woke culture
("@çürümüş şeyler var danimarka krallığında" için arama sonuçları)başlık "alaz" tarafından 09.04.2022 10:18 tarihinde açılmıştır.
1.
türkiye'deki en sağlam örneği islamcılar ve islamcılıktır. aslında ortada woke culture ve sjw'ler yokken onların tarzı ve yöntemlerini benimsemişlerdi. mağdur edebiyatı falan filan...
liberal soldan woke kültürüne: solun solu nihilizm sarmalında
"batı’nın bir uygarlık krizi yaşadığı söyleniyor. gerçi böyle bir söylem 2’inci dünya savaşı sonrası hep tekrarlanmıştı.
örneğin hannah arendt’in “kültür krizi”, horkheimer ve adorno’nun “aydınlanmanın diyalektiği” yapıtları da bu tartışmayı konu alıyorlardı. ama uygarlık krizi nedir diye sorulacak olursa bunun güncel örneklerini önce amerika’da ortaya çıkıp daha sonra dünyaya yayılan “woke” kültüründe görmek mümkündür. bu kültür abd’nin ve giderek dünyanın geniş kesimlerini özellikle abd’deki demokrat parti ve o çizgideki medya üzerinden şiddetle etkiliyor.
woke kültürü
“woke” amerikan siyahi argosunda “uyanık olmak” anlamına geliyor. bunun pratik ifadesi tarihte yaşanmış ya da bugün var olan kimi uygulamaları çarpıtılmış bir mantık çerçevesinde eleştirmek, hedef göstermektir. örneğin abd’nin üçüncü başkanı jefferson’un köle sahibi olmasından dolayı heykelinin kaldırılması gibi. bu akım, zamanın ve mekânın kıstaslarını yani tarihsel koşulları ve coğrafyayı dikkate almadan her konuda sadece devlet ve topluma değil tarihe, değer yargılarına ve gerçeğe isyan etmek iddiasında. fakat dikkatli bakıldığında ”woke” akımının sisteme bir itirazının bulunmadığını görüyoruz. aksine, bu akım aslında sol ve eleştirel düşüncenin içine sızmış olan marksizm karşıtı anarşist ve nihilistlerin geliştirdiği bir ideolojik bakış ve davranış biçiminden ibaret.
marksist kökenli tarihsel sol akım toplumsal sorunları bir sosyoekonomik sistem kavramı etrafında irdeliyor ve rasyonel bir bakış açısıyla ele alıp eleştiriyordu. insanlığın sıkıntılarının ve özgürleşme önündeki engellerin ortadan kalkmasını sistemin değişmesine ya da sosyal ve ekonomik yapıdaki temel reformlara bağlıyordu.
bugün baskın ve yaygın olan “woke” kültürdeki sol ise sistem tartışmasını bir yana bırakmış olduğu için olumsuzluklara sadece kendi kafasındaki keyfi ahlak anlayışı penceresinden bakıyor. kapitalist toplumu değiştirmek gibi bir amacı olmayan yeni sol bu sistem içinde “nasıl ahlaklı olunur” sorusuyla meşgul. bu tür “yeni solcular” tıpkı sosyal sistem kavramını yaşadıkları dönemlerde akıllarına dahi getiremeyecek olan epikürcü veya stoacı filozoflar gibi “ölmeden önce nasıl ahlaklı yaşanır” sorusuna cevap arıyorlar.
tarihsel marksist sol analiz yapıyordu, “woke” ye da liberal yeni sol ise sadece pozisyon alıyor. bu pozisyon alışta gerekçe olarak gösterilen ahlak kuralları elbette sosyal sınıflara ve çıkar ilişkilerine göre değişik dönemlerde farklılıklar göstereceğinden “woke” solcuların ölçütü aslında gösteri toplumunda o anda hangi rüzgârın hızlı estiğidir. bugün bir kadın cinayeti, yarın göçmen konusu, ertesi gün hava kirliliği. nerede hareket orada bereket! hangi ahlak kuralı daha fazla kalabalık toplanmasına yarayacaksa o kural çerçevesinde mümkün olan en yüksek düzeyde gürültüyle ses çıkarmaya “yeni sol” deniliyor. sınıf mücadelesinin yerine magazin gürültüsü seçiliyor.
“yeni sol” sol mu?
murray bookchin ve chantal mouffe gibi “yeni sol” ideologlar marksist yöntemi, sınıfsal analizi ve yeni bir toplumsal sistem arayışını bir yana bırakmışlar. onlar için önemli olan sürekli baskı ve eşitsizlik ürettiğini iddia ettikleri azınlık-çoğunluk, devlet-birey, güçlü-zayıf ve egemen-bağımlı ilişkileri. bu yaklaşım toplumu, devleti, her türlü organizmayı ve bilinçli ya da bilinçsiz tüm insani “yapıları” düşman görüyor, nihilist bir düzlemde hiçbir değer yargısı tanımıyor. bununla da yetinmiyor ölçüt olarak gerçeğin alınmasını da felsefi olarak reddediyor. nihilistler sadece mutlak gerçek kavramını değil gerçeği yok sayar, gerçekler üzerinden yürütülen bir politik mücadeleyi dahi özgürlük karşıtı olarak görürler. hatta sergey neçayev gibi devlet ve toplum yıkılınca gerçeğin zaten ortaya çıkacağını savunanlar da olmuştur.
nihilizm aslında 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında rusya solu içinde ortaya çıkmış ve avrupa’ya yayılmış bir akım olsa da tarihsel kökleri eski yunan’a kadar uzanıyor. para karşılığı felsefe dersleri veren sofistlerden gorgias tıpkı nihilistler gibi gerçeğin bir ölçüt olamayacağını savunmuştur: “hiçbir şey mutlak olarak mevcut değildir. eğer bir şey varsa, bu insan tarafından kavranamaz. kavranmış olsa bile, ifade edilemez ve başkalarına açıklanamaz.” diyordu hazret.
nihilizm yani hiççilik batı’nın bugün içine düştüğü uygarlık ve kültür krizinin bir ifadesi. nihilizm ırklara ayırdığı insanları, kadınlarla erkekleri, cinsel tercihleri, dinleri, mezhepleri, coğrafi bölgeleri birbirleriyle kapıştırıyor. bu eğilimin artı değer yaratmak için durmadan fırsat arayan sermayeye yarayacağı belli. ancak sistemin engelsiz gelişmesi bazı sınırların olmadığı anlamına da gelmiyor. küresel ısınma ve iklim sorunları yanında insanın psikolojik sınırı da hesaba katılması gereken bir faktör. sonuç olarak woke ideolojisi sistemin bir öz yıkımı, kendini imhası olarak da değerlendirilebilir.
nietzsche ne diyordu?
nihilizmin 19’uncu yüzyılda ortaya çıktığı dönemde onu en iyi anlatanlardan biri nietzsche olmuştur. birçok insan bilgisizlik ya da kestirme düşünme alışkanlığı nedeniyle nietzsche’yi de nihilist zannetse de nihilizmle en sert mücadeleyi o vermiştir. filozofun yıkılmasını ve ortadan kalkmasını istediği değerler “ezik ve hınçlı” insana ait olduğunu düşündüğü eski dinsel değerlerdir. bu yıpranmış değerler karşısında nietzsche’ye göre iki tavır olabilir. bunlardan birincisi her türlü değeri reddeden pasif iradecilik yani nihilizmdir. ikincisi ise eski değerler yerine yeni değerleri koyacak olan üstün insanın aktif iradesidir.
nietzsche’ye göre pasif irade veya nihilizm bir çilecilik ideolojisidir ve nihilistler için şöyle der: “onlar, yani zayıflar, tedavisi olmayan hastalar şimdi erdemi tekellerine almışlar. sadece biz iyi insanlarız, sadece biz adaletliyiz derler, kendilerinin hidayete ermiş olduklarını düşünürler. sanki sağlık, şans, güç, gurur, güç duygusu bir gün acı bir şekilde kefareti ödenmesi gereken ahlaksızlıklarmış gibi, bizi uyarmak için canlı sitemler gibi aramızda dolaşıyorlar: ah ne kadar çok insan içten içe kefaret ödemeye istekli, ne kadar çok cellat olmayı arzuluyorlar. “
tıpkı yeni solun woke ideolojisindeki her taşın altında eski bir soykırım, birkaç yüzyıl öncesinden bir sömürgecilik, “ırksallaştırılmış” farklar arasında bir eşitsizlik, cinsiyetler ve cinsel tercihler içinde bir haksızlık arayan günümüz militanları gibi değil mi? evet, günümüz solunun özellikle batı’da büyük bölümü bu durumda. ancak tarihsel sol akım geçmişinde de benzer sorunları yaşamış ve bu sapmalarla mücadele etmiştir.
anti-dühring tam bunları anlatıyordu
engels’in anti-dühring kitabını sol aydınlar arasında bilmeyen yoktur. günümüzün “woke” kültüründen solculara, “liberal solculara”, nihilistlere çok benzeyen ve adeta onların prototipi sayılabilecek eugen dühring adlı nihilist ve antisemit filozof engels ve marx tarafından iyice alaya alınmış, bu nedenle unutulup gitmiş biridir. dühring’in en akıldışı iddialarından biri olan evrensel, tarih dışı ve sınıflar üstü bir ahlakın ve insanlar arası bir “empatinin” yani duygudaşlığın bulunduğu ve sosyalizmin bu temeller üzerinde yükseleceği iddiası marksizmin en sert eleştirileriyle karşılaşmıştır.
işin ilginç tarafı solla hiçbir ilgisi bulunmayan aristokratik, seçkinci düşüncedeki nietzsche de bu kişiliğin nihilizmi hakkında sözünü esirgememiştir:
“günümüz almanya'sında ahlak tamtamını en uygunsuz ve iğrenç şekilde kullanan intikam havarisi berlinli eugen dühring'i bir kez daha hatırlıyorum: dühring, bugün var olan en büyük ahlaki geveze, hatta kendi türü olan antisemitler arasında bile en büyüğü. hepsi hınç adamları, bu fizyolojik olarak rezil ve deli adamların yeraltında kaynayan bir intikam dünyası var, talihli insanlara karşı öfke patlamalarından ve aynı zamanda intikam girişimlerinden hiç tatmin olmuyorlar, intikam almak için bahaneleri tükenmiyor: hınç almanın en yüce, en ince, en kurnaz zaferine gerçekten ne zaman ulaşacaklar acaba? açıkçası kendi sefaletlerini ve dünyadaki tüm sefaleti mutluların da bilincine yerleştirmeyi başarırlarsa o zaman. böylece bir gün mutlular mutluluklarından utanacak ve belki de birbirlerine şöyle diyecekler: ‘mutlu olmak utanç verici! ne kadar çok acı var!’ ne var ki mutlu, başarılı, güçlü beden ve ruh adamlarının kendi mutluluk haklarından şüphe etmeye başlamalarından daha büyük ve daha ölümcül bir hata olamaz.” işte filozofa göre uygarlığın yozlaşması buydu.
nietzsche’nin uygarlık için büyük bir tehlike olarak gördüğü ve dühring’de somutlaşan nihilist yaklaşım bir kin ve nefret ideolojisidir ve her zaman antisemitizmi de içerir. bugün batı metropollerinde gösteriler yapan nihilist eğilimli yeni solcuların hamas dostu ve yahudi karşıtı olmalarına şaşırmak mı gerekir? nietzsche uygarlığı nihilizmle mücadeleye çağırmaktaydı. çünkü nihilizm dünyadaki tüm asalakları ve çeşitli nedenlerle topluma karşı hınç ve eziklik duyanları bir araya getirecek bir çekiciliğe sahipti:
“tüm hastalar ve hastalıklılar içgüdüsel olarak sürüler halinde örgütlenmeye yönelirler, çileci rahip onlardaki bu güdüyü anlar ve teşvik eder. nerede sürü varsa orada zayıflık güdüsü ve o güdüyü organize eden rahibin bilgeliği vardır”
bugüne gelirsek batı’da solun hamas yanlısı mitinglerini finanse eden george soros ve onları destekleyen bernie sanders ve noam chomsky gibileri var. filozof işte bunlara karşı alarm verir:
“gelin bu ‘tepetaklak olmuş dünyaya’ bir son verelim! duyguların bu utanç verici yumuşamasına bir son verelim! hastalar sağlıklıları hasta etmesin, çünkü bu yumuşamanın anlamı budur, yeryüzünde hâkim olması gereken bakış açısı budur .”
nihilizm insanlık ve özellikle sol için tehlikeli bir hastalıktır. marx ve engels’in kendi dönemlerinde verdikleri ideolojik ve siyasal mücadele daha çok solun bu kesimlerine karşı olmuş yani anarşist bakunin’i, antisemit proudhon’u, nihilist dühring gibilerini hedef almıştır. anti-dühring eserinde kullanılan temalar daha sonra lenin’in yazdığı materyalizm ve ampiryokritisizm adlı eserde de ele alınmıştır.
liberal nihilist foucault solculuğu
daha sonra uzun bir süre unutulan sol içindeki nihilist akım başta michel foucault olmak üzere 68 sonrasında bazı yeni filozoflar tarafından tekrar canlandırılarak sosyalist harekete sokulmuştur. bunu da ilginç bir şekilde nietzsche’yi kullanarak yapmışlardır. bu konuyu genç marksist filozoflardan aymeric monville “solun nietzschecilik sefaleti” adlı kitabında işler:
“böyle buyurdu zerdüşt” yazarını 'solculaştırma' fikri zorlama görünebilir, ancak liberal solcular bunu becermişlerdir. filozofun eserinin, aydınlanmaya, akılcılığa, materyalizme ve sonuçta marksizm ve işçi hareketinden kaynaklanan tüm geleneğe saldırmak için sol içinde bir silah olarak kullanıldığı monville tarafından çok iyi anlatılıyor.
