#televizyon dizileri
2018 yılından beri devam eden dizi ailenin başı olan logan roy'un sağlık problemleri çıkmasından sonra aile içi savaşı konu ediniyor.
yönetmen: (bkz: kevin messick)
(bkz: frank rich) (bkz: will ferrell) (bkz: adam mckay) (bkz: jesse armstrong)
(bkz: scott ferguson)
oyuncular:
(bkz: hiam abbass)
(bkz: nicholas braun)
(bkz: brian cox)
(bkz: kieran culkin)
(bkz: peter friedman)
(bkz: frank rich) (bkz: will ferrell) (bkz: adam mckay) (bkz: jesse armstrong)
(bkz: scott ferguson)
oyuncular:
(bkz: hiam abbass)
(bkz: nicholas braun)
(bkz: brian cox)
(bkz: kieran culkin)
(bkz: peter friedman)
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "süngerbob çorabı giyen yiğido" tarafından 02.01.2021 13:39 tarihinde açılmıştır.
1.
bir medya imparatorluğunda vuku bulan taht kavgalarını işleyen hbo yapımı dizidir. dizi zenginlerin yaşam tarzlarını ve yayıncılık ilkelerinin ne kadar paraya bağlı olduğunu çok iyi bir biçimde yansıtmaktadır. 3. sezon için onay almış ancak pandemiden dolayı ertelenmiştir.
edit: şimdi düşündüm de, bu dizi en azından taht kavgaları kısmıyla acun'un yaşlılığını anlatıyor bildiğin.
edit: şimdi düşündüm de, bu dizi en azından taht kavgaları kısmıyla acun'un yaşlılığını anlatıyor bildiğin.
devamını gör...
2.
kendall roy sen nasıl bir salaksın ya... yeminle nefret ediyorum bölümler geçtikçe. umarım baban sana yakında bir kazık daha atar da sevinirim.
t: 2018'de yayınlanmaya başlamış bir hbo dizisi.
t: 2018'de yayınlanmaya başlamış bir hbo dizisi.
devamını gör...
3.
çok çok sağlam, bazen güldüren, bazen davul gibi geren. fazlaca da “adaletini s*km dünya” dedirten dizi. oyunculuklar muazzam, senaryo kalitesi müthiş, karakterler gerçek hayattakinin güzel bir parodisi, kısaca çok çok iyi bir dizi. kendall babanın izindeyiz…
devamını gör...
4.
kendine has ve efsane hakaretvari repliklerle doludur. logan ve roman bu konuda cidden aşmışlardır hatta.
3. sezonu geçen ay başladı ve sanırım 4. sezon onayı da var. her ne kadar efsane bir dizi olsa da umarım 5 sezonun üstüne çıkmazlar. tadında kalsın, hep güzel hatırlayalım.
son olarak komikli vidya;
3. sezonu geçen ay başladı ve sanırım 4. sezon onayı da var. her ne kadar efsane bir dizi olsa da umarım 5 sezonun üstüne çıkmazlar. tadında kalsın, hep güzel hatırlayalım.
son olarak komikli vidya;
devamını gör...
5.
netflix'te yer alsa çok yüksek izlenme oranına sahip olacağını düşündüğüm, 3 sezondur devam eden harika dizilerden bir tanesi. ne yazık ki dizinin geri planda kalma ve yeteri kadar bilinmeme sebebi hbo'nun yayım haklarını bein connect üzerinden paylaşması.
konu: dizi amerika'nın medya devi olan inanılmaz zengin bir ailedeki babanın emekli olmaya karar vermesi ve yerini almak isteyen (spoiler vermemek için bu şekilde ifade ediyorum) 4 farklı karakterdeki çocuğun babaları ve kendileri arasında yaşanan olayları konu alıyor.
son dönemde izlediğim en kaliteli dizilerden bir tanesi diye düşünüyorum.
konu: dizi amerika'nın medya devi olan inanılmaz zengin bir ailedeki babanın emekli olmaya karar vermesi ve yerini almak isteyen (spoiler vermemek için bu şekilde ifade ediyorum) 4 farklı karakterdeki çocuğun babaları ve kendileri arasında yaşanan olayları konu alıyor.
son dönemde izlediğim en kaliteli dizilerden bir tanesi diye düşünüyorum.
devamını gör...
6.
geçen pazar yayınlanan bölümü ile 3. sezon finalini yapmış dizi. birçok yönden içimize su serpilen bir bölüm oldu diyebiliriz. biraz spoiler vererek duygularımı ifade etmek istiyorum;
öncelikle gregg.. ruhunu şeytana sattı evet. daldan dala atlayıp düşeslerden vazcayıp tom’un kucağına düştü. bu çocuk ilerde tom’a bile kazık atar, inanıyorum.
tom… ah duygusal tom… biricik eşinin seni sevmediğini anlaman neden 3 sezon sürdü be tom… geç olsun güç olmasın diyoruz neyse ki. kendisi nihayet doğru bir karar verdi ve güçlüden taraf olup eşine ilk kazığı attı. yine kendisinin sözleri ile; “and i’ve never seen logan get fucked once.” akıllı çocuk. kendisinin son bölümdeki sporus-nero göndermesi ise çok çok çokkkk ilginçti. olaylar resmen geliyorum dedirtti.
kendall için ne desem az. o yüzden bişey demiyorum. zaten gününü gördü.
roman roy… sicko boy… babasının lafından çıkacak cesareti buldu nihayet ama en yanlış zamanda buldu. sezon boyu fırlamalık yapıyordu, az bile ona. gerri’ye üzüldüm sadece.
shiv ah shiv… sana önce ısınıyorum, sonra aynı hızda soğuyorum… keşke o tom’a biraz insan gibi davransan. ayrıca bu ne güç merakı, kendine gel shiv… sen bir roy’sun.
veee logan… bu üç sezon bize “nasıl baba olunmaz” adı altında çok güzel dersler vermiştir. kendisi oyunculuğu ile gözlerimi yaşartıyor.
son olarak komikli bir vidya ile bitirelim;
öncelikle gregg.. ruhunu şeytana sattı evet. daldan dala atlayıp düşeslerden vazcayıp tom’un kucağına düştü. bu çocuk ilerde tom’a bile kazık atar, inanıyorum.
tom… ah duygusal tom… biricik eşinin seni sevmediğini anlaman neden 3 sezon sürdü be tom… geç olsun güç olmasın diyoruz neyse ki. kendisi nihayet doğru bir karar verdi ve güçlüden taraf olup eşine ilk kazığı attı. yine kendisinin sözleri ile; “and i’ve never seen logan get fucked once.” akıllı çocuk. kendisinin son bölümdeki sporus-nero göndermesi ise çok çok çokkkk ilginçti. olaylar resmen geliyorum dedirtti.
kendall için ne desem az. o yüzden bişey demiyorum. zaten gününü gördü.
roman roy… sicko boy… babasının lafından çıkacak cesareti buldu nihayet ama en yanlış zamanda buldu. sezon boyu fırlamalık yapıyordu, az bile ona. gerri’ye üzüldüm sadece.
shiv ah shiv… sana önce ısınıyorum, sonra aynı hızda soğuyorum… keşke o tom’a biraz insan gibi davransan. ayrıca bu ne güç merakı, kendine gel shiv… sen bir roy’sun.
veee logan… bu üç sezon bize “nasıl baba olunmaz” adı altında çok güzel dersler vermiştir. kendisi oyunculuğu ile gözlerimi yaşartıyor.
son olarak komikli bir vidya ile bitirelim;
devamını gör...
7.
bu yaz gelecek 4. sezonu ile final yapacak hbo dizisi. ben 5 sezon beklediğimi daha önce yazmıştım ve emin gibiydim lakin hbo şu aralar house of the dragon’a çok para gömdü sanırım, succession’a bütçe kalmamış sanki. neyse bu sezon da güzel olursa hep efsane olarak hatırlanacaktır.
devamını gör...
