temiz delirmek dediğimiz hadiselerin yer aldığı hikayeler. anlattıkça hafifleyen ama anlatması zor öyküler.
devamını gör...
benimki anlatması zor değil de, nispeten komik bir delirme hikayesi. tabii anlatırken, yaşarken pek öyle değildi:

üniversiteye ilk gittiğim zamanlar o zamanlar, henüz saftirik ve meraklı bir tarih öğrencisiyim. diğer arkadaşlarımla birlikte beyazıt'ın sahaflarında geziniyorum ve çok da işime yaramayacak eski dergi sayılarını, osmanlıca gazeteleri, gravürleri ve birçok ıvır zıvır alıyorum o gün. kimi güzel, kimi boktan birçok nesneyle dolduruyorum torbamı.

derken, ufaktan yağmur atıştırmaya başlıyor. çok da takmadan gezmeye devam ediyoruz biz de tüm dostlarla. fakat bir müddet sonra o minik yağmur yerini sağanağa bırakıyor. şemsiyem de yok yanımda, harika yani!

yağmur yağarken satın aldıklarım ıslanması diye ilk önce poşetin ağzını kıvırıyorum ben de, daha sonra tüm poşeti sapı olmadan tutmaya başlıyorum. fakat yolda yürürken, poşetim bir elektrik direğinin pek de hoş olmayan yerine takılıyor ve poşeti hafiften yırtıyor. ben tabii ki çok sinirleniyorum buna. yine de şikayet fayda etmediğinden ani bir çözüm üreterek, o deliği su kaçmasında diye elimle kapatarak yamıyorum.

daha sonra arkadaşlarım evlerine doğru dağılıyor, onlar avrupa tarafında oturuyor hep. fakat benim kadıköy'e gitmem gerek, ve feribot limanına varabilmek için önce beyazıt'tan otobüse bineceğim. o yüzden bekliyorum ben de. fakat yine de anlık bir dalgınlıkla, ilk gelen otobüs'ü saniyeyle kaçırıyorum. "hay a..na koyayım" diye içten içe söyleniyorum. bir de boştu yahu otobüs. neyse, sonra elbette ikinci otobüs geliyor ve ona biniyorum.

derken, yarı yolda hem trafik başlıyor ve otobüs yeni gelen yolcularla dolup taşıyor. yaklaşık 1 saat trafikte debelendikten sonra, en sonunda iniyorum ve yürüyerek feribot limanı'na varıyorum. varıyorum ama ne oluyor tahmin edin. evet, onu da saniyeyle kaçırıyorum. ben öfkeden söverek tepiniyorum artık tabii. eve de yetişmem gerek çünkü ders çalışmam mecburi o gün. fakat tanrılar benimle adeta oyun oynuyor o gün. neyse ikinci feribota biniyorum nihayetinde.

orada da, adamın biri yanımdan hızlıca geçerek benim gravürü bükmesin mi? dedim allahhhh, şimdi sinirden deliye döndüm işte. adama, "lan önüne baksana allah'ın salağı, görmüyor musun?" diye bağırdım en sonunda, ki normalde hiç benlik değil. adam da bu cevabım karşısında dayılanınca tabii, ben bu adamla iteleşmeye başladım. sağolsun çevredekiler bize engel oldu ama, o arada benim bütün ıvır zıvırım büküldü, katlandı, bok oldu. yine sövdüm içimden tabii.

sonunda feribottan indim ve kadıköy'e vardım. burada da bir kez yanlış otobüse bindim ve normalden bir yarım saat geciktim. en nihayet 4-5 saat sonra eve vardım. ama bu sırada sinirden kuduruyordum tabii. evin kapısını tekmeleyerek, evin duvarlarını söverek yumruklayarak sakinleştim ancak. resmen sinirden titredim...
devamını gör...
bir gün beni anlamamayı tercih ettiler.
işte film o andan sonra başladı.
bir daha sahnelenemeyecek tekrarlarla dolu bir beyaz perdede oynadım hayallerim ile.
devamını gör...
1.5 saat aralıksız uyumadığım bir dönemdi ve bu dönem yaklaşık 2 ay sürdü, rutine binen işler bazen karışıyordu yaptığımdan emin olamayıp tekrar tekrar kontrol ediyordum. bir de iş hayati önem taşıyan vatan millet sakarya bir işti. kapıdan çıkarken hareket edemedim bi' anda. beynim hükmetmedi. triger kayışının zorlandığını hissettim hayatımda ilk defa. oturdum olduğum yere biraz bekledim 3-4 saniye. lan olum nooooluyo lan dedim. baktım her yerim yerimde kalktım işe devam ettim.
devamını gör...
gezegenlerin anası bir sabah sıkıntılı düşlerinden uyandığında kendini komple delirmiş buldu. aslında tek bir hikayeye indirilemez yazsam cidden kitap çıkar çoğu anlık komik şeyler en son makinadan çıkarttığım çamaşırları balkona sermeye çalışırken pantollardan birinin paçaları birbirine dolanmış diye delirip çamaşır sepetini içindekilerle beraber aşağı attım kötü bir anıma denk geldi ne yapalım.
devamını gör...
benimkisi biraz uzun. babam makine mühendisi, almanya’nın dışarıdan işçi,mühendis aldığı dönemde almanya’ya gidiyor, amcamlar, onların arkadaşları ile birlikte. orda bir fabrikada işe giriyor, uzun yıllar kalıyor. sonra annem ile tanışıyorlar, annem de elektrik mühendisi, babam az çok almanca,çatpat ingilizce biliyor. annem amerikalı, gitme vakti gelince telefon bu kadar yaygın değil haliyle görüşemiyorlar, iş yerinin adresini veriyor ,o dönemler daha evli değiller, babam bir cesaret atlayıp amerika’ya gidiyor, çok uzun uzun detaya girmek istemiyorum ama annem amerika’dan almanya’ya taşınıyor babamın yanına ve evleniyorlar. ilk yıl almanya’ya alışamadığı için amerika’ya geri dönüyor, gerekli şartlar yerine getirilince babam da yanına gidiyor. yani benim kütük brooklyn, sonrasında ise atlayıp türkiye’ye geliyorlar, işte benim delilik hikayemde burda başlıyor.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"yazarların delirme hikayeleri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim