1.
25 ocak 2025'te sundance film festivali'nde prömiyerini yapan ve birleşik krallık sinemalarında yarın (30 mayıs 2025) gösterime girecek olan müzik temalı komedik drama filmidir. 2007 çıkışlı the one and only herb mcgwyer plays wallis island adlı kısa filmden temelini alır ki iki filmin de yönetmeni ve başrol oyuncuları aynıdır; yönetmen: james griffiths, başrol oyuncuları: tom basden ve tim key. tim key'i, izlediğim en iyi komedi programlarından biri olan taskmaster'dan biliyordum. böyle çok yetenekli, uçuk bir komedyendense sempatik ve doğal komik bir komedyen olarak görüyorum ben kendisini ve bu tanıttığım filme de öyle biri yakışırdı zaten. tom basden ise plebs adlı aşırı sevdiğim diziden tanıdığım bir isim. çok matrak bir dizi hakikaten, bilhassa ilk 2 sezonu... basden esasında tip/karizma olarak crime/suç filmlerine falan yakışır gibi görünse de bana göre ciddi kabiliyetli bir isim ki zaten plebs'teki tiplemesi ve bu başlığın konusu olan filmdeki tiplemesi o kadar alakasız ki... ve ikisini de harika kıvırmış. burada aslında komedi oyunculuğu yapmıyor da diyebiliriz. bu, tipik bir komedi filmi de sayılmaz zaten. neyse, şimdi spoiler vermeyeceğim yazının buralarında.
bahsettiğim kısa filmi de izledim ben bu arada (youtube'da bulunabiliyor 2 parça halinde) ama ondan çok bahsetme lüzumu görmüyorum. gene de başlığın konusu olan filmle aralarındaki majör farktan bahsedebilirim. kısa filmde sadece iki tane oyuncu var ve konuda ona göre. bu 2025 tarihli filmde de başkarakterler bu ikisi olsa da toplamda bokuz oyuncu var ve bunlardan bazıları cidden de önemli, kurguyu/konuyu şekillendiren tiplemeler. spoiler vermeden daha fazla bir şey diyemem sanırım bu hususta. içleri ısıtan, dramatizasyonun abartılmadığı, sevimli, çok güzel bir filmi tanıtacağım birazdan. kısa filme 5/10 falan verebilecekken buna direkt 8.5/10 veriyorum. o derecede sevdiğim bir yapım oldu bu.
kısa film gibi bu da galler'de çekilmiş. "müthiş/muhteşem doğa" falan diyebilir miyim buraya bilemedim zira elbette galler'in doğasındaki bitki örtüsü çeşitliliği bir akdeniz iklimi ülkesininki kadar güzel olamasa da kendisine göre bir büyüsü de var diyebilirim naçizane. kısa filmden bahsetme gereği görmeye başladım ya bir anda, haha, çünkü bunları bazı minvallerde kıyaslamam gerekiyor. charles'ın bu uzun metrajlı filmde sakalları var mesela, ne de mühim bir fark. ahaha. neyse... çekimler, bu uzun metrajlı filmde elbette çok daha güzel ve profesyonel. ki bir de drone teknolojisinin de nerelere geldiği malum ve kısa filmin çekildiği zamanlarda bunun böyle olmadığı da bariz. günümüzde tamamen amatör biri olsanız bile öyle binlerce dolar falan harcamadan harika drone çekimleri yapabilirsiniz. hele ki zaten 90'lar ve öncesinde bu filmdeki gibi çekimler yapabilmeniz için helikopterden başka bir çareniz de yoktu sanırım. neyse, işte filmin o içleri ısıtan şeylerinden birisi de buradaki hayali/kurgusal gal kasabası wallis ve buranın doğası... yani çekimlerle bunun ustalıkla, etkili bir mahiyette seyircilere yansıtılması.