8.
4. ve final sezonu dün itibariyle başlamış olan hbo dizisi. umutlarım ve beklentilerim çok yüksek o yüzden. umarım karakterlerin hepsi ortada kalır. özellikle de roman roy. ve shiv. ve kendall. ve gregg. ve tabisi logan.
devamını gör...
9.
4. sezonunun başladığını öğrenir öğrenmez işimi gücümü bıraktım kahvemi aldım ve ilk bölümü emcürdüm hemen. son sezon. mayıs'ta (zamanlaması manidar) logan'ın devri kapanacak mı, kapanacaksa nasıl kapanacak göreceğiz. shiv tüm erkekleri sallayıp fırlatsan da finalde bizi dört köşe yapsan.
devamını gör...
10.
10 nisan da yayınlanan 4.sezon 3.bölümü ile tüm televizyon tarihinin en iyi dizilerinden biri olduğunu kanıtlayan dizi.
logan reis ölmene üzülmedim ama giderayak yine çocuklarını mahvettin.
logan reis ölmene üzülmedim ama giderayak yine çocuklarını mahvettin.
devamını gör...
11.
#2495065 logan'ın devri kapanacak mı mı?
devri bırak, logan şartellerini komple indirdi. ah shiv'im, ah gözümün çiçe zor günler geride kaldı, daha zorları seni bekliyor.
devri bırak, logan şartellerini komple indirdi. ah shiv'im, ah gözümün çiçe zor günler geride kaldı, daha zorları seni bekliyor.
devamını gör...
12.
şu dizinin yayınlanan bölümünü izledikten sonra birlikte analizini yapacak kimsenin olmaması, dizinin son sezonunun olması ile kapışır.
ken sana gıcığım. sana öyle gıcığım, öyle gıcığım ki. hiçbir halta yaramıyorsun. logan seni o kağıda yazdığı gün güneş doğmayaydı, eli kalem tutmayaydı, mürekkep yazmayaydı. ya da ismini karaladığında o mürekkep komple boşalsaydı da varisi olarak kimi düşündüğünü hiçbir zaman bilmeseydin.
roman ilk sezondaki zorbalığını bir tarafa bırakır isek en sevilesi karakterlerden birisin. sevdiği kıza yarım litre kanını yollayan salağa iyi haddini bildirdin. kral.
shiv, iki gözümün çiçe seni ne kadar dışlamaya çalışsalar da bir şekilde her masadasın. her şey yoluna girdiğinde, istediğin gibi olduğunda affediciliğin hemen pörtlüyor. seni anlıyorum. ama dikkatli ol. tom iblisi o vurduğu kulak memenden seni tutup fırlatır atar. sezon başında dilediğim gibi olur da başa geçer isen şu ken'i güzel bir kliniğe yatırıp eycene tedavi ettir. tabii o zamana kadar kendini bir yerden atmaz ise.
başka roy ferdi kim kaldı... greg sen the economist okumaya devam.
ken sana gıcığım. sana öyle gıcığım, öyle gıcığım ki. hiçbir halta yaramıyorsun. logan seni o kağıda yazdığı gün güneş doğmayaydı, eli kalem tutmayaydı, mürekkep yazmayaydı. ya da ismini karaladığında o mürekkep komple boşalsaydı da varisi olarak kimi düşündüğünü hiçbir zaman bilmeseydin.
roman ilk sezondaki zorbalığını bir tarafa bırakır isek en sevilesi karakterlerden birisin. sevdiği kıza yarım litre kanını yollayan salağa iyi haddini bildirdin. kral.
shiv, iki gözümün çiçe seni ne kadar dışlamaya çalışsalar da bir şekilde her masadasın. her şey yoluna girdiğinde, istediğin gibi olduğunda affediciliğin hemen pörtlüyor. seni anlıyorum. ama dikkatli ol. tom iblisi o vurduğu kulak memenden seni tutup fırlatır atar. sezon başında dilediğim gibi olur da başa geçer isen şu ken'i güzel bir kliniğe yatırıp eycene tedavi ettir. tabii o zamana kadar kendini bir yerden atmaz ise.
başka roy ferdi kim kaldı... greg sen the economist okumaya devam.
devamını gör...
13.
"kendall: galiba kendimi at sırtındaki bir şövalye sanıyordum ama...
logan: hayat at sırtında şövalyeler değildir: bir kağıt parçasında bir sayıdır, hayat çamurda bıçağı kapma savaşıdır."
çok iyi dizi yahu. yukarıdaki alıntı 3. sezon, 8. bölümden kendall ile babasının yemek yediği sahneden. hayatı böyle algılayan sert, güçlü bir baba ile onun gölgesinde var olmaya çalışan çocukları arasındaki veraset meselesini anlatıyor denilebilir kısaca. izleyen birileri yazsa da üzerine konuşsak bu ara çogzel olurdu.
logan: hayat at sırtında şövalyeler değildir: bir kağıt parçasında bir sayıdır, hayat çamurda bıçağı kapma savaşıdır."
çok iyi dizi yahu. yukarıdaki alıntı 3. sezon, 8. bölümden kendall ile babasının yemek yediği sahneden. hayatı böyle algılayan sert, güçlü bir baba ile onun gölgesinde var olmaya çalışan çocukları arasındaki veraset meselesini anlatıyor denilebilir kısaca. izleyen birileri yazsa da üzerine konuşsak bu ara çogzel olurdu.
devamını gör...
14.
"lan 2324 kelimelik makale yaz deseler yazmazsın..."
bu tanımın girildiği dakika itibarıyla, son beş yıldır taşıdığı “devam eden en iyi dizi” unvanını yitirmesinin tek sebebi artık devam etmiyor olması olan muazzam hbo yapımı.
saçmalık derecesinde zengin bir ailenin hayatından kısa bir kesiti anlatan dizi, üç (dört) çocuğun, babalarıyla olan karmaşık ilişkisini; amerika birleşik devletleri, siyaset, medya ve eğlence sektörü arka planında sunuyor. filizlendiği şekspiryan anlatımı modern dünyaya adapte ederek kadife cübbeler yerine krallara (ceo'lara) otuz bin dolarlık takım elbiseler giydirip, onları ve şürekâsını saraylar yerine manhattan’da çatı katı dairelerde konaklatıyor. bu ihtişamı yer yer, zengin insanlara dair pek çok kurgu ürünü tüketmiş olanların bile kaşlarını kaldıracak bir absürtlükte karikatürize ediyor. yaşayan insan nüfusunun %1’inin bile empati kuramayacağı bir refah seviyesinde kurgulanan bu hikâyenin, izleyenlerin bam teline basabilmesinin kaynağı ise (olağanüstü oyunculukları saymazsak) çok yaygın bir psikolojik fenomene dayanıyor: aile içi istismar ve aşılamayan travmalar.
bahsettiğim gibi, dizi bir kesitten ibaret. hâlihazırda çok şey yaşamış otuzlarındaki üç çocuk ve babaları arasında nasıl bir ilişki olduğunu dört sezon boyunca parça parça öğreniyoruz. dizinin yaratıcısı jesse armstrong’un karamsar olarak nitelendirilebilecek bakış açısı ise bu kesiti, karakterlerin tüm hayatına yaymak üzerine kurulu. yani dizinin tamamı boyunca yalnızca 1-2 sene geçmesinin çok önemi yok aslında. “kim” olacağı çocukken şekillenmiş insanların, ne yaparlarsa yapsınlar lanetlendikleri yoldan çıkmalarının mümkün olmadığını, yanlış yetiştirilmenin bireylerde geri dönülemez hasarlar bırakabildiğinin altı defalarca kez çiziliyor. bu, elbette akademik bir yaklaşımla incelenmiyor. “belki yeryüzünde kaderi bu kadar keskin ağlarla örülmüş sadece üç insan vardır ve o üç insan dışındaki herkes değişme şansına sahiptir” diyor bir anlamda jesse ağabey, “ama bu, o üç kişinin hikâyesi.”
dizinin bütün ana karakterleri teker teker incelemeye değer derinlikte. ne var ki bu incelemenin hakkını spoiler içermeden vermek epey zor. dolayısıyla önce karakterlere ardından dizinin gidişatına ve sonlanışına dair düşüncelerimi koruyucu bir spoiler parantezine almak isterim.
karakterlerden başlamak gerekirse,
roman roy
dizinin bana kalırsa okuması açık ara en keyifli karakteri. neredeyse hiçbir anında kendisini desteklemedim, çoğu zaman açık açık tiksindim hatta, fakat kişiliğinin üstüne örttüğü sarkazm, uç-cinsellik ve ofansif mizah kabuğundaki delikler zamanla açıldı ve kendisini anlamaya çalışmak da benim için keyifli bir serüven hâline geldi.
