1.
2007 yayım tarihli gündüz vassaf kitabı.*
vassaf bu kitabında tarihi benim de kafama takılan yönleriyle ele alıyor. tarih okumayı çok sevsem de bu alanda zihnimi kaşıyan iki husus var. bunlardan ilki tarihin çoğu zaman güçlüler ve kazanarak baskın gelenler tarafından yazılmış olması. ikincisi ise tarih yazıcılarının dürüstlüğünün ne ölçüde güvenilir olduğu.
sf. 37
"tarihte yeni kimlikler oluştukça, kimliklere uygun tarihler uyduruluyor. eski kimlikler unutturuluyor."
sf. 43
"bristol üniversitesi'nden john vincent, tarihin kazananların tarihi olduğunu hatırlatırken şu çarpıcı örneği verir: roma imparatorluğu'ndan kalan dokümanların %90'ı, imparatorluğun hristiyanlığı benimsediği döneme ait. o yüzyıllardan nelerin günümüze ne kalacağını paganlar kararlaştırmış olsaydı, roma tarihi diye bugün bildiklerimizin kaynağı bambaşka kayıtlardan oluşacaktı."
vassaf aynı zamanda tarihin ne kadar manipülatif olabileceğine ve kitleleri yönlendirmek adına nasıl kullanılabileceğine de vurgu yapıyor. gelişim çağımızda öğrencisi olduğumuz eğitim kurumlarında bize çoğunlukla savaşların tarihi öğretildi. ezbere bilmemiz gereken tarihlerin çoğu savaşlar ve o savaşlar sonrası yapılan antlaşmaların tarihlerinden oluşuyordu. barış dönemleri hakkında ise neredeyse hiç konuşmadık. vassaf burada gandhi örneğini veriyor. ona takılan "barış savaşçısı" lakabında dahi vurgulanan savaşçı dili eleştiriyor. yazarın barış dönemleri ile ilgili verdiği örneklerden bazıları şu şekilde:
sf. 81
"çin, her ülkeden önce icat ettiği barut, pusula, önlü arkalı yelken sistemi, donanması ve askerleriyle dünyayı fethedebilecekken ming imparator zhu di, bu seyahatlerden dönen donanmasını yakıp çinlilere deniz aşırı seyahati yasaklar. imparatorluk konfüçyüs öğretisinin etkisiyle 600 yıl boyunca içine kapanır.
neden?
neden gücü olduğu halde emperyalizmi benimsememiş bir ülke gerçeğini tarih bilincimizde baş tacı etmezken, picasso'nun barış güvercinine konacak yer bulamamanın karamsarlığına kapıldık?"
sf. 82
"türk-yunan düşmanlığı ebediyen varmış gibi, kaçınılmaz bir olguymuş gibi gösterilir. iki halkın anadolu'da bir arada bin yıla yakın yaşadıkları, bizans, selçuklu ve osmanlı imparatorluklarının tarihinin tozlarında örtülü bırakılır; günün husumetle beslenen siyasi dinamik ve çıkarlarına ters düştüğünden, bu hoşgörülü yaşamı mümkün kılan koşullar örnek gösterileceğine göz ardı edilir."
son olarak vassaf'ın kitapta sorduğu "biz mi savaşıyoruz? bizi mi savaştırıyorlar?" sorusu üzerine verdiği bir örneği paylaşmak istiyorum:
sf. 119
"hakem düdüğüyle biten bir futbol maçı gibi, tam sabah saat 11'de birinci dünya savaşı bitmiş. bir ingiliz askerinin günlüğünden:
'onuncu saatin son saniyesinde ateş kesildi. bir alman askeri savaşın son dakikasına kadar ingiliz cephesini makinelisiyle taradı, saatin dolmasıyla siperinden dışarı tırmandı, miğferini çıkardı, eski düşmanları önünde nazikçe selam verdi ve arkasını dönüp gitti.'"