1968 ve sonrasında batı avrupa’da sol içindeki liberal kanat geniş ölçüde nietzsche’den yararlanmıştır. nietzsche naziler, anarşistler, neo-faşistler ve solcu entelektüeller tarafından sırayla kullanıldıktan 20’inci yüzyıl sonunda artık “avrupa yanlısı ve liberal” olarak göreve çağrılmıştır(!).
bu tezgâhta andler, palante, blanchot, camus, bataille, deleuze, foucault ve derrida, resmi bir din haline gelen bir tarikatın başrahipleriydi: 'sol kanat nietzschecilik'… postmodern medya, tv programları ve hatta politikacılar tarafından huşu ile savunulan solun nietzsche'ye bu magazinsel dönüşü, "ahlaki sol" ile gericiliğin irrasyonel, bireyci ve anti-komünist ittifakını oluşturdu.
bu felsefi gerici manevranın tek bir amacı vardı: marksizm’i ve işçi hareketinden doğan tüm felsefeyi yok etmek. bunu başardılar da. işte yeni liberal sol ve ondan kaynaklanan 21’inci yüzyıl woke kültürü böyle doğdu. batı dünyasında sosyal demokrasinin solundaki kesimlerin büyük kısmı bugün bu sapma ile zehirlenmiş durumda ve ancak tarihsel sol eski marksist temellerine son birkaç yıldır yeniden ilgi gösteriyor. çelişkisiz toplum oluşturma hayali yine de boşa çıkacak eninde sonunda.
kayahan uygur'un 21 nisan 2024 odatv yazısı
batı'da son on yılda kendini gösteren bu akıl hastalığına sahip olanların islamcılarla ittifak kurması ilginç olmadığı gibi şu sıralar bu sjw'lerin islamcılar tarafından davar gibi güdülmesi de çok normal. biraz daha irdelenmesi gerekiyor aslında bu vaziyetin.
2000'lerin başında ırak işgaline karşı çıkan solcuların sonradan ışid'e evrilecek ırak islami direnişini (2004-2006 civarı) coşkuyla karşılayıp selamlamasıyla benzer olduğu kadar çok önemli farklı özellikleri var şu anda yaşanan sürecin. özellikle batı toplumları açısından.
liberal soldan woke kültürüne: solun solu nihilizm sarmalında
"batı’nın bir uygarlık krizi yaşadığı söyleniyor. gerçi böyle bir söylem 2’inci dünya savaşı sonrası hep tekrarlanmıştı.
örneğin hannah arendt’in “kültür krizi”, horkheimer ve adorno’nun “aydınlanmanın diyalektiği” yapıtları da bu tartışmayı konu alıyorlardı. ama uygarlık krizi nedir diye sorulacak olursa bunun güncel örneklerini önce amerika’da ortaya çıkıp daha sonra dünyaya yayılan “woke” kültüründe görmek mümkündür. bu kültür abd’nin ve giderek dünyanın geniş kesimlerini özellikle abd’deki demokrat parti ve o çizgideki medya üzerinden şiddetle etkiliyor.
woke kültürü
“woke” amerikan siyahi argosunda “uyanık olmak” anlamına geliyor. bunun pratik ifadesi tarihte yaşanmış ya da bugün var olan kimi uygulamaları çarpıtılmış bir mantık çerçevesinde eleştirmek, hedef göstermektir. örneğin abd’nin üçüncü başkanı jefferson’un köle sahibi olmasından dolayı heykelinin kaldırılması gibi. bu akım, zamanın ve mekânın kıstaslarını yani tarihsel koşulları ve coğrafyayı dikkate almadan her konuda sadece devlet ve topluma değil tarihe, değer yargılarına ve gerçeğe isyan etmek iddiasında. fakat dikkatli bakıldığında ”woke” akımının sisteme bir itirazının bulunmadığını görüyoruz. aksine, bu akım aslında sol ve eleştirel düşüncenin içine sızmış olan marksizm karşıtı anarşist ve nihilistlerin geliştirdiği bir ideolojik bakış ve davranış biçiminden ibaret.
marksist kökenli tarihsel sol akım toplumsal sorunları bir sosyoekonomik sistem kavramı etrafında irdeliyor ve rasyonel bir bakış açısıyla ele alıp eleştiriyordu. insanlığın sıkıntılarının ve özgürleşme önündeki engellerin ortadan kalkmasını sistemin değişmesine ya da sosyal ve ekonomik yapıdaki temel reformlara bağlıyordu.
bugün baskın ve yaygın olan “woke” kültürdeki sol ise sistem tartışmasını bir yana bırakmış olduğu için olumsuzluklara sadece kendi kafasındaki keyfi ahlak anlayışı penceresinden bakıyor. kapitalist toplumu değiştirmek gibi bir amacı olmayan yeni sol bu sistem içinde “nasıl ahlaklı olunur” sorusuyla meşgul. bu tür “yeni solcular” tıpkı sosyal sistem kavramını yaşadıkları dönemlerde akıllarına dahi getiremeyecek olan epikürcü veya stoacı filozoflar gibi “ölmeden önce nasıl ahlaklı yaşanır” sorusuna cevap arıyorlar.
tarihsel marksist sol analiz yapıyordu, “woke” ye da liberal yeni sol ise sadece pozisyon alıyor. bu pozisyon alışta gerekçe olarak gösterilen ahlak kuralları elbette sosyal sınıflara ve çıkar ilişkilerine göre değişik dönemlerde farklılıklar göstereceğinden “woke” solcuların ölçütü aslında gösteri toplumunda o anda hangi rüzgârın hızlı estiğidir. bugün bir kadın cinayeti, yarın göçmen konusu, ertesi gün hava kirliliği. nerede hareket orada bereket! hangi ahlak kuralı daha fazla kalabalık toplanmasına yarayacaksa o kural çerçevesinde mümkün olan en yüksek düzeyde gürültüyle ses çıkarmaya “yeni sol” deniliyor. sınıf mücadelesinin yerine magazin gürültüsü seçiliyor.
“yeni sol” sol mu?
murray bookchin ve chantal mouffe gibi “yeni sol” ideologlar marksist yöntemi, sınıfsal analizi ve yeni bir toplumsal sistem arayışını bir yana bırakmışlar. onlar için önemli olan sürekli baskı ve eşitsizlik ürettiğini iddia ettikleri azınlık-çoğunluk, devlet-birey, güçlü-zayıf ve egemen-bağımlı ilişkileri. bu yaklaşım toplumu, devleti, her türlü organizmayı ve bilinçli ya da bilinçsiz tüm insani “yapıları” düşman görüyor, nihilist bir düzlemde hiçbir değer yargısı tanımıyor. bununla da yetinmiyor ölçüt olarak gerçeğin alınmasını da felsefi olarak reddediyor. nihilistler sadece mutlak gerçek kavramını değil gerçeği yok sayar, gerçekler üzerinden yürütülen bir politik mücadeleyi dahi özgürlük karşıtı olarak görürler. hatta sergey neçayev gibi devlet ve toplum yıkılınca gerçeğin zaten ortaya çıkacağını savunanlar da olmuştur.
nihilizm aslında 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında rusya solu içinde ortaya çıkmış ve avrupa’ya yayılmış bir akım olsa da tarihsel kökleri eski yunan’a kadar uzanıyor. para karşılığı felsefe dersleri veren sofistlerden gorgias tıpkı nihilistler gibi gerçeğin bir ölçüt olamayacağını savunmuştur: “hiçbir şey mutlak olarak mevcut değildir. eğer bir şey varsa, bu insan tarafından kavranamaz. kavranmış olsa bile, ifade edilemez ve başkalarına açıklanamaz.” diyordu hazret.
nihilizm yani hiççilik batı’nın bugün içine düştüğü uygarlık ve kültür krizinin bir ifadesi. nihilizm ırklara ayırdığı insanları, kadınlarla erkekleri, cinsel tercihleri, dinleri, mezhepleri, coğrafi bölgeleri birbirleriyle kapıştırıyor. bu eğilimin artı değer yaratmak için durmadan fırsat arayan sermayeye yarayacağı belli. ancak sistemin engelsiz gelişmesi bazı sınırların olmadığı anlamına da gelmiyor. küresel ısınma ve iklim sorunları yanında insanın psikolojik sınırı da hesaba katılması gereken bir faktör. sonuç olarak woke ideolojisi sistemin bir öz yıkımı, kendini imhası olarak da değerlendirilebilir.
nietzsche ne diyordu?
nihilizmin 19’uncu yüzyılda ortaya çıktığı dönemde onu en iyi anlatanlardan biri nietzsche olmuştur. birçok insan bilgisizlik ya da kestirme düşünme alışkanlığı nedeniyle nietzsche’yi de nihilist zannetse de nihilizmle en sert mücadeleyi o vermiştir. filozofun yıkılmasını ve ortadan kalkmasını istediği değerler “ezik ve hınçlı” insana ait olduğunu düşündüğü eski dinsel değerlerdir. bu yıpranmış değerler karşısında nietzsche’ye göre iki tavır olabilir. bunlardan birincisi her türlü değeri reddeden pasif iradecilik yani nihilizmdir. ikincisi ise eski değerler yerine yeni değerleri koyacak olan üstün insanın aktif iradesidir.
nietzsche’ye göre pasif irade veya nihilizm bir çilecilik ideolojisidir ve nihilistler için şöyle der: “onlar, yani zayıflar, tedavisi olmayan hastalar şimdi erdemi tekellerine almışlar. sadece biz iyi insanlarız, sadece biz adaletliyiz derler, kendilerinin hidayete ermiş olduklarını düşünürler. sanki sağlık, şans, güç, gurur, güç duygusu bir gün acı bir şekilde kefareti ödenmesi gereken ahlaksızlıklarmış gibi, bizi uyarmak için canlı sitemler gibi aramızda dolaşıyorlar: ah ne kadar çok insan içten içe kefaret ödemeye istekli, ne kadar çok cellat olmayı arzuluyorlar. “
tıpkı yeni solun woke ideolojisindeki her taşın altında eski bir soykırım, birkaç yüzyıl öncesinden bir sömürgecilik, “ırksallaştırılmış” farklar arasında bir eşitsizlik, cinsiyetler ve cinsel tercihler içinde bir haksızlık arayan günümüz militanları gibi değil mi? evet, günümüz solunun özellikle batı’da büyük bölümü bu durumda. ancak tarihsel sol akım geçmişinde de benzer sorunları yaşamış ve bu sapmalarla mücadele etmiştir.
anti-dühring tam bunları anlatıyordu
engels’in anti-dühring kitabını sol aydınlar arasında bilmeyen yoktur. günümüzün “woke” kültüründen solculara, “liberal solculara”, nihilistlere çok benzeyen ve adeta onların prototipi sayılabilecek eugen dühring adlı nihilist ve antisemit filozof engels ve marx tarafından iyice alaya alınmış, bu nedenle unutulup gitmiş biridir. dühring’in en akıldışı iddialarından biri olan evrensel, tarih dışı ve sınıflar üstü bir ahlakın ve insanlar arası bir “empatinin” yani duygudaşlığın bulunduğu ve sosyalizmin bu temeller üzerinde yükseleceği iddiası marksizmin en sert eleştirileriyle karşılaşmıştır.