ben belli sebeplerle zengin olmak istemezdim ama mesela zengin olsam ne yapardım diye hayal kurmuşluğum da var, belki insanların %90'ından fazlası gibi. yemin ederim ki bu konuda aklıma gelen ilk şey bir ada satın almaktı ve satın alıp kişisel adanız yapabileceğiniz yerlerin en güzelleri bile 200 milyon dolar civarında bir para tutuyor ki 100.000 dolara falan bile vardı diye hatırlıyorum, değilse de 200.000 dolardır. ve bu satın alacağım adaya kendi malikanemle birlikte misafirlerim için de kalabilecekleri yerler ve eğlenebilecekleri diğer alanlar/yapılar yaptırırdım, parasını da verip en sevdiğim sanatçıları/grupları getirtip kendi adamda onlara konser verdirtirdim. cidden bunun hayalini kurmuşumdur. şu açtığım başlıkta girdiğim tanımda da bunu görebilirsiniz [maksimum lüks yaşam için gereken minimum servet] ama bu çoooook daha eskiden düşündüğüm bir şeydi aslında.
peki bunu filme nasıl bağlayacağım... yani spoiler vermeden... bu kadarını söyleyebilirim herhalde ya. yani bu eleman benim bu hayalime benzer bir hayalini gerçekleştiriyor. ya da gerçekleştirmek adına büyük bir adım atıyor. peki sonunda gerçekleştirebilecek mi?... bu da spoiler olur işte. ama kesin benzerlik var, ikimizin hayalleri arasında. bunu, oradaki tanımımı okursanız ve filmi izlerseniz/izlemişseniz görürsünüz/görmüşsünüzdür zaten. gerçi sevdiğim grupları getirirdim diye yazmış mıydım ilgili tanımıma tam hatırlamıyorum ama yazmamışsam bile o kurduğum fantezide bu da vardı. 20-25 yıllık bir hayalden bahsediyoruz. haha. işte filmde de eleman buna benzer bir şeylere girişiyor. gerçi buradaki eleman o adayı satın almamış ama zaten orada yaşayan bir market sahibi ve oğlundan başkası da yok herhalde adada. ufak bir ada burası zaten. kimileri için gayet ideal bir hayat yaşıyor burada charles ama birçok kişi de bu kadar ıssızlıkta hayatını sürdürmek istemezdi herhalde. ben istemezdim en azından. zaten o ada fantezimde bile bahsettiğim gibi misafirlerim için yapılar yaptırmayı da düşünmüştüm.
tim key'in canlandırdığı charles heath karakteri, hayranı olduğu bir sanatçıyı/müzisyeni "parasıyla değil mi" diyerek yaşadığı adaya getirtiyor. herb mcgwyer işte bu "kurban" oluyor, ki asıl adı chris pinner ama gene film karakteri olarak asıl adı, yoksa onu canlandıran kişi başlarda bahsettiğim diğer başrol oyuncusu tom basden. neyse işte... herb burada bir kurban mı oluyor gerçekten?.. benim ilk izlenimim oydu aslında zira charles bana göre çok rahatsız edici bir tip. ama işte biri biriyle kötü geçinebilir, başkası da onunla iyi geçinebilir. başta herb de kıl oluyor aslında charles'a ama zamanla işler değişiyor. tümden de değişmiyor aslında zira charles, herb'ü defalarca gıcık ediyor aslına bakarsanız. herb, lotoyu iki kere tutturmuş, aşırı ballı bir insan. ilkinden sonra parasıyla içip sıçıp dağıtmış. ikincisini tutturunca da wallis adası'ndaki "my humble abode" dediği meskenini almış ve parasının geri kalanını da tutmuş. ama işte herb'ün çok büyük hayranı ki o, önemli bir folk müzik sanatçısı. ona 500.000 pound karşılığında adasına gelip konser vermesi teklifinde bulunmuş ve herb de filmin başında adaya kayıkla geliyor.
