1.
logoterapinin ana hatlarından biridir ve frankl şöyle açıklar.
birçok hastanın şikayet ettiği bir histen, yani hayatlarının tamamen ve mutlak olarak anlamsız olduğu hissinden bahsediyoruz. bu hastalar, uğruna yaşayacakları bir anlamın farkındalığından yoksundurlar. kendi içsel boşlukları, kendi içlerindeki bir delik tarafından ele geçirilmiş ve tuzağa düşürülmüşlerdir, ben buna "varoluşsal boşluk" adını veriyorum.
varoluşsal boşluk, yirminci yüzyılda yaygın görülen bir durumdur. aslında bu şaşırtıcı değildir: insanın gerçekten insan olmaya başladığından beri geçirdiği iki yanlı bir kayba bağlı olarak ortaya çıkabilir. insanlık tarihinin başlangıcında, insan hayvani davranışlara yol açan ve bu sayede emniyetini sağladığı temel hayvansal içgüdülerinin bir kısmını yitirdi. cennete benzer bu emniyet alanı, insana sonsuza dek kapatıldı ve insan seçimler yapmak zorunda kaldı. buna ek olarak, insanın yakın zamandaki gelişimi sırasında, davranışlarının payandası olan gelenekler de artık hızla kaybolmaktadır. ona ne yapması gerektiğini söyleyen hiçbir içgüdü ve nasıl davranması gerektiğini söyleyen hiçbir gelenek kalmadı; hatta bazen ne yapmak istediğini bile bilmiyor. bunun yerine ya diğerlerinin yaptıklarını - konforizm - ya da diğerlerinin ondan istediklerini - totaliteryanizm - yapmak istiyor.
daha da ötesi altında varoluşsal boşluğu sallayan birçok maske ve kılıf vardır. bazen anlam istencinin engellenmesi, en ilkel formu olan para istemi de dahil güç istenci ile telafi edilmeye çalışılır. başka durumlarda anlam arayışının engellenmesi haz istencine yol açar. varoluşsal engellenmenin genellikle cinsel telafi çabalarına yol açmasının nedeni de budur. bu vakalarda cinsel libidonun varoluşsal boşluk içinde şaha kalktığını görürüz.
nevrotik vakalarda da benzer bir olay gerçekleşir. belli geribildirim mekanizmaları ve kısırdöngü oluşumları görülür. belirti tablosunun varoluşsal boşluğa sızdığı ve yeniden yeşerdiği tekrar tekrar gözlenebilir.
birçok hastanın şikayet ettiği bir histen, yani hayatlarının tamamen ve mutlak olarak anlamsız olduğu hissinden bahsediyoruz. bu hastalar, uğruna yaşayacakları bir anlamın farkındalığından yoksundurlar. kendi içsel boşlukları, kendi içlerindeki bir delik tarafından ele geçirilmiş ve tuzağa düşürülmüşlerdir, ben buna "varoluşsal boşluk" adını veriyorum.
varoluşsal boşluk, yirminci yüzyılda yaygın görülen bir durumdur. aslında bu şaşırtıcı değildir: insanın gerçekten insan olmaya başladığından beri geçirdiği iki yanlı bir kayba bağlı olarak ortaya çıkabilir. insanlık tarihinin başlangıcında, insan hayvani davranışlara yol açan ve bu sayede emniyetini sağladığı temel hayvansal içgüdülerinin bir kısmını yitirdi. cennete benzer bu emniyet alanı, insana sonsuza dek kapatıldı ve insan seçimler yapmak zorunda kaldı. buna ek olarak, insanın yakın zamandaki gelişimi sırasında, davranışlarının payandası olan gelenekler de artık hızla kaybolmaktadır. ona ne yapması gerektiğini söyleyen hiçbir içgüdü ve nasıl davranması gerektiğini söyleyen hiçbir gelenek kalmadı; hatta bazen ne yapmak istediğini bile bilmiyor. bunun yerine ya diğerlerinin yaptıklarını - konforizm - ya da diğerlerinin ondan istediklerini - totaliteryanizm - yapmak istiyor.
daha da ötesi altında varoluşsal boşluğu sallayan birçok maske ve kılıf vardır. bazen anlam istencinin engellenmesi, en ilkel formu olan para istemi de dahil güç istenci ile telafi edilmeye çalışılır. başka durumlarda anlam arayışının engellenmesi haz istencine yol açar. varoluşsal engellenmenin genellikle cinsel telafi çabalarına yol açmasının nedeni de budur. bu vakalarda cinsel libidonun varoluşsal boşluk içinde şaha kalktığını görürüz.
nevrotik vakalarda da benzer bir olay gerçekleşir. belli geribildirim mekanizmaları ve kısırdöngü oluşumları görülür. belirti tablosunun varoluşsal boşluğa sızdığı ve yeniden yeşerdiği tekrar tekrar gözlenebilir.
devamını gör...