işin ilginç tarafı solla hiçbir ilgisi bulunmayan aristokratik, seçkinci düşüncedeki nietzsche de bu kişiliğin nihilizmi hakkında sözünü esirgememiştir:
“günümüz almanya'sında ahlak tamtamını en uygunsuz ve iğrenç şekilde kullanan intikam havarisi berlinli eugen dühring'i bir kez daha hatırlıyorum: dühring, bugün var olan en büyük ahlaki geveze, hatta kendi türü olan antisemitler arasında bile en büyüğü. hepsi hınç adamları, bu fizyolojik olarak rezil ve deli adamların yeraltında kaynayan bir intikam dünyası var, talihli insanlara karşı öfke patlamalarından ve aynı zamanda intikam girişimlerinden hiç tatmin olmuyorlar, intikam almak için bahaneleri tükenmiyor: hınç almanın en yüce, en ince, en kurnaz zaferine gerçekten ne zaman ulaşacaklar acaba? açıkçası kendi sefaletlerini ve dünyadaki tüm sefaleti mutluların da bilincine yerleştirmeyi başarırlarsa o zaman. böylece bir gün mutlular mutluluklarından utanacak ve belki de birbirlerine şöyle diyecekler: ‘mutlu olmak utanç verici! ne kadar çok acı var!’ ne var ki mutlu, başarılı, güçlü beden ve ruh adamlarının kendi mutluluk haklarından şüphe etmeye başlamalarından daha büyük ve daha ölümcül bir hata olamaz.” işte filozofa göre uygarlığın yozlaşması buydu.
nietzsche’nin uygarlık için büyük bir tehlike olarak gördüğü ve dühring’de somutlaşan nihilist yaklaşım bir kin ve nefret ideolojisidir ve her zaman antisemitizmi de içerir. bugün batı metropollerinde gösteriler yapan nihilist eğilimli yeni solcuların hamas dostu ve yahudi karşıtı olmalarına şaşırmak mı gerekir? nietzsche uygarlığı nihilizmle mücadeleye çağırmaktaydı. çünkü nihilizm dünyadaki tüm asalakları ve çeşitli nedenlerle topluma karşı hınç ve eziklik duyanları bir araya getirecek bir çekiciliğe sahipti:
“tüm hastalar ve hastalıklılar içgüdüsel olarak sürüler halinde örgütlenmeye yönelirler, çileci rahip onlardaki bu güdüyü anlar ve teşvik eder. nerede sürü varsa orada zayıflık güdüsü ve o güdüyü organize eden rahibin bilgeliği vardır”
bugüne gelirsek batı’da solun hamas yanlısı mitinglerini finanse eden george soros ve onları destekleyen bernie sanders ve noam chomsky gibileri var. filozof işte bunlara karşı alarm verir:
“gelin bu ‘tepetaklak olmuş dünyaya’ bir son verelim! duyguların bu utanç verici yumuşamasına bir son verelim! hastalar sağlıklıları hasta etmesin, çünkü bu yumuşamanın anlamı budur, yeryüzünde hâkim olması gereken bakış açısı budur .”
nihilizm insanlık ve özellikle sol için tehlikeli bir hastalıktır. marx ve engels’in kendi dönemlerinde verdikleri ideolojik ve siyasal mücadele daha çok solun bu kesimlerine karşı olmuş yani anarşist bakunin’i, antisemit proudhon’u, nihilist dühring gibilerini hedef almıştır. anti-dühring eserinde kullanılan temalar daha sonra lenin’in yazdığı materyalizm ve ampiryokritisizm adlı eserde de ele alınmıştır.
liberal nihilist foucault solculuğu
daha sonra uzun bir süre unutulan sol içindeki nihilist akım başta michel foucault olmak üzere 68 sonrasında bazı yeni filozoflar tarafından tekrar canlandırılarak sosyalist harekete sokulmuştur. bunu da ilginç bir şekilde nietzsche’yi kullanarak yapmışlardır. bu konuyu genç marksist filozoflardan aymeric monville “solun nietzschecilik sefaleti” adlı kitabında işler:
“böyle buyurdu zerdüşt” yazarını 'solculaştırma' fikri zorlama görünebilir, ancak liberal solcular bunu becermişlerdir. filozofun eserinin, aydınlanmaya, akılcılığa, materyalizme ve sonuçta marksizm ve işçi hareketinden kaynaklanan tüm geleneğe saldırmak için sol içinde bir silah olarak kullanıldığı monville tarafından çok iyi anlatılıyor.
1968 ve sonrasında batı avrupa’da sol içindeki liberal kanat geniş ölçüde nietzsche’den yararlanmıştır. nietzsche naziler, anarşistler, neo-faşistler ve solcu entelektüeller tarafından sırayla kullanıldıktan 20’inci yüzyıl sonunda artık “avrupa yanlısı ve liberal” olarak göreve çağrılmıştır(!).
bu tezgâhta andler, palante, blanchot, camus, bataille, deleuze, foucault ve derrida, resmi bir din haline gelen bir tarikatın başrahipleriydi: 'sol kanat nietzschecilik'… postmodern medya, tv programları ve hatta politikacılar tarafından huşu ile savunulan solun nietzsche'ye bu magazinsel dönüşü, "ahlaki sol" ile gericiliğin irrasyonel, bireyci ve anti-komünist ittifakını oluşturdu.
bu felsefi gerici manevranın tek bir amacı vardı: marksizm’i ve işçi hareketinden doğan tüm felsefeyi yok etmek. bunu başardılar da. işte yeni liberal sol ve ondan kaynaklanan 21’inci yüzyıl woke kültürü böyle doğdu. batı dünyasında sosyal demokrasinin solundaki kesimlerin büyük kısmı bugün bu sapma ile zehirlenmiş durumda ve ancak tarihsel sol eski marksist temellerine son birkaç yıldır yeniden ilgi gösteriyor. çelişkisiz toplum oluşturma hayali yine de boşa çıkacak eninde sonunda.
kayahan uygur'un 21 nisan 2024 odatv yazısı
batı'da son on yılda kendini gösteren bu akıl hastalığına sahip olanların islamcılarla ittifak kurması ilginç olmadığı gibi şu sıralar bu sjw'lerin islamcılar tarafından davar gibi güdülmesi de çok normal. biraz daha irdelenmesi gerekiyor aslında bu vaziyetin.
2000'lerin başında ırak işgaline karşı çıkan solcuların sonradan ışid'e evrilecek ırak islami direnişini (2004-2006 civarı) coşkuyla karşılayıp selamlamasıyla benzer olduğu kadar çok önemli farklı özellikleri var şu anda yaşanan sürecin. özellikle batı toplumları açısından.
devamını gör...
2.
şu anda dünyadaki en önemli sözcülerinden birisi recep tayyip erdoğan'dır.
kendisini ve akepe'yi sevmeyenlere nefret kusan ve "yav hiç mi iyi yanını görmediniz?" diyenlere cevabım kısaca evet olacak. çünkü kendisi, seçmenleri ve dünyadaki destekçileriyle beraber müthiş veriler sağlıyor insanlara. sosyal bilimlerin etik olmayan laboratuvarları vardı geçmişte, milgram, zimbardo ve adı bilinmeyen nicesi... normalde laboratuvar olarak tarihsel yaşanmışlıklar görülür (tarih biliminin kendisi yani) ama bazı ülkeler, içindeki insanlarıyla laboratuvar haline gelebiliyorlar (şaka maka bir yana her toplum böyledir zaten, ama bazıları daha "özel"dir).
kendisi şöyle diyor:
"aşırı sağcı akımların kimi avrupa ülkelerinde bizzat devlet tarafından himaye edilmesi, batı demokrasileri adına tam bir faciadır, utançtır, skandaldır"
islamcı-türkçü islam sentezi, yanına kemalizmin sözde ideallerinden arta kalan tavşanın suyu ile avrasya'nın en ağır aşırı sağlarından birini yarattı zaten ve tepesinde de kendisi var. çok enteresan şeyler söylüyor kendisi. sadece kendisi değil, ülkesinin insanları da aslında karşı çıktıklarını iddia ettikleri her şeyi daha şiddetli şekilde uyguluyorlar. muhatap aldıklarını da enayi zannediyorlar. alemin tek akıllısı sizsiniz zaten.
batı demokrasileri için söylediklerini ciddiye almıyoruz tabi.
yukarıdakiyle alakalı:
"gösteri hakkı kutsaldır diyenlerin..."
hiç uzatmıyorum, bir hakkın evrensel olduğuna inanmıyorsan ve eylemlerinle bunu savunmuyorsan, bu konu hakkında istediğin kadar "argüman" üret, zırvaların ciddiye alınmaz.
erdoğan: amerikan üniversitelerinde öğrenciler ve akademisyenler şiddete, zulme, eziyete, hatta işkenceye maruz kalıyor
daha da fazla uzatmadan uzmana, fethi açıkel'e bırakalım mevzuyu. kutsal mazlumluğun psikopatalojisi
makayeli de içeren müthiş kitabı.
kendisini ve akepe'yi sevmeyenlere nefret kusan ve "yav hiç mi iyi yanını görmediniz?" diyenlere cevabım kısaca evet olacak. çünkü kendisi, seçmenleri ve dünyadaki destekçileriyle beraber müthiş veriler sağlıyor insanlara. sosyal bilimlerin etik olmayan laboratuvarları vardı geçmişte, milgram, zimbardo ve adı bilinmeyen nicesi... normalde laboratuvar olarak tarihsel yaşanmışlıklar görülür (tarih biliminin kendisi yani) ama bazı ülkeler, içindeki insanlarıyla laboratuvar haline gelebiliyorlar (şaka maka bir yana her toplum böyledir zaten, ama bazıları daha "özel"dir).
kendisi şöyle diyor:
"aşırı sağcı akımların kimi avrupa ülkelerinde bizzat devlet tarafından himaye edilmesi, batı demokrasileri adına tam bir faciadır, utançtır, skandaldır"
islamcı-türkçü islam sentezi, yanına kemalizmin sözde ideallerinden arta kalan tavşanın suyu ile avrasya'nın en ağır aşırı sağlarından birini yarattı zaten ve tepesinde de kendisi var. çok enteresan şeyler söylüyor kendisi. sadece kendisi değil, ülkesinin insanları da aslında karşı çıktıklarını iddia ettikleri her şeyi daha şiddetli şekilde uyguluyorlar. muhatap aldıklarını da enayi zannediyorlar. alemin tek akıllısı sizsiniz zaten.
batı demokrasileri için söylediklerini ciddiye almıyoruz tabi.
yukarıdakiyle alakalı:
"gösteri hakkı kutsaldır diyenlerin..."
hiç uzatmıyorum, bir hakkın evrensel olduğuna inanmıyorsan ve eylemlerinle bunu savunmuyorsan, bu konu hakkında istediğin kadar "argüman" üret, zırvaların ciddiye alınmaz.
erdoğan: amerikan üniversitelerinde öğrenciler ve akademisyenler şiddete, zulme, eziyete, hatta işkenceye maruz kalıyor
daha da fazla uzatmadan uzmana, fethi açıkel'e bırakalım mevzuyu. kutsal mazlumluğun psikopatalojisi
makayeli de içeren müthiş kitabı.
devamını gör...
3.
farklı bir kılığa bürünen nazizme-faşizme dönüştüğünü görenlerin sayısı bence ilerleyen yıllarda artacak.