filmde birçok komedik sahne olsa da bu kesinlikle sulu bir komedi olmamasını geçtim, tipik bir komedi de sayılmaz, yazının başlarında bahsettiğim gibi. yani bazı şeylere ister istemez gülüyorsunuz ama bu sahnelerde herhangi bir abartı olmasını geçtim, gayet minimal bir mizahi yaklaşım gösterilmiş bile diyebilirim. misal, herb, "kaç kişiye konser vereceğim?" diye sorduğunda charles "100 kişiden az" diyor. ama sonra öğreniyoruz ki bur tek charles'a konser verecekmiş. herb de "100 kişi demiştin?" diyor, bu ortaya çıkınca. "100 kişi demedim" diyor charles. "öyle dedin" diyor herb. "less than a hundred" dedim diyor charles da. yani burada "espri" gibi satılmıyor bu sahne aslında. herb böyle biraz introvert bir hava çiziyor ve cidden sürekli konuşsa da aslında sosyal ilişkilerde çekingen biri olduğunu ve belki de bu yüzden tam tersi bir refleks geliştirdiğini gözlemliyoruz kendisinin. o "100 kişiden az" demesinin bence iki nedeni var; biri, başka türlü charles'ın bu teklifi absürt bulup sahne almayacağını düşünmesi, ikincisi ise işte sosyal anksiyetesi yüzünden, ilk etapta ters reaksiyon almayı kaldıramayacağından gerçekleri saptırabildiği veya saptırmasa da işte yalan söylemeden bir bakıma çarpıtması.
neyse, tek tek böyle sahnelerden bahsedersem bu yazı bitmez. yani filmin komedik sahnelerinden bir de paralı iki tanesinden bahsedeyim. charles'ın herb'e konseri karşılığında 500.000 pound'u bir valizle "cash" olarak verecek olması ve "al sana 50 (veya 60) pund", geriye kalan 499.940 (veya 499.950) pound'u da konserden sonra vereceğim" demesi komikti mesela. 50 pound diye aklımda kalmıştı ama kısa filmi de demin izledim sayılır ve onda 60 pound idi. bu filmde de 60 olabilir ve aklımda yanlış kalmış olabilir yani. fakat asıl komik olan paralı sahne... bu 50 veya 60... 50 idi galiba ya. tek banknottu sanki bu uzun metrajlı olanında ki mantıken de öyledir zaten. yani aklımda doğru kalmış galiba, haha. kısa filmde kesin 60 ama. neyse... asıl komik olan paralı sahne demiştim... herb, charles'a adadaki marketin oralarda o 50 pund'u uzatıp bana bozuk getirebilir misin diyor, ankesörlü telefonu kullanabilmek için. herhalde 25 penilerden. charles ne yapsa beğenirsiniz... paranın hepsini bozdurmuş ve herb filmin sonuna kadar bir naylon poşet dolusu bozuk parayla gezmek durumunda kalıyor ve birçok sahnede bu absürtlüğü hatırlayıp kıkırdıyoruz.
yazının başlarında bu filmin, kısa filmin aksine 2'den fazla karakter içerdiğini ve bunların kimisinin konuda/kurguda çok önemli olduğunu söylemiştim. ama yazı da başta planladığımdan daha uzun oldu, henüz oralara giremeden... belki de hiç girmeyeyim ya. sonuçta ne kadar az spoiler, o kadar iyi... yazıyı yavaş yavaş toparlayıp sonlandırayım artık madem.
charles, herb'ün gerçek bir hayranı ve onu adasına getirtebiliyor. peki hayalini kurduğu kişisel konserini izleyebilme şerefine nail olabilecek mi yoksa herb onu parasıyla onu maymun gibi oynatma niyetindeki bir tip olarak görüp de gururunu çiğnetmeyecek mi? charles, başka kimi de adaya davet etmiş ve o davet edilen kişinin herb ile nasıl bir geçmişi var? peki charles başka birini de davet etmiş ama nasıl/neden o konserin tek izleyicisi olma hayalini kuruyor? charles, konseri yalnız başına izlemeyecekse bu bambaşka biri mi olacak? charles, filmin sonunda hak ettiğini, layığını buluyor mu? hak etmek hem pozitif hem de negatif kontekstlerde kullanılabiliyor, malumunuz. layığını bulmanın ise "hak ettiği cezayı bulmak" ile birlikte diğer bir anlamı ise "dengini, yaraşır eşini bulmak". yoksa o bahsettiğim, daha doğrusu bahsetmediğim filmdeki diğer önemli karakterlerle ilgili ciddi ipuçları mı verdim? yoksa vermedim mi? işte böyle gizem yaratırım. haha!