öncelikle roman anne eksikliğini, diğer kardeşlere kıyasla, en ağır hisseden karakter. aynı zamanda muhtemelen başlarında onlarla ilgilenen, şefkatini eksik etmeyen bir anne olsaydı babalarının istismarından en az etkilenecek kardeş. bu eksiklik, bir erkek olarak cinselliğine, bir oğlan çocuğu olarak babasına bel bağlayışına ve bir iş insanı olarak yönetime bakışına doğrudan yansıyor. dahası, yine aynı sebeple, kardeşler arasında babalarına en bağlı olanı, iki ebeveyne paylaştırması gereken “beğenilme, kabul edilme arzusunu” en dengesiz dağıtanı. bu sağlıksız bağlılık zamanla mazoşist uçlara dahi temel hazırlıyor. öyle ki babasından takdir görmesinin tek yolunun fiziksel/sözlü şiddete maruz kalmak anlamına geldiğini düşünmeye başladığından, kontrolden çıktığı zamanlarda kendisini yeniden ayağa kaldıran, o sapkın mizah kılıfının altına saklabilmesini sağlayan şey yeterli dozda acı olmaya başlıyor. yalnızca canı yandığında, canını yakan kişi tarafından kabul görebildiğine dair üzücü bir koşullanma geliştiriyor.
ilk sezondan son ana kadar şirketin yasal işlerden sorumlu direktörü gerri ile arasındaki çarpık ilişki annesine –ve onun eksikliğine- bakışını gösteriyor. garip, yasal feragatnamelerle çevrelenmiş bir oedipus kompleksi etkisiyle, cinselliğini tamamen gerri üzerinden tanımlıyor ve son sezonda gördüğümüz üzere “babası gibi olmadığı” hissi ne zaman yüzüne vurulsa kontrolü yitiriyor, krize giriyor. bu, belki başkalarından geldiğinde (kendall gibi) yine kendini toparlayabileceği bir durum, fakat doğrudan gerri tarafından “sen baban değilsin” dendiğinde dizinin son anında gördüğümüz aydınlanmaya (“we’re all bullshit”) giden yolu açan delirişi yaşıyor. o an fark ediyor, kendisini babası üstünden tanımlamaya ne kadar hastalıklı bir şekilde muhtaç olduğunu. kendall da benzer bir “babam gibi olmam gerek” saplantısından muzdarip, fakat onunki daha çok başarı ve güç odaklıyken roman’ın kaygıları daha temelde, daha içsel. bu yüzden biraz olsun özgürleştiğinde kendisiyle barışmaya daha müsait.
***
siobhan roy
ailenin tek kız çocuğu. toksik masküliniteye maruz kaldığı yaş hasebiyle, her ne kadar havalı kıyafetler ve “güçlü kadın” imajıyla baskılansa da, manipülasyonlarla hayatını idame ettirme mecburiyetini hisseden, her daim bir taraf seçme zorunluğu altında olan ama erkek egemen bir dünyada hiçbir zaman “seçilen bir taraf” olamamanın burukluğuyla da kendisiyle barışamayan bir karakter.
üç kardeşte de ortak olan “babanın beğenisini kazanma” arzusuna ek olarak, kısıtlı ve soğuk bir ilişki içinde olduğu annesinden de nefret ediyor. diğer çocuklar da anneleri ile canciğer kuzu sarması değil elbette, fakat shiv onların kayıtsızlık olarak tanımlayabileceği bir anne-çocuk ilişkisini aleni bir istismar olarak gördüğünden daha nefret odaklı, veya kendi tabiriyle daha “stratejik” davranma örüntüsüne erken yaşta başlamak zorunda hissediyor. tom ile tanıştığı ve ilişkilerini geliştirdikleri süreç net anlatılmasa da shiv’in birini görür görmez aşık olacak, tutkuyla bağlanabilecek kapasitede biri olmadığı aşikar, çünkü hayatında kadın ve erkek arasındaki ilişki dinamiği doğru zamanda doğru tarafı seçmekten ibaret. bugün “ak” dediğine yarın “kara” demekten asla çekinmemesi, aksine fikir değişikliklerinin mantıklı olduğuna kendini rahatlıkla inandırabilmesi ve hemen yeni cephe için savlar üretebilmeye başlaması bu konudaki tecrübesinin kanıtı. hâliyle dizinin sonundaki “vurgunun” da çok şaşırtıcı olduğunu düşünmüyorum.
küçükken fikrinin diğer çocuklara sorulduğu kadar sorulmadığı, yetişkinlik hayatında onun fikrine ihtiyaç duyulan her anda özgüven patlaması yaşamasından ve bu gücün tadını çıkarmaktan neredeyse cinsel bir haz almasından anlaşılabiliyor (dizinin sıkı takipçileri önceki cümlemdeki “neredeyse” kelimesini kibarlıktan eklediğimi, seçim yapabilme gücünün shiv’i alenen “heyecanlandırdığını” biliyordur). daha genel konuşmak gerekirse güç ve gücün kullanılma hürriyeti shiv’in uydusu olduğu devasa bir gezegen ve kütle çekimi çok yüksek. tom gibi içine girdiği kabın şeklini alan (ve almaktan gurur duyan!) biriyle olan ilişkisindeki en yüksek, en mutlu noktaların tom’un kendisine kazık attığı ya da açıkça shiv’e nispeten stratejik olarak mantıklı olan diğer seçeneklere yöneldiği zamanlar olması tesadüf değil. dizi boyunca konuştuğu tüm karakterlere “gerekirse bana kazık at, yeter ki birilerini kandır, stratejik davran, pragmatizm tabağını ekmekle sıyır!” diyen shiv’e, her ne kadar çocukluğundan beri uğradığı cinsiyetçilik sebebiyle üzülsem de, bu katı faydacılık eğilimi sebebiyle pek ısınamadım, bunu da belirtmem gerekiyor.