20'lerde başlayan ama aslında 40'larda son bulmayıp ispanya, italya, yunanistan, türkiye başta olmak üzere pek çok ülkede devam eden ve henüz sona ermeyen faşizm akımını ve nazizmi modernizme dayandırır bazıları. modernizm çok pistir, insanı şöyle böyle yapar, biz en iyisi orta çağa dönelim (aynen öyledir aynen). aslında modernizme ve o süreçte tüm yaşanan gelişmelere karşı verilen hastalıklı bir tepkidir faşizm.
değişim-dönüşüm süreçlerine o esnada katılamayan, bu sürecin bir parçası olamayan, geç kapitalistleşen ve geç modernleşen, yapılması gerektiğini düşündüğünü yapsa da yapamasa da hep daha fazlasını yapması gerektiğine ve pek çoğu için geç kaldığına inanan toplumlarda ortaya çıkar böyle çarpıklıklar. almanya ve italya öncüsü olmuştu, japonya da dahil. iran'daki molla rejiminin faşistliği de türkiye dahil tüm islam ülkelerindeki vahşi-barbar-faşist hareketlerin temeli de tek bir adrese çıkar ve orası roma ya da bağdat değildir: geç kalmışlıktır. daryuş şayegan "yaralı bilinç" diye kitabını da yazmıştır, farkında olmadan.
günümüzde batı toplumlarında, özellkle abd'de beyaz avrupalı kökenlere sahip olmayanların bu akımın öncüleri olması bununla alakalıdır. islamcıların dahil olması hatta ortada woke yokken islamcılığın faşist bir tepki olarak ortaya çıkması, batı ile islam dünyası arasında makas açıldıkça radikalliğin ve şiddetin dozunun artması da bununla bağlantılıdır ve her yol geç kalmışlık ve bununla başa çıkamama problemine götürür bizi.
beyaz adam/insan kötüdür; sömürgeci, emperyalist, kolonyalist, ırkçı, bilmem ne fobik olduğu için değil. bağğzıları, onun ve alt soylarının sürdürdüğü düzen ile rekabet edemeyeceklerini fark ettikleri için öyledir. o zaman hepsini yok edelim!!!

20'lerde başlayan ama aslında 40'larda son bulmayıp ispanya, italya, yunanistan, türkiye başta olmak üzere pek çok ülkede devam eden ve henüz sona ermeyen faşizm akımını ve nazizmi modernizme dayandırır bazıları. modernizm çok pistir, insanı şöyle böyle yapar, biz en iyisi orta çağa dönelim (aynen öyledir aynen). aslında modernizme ve o süreçte tüm yaşanan gelişmelere karşı verilen hastalıklı bir tepkidir faşizm.
değişim-dönüşüm süreçlerine o esnada katılamayan, bu sürecin bir parçası olamayan, geç kapitalistleşen ve geç modernleşen, yapılması gerektiğini düşündüğünü yapsa da yapamasa da hep daha fazlasını yapması gerektiğine ve pek çoğu için geç kaldığına inanan toplumlarda ortaya çıkar böyle çarpıklıklar. almanya ve italya öncüsü olmuştu, japonya da dahil. iran'daki molla rejiminin faşistliği de türkiye dahil tüm islam ülkelerindeki vahşi-barbar-faşist hareketlerin temeli de tek bir adrese çıkar ve orası roma ya da bağdat değildir: geç kalmışlıktır. daryuş şayegan "yaralı bilinç" diye kitabını da yazmıştır, farkında olmadan.
günümüzde batı toplumlarında, özellkle abd'de beyaz avrupalı kökenlere sahip olmayanların bu akımın öncüleri olması bununla alakalıdır. islamcıların dahil olması hatta ortada woke yokken islamcılığın faşist bir tepki olarak ortaya çıkması, batı ile islam dünyası arasında makas açıldıkça radikalliğin ve şiddetin dozunun artması da bununla bağlantılıdır ve her yol geç kalmışlık ve bununla başa çıkamama problemine götürür bizi.
beyaz adam/insan kötüdür; sömürgeci, emperyalist, kolonyalist, ırkçı, bilmem ne fobik olduğu için değil. bağğzıları, onun ve alt soylarının sürdürdüğü düzen ile rekabet edemeyeceklerini fark ettikleri için öyledir. o zaman hepsini yok edelim!!!
devamını gör...
4.
(google çeviri)
wokizm, terörün yeni yüzü
23 eylül 2019'da bm, eğitim seviyesi çok düşük bir gencin artık meşhur olan şu cümleyle kendilerine destek olmasıyla onurlandırıldı: "nasıl cüret edersin?"
bu on altı yaşındaki çocuğun böylesine görkemli bir kurulda nasıl söz hakkı aldığı, hatta ciddiye alındığı sorusu akıllara geliyor. ilgili bir doktora derecesi var mıydı? iklimle ilgili yeni ve harika bir keşif mi yapmıştı? ne yazık ki hayır. ortaya çıktığı üzere, o sadece harika bir bilim insanı değildi, aynı zamanda yıldız bir öğrenci de değildi. yine de bir coşku fırtınası içinde, greta thunberg insanlığın, çevrenin ve dilimlenmemiş ekmeğin kurtarıcısı olarak kutlandı.
bu gülünç duruma ne sebep oldu? hâlâ aziz greta'nın aziz ilan edilmesini kolaylaştıran çılgınlığın esaretinde miyiz?
bunu cevaplamak için, greenpeace'in kurulduğu elli yıldan biraz daha öncesine dönmemiz gerekiyor. belirtilen amacı "dünya'nın yaşamı tüm çeşitliliğiyle besleme yeteneğini garantilemek"tir, ki her şey eşit olduğunda bu çok güzeldir; yaşamı beslemek istemeye katılmamak zor.
başlangıçta nükleer denemelere karşı protesto gösterisi yaptılar, daha sonra ticari balina avcılığını yasaklamaya başladılar ve oradan büyüdüler. onlar onlarca yıl boyunca çeşitli başarılarıyla dünya çapında haberlere konu olmuş, bilinen bir isimdi. ancak bugün emekliliğe ayrılmış gibi görünüyorlar ve z kuşağının büyük çoğunluğu muhtemelen onları hiç duymamış durumda.
bu tür örgütlerin çoğunun kaderi şöyledir: takip ettikleri bir çan eğrisi vardır; anonimlikten yavaşça yükselirler, sonra aniden hızla güç kazanırlar, sonra da şöhrete kavuştukları hızla belirsizliğe doğru kayarlar.
daha yakın yıllarda, extinction rebellion, antifa ve blm gibi örgütler sosyal medyanın kendilerine sağladığı görünürlüğün hem tadını çıkardılar hem de bundan zarar gördüler. bu arenadan dağılmaları ve kaybolmaları yükselişleri kadar hızlıydı.
peki bu grupların hepsinin bu şekilde başarılı ve başarısız olmalarını sağlayan ortak özellikleri nelerdir?
bu yazarın teorisi oldukça basit olsa da, bu olguya ilişkin bazı içgörüler sunuyor.
başlangıçta, tüm bu grupların bir demografik grupla veya diğeriyle yankı uyandıran bir mesajı vardı, ancak bir miktar başarının ardından haber değeri taşımak istiyorlarsa bahislerini yükseltmeleri gerektiğini fark ettiler. alakalı kalma konusunda içsel baskı bir ikilem yarattı: takipçilerine sürekli olarak yeni endişeler sunma ihtiyacı, bunlar kuruluş tüzüğünün temel bir parçası olsun veya olmasın. ancak, bu bile onları alakalı tutmak için yeterli değildi; sonraki hikayeler daha yüksek bir profil, önceki sorunlardan ve eylemlerden daha heyecan verici bir şey gerektiriyordu.
bu örgütlerin her biri, zirveye yaklaştıkları bir noktada son hızlarına ulaştılar ve bu noktada yapmaya çalıştıkları iyilik, yarattıkları rahatsızlık ve sıkıntı derecesiyle uyuştu. greenpeace, antifa, blm, extinction rebellion ve diğerleri gibi, popülaritelerini bitiren bir dizi felaket eylemine sahipti. şöhrete ne kadar hızlı ulaşırlarsa, bu "rahatsızlık dengesine" o kadar hızlı ulaştılar ve düşüşleri o kadar hızlı oldu.
ancak filistinliler için protestolara gelince, farklı bir mekanizma devreye giriyor gibi görünüyor. onlar da can sıkıcı, ancak şu anda halktan pek tepki yok gibi görünüyor. öne çıkmalarının stratosferik yükselişi göz önüne alındığında, neden diğerlerinin gauss eğrisini takip etmiyorlar?
bunun cevabı oldukça uğursuz görünüyor.
daha önce anlatılan bazı yakın tarihli hareketler gibi, filistinli destekçiler iki şeyden yararlanıyor: internet ve özellikle sosyal medyayla yetişmiş bir nesil ve militan wokizmin yükselişi.
internetin gelişiyle birlikte, neredeyse tüm bilginin kaynağının insanların parmaklarının ucunda olması, son derece eğitimli ve düşünceli bireylerden oluşan bir nesille sonuçlanacaktı. ancak tam tersi gerçekleştiği için son gülen şeytan oldu.
z kuşağı çocukları, hiç kimsenin tahmin etmediği bir fenomen olan sosyal medyayla büyüdü ve düşündükleri ve inandıkları şeylerin çoğu, bir pub'ın dışındaki çukurda kavga eden iki sarhoş kadar entelektüel söylemde bulunan etkili kişiler ve uzmanlardan kaynaklanıyor.
şüpheli ve çirkin ürünlerin boş tedarikçileri, en aptalca kavramları özetleyen memler, bunların hepsi bu neslin asla kendi başlarına akıl yürütme yeteneği kazanamamış ve kendileri için herhangi bir gerçeği araştırmak için motivasyonu olmayan esnek zihinleri için entelektüel gıda haline geldi. bu, wokizm için, bir an bile düşünmeden her siyasi trene atlama için zemin hazırladı.
farkına vardıklarından daha akıllı olan akıllar, bu yeni demografinin bir sonraki kurban grubunu veya teknik tabirle "seçmenleri" temsil ettiğini, dolayısıyla bu cahil bireylerin kaprislerine ve taleplerine boyun eğdiklerini söyledi. hatta entelektüel titizliğin, bilimsel çabanın ve temel ahlakın hakemlerinin kaleleri olan üniversiteler bile aynı yolu izledi.
herhangi bir güç pozisyonunda olan herhangi biri ne olduğunu anladığında, çok geçti. hızla değişen cinsiyetler ve eğilimlerden oluşan alfabe çorbası yeni din olarak kuruldu ve her yeni dava -ne kadar kötü düşünülürse düşünülsün- bayrak direğine çekildi. saygılarını diz çökmeyenler, wokizm sunağında hızla kurban edildi.
bu çılgınlık afyonunu metaforik kılıçla kitlelere ulaştırmak için aceleyle tüm geleneksel değerler bir kenara atıldı. yaşlılar artık saygıya değmez hale geldi, aile anlamsız söz dizileri lehine bir kenara atıldı, çalışkanlık bireysel hak, etik ve ahlak; kesişimsellik ve eleştirel ırk teorisi lehine değiştirildi. tüm bunlara, boş ve entelektüel olarak cansız ses parçalarını yutmaya direnen herkese karşı küstahça bir havlama eşlik etti - uyanıklık meme ve tweet ile fethedildi.
bu, abd'deki en iyi üç eğitim kurumunun başkanlarının, doğru bağlam kullanıldığında soykırım çağrısı yapmanın esasen sorun olmadığını utanmadan ilan etmeleri ile sonuçlandı.
bu kaçınılmaz rezillik ve kitlesel yanılgıya doğru kayma iran için altın madeni oldu. suudi arabistan ile ibrahim anlaşmalarını rayından çıkarmayı amaçlayarak, batı'yı uyanık, kötü niyetli propaganda saldırısına hazırlarken hamas'ı vahşi bir barbarlık öfkesine sürüklediler.
iran bu kınanacak mitingleri yağlamak için milyonlarca dolar harcadı. neyse ki onlar için, wokizmle ıslanmış esnek koyunlar yolunmaya hazırdı ve çok geçmeden soykırım mantraları söylüyor ve nazi almanyası'nda yersiz olmayacak posterler sergiliyorlardı.
dünya çapında yüz binlerce insan filistin yanlısı protestolara katıldı. gazzelilerin durumu, suriye'deki 600.000 sivil ölümünün on yılda elde etmeyi başardığından daha fazla ilgiyi üç ayda çekti. nijerya'dakiler, ezidiler, uygurlar ve hristiyanlar da dahil olmak üzere çok daha değerli bir dizi dava en iyi ihtimalle zayıf bir tepki aldı ve ahlaki netlikle en belirgin şekilde donatılmış dava olan ukrayna, savaşın yaklaşık iki yıllık süresi boyunca, filistinli protestolarının son birkaç ayından daha az protestocuya sahipti.
bu tür bir fonlamayla, yahudi düşmanı kalabalıklar kolayca vazgeçmeyecek. iran'ın satranç tahtasındaki piyonlar olarak, rahatsızlık dengesine yaklaşsalar bile devam edecekler. ne kadar rahatsız edici veya hatta açıkça öfkelendirici olurlarsa olsunlar, iran bu protestoları sübvanse ederken, israil'in yok edilmesini talep etmeye devam edecekler, tüm yahudilerin ölümünü istemekten sadece bir adım ötede.