başta charles'ın kelimeleri ünlü isimleriyle falan paralellik kurarak söyleyip durması "eyvah, çok kötü espriler barındıran bir film galiba" demiştim ama neyse ki zaten film öyle espri üzerine kurulu bir komedi yapımı değilmiş; bunu anlayınca elemanın bu tarz şeyleri de eksantrikliğinin bir parçası olarak doğal gelmeye başladı. kısa filminde bu tarz kötü kelime oyunları yoktu sanırım ya da vardıysa da dikkatimi çekmeyecek kadar azdı.
harika manzaralar, nefis müzikler, güzel bir kurgu... sıcak ve samimi, gülümseten, bazen güldüren, yer yer gözleri dolduran bir film. böyle özetleyebilirim the ballad of wallis island'ı.
ve izlemenizi öneririm.
ingilizcesi olmayanlar için not: kısa filmin türkçe alt yazısı olduğunu zannetmiyorum ama bu filmin vardır ya da yapılır diye düşünüyorum.
bahsettiğim kısa filmi de izledim ben bu arada (youtube'da bulunabiliyor 2 parça halinde) ama ondan çok bahsetme lüzumu görmüyorum. gene de başlığın konusu olan filmle aralarındaki majör farktan bahsedebilirim. kısa filmde sadece iki tane oyuncu var ve konuda ona göre. bu 2025 tarihli filmde de başkarakterler bu ikisi olsa da toplamda bokuz oyuncu var ve bunlardan bazıları cidden de önemli, kurguyu/konuyu şekillendiren tiplemeler. spoiler vermeden daha fazla bir şey diyemem sanırım bu hususta. içleri ısıtan, dramatizasyonun abartılmadığı, sevimli, çok güzel bir filmi tanıtacağım birazdan. kısa filme 5/10 falan verebilecekken buna direkt 8.5/10 veriyorum. o derecede sevdiğim bir yapım oldu bu.
kısa film gibi bu da galler'de çekilmiş. "müthiş/muhteşem doğa" falan diyebilir miyim buraya bilemedim zira elbette galler'in doğasındaki bitki örtüsü çeşitliliği bir akdeniz iklimi ülkesininki kadar güzel olamasa da kendisine göre bir büyüsü de var diyebilirim naçizane. kısa filmden bahsetme gereği görmeye başladım ya bir anda, haha, çünkü bunları bazı minvallerde kıyaslamam gerekiyor. charles'ın bu uzun metrajlı filmde sakalları var mesela, ne de mühim bir fark. ahaha. neyse... çekimler, bu uzun metrajlı filmde elbette çok daha güzel ve profesyonel. ki bir de drone teknolojisinin de nerelere geldiği malum ve kısa filmin çekildiği zamanlarda bunun böyle olmadığı da bariz. günümüzde tamamen amatör biri olsanız bile öyle binlerce dolar falan harcamadan harika drone çekimleri yapabilirsiniz. hele ki zaten 90'lar ve öncesinde bu filmdeki gibi çekimler yapabilmeniz için helikopterden başka bir çareniz de yoktu sanırım. neyse, işte filmin o içleri ısıtan şeylerinden birisi de buradaki hayali/kurgusal gal kasabası wallis ve buranın doğası... yani çekimlerle bunun ustalıkla, etkili bir mahiyette seyircilere yansıtılması.
ben belli sebeplerle zengin olmak istemezdim ama mesela zengin olsam ne yapardım diye hayal kurmuşluğum da var, belki insanların %90'ından fazlası gibi. yemin ederim ki bu konuda aklıma gelen ilk şey bir ada satın almaktı ve satın alıp kişisel adanız yapabileceğiniz yerlerin en güzelleri bile 200 milyon dolar civarında bir para tutuyor ki 100.000 dolara falan bile vardı diye hatırlıyorum, değilse de 200.000 dolardır. ve bu satın alacağım adaya kendi malikanemle birlikte misafirlerim için de kalabilecekleri yerler ve eğlenebilecekleri diğer alanlar/yapılar yaptırırdım, parasını da verip en sevdiğim sanatçıları/grupları getirtip kendi adamda onlara konser verdirtirdim. cidden bunun hayalini kurmuşumdur. şu açtığım başlıkta girdiğim tanımda da bunu görebilirsiniz [maksimum lüks yaşam için gereken minimum servet] ama bu çoooook daha eskiden düşündüğüm bir şeydi aslında.