***
kendall roy
dizinin en üzgün insanı. benim de en sevdiğim. gerçi “sevmek” böyle iğrenç insanlar için biraz güçlü bir kelime, o yüzden sanırım “intihar etmesini en az istediğim” karakter şeklinde ifademi yeniden düzenlemem gerek. bu önemli, çünkü kardeşler arasında intihara en eğilimli karakter de kendisi.
bu amiyane tabirle “yıkıklığı” besleyen şey bana kalırsa birbirini bir döngü içerisinde takip eden ikisi de birbirinden zehirli iki düşünce:
“ben babamın dengiyim/veliahtıyım”
“ben babamın tırnağı bile olamayacak bir eziğim”
kendall roy, dizi boyunca bu iki ucu barındıran spektrumda, korkunç hızlarda duygu değişimleri yaşıyor. yalnızca bu iki düşünceden filizlenmese, daha gelişigüzel anlarda da duygu değişimi yaşıyor olsa klasik bir bipolar bozukluk olduğunu düşünebilirdim ama kendisinin rahatsızlığına teşhis koymak için fazla yüzeysel olan psikoloji bilgimle diyebileceğim tek şey, üç kardeş arasında duygu değişimleri için tetiklenmeye en müsait olanı ve madde bağımlılığının da bununla ilgisi olduğu yönünde.
kardeşler arası dinamiklerde de farklı bir yerde kendall. shiv ve roman, birbirlerini daha “loganzede” olarak gördüklerinden aralarında bir mağdur dayanışması mevcut, ancak kendall da en az onlar kadar (hatta daha fazla) istismara ve manipülasyona maruz kalmış olsa dahi, en büyük kardeş olarak (üzgünüm connor) hiç tam anlamıyla onların arasına girememiş. o da doğal olarak ona verilen rolü üstlenmiş ve shiv ve rom’u logan’ın gazabından koruyan, arada tampon görevi üstlenen bir duygusal kum torbasına evrilmiş.
bu dinamik de kardeşlerin gidişatını logan ölmeden önce ve logan öldükten sonra şeklinde ikiye ayrırıyor. ilk kısımda aralarındaki sürtüşme ne kadar büyüse de logan için besledikleri ortak bir korku ve dargınlıkla üç kardeşin arası daha kolay düzelebiliyordu. logan öldükten sonra ise kendall, elbette ayarsız bir şekilde, “bu zamana kadar sizi korudum, artık siz de bana destek çıkmalısınız” mentalitesini benimseyerek iki kardeşinden gelecek desteği “olması gereken” bir şey olarak görmeye başlıyor. çığırından çıkan ama ortak çıkarlar için halı altına süpürülen kardeşler arası dargınlık, son bölümdeki malum sahneyle gün yüzüne çıktığında ise kendall ne babası gibi bir baba ne de kardeşlerini koruyup kollama görevine devam eden abi olabildiğini fark ediyor ve dizinin en trajik sonu kendisi için gerçekleşiyor.
dördüncü sezonun başında bir yerlerde “benim sürekli bir işle meşgul olmam lazım, yoksa kafayı yerim” derken kastettiği de buydu aslında. kafasında oturtamadığı aile içi dinamikleri ve hisleri, babasına dair tüm beklentilerini “iş” klasöründe toplamak ve ona odaklanmak kendall için hep tek yol oldu. biraz da bu yüzden, bana kalırsa, ceo olmak için en ideal adaydı çünkü roy soyadına sahip herkes gibi ayarsız özgüven patlamaları ve sapkın hâl ve hareketlere yönelme eğilimine rağmen, kusursuz bir işkolik ve kesinlikle en yetkin kardeşti. buna güvendiği ve kendi nihai hedefini de babasının koltuğuna oturmakla şekillendirdiği için, aile şirketi satıldığı zaman en büyük hasarı da o almış oldu.
***
logan roy
dizinin büyük kötüsü. bütün çatışmaların müessibi, bütün dargınlıkların düğüm noktası. birinci sezon yedinci bölümde havuzdan çıkarken sırtındaki kemer izlerinden gördüğümüz üzere korkunç bir çocukluk geçirmiş. yılmamış, çalışmış, çabalamış ve devasa bir medya uygarlığı kurmuş, ancak bu noktada ahlaki açıdan verebileceği en kötü kararı vererek aile kurup çocuk yapmaya yeltenmiş birisi. yine birinci sezonda kendall’ın kendisine söylediği gibi “çocuklarını kıskanmaktan” kendini asla geri alamıyor. onlara sunduğu imkanlara kendi çocukluğunda sahip olamadığı için çocuklarını ezmekten, aşağılamaktan çekinmiyor.
usta bir manipülatör olduğu için çocuklarına işkence edebileceği en iyi yolları biliyor ve yıllar boyunca bu işkenceyi devam ettiriyor. hayatının son demlerinde (hatta ölmeden birkaç saat önce) bile acı çektirerek kontrol altına alabildiğini bildiği roman’a gerri’yi kovma görevini kasten veriyor (roman’ın gerri’ye olan hisleri aşikarken). shiv’in tom ile ilişkisini bir kuklacı gibi yönetiyor, tom’un hırsını ve ideallerini kızının kanatlarını kırmak için kullanıyor. kendall’a yedi yaşında iken ceo’luk sözü veriyor ve maraş dondurmacıları gibi sürekli geri alıp tekrar veriyor ve yaşama sebebini "şirketin başına geçmek" olarak kafasına kazımış oğlunun kendi başına bir birey olabilmesine müsaade etmiyor. eş niyetine bulduğu kadınlara uyguladığı duygusal şiddetten, çalışanlarını daima hor görmesinden ve başka insanların çektiği acılara olan kayıtsızlığından bahsetmiyorum bile.
“no real person involved” ha?
daha fazla konuşmaya gerek yok aslında. dizi tarihinin en kötücül karakterlerinden biri. çocuklar çıkıp cenazesinde “keşke olmasaydın da, biz de olmasaydık.” dese yeriydi. iyi bilmezdik, logan efendi… iyi bilmezdik…
dizinin ilerleyişine dair 1-2 kelam etmek gerekirse de,
dizide kendall hariç (ve tabii, öldüğü için, logan) bütün ana karakterler başladığı yere döndü denebilir aslında. diziyi başlatan, daha doğrusu bizim için önemli olan kısımları izlemeye başladığımız an (ilk bölüm) logan’ın resmi olarak emekliliğe ayrılacağını duyurmaktan aniden vazgeçmesi. bunu takip eden süreç içerisinde kendall’ın yaşadığı travmaların tekrarı ve yukarıda bahsettiğim döngüden kurtulamayışı dizinin ilk bölümünde yaşadığı yıkımla son bölüm arasında paralellikler barındırıyor.
shiv’in freelance politika danışmanı olarak çalışırken kendall’ın yediği kazıkla aniden şirkete dahil olmak istemesi ve aradan geçen kaotik 1-2 yılın ardından ceo’nun kızı olarak başladığı yolculuğu ceo’nun eşi olarak (yani kendi statüsü adına çok da farklı olmayan bir konumda) bitirmesi ile roman’ın şirketin dışında, kafasına göre takılan zıpır bir tipken yine aynı konuma –bu sefer daha bilge, daha sakin de olsa- dönmesi benzer bir döngüyü gösteriyor. jesse armstrong’un nihai sloganı da bu. son bölümde hugo’nun tom’a söylediği gibi: * kaybetmeye mahkum olanlar kaybetmeye devam ediyor.
dizinin süresi bu anlamda ideal. daha kısa olsa kardeşler arası dinamiği netleştiremeden, daha uzun olsa aynı çatışmaların bayatlığından kurtaramadan bitecekti. tam yerinde, herkes doğru pozisyonlardayken bitti dizi. logan’ın ölümü kaçınılmaz olmakla birlikte bunu on bölümlük son sezonun üçüncü bölümünde yapmaları klişe bir “meğer bu dertler ne boşmuş, aileden mühim ne var şu hayatta” kamu spotuna girme mecburiyetini engellemiş, yazarlara tanınan yaratıcı alanı artırmış. özellikle çocukların babaları olmadan nasıl bir boşluğa düştüğünü, zaaflarını bilen matsson gibi henüz kaşarlanmamış, toy sayılabilecek birinin bile bunları nasıl rahatlıkla suistimal edebileceğini göstermesi açısından çok iyi hamle olmuş. “lan aslında bu çocuklar da iş yapar ha” umudunu finalin son dakikasına kadar diri tutmuş kitleye son darbeyi o toplantı salonundaki inanılmaz çocuksu kavgayı göstererek vurmuş ve “tamam, bi bok olmaz bunlardan” dedirtmiş, roman’ın “we’re all bullshit” kabullenişini ise sahneyi kapatan perde olarak kullanabilmiş. senaryo yazımında detaylar kadar “büyük resmi” incelemeyi de sevenleri bu anlamda tatmin ettiğini düşünüyorum. *
dizinin hikâyesine girdik çıktık ama bu diziyi efsanevi konuma getirenler sadece bunlar değil elbette. “structured methiyemizin” kalan kısmında övülmesi gerekenler;
1) oyunculuk. herhalde her karakterin bu kadar yüksek bir standartta oynadığı ve bunu dizinin çekildiği toplamda 6 sene boyunca koruduğu başka yapım çok nadirdir. topladığı ödüllerden bağımsız olarak söylüyorum bunu, ki o kadar oyunculuk ödülü dahi bence hakkını vermiyor. brian cox’ın kızına nasıl davrandığını, kieran culkin’in sapkın merakları olup olmadığını, sarah snook’un eşi ile ilişkisinin dinamiğini, jeremy strong’un terapistiyle arasında geçenleri araştırma dürtüsü uyandıracak kadar gerçekçi ve sürükleyici bir ana kadroya, görevinden veya varoluş gayesinden şüphe uyandırmayacak kaliteye sahip karakterler içeren yardımcı kadroya sahip.