daha da kötüsü, katılımcıların çoğu, hatta çoğunluğu, sahadaki gerçeklik hakkında kesinlikle hiçbir bilgiye sahip değil. tezahürat ettikleri nehri veya denizi isimlendiremiyorlar, bırakın haritaya koymayı. olta ipini ve kurşunu yuttukları aşırı uydurmalarla sürekli beslenmiş olmalarına rağmen, israil'in bu savaşta saldırgan olduğuna inanıyorlar ve sunulan her türlü kanıtı yalan ve propaganda olarak reddediyorlar. "ben de" kalabalığı, bu kullanışlı aptallara katılmış durumda ve hamas'ın vahşi tecavüzleri karşısında göz kamaştırıcı bir şekilde sessizler.
anlatıları, bm ve diğer uluslararası olarak tanınan kurumların savunulamaz davranışları tarafından destekleniyor ve teşvik ediliyor. kızıl haç, rehinelere ziyaret sağlamamak veya yerinden edilmiş israil vatandaşlarına yardım etmemek suretiyle kuruluş tüzüğünü iptal etti. uluslararası af örgütü, ülke acımasız ve haydut hamas saldırganlığının kurbanı olmasına rağmen, israil'e karşı tutarlı bir duruş sergileyerek yahudi düşmanı ününe yakışır bir şekilde yaşadı. bm genel sekreteri antonio guterres'ten aktris angelina jolie'ye kadar uzanan önemli kamu figürleri, herhangi bir aklı başında ülkenin sınırlarını ve vatandaşlarını savunmak için yapacağı şeyi yaptığı için israil'i alenen karaladılar. hepsi, iran'ın ibrahim anlaşmaları'na ve israil'e karşı yürüttüğü örtülü savaşta piyon oldular.
bazı ünlüler iran tarafından doğrudan veya dolaylı olarak finanse edilmiyor olabilir, ancak rüzgarın hangi yöne estiğini hissedebilirler ve wokist inancın mensupları olarak, inançtan ziyade fiilen de olsa, yeni benimsedikleri dinin öğretilerini tekrarlamaktan başka çareleri yoktur.
ana akım medya, esasen hamas'ın konuşma noktalarını saçarak kaynayan bataklığı beslemeye zorlandı. gazeteciliğin duayeni, bbc'nin saygın kuruluşu, israil'i al-ahli hastanesinde pıj'nin kendi kalesine attığı gol için suçlamakta ısrar eden bir gerçek kontrol birimine sahip ve bugüne kadar anlatının bazı kusurları olabileceğini kabul etmiyor, ancak bu noktada herhangi bir geri çekilmenin faydası gecikme nedeniyle ortadan kalkacaktır. sonuçta, füzenin yaklaşık 49 kişiyi öldürmesinden birkaç dakika sonra bbc, bunun "muhtemelen beş bomba" atılmış bir israil saldırısı olduğunu bildirdi. çirkin yarı gerçekler ve düpedüz yalanlar yaymaları, kullandıkları yaygın etkiyi pek etkilemedi, çünkü israil'i lekeleyen her şeye yönelik dipsiz bir talep var gibi görünüyor - gerçek gerçeklerin uydurmaları ve iftiraları caydırmada çok az etkisi var.
batılı hükümetlerin israil'in ihtiyaç duyduğu anda yanında olmasını beklemek bir film setine benzemeye başlıyor; tamamen gösteriş ve hiçbir öz yok. militan sosyal medya güdümlü islamcılık karşısında çöküyorlar, "kullanışlı aptalların" ulumaları, politikacıların kuşatılmış bir demokrasiyi şeytanlaştırmaya karşı gösterdikleri her türlü direnişi aşıyor. gerçekler ve kanıtlar, yıkım için tiz çağrılar lehine bir kenara atıldı ve adalet, insanlığın en yüksek mahkemelerinde ölüme sürükleniyor.
bu vahim durum göz önüne alındığında, havlu atıp günü sonlandırmak affedilebilir. batı'daki muhalefetle akıl yürütme girişimlerinin hepsi başarısızlıkla sonuçlandı. ingiliz okuyucular, "marmite etkisi"ne aşinadır; bu, ikisinin arasında hiçbir şey olmayan, ya nefret ya da özlem uyandıran bir çeşnidir. israil-gazze savaşı da aynı duygu manipülasyonuna tabidir - orta yol yoktur. bu koşullar altında, israil lehine bir dava açmanın inandırıcı bir olasılığı olmadığı anlaşılıyor.
bu kadar kasvetli bir görünüme rağmen, henüz yapılacak çok şey var.
tarih bize bazen güçlü bir sesin beklenen erişiminin çok ötesine yayılan bir dalga etkisi yaratabileceğini hatırlatır. fransa dışında, émile zola l'assommoir veya thérèse raquin ile pek hatırlanmaz, ancak ismi sonsuza dek dünyanın en bilinen gazete makalelerinden biri haline gelen ve yaygın bir dille dile giren bir ifadeyi türetmekle eşanlamlı olacaktır: "j'accuse...!" bu tek makale, dreyfuss olayının önemli bir ifşası olduğunu kanıtladı.
israil - ve dolayısıyla dünya çapındaki yahudiler - tamamen sesli destekçilerden yoksun değil. kuduz yahudi nefretinin en iyi kalelerinden biri olan avrupa birliği'nde bile, yahudilerin ve israil'in cesur ve gürültülü savunucusu assita kanko ve onlarca yıldır sadık ve sesli bir destekçi olan geert wilders gibi ışık fenerleri var. douglas murray, mosab hassan yousef, briggite gabriel, john spencer ve albay richard kemp gibi yıldız medya figürleri, mantıklı, olgusal ve kanıta dayalı argümanlar sunarak sadık destekçiler oldular. sahneye tiyatrocular olarak çıkan arnold schwarzenegger ve nate buzolic, büyük bir sempati gösterdiler ve davanın savunuculuğunu üstlendiler. liste kısa değil ve dünyanın dört bir yanına yayılıyor.
bu kişiler, şimdiye kadar aldıklarından çok daha fazla destek ve tanıtıma ihtiyaç duyuyorlar. sosyal ve geleneksel medyanın yağdırdığı küfürlü safra altında ezilmek yerine, bu aynı kişiler, kararlı bir şekilde olumlu ve yüksek profilli bir anlatı sağlamak için desteklenebilirler.
hangi amaçla diye sorulabilir? elbette, doktrine edilmiş olanları dönüştürmeye çalışmak değil - bu en iyi ihtimalle don kişotvari bir istek; bunun yerine, sosyal medyada yer almayan milyonlarca sessiz destekçiyi tereddütlerini veya ilgisizliklerini tersine çevirmeye ve yahudilerin ve israil'in benzer düşünen destekçileriyle etkileşime girmeye teşvik etmek.
x ve diğer sosyal medya platformlarında düzenli olarak destek göndermek için herkülvari ve cesur bir görev üstlenen birkaç yahudi olmayanın kabile içinden sınırlı sayıda potansiyel takipçisi vardır; küçük yahudi çevrimiçi demografisinin dışından katılımı teşvik etmek, çekirdek yapımcılara çok daha fazla görünürlük, ilgi ve görünürlük sağlayacaktır ve bunların hepsi de oluşturdukları içeriğin etkisini ve değerini artıracaktır. yahudi olmayanlar tarafından oluşturulan israil yanlısı medya içeriği, açık nedenlerden dolayı yahudiler tarafından oluşturulan içerikten daha duygusal bir etkiye sahiptir.
son olarak, yahudi olmayanları "beğeniler" ve abonelikler sağlayarak desteklemek, "hakarat hatov"un -iyiliğin tanınması- özünde yahudi değerinin başlığı altına girer. israil'i destekleyen yahudi olmayanların çoğunun oyunda hiçbir payı yoktur; bu konuda tamamen fedakardırlar, bu nedenle bir ulus olarak onlara sağlayabileceğimiz profillerindeki herhangi bir büyüme, amaçlarımıza hizmet ettiği ölçüde, değer vermemiz gereken şeyin bir ifadesidir.
bu kişiler, şimdiye kadar aldıklarından çok daha fazla destek ve tanıtıma ihtiyaç duyuyorlar. sosyal ve geleneksel medyanın yağdırdığı küfürlü safra altında ezilmek yerine, bu aynı kişiler, kararlı bir şekilde olumlu ve yüksek profilli bir anlatı sağlamak için desteklenebilirler.
hangi amaçla diye sorulabilir? elbette, doktrine edilmiş olanları dönüştürmeye çalışmak değil - bu en iyi ihtimalle don kişotvari bir istek; bunun yerine, sosyal medyada yer almayan milyonlarca sessiz destekçiyi tereddütlerini veya ilgisizliklerini tersine çevirmeye ve yahudilerin ve israil'in benzer düşünen destekçileriyle etkileşime girmeye teşvik etmek.
x ve diğer sosyal medya platformlarında düzenli olarak destek göndermek için herkülvari ve cesur bir görev üstlenen birkaç yahudi olmayanın kabile içinden sınırlı sayıda potansiyel takipçisi vardır; küçük yahudi çevrimiçi demografisinin dışından katılımı teşvik etmek, çekirdek yapımcılara çok daha fazla görünürlük, ilgi ve görünürlük sağlayacaktır ve bunların hepsi de oluşturdukları içeriğin etkisini ve değerini artıracaktır. yahudi olmayanlar tarafından oluşturulan israil yanlısı medya içeriği, açık nedenlerden dolayı yahudiler tarafından oluşturulan içerikten daha duygusal bir etkiye sahiptir.
son olarak, yahudi olmayanları "beğeniler" ve abonelikler sağlayarak desteklemek, "hakarat hatov"un -iyiliğin tanınması- özünde yahudi değerinin başlığı altına girer. israil'i destekleyen yahudi olmayanların çoğunun oyunda hiçbir payı yoktur; bu konuda tamamen fedakardırlar, bu nedenle bir ulus olarak onlara sağlayabileceğimiz profillerindeki herhangi bir büyüme, amaçlarımıza hizmet ettiği ölçüde, değer vermemiz gereken şeyin bir ifadesidir."
kaynak
wokizm, terörün yeni yüzü
23 eylül 2019'da bm, eğitim seviyesi çok düşük bir gencin artık meşhur olan şu cümleyle kendilerine destek olmasıyla onurlandırıldı: "nasıl cüret edersin?"
bu on altı yaşındaki çocuğun böylesine görkemli bir kurulda nasıl söz hakkı aldığı, hatta ciddiye alındığı sorusu akıllara geliyor. ilgili bir doktora derecesi var mıydı? iklimle ilgili yeni ve harika bir keşif mi yapmıştı? ne yazık ki hayır. ortaya çıktığı üzere, o sadece harika bir bilim insanı değildi, aynı zamanda yıldız bir öğrenci de değildi. yine de bir coşku fırtınası içinde, greta thunberg insanlığın, çevrenin ve dilimlenmemiş ekmeğin kurtarıcısı olarak kutlandı.
bu gülünç duruma ne sebep oldu? hâlâ aziz greta'nın aziz ilan edilmesini kolaylaştıran çılgınlığın esaretinde miyiz?
bunu cevaplamak için, greenpeace'in kurulduğu elli yıldan biraz daha öncesine dönmemiz gerekiyor. belirtilen amacı "dünya'nın yaşamı tüm çeşitliliğiyle besleme yeteneğini garantilemek"tir, ki her şey eşit olduğunda bu çok güzeldir; yaşamı beslemek istemeye katılmamak zor.
başlangıçta nükleer denemelere karşı protesto gösterisi yaptılar, daha sonra ticari balina avcılığını yasaklamaya başladılar ve oradan büyüdüler. onlar onlarca yıl boyunca çeşitli başarılarıyla dünya çapında haberlere konu olmuş, bilinen bir isimdi. ancak bugün emekliliğe ayrılmış gibi görünüyorlar ve z kuşağının büyük çoğunluğu muhtemelen onları hiç duymamış durumda.
bu tür örgütlerin çoğunun kaderi şöyledir: takip ettikleri bir çan eğrisi vardır; anonimlikten yavaşça yükselirler, sonra aniden hızla güç kazanırlar, sonra da şöhrete kavuştukları hızla belirsizliğe doğru kayarlar.
daha yakın yıllarda, extinction rebellion, antifa ve blm gibi örgütler sosyal medyanın kendilerine sağladığı görünürlüğün hem tadını çıkardılar hem de bundan zarar gördüler. bu arenadan dağılmaları ve kaybolmaları yükselişleri kadar hızlıydı.
peki bu grupların hepsinin bu şekilde başarılı ve başarısız olmalarını sağlayan ortak özellikleri nelerdir?
bu yazarın teorisi oldukça basit olsa da, bu olguya ilişkin bazı içgörüler sunuyor.
başlangıçta, tüm bu grupların bir demografik grupla veya diğeriyle yankı uyandıran bir mesajı vardı, ancak bir miktar başarının ardından haber değeri taşımak istiyorlarsa bahislerini yükseltmeleri gerektiğini fark ettiler. alakalı kalma konusunda içsel baskı bir ikilem yarattı: takipçilerine sürekli olarak yeni endişeler sunma ihtiyacı, bunlar kuruluş tüzüğünün temel bir parçası olsun veya olmasın. ancak, bu bile onları alakalı tutmak için yeterli değildi; sonraki hikayeler daha yüksek bir profil, önceki sorunlardan ve eylemlerden daha heyecan verici bir şey gerektiriyordu.
bu örgütlerin her biri, zirveye yaklaştıkları bir noktada son hızlarına ulaştılar ve bu noktada yapmaya çalıştıkları iyilik, yarattıkları rahatsızlık ve sıkıntı derecesiyle uyuştu. greenpeace, antifa, blm, extinction rebellion ve diğerleri gibi, popülaritelerini bitiren bir dizi felaket eylemine sahipti. şöhrete ne kadar hızlı ulaşırlarsa, bu "rahatsızlık dengesine" o kadar hızlı ulaştılar ve düşüşleri o kadar hızlı oldu.
ancak filistinliler için protestolara gelince, farklı bir mekanizma devreye giriyor gibi görünüyor. onlar da can sıkıcı, ancak şu anda halktan pek tepki yok gibi görünüyor. öne çıkmalarının stratosferik yükselişi göz önüne alındığında, neden diğerlerinin gauss eğrisini takip etmiyorlar?
bunun cevabı oldukça uğursuz görünüyor.
daha önce anlatılan bazı yakın tarihli hareketler gibi, filistinli destekçiler iki şeyden yararlanıyor: internet ve özellikle sosyal medyayla yetişmiş bir nesil ve militan wokizmin yükselişi.
internetin gelişiyle birlikte, neredeyse tüm bilginin kaynağının insanların parmaklarının ucunda olması, son derece eğitimli ve düşünceli bireylerden oluşan bir nesille sonuçlanacaktı. ancak tam tersi gerçekleştiği için son gülen şeytan oldu.
z kuşağı çocukları, hiç kimsenin tahmin etmediği bir fenomen olan sosyal medyayla büyüdü ve düşündükleri ve inandıkları şeylerin çoğu, bir pub'ın dışındaki çukurda kavga eden iki sarhoş kadar entelektüel söylemde bulunan etkili kişiler ve uzmanlardan kaynaklanıyor.
şüpheli ve çirkin ürünlerin boş tedarikçileri, en aptalca kavramları özetleyen memler, bunların hepsi bu neslin asla kendi başlarına akıl yürütme yeteneği kazanamamış ve kendileri için herhangi bir gerçeği araştırmak için motivasyonu olmayan esnek zihinleri için entelektüel gıda haline geldi. bu, wokizm için, bir an bile düşünmeden her siyasi trene atlama için zemin hazırladı.
farkına vardıklarından daha akıllı olan akıllar, bu yeni demografinin bir sonraki kurban grubunu veya teknik tabirle "seçmenleri" temsil ettiğini, dolayısıyla bu cahil bireylerin kaprislerine ve taleplerine boyun eğdiklerini söyledi. hatta entelektüel titizliğin, bilimsel çabanın ve temel ahlakın hakemlerinin kaleleri olan üniversiteler bile aynı yolu izledi.
herhangi bir güç pozisyonunda olan herhangi biri ne olduğunu anladığında, çok geçti. hızla değişen cinsiyetler ve eğilimlerden oluşan alfabe çorbası yeni din olarak kuruldu ve her yeni dava -ne kadar kötü düşünülürse düşünülsün- bayrak direğine çekildi. saygılarını diz çökmeyenler, wokizm sunağında hızla kurban edildi.
bu çılgınlık afyonunu metaforik kılıçla kitlelere ulaştırmak için aceleyle tüm geleneksel değerler bir kenara atıldı. yaşlılar artık saygıya değmez hale geldi, aile anlamsız söz dizileri lehine bir kenara atıldı, çalışkanlık bireysel hak, etik ve ahlak; kesişimsellik ve eleştirel ırk teorisi lehine değiştirildi. tüm bunlara, boş ve entelektüel olarak cansız ses parçalarını yutmaya direnen herkese karşı küstahça bir havlama eşlik etti - uyanıklık meme ve tweet ile fethedildi.
bu, abd'deki en iyi üç eğitim kurumunun başkanlarının, doğru bağlam kullanıldığında soykırım çağrısı yapmanın esasen sorun olmadığını utanmadan ilan etmeleri ile sonuçlandı.
bu kaçınılmaz rezillik ve kitlesel yanılgıya doğru kayma iran için altın madeni oldu. suudi arabistan ile ibrahim anlaşmalarını rayından çıkarmayı amaçlayarak, batı'yı uyanık, kötü niyetli propaganda saldırısına hazırlarken hamas'ı vahşi bir barbarlık öfkesine sürüklediler.
iran bu kınanacak mitingleri yağlamak için milyonlarca dolar harcadı. neyse ki onlar için, wokizmle ıslanmış esnek koyunlar yolunmaya hazırdı ve çok geçmeden soykırım mantraları söylüyor ve nazi almanyası'nda yersiz olmayacak posterler sergiliyorlardı.
dünya çapında yüz binlerce insan filistin yanlısı protestolara katıldı. gazzelilerin durumu, suriye'deki 600.000 sivil ölümünün on yılda elde etmeyi başardığından daha fazla ilgiyi üç ayda çekti. nijerya'dakiler, ezidiler, uygurlar ve hristiyanlar da dahil olmak üzere çok daha değerli bir dizi dava en iyi ihtimalle zayıf bir tepki aldı ve ahlaki netlikle en belirgin şekilde donatılmış dava olan ukrayna, savaşın yaklaşık iki yıllık süresi boyunca, filistinli protestolarının son birkaç ayından daha az protestocuya sahipti.
bu tür bir fonlamayla, yahudi düşmanı kalabalıklar kolayca vazgeçmeyecek. iran'ın satranç tahtasındaki piyonlar olarak, rahatsızlık dengesine yaklaşsalar bile devam edecekler. ne kadar rahatsız edici veya hatta açıkça öfkelendirici olurlarsa olsunlar, iran bu protestoları sübvanse ederken, israil'in yok edilmesini talep etmeye devam edecekler, tüm yahudilerin ölümünü istemekten sadece bir adım ötede.
daha da kötüsü, katılımcıların çoğu, hatta çoğunluğu, sahadaki gerçeklik hakkında kesinlikle hiçbir bilgiye sahip değil. tezahürat ettikleri nehri veya denizi isimlendiremiyorlar, bırakın haritaya koymayı. olta ipini ve kurşunu yuttukları aşırı uydurmalarla sürekli beslenmiş olmalarına rağmen, israil'in bu savaşta saldırgan olduğuna inanıyorlar ve sunulan her türlü kanıtı yalan ve propaganda olarak reddediyorlar. "ben de" kalabalığı, bu kullanışlı aptallara katılmış durumda ve hamas'ın vahşi tecavüzleri karşısında göz kamaştırıcı bir şekilde sessizler.
anlatıları, bm ve diğer uluslararası olarak tanınan kurumların savunulamaz davranışları tarafından destekleniyor ve teşvik ediliyor. kızıl haç, rehinelere ziyaret sağlamamak veya yerinden edilmiş israil vatandaşlarına yardım etmemek suretiyle kuruluş tüzüğünü iptal etti. uluslararası af örgütü, ülke acımasız ve haydut hamas saldırganlığının kurbanı olmasına rağmen, israil'e karşı tutarlı bir duruş sergileyerek yahudi düşmanı ününe yakışır bir şekilde yaşadı. bm genel sekreteri antonio guterres'ten aktris angelina jolie'ye kadar uzanan önemli kamu figürleri, herhangi bir aklı başında ülkenin sınırlarını ve vatandaşlarını savunmak için yapacağı şeyi yaptığı için israil'i alenen karaladılar. hepsi, iran'ın ibrahim anlaşmaları'na ve israil'e karşı yürüttüğü örtülü savaşta piyon oldular.
bazı ünlüler iran tarafından doğrudan veya dolaylı olarak finanse edilmiyor olabilir, ancak rüzgarın hangi yöne estiğini hissedebilirler ve wokist inancın mensupları olarak, inançtan ziyade fiilen de olsa, yeni benimsedikleri dinin öğretilerini tekrarlamaktan başka çareleri yoktur.
ana akım medya, esasen hamas'ın konuşma noktalarını saçarak kaynayan bataklığı beslemeye zorlandı. gazeteciliğin duayeni, bbc'nin saygın kuruluşu, israil'i al-ahli hastanesinde pıj'nin kendi kalesine attığı gol için suçlamakta ısrar eden bir gerçek kontrol birimine sahip ve bugüne kadar anlatının bazı kusurları olabileceğini kabul etmiyor, ancak bu noktada herhangi bir geri çekilmenin faydası gecikme nedeniyle ortadan kalkacaktır. sonuçta, füzenin yaklaşık 49 kişiyi öldürmesinden birkaç dakika sonra bbc, bunun "muhtemelen beş bomba" atılmış bir israil saldırısı olduğunu bildirdi. çirkin yarı gerçekler ve düpedüz yalanlar yaymaları, kullandıkları yaygın etkiyi pek etkilemedi, çünkü israil'i lekeleyen her şeye yönelik dipsiz bir talep var gibi görünüyor - gerçek gerçeklerin uydurmaları ve iftiraları caydırmada çok az etkisi var.
batılı hükümetlerin israil'in ihtiyaç duyduğu anda yanında olmasını beklemek bir film setine benzemeye başlıyor; tamamen gösteriş ve hiçbir öz yok. militan sosyal medya güdümlü islamcılık karşısında çöküyorlar, "kullanışlı aptalların" ulumaları, politikacıların kuşatılmış bir demokrasiyi şeytanlaştırmaya karşı gösterdikleri her türlü direnişi aşıyor. gerçekler ve kanıtlar, yıkım için tiz çağrılar lehine bir kenara atıldı ve adalet, insanlığın en yüksek mahkemelerinde ölüme sürükleniyor.
bu vahim durum göz önüne alındığında, havlu atıp günü sonlandırmak affedilebilir. batı'daki muhalefetle akıl yürütme girişimlerinin hepsi başarısızlıkla sonuçlandı. ingiliz okuyucular, "marmite etkisi"ne aşinadır; bu, ikisinin arasında hiçbir şey olmayan, ya nefret ya da özlem uyandıran bir çeşnidir. israil-gazze savaşı da aynı duygu manipülasyonuna tabidir - orta yol yoktur. bu koşullar altında, israil lehine bir dava açmanın inandırıcı bir olasılığı olmadığı anlaşılıyor.
bu kadar kasvetli bir görünüme rağmen, henüz yapılacak çok şey var.
tarih bize bazen güçlü bir sesin beklenen erişiminin çok ötesine yayılan bir dalga etkisi yaratabileceğini hatırlatır. fransa dışında, émile zola l'assommoir veya thérèse raquin ile pek hatırlanmaz, ancak ismi sonsuza dek dünyanın en bilinen gazete makalelerinden biri haline gelen ve yaygın bir dille dile giren bir ifadeyi türetmekle eşanlamlı olacaktır: "j'accuse...!" bu tek makale, dreyfuss olayının önemli bir ifşası olduğunu kanıtladı.
israil - ve dolayısıyla dünya çapındaki yahudiler - tamamen sesli destekçilerden yoksun değil. kuduz yahudi nefretinin en iyi kalelerinden biri olan avrupa birliği'nde bile, yahudilerin ve israil'in cesur ve gürültülü savunucusu assita kanko ve onlarca yıldır sadık ve sesli bir destekçi olan geert wilders gibi ışık fenerleri var. douglas murray, mosab hassan yousef, briggite gabriel, john spencer ve albay richard kemp gibi yıldız medya figürleri, mantıklı, olgusal ve kanıta dayalı argümanlar sunarak sadık destekçiler oldular. sahneye tiyatrocular olarak çıkan arnold schwarzenegger ve nate buzolic, büyük bir sempati gösterdiler ve davanın savunuculuğunu üstlendiler. liste kısa değil ve dünyanın dört bir yanına yayılıyor.
bu kişiler, şimdiye kadar aldıklarından çok daha fazla destek ve tanıtıma ihtiyaç duyuyorlar. sosyal ve geleneksel medyanın yağdırdığı küfürlü safra altında ezilmek yerine, bu aynı kişiler, kararlı bir şekilde olumlu ve yüksek profilli bir anlatı sağlamak için desteklenebilirler.
hangi amaçla diye sorulabilir? elbette, doktrine edilmiş olanları dönüştürmeye çalışmak değil - bu en iyi ihtimalle don kişotvari bir istek; bunun yerine, sosyal medyada yer almayan milyonlarca sessiz destekçiyi tereddütlerini veya ilgisizliklerini tersine çevirmeye ve yahudilerin ve israil'in benzer düşünen destekçileriyle etkileşime girmeye teşvik etmek.
x ve diğer sosyal medya platformlarında düzenli olarak destek göndermek için herkülvari ve cesur bir görev üstlenen birkaç yahudi olmayanın kabile içinden sınırlı sayıda potansiyel takipçisi vardır; küçük yahudi çevrimiçi demografisinin dışından katılımı teşvik etmek, çekirdek yapımcılara çok daha fazla görünürlük, ilgi ve görünürlük sağlayacaktır ve bunların hepsi de oluşturdukları içeriğin etkisini ve değerini artıracaktır. yahudi olmayanlar tarafından oluşturulan israil yanlısı medya içeriği, açık nedenlerden dolayı yahudiler tarafından oluşturulan içerikten daha duygusal bir etkiye sahiptir.
son olarak, yahudi olmayanları "beğeniler" ve abonelikler sağlayarak desteklemek, "hakarat hatov"un -iyiliğin tanınması- özünde yahudi değerinin başlığı altına girer. israil'i destekleyen yahudi olmayanların çoğunun oyunda hiçbir payı yoktur; bu konuda tamamen fedakardırlar, bu nedenle bir ulus olarak onlara sağlayabileceğimiz profillerindeki herhangi bir büyüme, amaçlarımıza hizmet ettiği ölçüde, değer vermemiz gereken şeyin bir ifadesidir.
bu kişiler, şimdiye kadar aldıklarından çok daha fazla destek ve tanıtıma ihtiyaç duyuyorlar. sosyal ve geleneksel medyanın yağdırdığı küfürlü safra altında ezilmek yerine, bu aynı kişiler, kararlı bir şekilde olumlu ve yüksek profilli bir anlatı sağlamak için desteklenebilirler.
hangi amaçla diye sorulabilir? elbette, doktrine edilmiş olanları dönüştürmeye çalışmak değil - bu en iyi ihtimalle don kişotvari bir istek; bunun yerine, sosyal medyada yer almayan milyonlarca sessiz destekçiyi tereddütlerini veya ilgisizliklerini tersine çevirmeye ve yahudilerin ve israil'in benzer düşünen destekçileriyle etkileşime girmeye teşvik etmek.
x ve diğer sosyal medya platformlarında düzenli olarak destek göndermek için herkülvari ve cesur bir görev üstlenen birkaç yahudi olmayanın kabile içinden sınırlı sayıda potansiyel takipçisi vardır; küçük yahudi çevrimiçi demografisinin dışından katılımı teşvik etmek, çekirdek yapımcılara çok daha fazla görünürlük, ilgi ve görünürlük sağlayacaktır ve bunların hepsi de oluşturdukları içeriğin etkisini ve değerini artıracaktır. yahudi olmayanlar tarafından oluşturulan israil yanlısı medya içeriği, açık nedenlerden dolayı yahudiler tarafından oluşturulan içerikten daha duygusal bir etkiye sahiptir.
son olarak, yahudi olmayanları "beğeniler" ve abonelikler sağlayarak desteklemek, "hakarat hatov"un -iyiliğin tanınması- özünde yahudi değerinin başlığı altına girer. israil'i destekleyen yahudi olmayanların çoğunun oyunda hiçbir payı yoktur; bu konuda tamamen fedakardırlar, bu nedenle bir ulus olarak onlara sağlayabileceğimiz profillerindeki herhangi bir büyüme, amaçlarımıza hizmet ettiği ölçüde, değer vermemiz gereken şeyin bir ifadesidir."
kaynak
devamını gör...
5.
türkiye'deki versiyonları batı'dakiler gibi eşcinseller, feministler, çevreciler, veganlar ve benzerleri değildir. türkiye sınırları içinde her kim ki "beyaz türkler" diye zırvalıyorsa yerli-milli sjw'dir.
abd üniversitelerini ele geçirmek isteyen sjw'lerin namazında orucunda olanları türkiye'de akademiyi çoktan fethetti mesela. batılı sjw'ler kendi yaşam tarzlarına uygun şekilde televizyon ve sinema alanlarında söz sahibi haldeler. yerli ve milli sjw'ler de kendi tarzlarına uygun dini-milli yapımlarla boy gösteriyorlar. yeni-osmanlıcı yapımlar, teröre karşı vatan millet sakarya temalı dizi ve filmler, her kesimden insanın kendini dini söylemlerde bulunmak zorunda hissetmesi...
türkiye'deki utandırma yoluyla bezdirme politikası da kentli seküler kesime karşı uygulanıyor. her felaketin sorumlusu olarak onlar ve eski türkiye gösteriliyor.
mağdur edebiyatı: #3199513
social justice warrior: #2953795 #3075832
(bkz: woke culture/@çürümüş şeyler var danimarka krallığında)
kan davası: #2881042
abd üniversitelerini ele geçirmek isteyen sjw'lerin namazında orucunda olanları türkiye'de akademiyi çoktan fethetti mesela. batılı sjw'ler kendi yaşam tarzlarına uygun şekilde televizyon ve sinema alanlarında söz sahibi haldeler. yerli ve milli sjw'ler de kendi tarzlarına uygun dini-milli yapımlarla boy gösteriyorlar. yeni-osmanlıcı yapımlar, teröre karşı vatan millet sakarya temalı dizi ve filmler, her kesimden insanın kendini dini söylemlerde bulunmak zorunda hissetmesi...
türkiye'deki utandırma yoluyla bezdirme politikası da kentli seküler kesime karşı uygulanıyor. her felaketin sorumlusu olarak onlar ve eski türkiye gösteriliyor.
mağdur edebiyatı: #3199513
social justice warrior: #2953795 #3075832
(bkz: woke culture/@çürümüş şeyler var danimarka krallığında)
kan davası: #2881042
devamını gör...
6.
sol, mağduriyeti romantikleştirir. ancak israel bu kalıplaşmış yargıyı kırdı.
tarih boyunca katledilen, sürülen ve zulme uğrayan bir halk kurban olmakla kalmadı. bir ulus inşa ettiler. kendilerini savundular. güçlendiler.
bu, solun paradigmasını rahatsız ediyor.
çünkü eğer yahudiler tarihin üstesinden gelip başarılı olabiliyorlarsa, o zaman belki de baskıya maruz kalmak kader değildir. belki güç her zaman kötü değildir. belki de mağduriyet bir erdem değildir.
ve eğer bu doğruysa, solcu aktivizmin tüm ahlaki mimarisi paramparça olur.
bu yüzden israel'in başarısına hayranlık duymak yerine onu kınıyorlar. yahudilerin hayatta kalmasını sömürgeci saldırganlık olarak yeniden tanımlıyorlar, çünkü yahudi gücünü kurban anlatılarına olan takıntılarıyla nasıl bağdaştıracaklarını bilmiyorlar.
dan burmawi
woke solun, sjw'lerin, islamcıların o çok sevdiği mağduriyet:
öz-küçümseme, onun hem öznelliğini nasıl şekillendirdiğini, hem de dünyayı nasıl algıladığını gösterir. içinde bulunulan çaresizlik ve teslimiyet belli bir toplumsal, tarihsel gerçekliğe denk düşer. mazlum bir yakarış biçiminde şunu tekrarlar: “beni sevmeli, korumalı, bağışlamalısın, beni terketmemelisin, bana iyi davranmalısın, çünkü öylesine zayıf ve çaresizim ki”.
horney bu yolu, benliğini ezilmiş ve horlanmış öznenin, dünyaya “sevgi yoluyla kendini kabul ettirme yolu” olarak görür. mazlumluğun bağrında barındırdığı “sevimlilik” de böyle bir ereğe hizmet eder. roland barthes, benzeri bir betimlemeyi “acı çeken aşık özne” için yapar: meşruiyeti ve karşı konulamazlığı çektiği acıdan ve acısını sevişinden menkul olan: ezik özne, dışarıdan bakan birinde sempati duygularını harekete geçirir. mahzundur. ve acısını sürekli meşrulaştırma ihtiyacı içindedir. çelişkili olarak, bir yandan şiddetli bir biçimde sevgiyi gereksinir, diğer taraftan da acı çeken halini devam ettirme eğilimindedir. onu mahzun bir güzelliğe ulaştırdığını düşündüğü çilesini sever. yoksunluk, onu “süslemiş”, “saflaştırmış” ve “güzelleştirmiştir”. biraz da bu nedenden ötürü çileli durumundan kurtulmayı istemez. sevgiyi gereksinir ve bunu edilgenliğini koruyarak almaya çalışır. mazlum öznenin, bedenini acı çeker bir halde bulmaktan duyduğu hoşnutluk onun narsizan eğiliminin bir başka açıdan daha ispatı olarak karşımıza çıkıyor. türk-islam sentezinin “mazlum öznelerinin” acıyı ve bedenlerini metaforik olarak dillendirmelerinden, “tarihsel haksızlığa uğramış olma” ideasına olan bağımlılıklarından bu narsizan ögeyi çıkarsayabiliriz. “acı çeken bedenin estetizasyonu” hemen hemen bütün mazlumluk söylemlerinin önemli bir ögesi olarak çıkıyor karşımıza. ve “öznenin kendi çileli serüvenini”, “acı çeken bedenini sevişindeki” mazoşizan-narsizan ögeyi daha açıkça gözler önüne seriyor (horney, 1939:236).
kutsal mazlumluğun psikopatlojisi - fethi açıkel
mağdur edebiyatı: #3199513
devamını gör...
7.
sol ve islam, bu iki hareketi bir araya getiren nedir?
solun sömürgecilik/kolonyalizm dediğine islam cahiliye, islam öncesi cehalet adını veriyor. her ikisi de batı tarihinin özünde kötü olduğu ve yıkılması gerektiği konusunda ısrarcı.
sol yumuşak tiranlığı, zamirleri, konuşma kodları, “mikro saldırganlıklar” kullanıyor. islam ise sert mutlakiyetçiliği, takiyyeyi, küfür yasalarını ve islamofobiyi kullanıyor.
her ikisi de kelimeleri kontrol edebilirseniz, düşünceyi de kontrol edebileceğinizi biliyor. bu sayede gerçek öznelleşir ve hakikatler bağnazlığa dönüşür.
sol, aileyi çözerek, cinsiyet karmaşası, babasızlık, devlet ebeveynliği, sorumluluk yerine kişiselliğin putlaştırılması yoluyla silmeye çalışır.
islam aileyi ele geçirir. onu silah haline getirir. aileyi dini-politik yapının içine çeker. baba dini bir uygulayıcı haline gelir. çocuk halifelik için bir araçtır. anne davanın üreme aracıdır.
her iki sistem de bağımsız bir ahlaki otorite kaynağı olarak aileyi ortadan kaldırır.
sol, inancı etkisiz hale getirmeye, hıristiyanlığı sosyal bir kulübe dönüştürmeye, omurgasından soymaya ve ahlaki iddialarıyla “nefret” diye alay etmeye çalışır.
islam ise onu ezmek istiyor.
ancak her iki durumda da hedef aynıdır: batı hukukunun, özgürlüğünün ve vicdanının temelini oluşturan yahudi-hıristiyan temelini ortadan kaldırmak.
sol, batı'ya suçluluk, utanç ve ideolojik ele geçirme yoluyla içeriden saldırır. islam ise demografik baskı, yasal uyum ve boyun eğmeyi talep etmek için mağduriyetin kullanılması yoluyla dışarıdan saldırır.
iki yöntem. tek bir görev: batı'nın temellerini yıkmak.
dan burmawi
devamını gör...
8.
mamdani, üçüncü dünya'da yetişen birinin filistin anlayışının farklı olduğunu söyledi.
kesinlikle haklı.
üçüncü dünya'da bize başarı kazanmış uluslardan nefret etmemiz öğretilir, çünkü kendi uluslarımız başarısız olmuştur. bu bir savunma mekanizması, işlevsizliğin ve yenilginin acısını dindirmenin bir yolu.
kendimizi batı'nın kendi refahını oluşturmadığına, onu başkalarından çaldığına ikna ediyoruz. postkolonyal çalışmaların entelektüel sahtekarlığı da bu fanteziyi güçlendiriyor.
bu yanılsama içinde siyonizm, yahudilerin hayatta kalma ve yeniden canlanma hikayesi değil, sömürgeci hırsızlık olarak yeniden yazılıyor.
israel'i kötülemek kendi sefaletimizle yüzleşmekten çok daha kolay.
kaynak
*** ***
zohran mamdani gibi insanlar batılı olmayan kültürleri evrensel standartlara göre yargılamayı reddetmektedir.
bu yüzden hamas'ı israel'e uyguladıkları ahlaki standartlara tabi tutmuyorlar, çünkü onlara göre israel sömürgeci, hamas ise sömürgeleştirilmiş durumda.
aynı mantık şimdi içe dönüyor.
amerika birleşik devletleri bir “yerleşimci rejimi” olarak yaftalanıyor ve kendilerini “sömürülen” sınıfın bir parçası olarak konumlandıran herkes, kendilerini onun yasalarından ve normlarından muaf görüyor. *
onların gözünde, sistemin kuralları kendileri için geçerli değildir, çünkü sistemin kendisi gayrimeşrudur.
bu mantık bir kez yerleşti mi, direniş adına her şey meşru hale gelir. *
kaynak
geniş grup gerilemesi
bu hayvanlığın ve barbarlığın her yerde en sert yöntemlerle ezilmesi gerekiyor. bunlara karşı çıkmak faşizm değil, bunlar faşizmin ta kendisi zaten. insanlığın ve medeniyetin önündeki en önemli tehlikelerden...
devamını gör...
9.
şu an için geldiği son seviye aşağıdaki görselde ve görselin tarafımca alıntılandığı videoda yer alıyor:

vidyo şeysi
ölen çocuklarla ilgilenmiyorlar aslında. şöyle bir bakınca, bebekleri ve çocukları kurban eden ruh hastası okultist bir tarikatmış gibi görünüyorlar.
hamas da öyle zaten. insanlık dışı amaçlarına ulaşmak için yüz binlerce insanı ölüme sürükleyen, yani onları kurban eden ve vahşi hayvanlardan oluşan bir terör örgütü. tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş.

vidyo şeysi
ölen çocuklarla ilgilenmiyorlar aslında. şöyle bir bakınca, bebekleri ve çocukları kurban eden ruh hastası okultist bir tarikatmış gibi görünüyorlar.
hamas da öyle zaten. insanlık dışı amaçlarına ulaşmak için yüz binlerce insanı ölüme sürükleyen, yani onları kurban eden ve vahşi hayvanlardan oluşan bir terör örgütü. tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş.
devamını gör...
10.
bu ruh hastalığının en belirgin özelliklerinden birisi; temelinde roma hukuku olan modern ve kurumsallaşmış hukuk sistemlerine saldırması, bunları yok sayması, suç olgusunu karman çormanlaştırması, suçluluğu fiili olarak işlenen suç eylemlerinden soyutlayarak kimliklere yapıştırmaya çalışmasıdır. "nulla poena sine lege" ve "nulla poena sine lege praevia" tamamen yok sayıldığı gibi fiili suçların sorumluluğu sürekli başkalarına yükleniyor ve gerçek suç failleri suçsuz hatta kurban ilan edilerek aklanmaya çalışılıyor.
ilgili olarak:
"gazze, yeni george floyd'dur. aşırı solun/sjw'lerin isyan çıkarmak, toplumu istikrarsızlaştırmak, politik rakiplerini şeytanlaştırmak ve batı medeniyetine zarar vermek için bahane olarak kullandığı, idolleştirilmiş edilmiş bir suçlu." uri kurlianchik
ilgili olarak:
"gazze, yeni george floyd'dur. aşırı solun/sjw'lerin isyan çıkarmak, toplumu istikrarsızlaştırmak, politik rakiplerini şeytanlaştırmak ve batı medeniyetine zarar vermek için bahane olarak kullandığı, idolleştirilmiş edilmiş bir suçlu." uri kurlianchik
devamını gör...
11.
batı'da görülen belirli bir fenomen beni derinden şaşırtıyor: iklim aktivistleri, insan hakları savunucuları ve kendini ilerici olarak tanımlayanlar, bir şekilde hamas'ın söylemlerini tekrarlıyorlar.
bu çelişkiyi neyin tetiklediğini merak ediyorum. “gezegeni kurtarmak” için mücadele eden insanlar, şiddeti yücelten, kadınları baskı altında tutan, azınlıkları zulmeden ve kendi çocuklarının geleceğini yok eden bir hareketi destekleyerek nasıl ahlaki rahatlık buluyorlar?
siyasetin ötesine bakıp bunun arkasındaki zihinsel modeli inceleyelim.
1. basit bir “iyi ve kötü” hikayesine duyulan ihtiyaç
bu aktivistler genellikle dualist ahlaki kategorilerle düşünürler: kurban ve zalim, sömürgeleştirilen ve sömürgeleştiren. bu, kaotik dünyayı net bir ahlaki haritaya, “kötülerin kim olduğunu bilmek” gibi rahatlatıcı bir yanılsamaya indirger.
bu hikayede filistinliler otomatik olarak kurban rolünü üstlenir ve bu nedenle hamas, zalim bir rejim olarak görülmez, “direniş” haline getirilir. onlar gerçeklere ihtiyaç duymazlar, ahlaki netliğe ihtiyaç duyarlar, savundukları yanlış olsa bile...
2. suçluluk duygusunun karşı tarafa yansıtılması ve kurtuluş arzusu
batı toplumları derin bir tarihsel suçluluk duygusu taşıyor: sömürgecilik, ırkçılık, çevre felaketleri. “anti-emperyalist” görünen bir davayı desteklemek, psikolojik bir arınma ritüeli haline geliyor böylece. kendilerini ezilenlerin müttefiki olarak görüyorlar, ama gerçekte bize yardım etmiyorlar - kendi vicdanlarını aklıyorlar.
3. duygusal yoğunluğun çekiciliği
hamas gibi hareketler duyguları silah olarak kullanır: acı, öfke, fedakarlık, “direniş”. dijital bir konfor alanı içinde büyüyen genç aktivistler için bu yoğunluk gerçekçi gelir. diğerlerinin macera peşinde koşması gibi, onlar da ahlaki mücadele peşinde koşarlar. yıkımı derin bir anlamlılıkla karıştırırlar.
4. ahlaki narsisizm
asıl mesele gerçeklik değil, kendini erdemli hissetmek. birçok batılı aktivist, şefkatli olmaktan ziyade şefkatli görünme ihtiyacından hareket ediyor. filistin davası, kendi imajları için bir tiyatro sahnesine dönüşüyor - çevrimiçi olarak gazze için ağlıyorlar, ancak hamas'ın gazze'deki filistinlilere nasıl davrandığını hiç sormuyorlar.
5. bilişsel uyumsuzluk ve seçici empati
dünya görüşlerini korumak için, gerçekliği filtrelemeli, hamas'ın muhalifleri infaz etmesini, kadınları susturmasını, yardımı çalmasını veya okulların altına tüneller inşa etmesini görmezden gelmeliler. filistinlilerin acı çektiği ve hamas'ın onların başlıca zorbası olduğu gerçeğini aynı anda kabul edemezler. bu yüzden, ahlaki basitliğin rahatlığını korumak için gerçekliği silip atarlar.
6. “direniş” kültü
iklim aktivizmi “şimdi harekete geçmezsek hepimiz öleceğiz” diyor. hamas propagandası da aynı duygusal aciliyeti yansıtıyor: “diren ya da yok ol”. aynı psikolojik gücü kullanıyor: panik, bir amacın olması, kimlik. ancak biri hayatı korumak için savaşırken, diğeri ölümü yüceltiyor.
bu aktivistlerin hamas'ı savunan sloganlarla yürüyüş yaptığını gördüğümde, dayanışma değil, ahlak kılığına girmiş psikolojik kafa karışıklığı görüyorum.
onlar bizim gerçekliğimizi anlamıyorlar.
isyan fantezilerini bizim trajedimize yansıtıyorlar ve bunu yaparak, bizi baskı altında tutan güçlerin kullanışlı aparatları haline geliyorlar.
filistinlileri gerçekten önemseselerdi, hamas'ı reddeden, ölüm kültünü reddeden ve yakılmış değil, inşa edilmiş bir gelecek hayal eden bizlerin yanında yer alırlardı.
ahmed el-halidi
devamını gör...
12.
mamdani ve takipçileri, rehineler eve döndükleri anda foyaları ortaya çıktı. sessizlikleri her şeyi anlatıyordu. aylarca “ateşkes” diye bağırdılar, ancak bir kez bile hamas'tan bunu talep etmediler. “barış” çağrısında bulundular, ancak kaçırılanların serbest bırakılması veya hamas'ın egemenliğinin sona ermesi için hiçbir zaman çağrıda bulunmadılar. ve şimdi, hamas'ın kendisi gazze'de filistinlileri infaz ederken, söyleyecek hiçbir şeyleri yok. buradaki zıtlık daha açık olamazdı: israel, askeri olarak “işi bitirmemiş” olsa da, bu kabusun sona ermesinden dolayı rahatlamış durumda, çünkü israel'in amacı hiçbir zaman filistinlileri öldürmek değildi. ancak hamas'ın destekçileri, işlerini bitiremedikleri için öfkeliler: tüm yahudileri öldürmediler ve israel'i yok etmediler. mamdani'nin hareketinin artık saklayamayacağı gerçek budur.
filistinlilerin geçim kaynaklarını, işlerini, ilaçlarını ve umutlarını keserek israel'i boykot ediyorlar - çünkü bu yaşananlar hiçbir zaman filistin ile ilgili olmadı. bu, onların her şeyi kapsayan davasıydı: kendini haklı gören aktivizm, cehalet ve batı'nın suçluluk duygusunun karışık bir karışımı. karmaşık çatışmaları, iklim, ırk, cinsiyet, kapitalizm gibi her türlü şikayetin yansıtıldığı bir ekrana dönüştürdüler, ta ki her şey tek bir batı karşıtı, antisemitik haçlı seferine dönüşene kadar.
bu, bir zamanlar iran devrimi'ni besleyen aynı kafa karışıklığı ittifakıdır; islamcılar ve marksistler, birbirlerini yok etmeden önce batı'yı yok etmek için güçlerini birleştirmişlerdi. aynı mantık bugün mamdani'nin hareketinde de yaşıyor: cihatçıları haklı gösteren akademik marksist ve solun dilini silah olarak kullanan cihatçılar, iktidara geldiklerinde hepsini öldürmekten çekinmeyeceklerdir. 1979'da tahran'dan 2025'teki kampüs protestolarına kadar aynı kalıp, temel tarih sınavını geçemeyen, 7 ekim görüntülerini izlemeyi reddeden, ancak başkalarına ahlak dersleri vermeyi ısrarla sürdüren insanlar tarafından sürdürülüyor. onlar akıllarıyla değil duygularıyla, mantıkla değil kinle oy veriyorlar.
bunlar tarihten kopuk, bilgiden yoksun, ancak kendi erdemlerine inanan insanlardır. mamdani'ye oy veren ve onun için kampanya yapanlar işte bu insanlardır. onların alkışa ihtiyacı yok, eğitim, alçakgönüllülük ve gerçekle yüzleşme cesaretine ihtiyaçları var. savaştıklarını iddia ettikleri özgürlük, onların kınadıkları toplumlarda zaten var. artık cihatçılara empati adına onu parçalamak yerine korumayı öğrenmelerinin zamanı geldi.
kaynak
devamını gör...