peki bunu filme nasıl bağlayacağım... yani spoiler vermeden... bu kadarını söyleyebilirim herhalde ya. yani bu eleman benim bu hayalime benzer bir hayalini gerçekleştiriyor. ya da gerçekleştirmek adına büyük bir adım atıyor. peki sonunda gerçekleştirebilecek mi?... bu da spoiler olur işte. ama kesin benzerlik var, ikimizin hayalleri arasında. bunu, oradaki tanımımı okursanız ve filmi izlerseniz/izlemişseniz görürsünüz/görmüşsünüzdür zaten. gerçi sevdiğim grupları getirirdim diye yazmış mıydım ilgili tanımıma tam hatırlamıyorum ama yazmamışsam bile o kurduğum fantezide bu da vardı. 20-25 yıllık bir hayalden bahsediyoruz. haha. işte filmde de eleman buna benzer bir şeylere girişiyor. gerçi buradaki eleman o adayı satın almamış ama zaten orada yaşayan bir market sahibi ve oğlundan başkası da yok herhalde adada. ufak bir ada burası zaten. kimileri için gayet ideal bir hayat yaşıyor burada charles ama birçok kişi de bu kadar ıssızlıkta hayatını sürdürmek istemezdi herhalde. ben istemezdim en azından. zaten o ada fantezimde bile bahsettiğim gibi misafirlerim için yapılar yaptırmayı da düşünmüştüm.
tim key'in canlandırdığı charles heath karakteri, hayranı olduğu bir sanatçıyı/müzisyeni "parasıyla değil mi" diyerek yaşadığı adaya getirtiyor. herb mcgwyer işte bu "kurban" oluyor, ki asıl adı chris pinner ama gene film karakteri olarak asıl adı, yoksa onu canlandıran kişi başlarda bahsettiğim diğer başrol oyuncusu tom basden. neyse işte... herb burada bir kurban mı oluyor gerçekten?.. benim ilk izlenimim oydu aslında zira charles bana göre çok rahatsız edici bir tip. ama işte biri biriyle kötü geçinebilir, başkası da onunla iyi geçinebilir. başta herb de kıl oluyor aslında charles'a ama zamanla işler değişiyor. tümden de değişmiyor aslında zira charles, herb'ü defalarca gıcık ediyor aslına bakarsanız. herb, lotoyu iki kere tutturmuş, aşırı ballı bir insan. ilkinden sonra parasıyla içip sıçıp dağıtmış. ikincisini tutturunca da wallis adası'ndaki "my humble abode" dediği meskenini almış ve parasının geri kalanını da tutmuş. ama işte herb'ün çok büyük hayranı ki o, önemli bir folk müzik sanatçısı. ona 500.000 pound karşılığında adasına gelip konser vermesi teklifinde bulunmuş ve herb de filmin başında adaya kayıkla geliyor.
filmde birçok komedik sahne olsa da bu kesinlikle sulu bir komedi olmamasını geçtim, tipik bir komedi de sayılmaz, yazının başlarında bahsettiğim gibi. yani bazı şeylere ister istemez gülüyorsunuz ama bu sahnelerde herhangi bir abartı olmasını geçtim, gayet minimal bir mizahi yaklaşım gösterilmiş bile diyebilirim. misal, herb, "kaç kişiye konser vereceğim?" diye sorduğunda charles "100 kişiden az" diyor. ama sonra öğreniyoruz ki bur tek charles'a konser verecekmiş. herb de "100 kişi demiştin?" diyor, bu ortaya çıkınca. "100 kişi demedim" diyor charles. "öyle dedin" diyor herb. "less than a hundred" dedim diyor charles da. yani burada "espri" gibi satılmıyor bu sahne aslında. herb böyle biraz introvert bir hava çiziyor ve cidden sürekli konuşsa da aslında sosyal ilişkilerde çekingen biri olduğunu ve belki de bu yüzden tam tersi bir refleks geliştirdiğini gözlemliyoruz kendisinin. o "100 kişiden az" demesinin bence iki nedeni var; biri, başka türlü charles'ın bu teklifi absürt bulup sahne almayacağını düşünmesi, ikincisi ise işte sosyal anksiyetesi yüzünden, ilk etapta ters reaksiyon almayı kaldıramayacağından gerçekleri saptırabildiği veya saptırmasa da işte yalan söylemeden bir bakıma çarpıtması.
neyse, tek tek böyle sahnelerden bahsedersem bu yazı bitmez. yani filmin komedik sahnelerinden bir de paralı iki tanesinden bahsedeyim. charles'ın herb'e konseri karşılığında 500.000 pound'u bir valizle "cash" olarak verecek olması ve "al sana 50 (veya 60) pund", geriye kalan 499.940 (veya 499.950) pound'u da konserden sonra vereceğim" demesi komikti mesela. 50 pound diye aklımda kalmıştı ama kısa filmi de demin izledim sayılır ve onda 60 pound idi. bu filmde de 60 olabilir ve aklımda yanlış kalmış olabilir yani. fakat asıl komik olan paralı sahne... bu 50 veya 60... 50 idi galiba ya. tek banknottu sanki bu uzun metrajlı olanında ki mantıken de öyledir zaten. yani aklımda doğru kalmış galiba, haha. kısa filmde kesin 60 ama. neyse... asıl komik olan paralı sahne demiştim... herb, charles'a adadaki marketin oralarda o 50 pund'u uzatıp bana bozuk getirebilir misin diyor, ankesörlü telefonu kullanabilmek için. herhalde 25 penilerden. charles ne yapsa beğenirsiniz... paranın hepsini bozdurmuş ve herb filmin sonuna kadar bir naylon poşet dolusu bozuk parayla gezmek durumunda kalıyor ve birçok sahnede bu absürtlüğü hatırlayıp kıkırdıyoruz.
yazının başlarında bu filmin, kısa filmin aksine 2'den fazla karakter içerdiğini ve bunların kimisinin konuda/kurguda çok önemli olduğunu söylemiştim. ama yazı da başta planladığımdan daha uzun oldu, henüz oralara giremeden... belki de hiç girmeyeyim ya. sonuçta ne kadar az spoiler, o kadar iyi... yazıyı yavaş yavaş toparlayıp sonlandırayım artık madem.
charles, herb'ün gerçek bir hayranı ve onu adasına getirtebiliyor. peki hayalini kurduğu kişisel konserini izleyebilme şerefine nail olabilecek mi yoksa herb onu parasıyla onu maymun gibi oynatma niyetindeki bir tip olarak görüp de gururunu çiğnetmeyecek mi? charles, başka kimi de adaya davet etmiş ve o davet edilen kişinin herb ile nasıl bir geçmişi var? peki charles başka birini de davet etmiş ama nasıl/neden o konserin tek izleyicisi olma hayalini kuruyor? charles, konseri yalnız başına izlemeyecekse bu bambaşka biri mi olacak? charles, filmin sonunda hak ettiğini, layığını buluyor mu? hak etmek hem pozitif hem de negatif kontekstlerde kullanılabiliyor, malumunuz. layığını bulmanın ise "hak ettiği cezayı bulmak" ile birlikte diğer bir anlamı ise "dengini, yaraşır eşini bulmak". yoksa o bahsettiğim, daha doğrusu bahsetmediğim filmdeki diğer önemli karakterlerle ilgili ciddi ipuçları mı verdim? yoksa vermedim mi? işte böyle gizem yaratırım. haha!
başta charles'ın kelimeleri ünlü isimleriyle falan paralellik kurarak söyleyip durması "eyvah, çok kötü espriler barındıran bir film galiba" demiştim ama neyse ki zaten film öyle espri üzerine kurulu bir komedi yapımı değilmiş; bunu anlayınca elemanın bu tarz şeyleri de eksantrikliğinin bir parçası olarak doğal gelmeye başladı. kısa filminde bu tarz kötü kelime oyunları yoktu sanırım ya da vardıysa da dikkatimi çekmeyecek kadar azdı.
harika manzaralar, nefis müzikler, güzel bir kurgu... sıcak ve samimi, gülümseten, bazen güldüren, yer yer gözleri dolduran bir film. böyle özetleyebilirim the ballad of wallis island'ı.
ve izlemenizi öneririm.
ingilizcesi olmayanlar için not: kısa filmin türkçe alt yazısı olduğunu zannetmiyorum ama bu filmin vardır ya da yapılır diye düşünüyorum.

devamını gör...