2) diyalog yazımı. gerek mizahi tonu çeşnilendiren ve referanslar bilinmese bile güldürecek vurgulara sahip “one liner"ları, gerek o üst makam karşısında el pençe divan duranlara özgü aşırı gerçekçi “tepki replikleri”, gerek küfür, hakaret, bilimum kötü söz anlamında “nsfw bir duolingo” misali kelime dağarcığı geliştirmesi anlamında hayran kalınası bir diyalog yazımı var dizide. bazen sahneyi bile unutuyor insan ama o sahnede söylenenleri unutamıyor.
3) müzikler. benim şahsi favorim ve dizi tarihi içerisinde de eminim saygıdeğer bir sıralamaya girecek dizi müziklerine burada ne kadar övgü dizsem az. işbu uzuuun yazı da, mesela, şu playlist eşliğinde yazıldı, düzeltildi ve yazılmaya devam ediyor. nefret ettiğim şu kalıbı bile kullandıracak hatta: “vallahi biz nicholas britell’den razıyız.”
4) kamera kullanımı/sinematografi. ilk sezonlarda zoom’ların ve oda içinde konuşan kişiye odaklanışların mockumentary havasında ilerlemesi beni çok şaşırtmıştı. sonradan fark ettim ki aslında bu kasıtlı olarak seyirciyi ortamın baş döndürücü absürtlüğüne, yer yer havada asılı kalan gerginliğine ve sivri uçlu mizahına alıştırmak için özel olarak planlanmış. dizi ilerledikçe, karakterleri de daha iyi tanıdığımız varsayılarak kamera biraz daha sakinleşiyor ama o “anın içinde olma" hissini daima koruyor. netflix’in kibirli yapımlarında sık gördüğümüz “lower quadrant framingin” aksine succession kameraları yeri geliyor karakteri ekranın ta orta yerine koyuyor, onunla tartışan ve anasına avradına küfür yiyen bizmişiz gibi hissettiriyor. bu özen ve istikrarı övmeden geçmek olmazdı.
5) yapım tasarımı *. dizi ile beraber gittiğimiz ülkeler, karakterlerin kıyafetleri, iç karartıcı sohbetlere arka plan olan müthiş manzaralar, yarım saniyeliğine gözüken objelerin, yapıların üstüne bile logolar basılmış olması gibi detaylara verilen önem… şüphesiz ki hbo bu diziyi ekranlara rahmet olarak göndermiş ve hiçbir masraftan kaçınmamış. bunun başka açıklaması yok.
iyi ki çekilmiş.
iyi ki canlı tanık olabilmişim.
(sıfırdan defalarca kez tekrar izlemeyecekmişim gibi veda edeyim)
bu tanımın girildiği dakika itibarıyla, son beş yıldır taşıdığı “devam eden en iyi dizi” unvanını yitirmesinin tek sebebi artık devam etmiyor olması olan muazzam hbo yapımı.
saçmalık derecesinde zengin bir ailenin hayatından kısa bir kesiti anlatan dizi, üç (dört) çocuğun, babalarıyla olan karmaşık ilişkisini; amerika birleşik devletleri, siyaset, medya ve eğlence sektörü arka planında sunuyor. filizlendiği şekspiryan anlatımı modern dünyaya adapte ederek kadife cübbeler yerine krallara (ceo'lara) otuz bin dolarlık takım elbiseler giydirip, onları ve şürekâsını saraylar yerine manhattan’da çatı katı dairelerde konaklatıyor. bu ihtişamı yer yer, zengin insanlara dair pek çok kurgu ürünü tüketmiş olanların bile kaşlarını kaldıracak bir absürtlükte karikatürize ediyor. yaşayan insan nüfusunun %1’inin bile empati kuramayacağı bir refah seviyesinde kurgulanan bu hikâyenin, izleyenlerin bam teline basabilmesinin kaynağı ise (olağanüstü oyunculukları saymazsak) çok yaygın bir psikolojik fenomene dayanıyor: aile içi istismar ve aşılamayan travmalar.
bahsettiğim gibi, dizi bir kesitten ibaret. hâlihazırda çok şey yaşamış otuzlarındaki üç çocuk ve babaları arasında nasıl bir ilişki olduğunu dört sezon boyunca parça parça öğreniyoruz. dizinin yaratıcısı jesse armstrong’un karamsar olarak nitelendirilebilecek bakış açısı ise bu kesiti, karakterlerin tüm hayatına yaymak üzerine kurulu. yani dizinin tamamı boyunca yalnızca 1-2 sene geçmesinin çok önemi yok aslında. “kim” olacağı çocukken şekillenmiş insanların, ne yaparlarsa yapsınlar lanetlendikleri yoldan çıkmalarının mümkün olmadığını, yanlış yetiştirilmenin bireylerde geri dönülemez hasarlar bırakabildiğinin altı defalarca kez çiziliyor. bu, elbette akademik bir yaklaşımla incelenmiyor. “belki yeryüzünde kaderi bu kadar keskin ağlarla örülmüş sadece üç insan vardır ve o üç insan dışındaki herkes değişme şansına sahiptir” diyor bir anlamda jesse ağabey, “ama bu, o üç kişinin hikâyesi.”
dizinin bütün ana karakterleri teker teker incelemeye değer derinlikte. ne var ki bu incelemenin hakkını spoiler içermeden vermek epey zor. dolayısıyla önce karakterlere ardından dizinin gidişatına ve sonlanışına dair düşüncelerimi koruyucu bir spoiler parantezine almak isterim.
karakterlerden başlamak gerekirse,
roman roy
dizinin bana kalırsa okuması açık ara en keyifli karakteri. neredeyse hiçbir anında kendisini desteklemedim, çoğu zaman açık açık tiksindim hatta, fakat kişiliğinin üstüne örttüğü sarkazm, uç-cinsellik ve ofansif mizah kabuğundaki delikler zamanla açıldı ve kendisini anlamaya çalışmak da benim için keyifli bir serüven hâline geldi.
öncelikle roman anne eksikliğini, diğer kardeşlere kıyasla, en ağır hisseden karakter. aynı zamanda muhtemelen başlarında onlarla ilgilenen, şefkatini eksik etmeyen bir anne olsaydı babalarının istismarından en az etkilenecek kardeş. bu eksiklik, bir erkek olarak cinselliğine, bir oğlan çocuğu olarak babasına bel bağlayışına ve bir iş insanı olarak yönetime bakışına doğrudan yansıyor. dahası, yine aynı sebeple, kardeşler arasında babalarına en bağlı olanı, iki ebeveyne paylaştırması gereken “beğenilme, kabul edilme arzusunu” en dengesiz dağıtanı. bu sağlıksız bağlılık zamanla mazoşist uçlara dahi temel hazırlıyor. öyle ki babasından takdir görmesinin tek yolunun fiziksel/sözlü şiddete maruz kalmak anlamına geldiğini düşünmeye başladığından, kontrolden çıktığı zamanlarda kendisini yeniden ayağa kaldıran, o sapkın mizah kılıfının altına saklabilmesini sağlayan şey yeterli dozda acı olmaya başlıyor. yalnızca canı yandığında, canını yakan kişi tarafından kabul görebildiğine dair üzücü bir koşullanma geliştiriyor.
ilk sezondan son ana kadar şirketin yasal işlerden sorumlu direktörü gerri ile arasındaki çarpık ilişki annesine –ve onun eksikliğine- bakışını gösteriyor. garip, yasal feragatnamelerle çevrelenmiş bir oedipus kompleksi etkisiyle, cinselliğini tamamen gerri üzerinden tanımlıyor ve son sezonda gördüğümüz üzere “babası gibi olmadığı” hissi ne zaman yüzüne vurulsa kontrolü yitiriyor, krize giriyor. bu, belki başkalarından geldiğinde (kendall gibi) yine kendini toparlayabileceği bir durum, fakat doğrudan gerri tarafından “sen baban değilsin” dendiğinde dizinin son anında gördüğümüz aydınlanmaya (“we’re all bullshit”) giden yolu açan delirişi yaşıyor. o an fark ediyor, kendisini babası üstünden tanımlamaya ne kadar hastalıklı bir şekilde muhtaç olduğunu. kendall da benzer bir “babam gibi olmam gerek” saplantısından muzdarip, fakat onunki daha çok başarı ve güç odaklıyken roman’ın kaygıları daha temelde, daha içsel. bu yüzden biraz olsun özgürleştiğinde kendisiyle barışmaya daha müsait.
***
siobhan roy
ailenin tek kız çocuğu. toksik masküliniteye maruz kaldığı yaş hasebiyle, her ne kadar havalı kıyafetler ve “güçlü kadın” imajıyla baskılansa da, manipülasyonlarla hayatını idame ettirme mecburiyetini hisseden, her daim bir taraf seçme zorunluğu altında olan ama erkek egemen bir dünyada hiçbir zaman “seçilen bir taraf” olamamanın burukluğuyla da kendisiyle barışamayan bir karakter.
üç kardeşte de ortak olan “babanın beğenisini kazanma” arzusuna ek olarak, kısıtlı ve soğuk bir ilişki içinde olduğu annesinden de nefret ediyor. diğer çocuklar da anneleri ile canciğer kuzu sarması değil elbette, fakat shiv onların kayıtsızlık olarak tanımlayabileceği bir anne-çocuk ilişkisini aleni bir istismar olarak gördüğünden daha nefret odaklı, veya kendi tabiriyle daha “stratejik” davranma örüntüsüne erken yaşta başlamak zorunda hissediyor. tom ile tanıştığı ve ilişkilerini geliştirdikleri süreç net anlatılmasa da shiv’in birini görür görmez aşık olacak, tutkuyla bağlanabilecek kapasitede biri olmadığı aşikar, çünkü hayatında kadın ve erkek arasındaki ilişki dinamiği doğru zamanda doğru tarafı seçmekten ibaret. bugün “ak” dediğine yarın “kara” demekten asla çekinmemesi, aksine fikir değişikliklerinin mantıklı olduğuna kendini rahatlıkla inandırabilmesi ve hemen yeni cephe için savlar üretebilmeye başlaması bu konudaki tecrübesinin kanıtı. hâliyle dizinin sonundaki “vurgunun” da çok şaşırtıcı olduğunu düşünmüyorum.
küçükken fikrinin diğer çocuklara sorulduğu kadar sorulmadığı, yetişkinlik hayatında onun fikrine ihtiyaç duyulan her anda özgüven patlaması yaşamasından ve bu gücün tadını çıkarmaktan neredeyse cinsel bir haz almasından anlaşılabiliyor (dizinin sıkı takipçileri önceki cümlemdeki “neredeyse” kelimesini kibarlıktan eklediğimi, seçim yapabilme gücünün shiv’i alenen “heyecanlandırdığını” biliyordur). daha genel konuşmak gerekirse güç ve gücün kullanılma hürriyeti shiv’in uydusu olduğu devasa bir gezegen ve kütle çekimi çok yüksek. tom gibi içine girdiği kabın şeklini alan (ve almaktan gurur duyan!) biriyle olan ilişkisindeki en yüksek, en mutlu noktaların tom’un kendisine kazık attığı ya da açıkça shiv’e nispeten stratejik olarak mantıklı olan diğer seçeneklere yöneldiği zamanlar olması tesadüf değil. dizi boyunca konuştuğu tüm karakterlere “gerekirse bana kazık at, yeter ki birilerini kandır, stratejik davran, pragmatizm tabağını ekmekle sıyır!” diyen shiv’e, her ne kadar çocukluğundan beri uğradığı cinsiyetçilik sebebiyle üzülsem de, bu katı faydacılık eğilimi sebebiyle pek ısınamadım, bunu da belirtmem gerekiyor.
***
kendall roy
dizinin en üzgün insanı. benim de en sevdiğim. gerçi “sevmek” böyle iğrenç insanlar için biraz güçlü bir kelime, o yüzden sanırım “intihar etmesini en az istediğim” karakter şeklinde ifademi yeniden düzenlemem gerek. bu önemli, çünkü kardeşler arasında intihara en eğilimli karakter de kendisi.
bu amiyane tabirle “yıkıklığı” besleyen şey bana kalırsa birbirini bir döngü içerisinde takip eden ikisi de birbirinden zehirli iki düşünce:
“ben babamın dengiyim/veliahtıyım”
“ben babamın tırnağı bile olamayacak bir eziğim”
kendall roy, dizi boyunca bu iki ucu barındıran spektrumda, korkunç hızlarda duygu değişimleri yaşıyor. yalnızca bu iki düşünceden filizlenmese, daha gelişigüzel anlarda da duygu değişimi yaşıyor olsa klasik bir bipolar bozukluk olduğunu düşünebilirdim ama kendisinin rahatsızlığına teşhis koymak için fazla yüzeysel olan psikoloji bilgimle diyebileceğim tek şey, üç kardeş arasında duygu değişimleri için tetiklenmeye en müsait olanı ve madde bağımlılığının da bununla ilgisi olduğu yönünde.
kardeşler arası dinamiklerde de farklı bir yerde kendall. shiv ve roman, birbirlerini daha “loganzede” olarak gördüklerinden aralarında bir mağdur dayanışması mevcut, ancak kendall da en az onlar kadar (hatta daha fazla) istismara ve manipülasyona maruz kalmış olsa dahi, en büyük kardeş olarak (üzgünüm connor) hiç tam anlamıyla onların arasına girememiş. o da doğal olarak ona verilen rolü üstlenmiş ve shiv ve rom’u logan’ın gazabından koruyan, arada tampon görevi üstlenen bir duygusal kum torbasına evrilmiş.
bu dinamik de kardeşlerin gidişatını logan ölmeden önce ve logan öldükten sonra şeklinde ikiye ayrırıyor. ilk kısımda aralarındaki sürtüşme ne kadar büyüse de logan için besledikleri ortak bir korku ve dargınlıkla üç kardeşin arası daha kolay düzelebiliyordu. logan öldükten sonra ise kendall, elbette ayarsız bir şekilde, “bu zamana kadar sizi korudum, artık siz de bana destek çıkmalısınız” mentalitesini benimseyerek iki kardeşinden gelecek desteği “olması gereken” bir şey olarak görmeye başlıyor. çığırından çıkan ama ortak çıkarlar için halı altına süpürülen kardeşler arası dargınlık, son bölümdeki malum sahneyle gün yüzüne çıktığında ise kendall ne babası gibi bir baba ne de kardeşlerini koruyup kollama görevine devam eden abi olabildiğini fark ediyor ve dizinin en trajik sonu kendisi için gerçekleşiyor.
dördüncü sezonun başında bir yerlerde “benim sürekli bir işle meşgul olmam lazım, yoksa kafayı yerim” derken kastettiği de buydu aslında. kafasında oturtamadığı aile içi dinamikleri ve hisleri, babasına dair tüm beklentilerini “iş” klasöründe toplamak ve ona odaklanmak kendall için hep tek yol oldu. biraz da bu yüzden, bana kalırsa, ceo olmak için en ideal adaydı çünkü roy soyadına sahip herkes gibi ayarsız özgüven patlamaları ve sapkın hâl ve hareketlere yönelme eğilimine rağmen, kusursuz bir işkolik ve kesinlikle en yetkin kardeşti. buna güvendiği ve kendi nihai hedefini de babasının koltuğuna oturmakla şekillendirdiği için, aile şirketi satıldığı zaman en büyük hasarı da o almış oldu.
***
logan roy
dizinin büyük kötüsü. bütün çatışmaların müessibi, bütün dargınlıkların düğüm noktası. birinci sezon yedinci bölümde havuzdan çıkarken sırtındaki kemer izlerinden gördüğümüz üzere korkunç bir çocukluk geçirmiş. yılmamış, çalışmış, çabalamış ve devasa bir medya uygarlığı kurmuş, ancak bu noktada ahlaki açıdan verebileceği en kötü kararı vererek aile kurup çocuk yapmaya yeltenmiş birisi. yine birinci sezonda kendall’ın kendisine söylediği gibi “çocuklarını kıskanmaktan” kendini asla geri alamıyor. onlara sunduğu imkanlara kendi çocukluğunda sahip olamadığı için çocuklarını ezmekten, aşağılamaktan çekinmiyor.
usta bir manipülatör olduğu için çocuklarına işkence edebileceği en iyi yolları biliyor ve yıllar boyunca bu işkenceyi devam ettiriyor. hayatının son demlerinde (hatta ölmeden birkaç saat önce) bile acı çektirerek kontrol altına alabildiğini bildiği roman’a gerri’yi kovma görevini kasten veriyor (roman’ın gerri’ye olan hisleri aşikarken). shiv’in tom ile ilişkisini bir kuklacı gibi yönetiyor, tom’un hırsını ve ideallerini kızının kanatlarını kırmak için kullanıyor. kendall’a yedi yaşında iken ceo’luk sözü veriyor ve maraş dondurmacıları gibi sürekli geri alıp tekrar veriyor ve yaşama sebebini "şirketin başına geçmek" olarak kafasına kazımış oğlunun kendi başına bir birey olabilmesine müsaade etmiyor. eş niyetine bulduğu kadınlara uyguladığı duygusal şiddetten, çalışanlarını daima hor görmesinden ve başka insanların çektiği acılara olan kayıtsızlığından bahsetmiyorum bile.
“no real person involved” ha?
daha fazla konuşmaya gerek yok aslında. dizi tarihinin en kötücül karakterlerinden biri. çocuklar çıkıp cenazesinde “keşke olmasaydın da, biz de olmasaydık.” dese yeriydi. iyi bilmezdik, logan efendi… iyi bilmezdik…
dizinin ilerleyişine dair 1-2 kelam etmek gerekirse de,
dizide kendall hariç (ve tabii, öldüğü için, logan) bütün ana karakterler başladığı yere döndü denebilir aslında. diziyi başlatan, daha doğrusu bizim için önemli olan kısımları izlemeye başladığımız an (ilk bölüm) logan’ın resmi olarak emekliliğe ayrılacağını duyurmaktan aniden vazgeçmesi. bunu takip eden süreç içerisinde kendall’ın yaşadığı travmaların tekrarı ve yukarıda bahsettiğim döngüden kurtulamayışı dizinin ilk bölümünde yaşadığı yıkımla son bölüm arasında paralellikler barındırıyor.
shiv’in freelance politika danışmanı olarak çalışırken kendall’ın yediği kazıkla aniden şirkete dahil olmak istemesi ve aradan geçen kaotik 1-2 yılın ardından ceo’nun kızı olarak başladığı yolculuğu ceo’nun eşi olarak (yani kendi statüsü adına çok da farklı olmayan bir konumda) bitirmesi ile roman’ın şirketin dışında, kafasına göre takılan zıpır bir tipken yine aynı konuma –bu sefer daha bilge, daha sakin de olsa- dönmesi benzer bir döngüyü gösteriyor. jesse armstrong’un nihai sloganı da bu. son bölümde hugo’nun tom’a söylediği gibi: * kaybetmeye mahkum olanlar kaybetmeye devam ediyor.
dizinin süresi bu anlamda ideal. daha kısa olsa kardeşler arası dinamiği netleştiremeden, daha uzun olsa aynı çatışmaların bayatlığından kurtaramadan bitecekti. tam yerinde, herkes doğru pozisyonlardayken bitti dizi. logan’ın ölümü kaçınılmaz olmakla birlikte bunu on bölümlük son sezonun üçüncü bölümünde yapmaları klişe bir “meğer bu dertler ne boşmuş, aileden mühim ne var şu hayatta” kamu spotuna girme mecburiyetini engellemiş, yazarlara tanınan yaratıcı alanı artırmış. özellikle çocukların babaları olmadan nasıl bir boşluğa düştüğünü, zaaflarını bilen matsson gibi henüz kaşarlanmamış, toy sayılabilecek birinin bile bunları nasıl rahatlıkla suistimal edebileceğini göstermesi açısından çok iyi hamle olmuş. “lan aslında bu çocuklar da iş yapar ha” umudunu finalin son dakikasına kadar diri tutmuş kitleye son darbeyi o toplantı salonundaki inanılmaz çocuksu kavgayı göstererek vurmuş ve “tamam, bi bok olmaz bunlardan” dedirtmiş, roman’ın “we’re all bullshit” kabullenişini ise sahneyi kapatan perde olarak kullanabilmiş. senaryo yazımında detaylar kadar “büyük resmi” incelemeyi de sevenleri bu anlamda tatmin ettiğini düşünüyorum. *
dizinin hikâyesine girdik çıktık ama bu diziyi efsanevi konuma getirenler sadece bunlar değil elbette. “structured methiyemizin” kalan kısmında övülmesi gerekenler;
1) oyunculuk. herhalde her karakterin bu kadar yüksek bir standartta oynadığı ve bunu dizinin çekildiği toplamda 6 sene boyunca koruduğu başka yapım çok nadirdir. topladığı ödüllerden bağımsız olarak söylüyorum bunu, ki o kadar oyunculuk ödülü dahi bence hakkını vermiyor. brian cox’ın kızına nasıl davrandığını, kieran culkin’in sapkın merakları olup olmadığını, sarah snook’un eşi ile ilişkisinin dinamiğini, jeremy strong’un terapistiyle arasında geçenleri araştırma dürtüsü uyandıracak kadar gerçekçi ve sürükleyici bir ana kadroya, görevinden veya varoluş gayesinden şüphe uyandırmayacak kaliteye sahip karakterler içeren yardımcı kadroya sahip.
2) diyalog yazımı. gerek mizahi tonu çeşnilendiren ve referanslar bilinmese bile güldürecek vurgulara sahip “one liner"ları, gerek o üst makam karşısında el pençe divan duranlara özgü aşırı gerçekçi “tepki replikleri”, gerek küfür, hakaret, bilimum kötü söz anlamında “nsfw bir duolingo” misali kelime dağarcığı geliştirmesi anlamında hayran kalınası bir diyalog yazımı var dizide. bazen sahneyi bile unutuyor insan ama o sahnede söylenenleri unutamıyor.
3) müzikler. benim şahsi favorim ve dizi tarihi içerisinde de eminim saygıdeğer bir sıralamaya girecek dizi müziklerine burada ne kadar övgü dizsem az. işbu uzuuun yazı da, mesela, şu playlist eşliğinde yazıldı, düzeltildi ve yazılmaya devam ediyor. nefret ettiğim şu kalıbı bile kullandıracak hatta: “vallahi biz nicholas britell’den razıyız.”
4) kamera kullanımı/sinematografi. ilk sezonlarda zoom’ların ve oda içinde konuşan kişiye odaklanışların mockumentary havasında ilerlemesi beni çok şaşırtmıştı. sonradan fark ettim ki aslında bu kasıtlı olarak seyirciyi ortamın baş döndürücü absürtlüğüne, yer yer havada asılı kalan gerginliğine ve sivri uçlu mizahına alıştırmak için özel olarak planlanmış. dizi ilerledikçe, karakterleri de daha iyi tanıdığımız varsayılarak kamera biraz daha sakinleşiyor ama o “anın içinde olma" hissini daima koruyor. netflix’in kibirli yapımlarında sık gördüğümüz “lower quadrant framingin” aksine succession kameraları yeri geliyor karakteri ekranın ta orta yerine koyuyor, onunla tartışan ve anasına avradına küfür yiyen bizmişiz gibi hissettiriyor. bu özen ve istikrarı övmeden geçmek olmazdı.
5) yapım tasarımı *. dizi ile beraber gittiğimiz ülkeler, karakterlerin kıyafetleri, iç karartıcı sohbetlere arka plan olan müthiş manzaralar, yarım saniyeliğine gözüken objelerin, yapıların üstüne bile logolar basılmış olması gibi detaylara verilen önem… şüphesiz ki hbo bu diziyi ekranlara rahmet olarak göndermiş ve hiçbir masraftan kaçınmamış. bunun başka açıklaması yok.
iyi ki çekilmiş.
iyi ki canlı tanık olabilmişim.
(sıfırdan defalarca kez tekrar izlemeyecekmişim gibi veda edeyim)
devamını gör...
15.
spoiler içeren yazıdır.
finali an itibari ile bitirdim. izleyenlerin tümü pembeciğe odaklanmış ama süreç tom'un ceo olması ile geri sayıma girmişti. isveçli büyük bir kumar oynayarak tom'u ceo seçmesi ile shiv'i de alt etmesi demekti. isveçli'nin dediği gibi "ben kukla istiyorum, fikri olan biri değil". tom bu aşağılamaya rağmen sadece güç tutkusu için kabul etti. soğukkanlı isveçli shiv'i kontak kurmak için kullandı ve kenara attı. sonuçta amerikan başkanıyla bile tanıştı. shiv'in tom'un bebeğini taşıması roy'a verilen ceo görevinin tesadüf olmadığını gösteriyor. isveçli'nin shiv'e hamile olmasını hatırlatması bunu dikkate aldığını gösteriyordu. ortada bir habil ve kabil hikayesi bariz görünürken isveçli'nin bu zayıf karna vurması en mantıklısıydı. sonuçta abisine nefret duyan ve bunu oylama sırasında ağzından tükürükler saçarak haykıran shiv oyunu değiştirdi. en duygusuz insan bile olsanız, karnınızda büyüttüğünüz küçük canlı sizi kararlar alırken etkileyebiliyor. shiv, kocasını ve karnında büyüyecek olan bebeği seçti. belki de annesini haksız çıkararak bir anne olmayı seçti kim bilir?
bir de gözlerden kaçan detayı size söyleyeyim mi? logan roy ölmesine rağmen atn'in satışını gerçekleştirdi. kral mezarında son atışını yaptı.
finali an itibari ile bitirdim. izleyenlerin tümü pembeciğe odaklanmış ama süreç tom'un ceo olması ile geri sayıma girmişti. isveçli büyük bir kumar oynayarak tom'u ceo seçmesi ile shiv'i de alt etmesi demekti. isveçli'nin dediği gibi "ben kukla istiyorum, fikri olan biri değil". tom bu aşağılamaya rağmen sadece güç tutkusu için kabul etti. soğukkanlı isveçli shiv'i kontak kurmak için kullandı ve kenara attı. sonuçta amerikan başkanıyla bile tanıştı. shiv'in tom'un bebeğini taşıması roy'a verilen ceo görevinin tesadüf olmadığını gösteriyor. isveçli'nin shiv'e hamile olmasını hatırlatması bunu dikkate aldığını gösteriyordu. ortada bir habil ve kabil hikayesi bariz görünürken isveçli'nin bu zayıf karna vurması en mantıklısıydı. sonuçta abisine nefret duyan ve bunu oylama sırasında ağzından tükürükler saçarak haykıran shiv oyunu değiştirdi. en duygusuz insan bile olsanız, karnınızda büyüttüğünüz küçük canlı sizi kararlar alırken etkileyebiliyor. shiv, kocasını ve karnında büyüyecek olan bebeği seçti. belki de annesini haksız çıkararak bir anne olmayı seçti kim bilir?
bir de gözlerden kaçan detayı size söyleyeyim mi? logan roy ölmesine rağmen atn'in satışını gerçekleştirdi. kral mezarında son atışını yaptı.
devamını gör...
16.
ah uzun süredir böyle beni çeken bir diziye başlamamıştım. kurgusu da diyaloglar da çok hoşuma gidiyor ama çok küfür ediyorlar ya. sağ sol her yer fuck.
devamını gör...
17.
yine tom’un ve connor’ın ne kadar yalnız olduğu aklıma geldi. durup durup bu aklıma geliyor ve üzülüyorum, sanki başka derdim yokmuş gibi.
ayrıca başka dizilerde millet birbirinin g*tünü yerken bu dizideki fucktan rahatsız olunmamalı.
ayrıca başka dizilerde millet birbirinin g*tünü yerken bu dizideki fucktan rahatsız olunmamalı.
devamını gör...
18.
bu dizinin total özeti shiv tam bir mal. sana defalarca yönetici kumaşı yok denmişken iktidar hırsından mal mal işlere girdi. gerçi iktidar hırsından defalarca seçim kazanan ülkelerin içine s.çmış başarısız siyasiler varken bunların yaptığına şaşırmak da benim saçmalığım olsun.
devamını gör...
19.
modern zamanlar game of thrones'u.bir hbo klasiği kesinlikle.hükümet devirip ,hükümet kuran bir medya imparatorluğunun hayat kadar gerçek hikayesi.böyle bir diziden beklenmeyecek kadar komik ve özellikle son sezonda görüleceği üzere bir o kadar da hüzün dolu bir dizi.
devamını gör...
20.
ilk 2 sezon iyi kötü kendini izletiyor ama 3. sezon işin içine siyasetin de girmesiyle iyice çorba oluyor... son sezon ihanet mihanet entrika vs derken hah tamam toparladık izleniyor derken bokumsu finaliyle geride yavan bir tat bırakmıştır...
ayrıca allah skyler'a haksızlık yapıldığını düşünerekten neyse ki bize shiv'i yollamış da iyiyi kötüyü net ayırt etmemize yardımcı olmuş... amin!
son olarak kendall roy net dalyarağın teki... holding'i bırak kömürlük anahtarı bile teslim edilmez ona... adam gibi adam roman roy!
ayrıca allah skyler'a haksızlık yapıldığını düşünerekten neyse ki bize shiv'i yollamış da iyiyi kötüyü net ayırt etmemize yardımcı olmuş... amin!
son olarak kendall roy net dalyarağın teki... holding'i bırak kömürlük anahtarı bile teslim edilmez ona... adam gibi adam roman roy!
devamını gör...