vassaf bu kitabında tarihi benim de kafama takılan yönleriyle ele alıyor. tarih okumayı çok sevsem de bu alanda zihnimi kaşıyan iki husus var. bunlardan ilki tarihin çoğu zaman güçlüler ve kazanarak baskın gelenler tarafından yazılmış olması. ikincisi ise tarih yazıcılarının dürüstlüğünün ne ölçüde güvenilir olduğu.
sf. 37
"tarihte yeni kimlikler oluştukça, kimliklere uygun tarihler uyduruluyor. eski kimlikler unutturuluyor."
sf. 43
"bristol üniversitesi'nden john vincent, tarihin kazananların tarihi olduğunu hatırlatırken şu çarpıcı örneği verir: roma imparatorluğu'ndan kalan dokümanların %90'ı, imparatorluğun hristiyanlığı benimsediği döneme ait. o yüzyıllardan nelerin günümüze ne kalacağını paganlar kararlaştırmış olsaydı, roma tarihi diye bugün bildiklerimizin kaynağı bambaşka kayıtlardan oluşacaktı."
vassaf aynı zamanda tarihin ne kadar manipülatif olabileceğine ve kitleleri yönlendirmek adına nasıl kullanılabileceğine de vurgu yapıyor. gelişim çağımızda öğrencisi olduğumuz eğitim kurumlarında bize çoğunlukla savaşların tarihi öğretildi. ezbere bilmemiz gereken tarihlerin çoğu savaşlar ve o savaşlar sonrası yapılan antlaşmaların tarihlerinden oluşuyordu. barış dönemleri hakkında ise neredeyse hiç konuşmadık. vassaf burada gandhi örneğini veriyor. ona takılan "barış savaşçısı" lakabında dahi vurgulanan savaşçı dili eleştiriyor. yazarın barış dönemleri ile ilgili verdiği örneklerden bazıları şu şekilde:
sf. 81
"çin, her ülkeden önce icat ettiği barut, pusula, önlü arkalı yelken sistemi, donanması ve askerleriyle dünyayı fethedebilecekken ming imparator zhu di, bu seyahatlerden dönen donanmasını yakıp çinlilere deniz aşırı seyahati yasaklar. imparatorluk konfüçyüs öğretisinin etkisiyle 600 yıl boyunca içine kapanır.
neden?
neden gücü olduğu halde emperyalizmi benimsememiş bir ülke gerçeğini tarih bilincimizde baş tacı etmezken, picasso'nun barış güvercinine konacak yer bulamamanın karamsarlığına kapıldık?"
sf. 82
"türk-yunan düşmanlığı ebediyen varmış gibi, kaçınılmaz bir olguymuş gibi gösterilir. iki halkın anadolu'da bir arada bin yıla yakın yaşadıkları, bizans, selçuklu ve osmanlı imparatorluklarının tarihinin tozlarında örtülü bırakılır; günün husumetle beslenen siyasi dinamik ve çıkarlarına ters düştüğünden, bu hoşgörülü yaşamı mümkün kılan koşullar örnek gösterileceğine göz ardı edilir."
son olarak vassaf'ın kitapta sorduğu "biz mi savaşıyoruz? bizi mi savaştırıyorlar?" sorusu üzerine verdiği bir örneği paylaşmak istiyorum:
sf. 119
"hakem düdüğüyle biten bir futbol maçı gibi, tam sabah saat 11'de birinci dünya savaşı bitmiş. bir ingiliz askerinin günlüğünden:
'onuncu saatin son saniyesinde ateş kesildi. bir alman askeri savaşın son dakikasına kadar ingiliz cephesini makinelisiyle taradı, saatin dolmasıyla siperinden dışarı tırmandı, miğferini çıkardı, eski düşmanları önünde nazikçe selam verdi ve arkasını dönüp gitti.'"
devamını gör...
"tarihi yargılıyorum" ile benzer başlıklar
dünya tarihi
19