağabiliyor. insanların olağan koşullarda birbirinin yüzüne bile söyleyemeyeceği ağır sözler ve ithamlar kolaylıkla yazılabiliyor. özellikle twitter’ın hızlı akışı bu tür yoğun duyguların eşlik ettiği yönlendirmelere olanak sağlıyor.

ilgili yazının tamamı
devamını gör...
bir arkadaşım ekolünden harika bir hikayem var. rusya'da bir hanımefendi ile bu dostumuz 6 ay kadar flört edip tamamen online olarak sevgili oluyorlar. yaz geliyor. hanımefendi atlıyor uçağa istanbula geliyor. bu delikanlı ise daha havalalanında kadını beğenmediğini söylüyor. ve ayrılıyorlar. bakın ben bu şekil bir ya.şaklığı çok nadir gördüm.
devamını gör...
ınstada taş, reelde atilla taş sendromu
devamını gör...
ilk yüz yüze görmüştüm. sonra sanaldan tanıştık. sonra bittik. tekrar karşılaşana kadar özlemiştim onu ama ona olan sevgim beden sevgisi değil ruh sevgisi olduğu için yanında durduğum süre ona olan özlemimin geçmesini sağlamadı. sanırım geçmeyecek alışacağım.
devamını gör...
yüksek bir ihtimaldir sanal alemdeki fotoğraflara aldanmayın 50 tane şoptan geçirip paylaşıyorlar.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"sosyal medyada beğenip yüz yüze buluşmada beğenmemek" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim