zaman tüneli
ezan okunurken uluyan hayvanlar
bu davranışın en kuvvetli bilimsel açıklaması, hayvanların, özellikle de köpeklerin işitme duyarlılığı ve sosyal içgüdüleriyle ilgilidir.
tetikleyici bir frekans olan ezan, uzun, sürekli ve melodik bir yapıya sahip, belirli bir frekans aralığında okunan bir sestir. bu sesin frekansı ve tonlaması, köpeklerin ve ataları olan kurtların iletişim kurmak için kullandığı uluma sesinin frekansına çok benzer. hayvanlar, ezan sesini dini bir çağrı olarak değil, uzak bir sürü üyesinin veya başka bir köpeğin "ben buradayım, sen neredesin?" diyen sosyal bir çağrısı olarak algılar.
içgüdüsel cevap olarak ise uluma, köpekler için bir iletişim ve sosyalleşme aracıdır. sürülerini bir araya toplamak, bölgelerini işaretlemek veya başka ulumalara cevap vermek için bu davranışı sergilerler. ezan sesini bir uluma olarak algılayan köpek, içgüdüsel olarak bu çağrıya cevap verme ihtiyacı hisseder. aslında "ben de buradayım!" demiş olur.
bu durum sadece ezana özgü değildir. köpeklerin ambulans veya itfaiye sireni, bazı müzik aletleri (keman, flüt vb.) veya uzun ve tekdüze insan şarkıları duyduklarında da uluduğu sıkça görülür. bütün bu seslerin ortak özelliği, köpeklerin uluma frekansına benzeyen, uzun ve dalgalı bir yapıya sahip olmalarıdır. dolayısıyla ezan, bu tetikleyici seslerden sadece biridir.
kısacası, bilimsel açıdan bakıldığında hayvanlar ezanın manevi anlamı nedeniyle değil, sesin fiziksel özelliklerinin kendi doğal iletişim biçimlerini taklit etmesi nedeniyle ulurlar.
tetikleyici bir frekans olan ezan, uzun, sürekli ve melodik bir yapıya sahip, belirli bir frekans aralığında okunan bir sestir. bu sesin frekansı ve tonlaması, köpeklerin ve ataları olan kurtların iletişim kurmak için kullandığı uluma sesinin frekansına çok benzer. hayvanlar, ezan sesini dini bir çağrı olarak değil, uzak bir sürü üyesinin veya başka bir köpeğin "ben buradayım, sen neredesin?" diyen sosyal bir çağrısı olarak algılar.
içgüdüsel cevap olarak ise uluma, köpekler için bir iletişim ve sosyalleşme aracıdır. sürülerini bir araya toplamak, bölgelerini işaretlemek veya başka ulumalara cevap vermek için bu davranışı sergilerler. ezan sesini bir uluma olarak algılayan köpek, içgüdüsel olarak bu çağrıya cevap verme ihtiyacı hisseder. aslında "ben de buradayım!" demiş olur.
bu durum sadece ezana özgü değildir. köpeklerin ambulans veya itfaiye sireni, bazı müzik aletleri (keman, flüt vb.) veya uzun ve tekdüze insan şarkıları duyduklarında da uluduğu sıkça görülür. bütün bu seslerin ortak özelliği, köpeklerin uluma frekansına benzeyen, uzun ve dalgalı bir yapıya sahip olmalarıdır. dolayısıyla ezan, bu tetikleyici seslerden sadece biridir.
kısacası, bilimsel açıdan bakıldığında hayvanlar ezanın manevi anlamı nedeniyle değil, sesin fiziksel özelliklerinin kendi doğal iletişim biçimlerini taklit etmesi nedeniyle ulurlar.
devamını gör...
ilk atom bombası denemesi

bunun bir de cezayir sürümü var; 1960'da fransa ve israil'in ortaklaşa yürüttüğü nükleer bomba procesinin * testleri cezayir çöllerinde yapıldığı ve bu testlerde 150 kadar cezayirli mahkumun da denek olarak kullanıldığı, otuzbin üzerinde cezayirli'nin ise radyasyona maruz kaldığı tespit edilmişti..
devamını gör...
zed's dead baby
şiiiiiiiiiiiiiiişşşttttttt alooooooo, akıllı ol. almayayım aklını o kaaaaaa. ahahah. * *
devamını gör...
sevilen yazarın sevilmeyen yazarı favlaması
bundan nasıl haberimiz oluyor? sevilmeyen yazarın profiline girip kim oy vermiş diye mi kontrol ediyoruz? yoksa sevdiğimiz yazarın attığı favoriler bize bildirim olarak mı geliyor? aman tanrım. korkunç bir işsizlik.
devamını gör...
yüz vermek
yüz verdik deliye geldi s.çtı halıya atasözünü getirdi aklıma ne hikmet ise diyeceğim sebebi belli bizim halı b.k içinde büyük ihtimal ondan geldi
devamını gör...
orkun kökçü
yarın ligin gelmiş geçmiş en görkemli karşılanmasını cümle aleme gösterecek olan yürüyen kartal. hoş geldin çocuk.
devamını gör...
sevilen yazarın sevilmeyen yazarı favlaması
(bkz: şimdi sende herkes gibisin)
devamını gör...
sevilen yazarın sevilmeyen yazarı favlaması
sevme benii senin sevmelerine kalmadım.
unutulmaz şarkı sözlerine bunu yazabilirdim ama ne yapacak şappi? olmadık başlıkta olmadık şeyler yazacak çünkü öyle o yapacak bir şey yok.
ayrıca sevilen yazar, naparsan yap yav.
unutulmaz şarkı sözlerine bunu yazabilirdim ama ne yapacak şappi? olmadık başlıkta olmadık şeyler yazacak çünkü öyle o yapacak bir şey yok.
ayrıca sevilen yazar, naparsan yap yav.
devamını gör...
önüne gelen hatunu oylayan ergen türler
bu, sözlük ortamında merak ettiğim konulardan biridir.
gerçekten düşüyomu böyle lan?
4 yıldır buradayım, birsürü kadın arkadaşım var. çoğuyla ara ara konuşur ederiz, selamlaşırız fakat bir kere bile böyle bir konu açılmadı. bazen hunharca oylaştığımız(garip bir tanım oldu sanki.s.s) da doğrudur. mesela kaç yıldır tek kelime konuşmayıp yine öyle denk geldikçe beğenilerimizi aşk ettiğimiz sayın yazarlar da vardır. ne bileyim bahsedilen konu ile alakalı tek bir cümle geçmemiştir konuşmalarımızda.
o sebepten bu tür başlıkları biraz yadırgadığım doğrudur.
gerçekten düşüyomu böyle lan?
4 yıldır buradayım, birsürü kadın arkadaşım var. çoğuyla ara ara konuşur ederiz, selamlaşırız fakat bir kere bile böyle bir konu açılmadı. bazen hunharca oylaştığımız(garip bir tanım oldu sanki.s.s) da doğrudur. mesela kaç yıldır tek kelime konuşmayıp yine öyle denk geldikçe beğenilerimizi aşk ettiğimiz sayın yazarlar da vardır. ne bileyim bahsedilen konu ile alakalı tek bir cümle geçmemiştir konuşmalarımızda.
o sebepten bu tür başlıkları biraz yadırgadığım doğrudur.
devamını gör...
kadınların yüzde 90'ının fotoğraf paylaşmadan önce shop yapması
%10luk kesimde olduğumu beyan ederim. teknolojiden zerre anlamam. kendimle de barışığım, hiç vakit harcayamam shop vsvs. inadına doğallık diyorum.
devamını gör...
yaz sıcağında yüze krem sürmek
ağır ağır süreceksin o spf ellileri..
devamını gör...
retrowave müzik
modumu yakamamı sağlayan müzik türüdür.
seveni çok yok diye biliyorum fakat alışırsanız bağımlılık yapıyor.
beğendiğim bi' mixi de bırakıyorum.
seveni çok yok diye biliyorum fakat alışırsanız bağımlılık yapıyor.
beğendiğim bi' mixi de bırakıyorum.
devamını gör...
sevilen yazarın sevilmeyen yazarı favlaması
dışarıya çıkıp sosyalleşerek düzeltilebilecek psikolojik problemdir.
devamını gör...
göz yorgunluğu
arthur finch, düzenli bir adamdı. hayatı, tamir ettiği antika saatler gibi, öngörülebilir bir ritimle işlerdi. her sabah 07:00'de uyanır, aynı marka çayı demler, atölyesine inmeden önce gazetesini okurdu. atölyesi onun sığınağıydı; pirinç dişlilerin, minik vidaların ve zamanın dingin kokusunun hüküm sürdüğü bir evren. arthur için en büyük tatmin, durmuş bir saatin hassas kalbini yeniden hayata döndürmekti.
her şey sıradan bir salı günü, 18. yüzyıldan kalma karmaşık bir cep saatinin üzerinde çalışırken başladı. incecik bir pimi yerine oturtmaya çalışırken, büyüteçli gözlüğünden cilalı pirinç bir dişlinin yüzeyine baktı. kendi yansımasını gördü; minicik, kavisli ve odaklanmış. ama bir tuhaflık vardı. gözünü kırptı ve yansımasındaki göz kırpmanın, gerçekte olandan saliselik bir gecikmeyle geldiğini fark etti.
"göz yorgunluğu," diye mırıldandı. ama o küçük gecikme, zihninin derinliklerine takılıp kalmış bir kıymık gibiydi.
sonraki günlerde bu yorgunluk çoğalmaya başladı. penceresinin önündeki kaldırımda yürüyen bir adamın adımı, bir an için tekledi; sanki bir film karesi atlamış gibiydi. yağmurun sesi, doğal bir şekilde başlayıp bitmek yerine, bir düğmeye basılmış gibi aniden kesiliverdi. bunlar o kadar küçük, o kadar anlık anormalliklerdi ki, başka kimsenin fark etmeyeceğine emindi. ama arthur'un hayatı detaylar üzerine kuruluydu ve bu detaylar artık uyuşmuyordu.
şüphe, bir zehir gibi zihnine yayıldı. geceleri uyuyamıyor, dünyanın dokusundaki bu minik yırtıkları düşünüyordu. eğer bu bir sistemse, bir programsa, onu nasıl test edebilirdi? onu nasıl çökertirdi?
cevap aklına geldiğinde mutfaktaydı: kaos. öngörülemeyen, işlemci gücü gerektiren bir kaos.
eline bir kavanoz dolusu renkli misket aldı. atölyesinin ortasına gitti, derin bir nefes aldı ve kavanozu havaya fırlattı.
beklediği şey, kulak tırmalayan bir cam kırılması ve ardından yüzlerce misketin ahşap zeminde senkronize olmayan bir şekilde sekişiydi. ama olan bu değildi.
bir anlığına, sadece ölçülemez bir anlığına, her şey dondu.
kavanoz, yere çarpmadan birkaç santim yukarıda, havada asılı kaldı. misketler, yerçekimini hiçe sayan parlak, hareketsiz damlalar gibiydi. ses yoktu. renkler bir anlığına titreyip doygunluğunu yitirdi. o mutlak sessizlik ve hareketsizlik anında arthur, duvar kağıdının deseninde kendini tekrar eden belli belirsiz bir dijital kod dizisi gördü. 01101000...
ve sonra, sanki bir sistem yeniden başlatılmış gibi, dünya kendine geldi. kavanoz yere çarpıp paramparça oldu, misketler sağa sola saçıldı ve beklenen gürültü kulaklarını doldurdu.
ama arthur gürültüyü duymuyordu. yerdeki cam kırıklarına ve rengarenk misketlere boş gözlerle bakıyordu. artık şüphesi kalmamıştı. dehşet verici, mutlak bir kesinlikle biliyordu.
tam o anda, ne atölyeden ne de dışarıdan gelen, sanki doğrudan zihninin içinde çalan temiz, dijital bir "bip" sesi duydu.
gözlerinin önünde, baktığı her şeyi kaplayan yarı saydam, yeşil harfler belirdi. bu, kendi dünyasından olmayan bir yazı tipiydi.
kullanıcı #817-c, farkındalık parametresini aştı.
hata tespit edildi. protokol başlatılıyor.
arthur'un kanı dondu. geriye doğru sendeleyip çalışma tezgahına çarptı.
bilinç durumu sıfırlanıyor...
hafıza arabelleği temizleniyor...
"hayır," diye fısıldadı arthur. anılarını düşündü. karısının gülümsemesini, ilk tamir ettiği saatin verdiği gururu, çayın o bilindik tadını... zihninin tüm gücüyle bu anılara tutunmaya çalıştı.
lütfen bekleyiniz.
harfler parladı. arthur, adını bile unutmamak için son bir çabayla bağırdı: "benim adım arthur finch! ben bir saat tamircisiyim! benim adım arthur fin—"
cümlesi bir fısıltıyla kesildi. gözlerindeki dehşet ifadesi yavaşça silindi, yerini sakin, donuk bir boşluğa bıraktı.
birkaç saniye hareketsiz durdu. sonra yavaşça gözlerini kırpıştırdı. yerdeki cam kırıklarına ve renkli misketlere hafif bir şaşkınlıkla baktı. sanki biri odasında dağınıklık yapmış gibiydi. içini çekti, omuzlarını silkti ve dağınıklığı düzeltmeye koyuldu. sonra alet çantasına doğru yürüdü. yapılacak işler vardı.
her şey sıradan bir salı günü, 18. yüzyıldan kalma karmaşık bir cep saatinin üzerinde çalışırken başladı. incecik bir pimi yerine oturtmaya çalışırken, büyüteçli gözlüğünden cilalı pirinç bir dişlinin yüzeyine baktı. kendi yansımasını gördü; minicik, kavisli ve odaklanmış. ama bir tuhaflık vardı. gözünü kırptı ve yansımasındaki göz kırpmanın, gerçekte olandan saliselik bir gecikmeyle geldiğini fark etti.
"göz yorgunluğu," diye mırıldandı. ama o küçük gecikme, zihninin derinliklerine takılıp kalmış bir kıymık gibiydi.
sonraki günlerde bu yorgunluk çoğalmaya başladı. penceresinin önündeki kaldırımda yürüyen bir adamın adımı, bir an için tekledi; sanki bir film karesi atlamış gibiydi. yağmurun sesi, doğal bir şekilde başlayıp bitmek yerine, bir düğmeye basılmış gibi aniden kesiliverdi. bunlar o kadar küçük, o kadar anlık anormalliklerdi ki, başka kimsenin fark etmeyeceğine emindi. ama arthur'un hayatı detaylar üzerine kuruluydu ve bu detaylar artık uyuşmuyordu.
şüphe, bir zehir gibi zihnine yayıldı. geceleri uyuyamıyor, dünyanın dokusundaki bu minik yırtıkları düşünüyordu. eğer bu bir sistemse, bir programsa, onu nasıl test edebilirdi? onu nasıl çökertirdi?
cevap aklına geldiğinde mutfaktaydı: kaos. öngörülemeyen, işlemci gücü gerektiren bir kaos.
eline bir kavanoz dolusu renkli misket aldı. atölyesinin ortasına gitti, derin bir nefes aldı ve kavanozu havaya fırlattı.
beklediği şey, kulak tırmalayan bir cam kırılması ve ardından yüzlerce misketin ahşap zeminde senkronize olmayan bir şekilde sekişiydi. ama olan bu değildi.
bir anlığına, sadece ölçülemez bir anlığına, her şey dondu.
kavanoz, yere çarpmadan birkaç santim yukarıda, havada asılı kaldı. misketler, yerçekimini hiçe sayan parlak, hareketsiz damlalar gibiydi. ses yoktu. renkler bir anlığına titreyip doygunluğunu yitirdi. o mutlak sessizlik ve hareketsizlik anında arthur, duvar kağıdının deseninde kendini tekrar eden belli belirsiz bir dijital kod dizisi gördü. 01101000...
ve sonra, sanki bir sistem yeniden başlatılmış gibi, dünya kendine geldi. kavanoz yere çarpıp paramparça oldu, misketler sağa sola saçıldı ve beklenen gürültü kulaklarını doldurdu.
ama arthur gürültüyü duymuyordu. yerdeki cam kırıklarına ve rengarenk misketlere boş gözlerle bakıyordu. artık şüphesi kalmamıştı. dehşet verici, mutlak bir kesinlikle biliyordu.
tam o anda, ne atölyeden ne de dışarıdan gelen, sanki doğrudan zihninin içinde çalan temiz, dijital bir "bip" sesi duydu.
gözlerinin önünde, baktığı her şeyi kaplayan yarı saydam, yeşil harfler belirdi. bu, kendi dünyasından olmayan bir yazı tipiydi.
kullanıcı #817-c, farkındalık parametresini aştı.
hata tespit edildi. protokol başlatılıyor.
arthur'un kanı dondu. geriye doğru sendeleyip çalışma tezgahına çarptı.
bilinç durumu sıfırlanıyor...
hafıza arabelleği temizleniyor...
"hayır," diye fısıldadı arthur. anılarını düşündü. karısının gülümsemesini, ilk tamir ettiği saatin verdiği gururu, çayın o bilindik tadını... zihninin tüm gücüyle bu anılara tutunmaya çalıştı.
lütfen bekleyiniz.
harfler parladı. arthur, adını bile unutmamak için son bir çabayla bağırdı: "benim adım arthur finch! ben bir saat tamircisiyim! benim adım arthur fin—"
cümlesi bir fısıltıyla kesildi. gözlerindeki dehşet ifadesi yavaşça silindi, yerini sakin, donuk bir boşluğa bıraktı.
birkaç saniye hareketsiz durdu. sonra yavaşça gözlerini kırpıştırdı. yerdeki cam kırıklarına ve renkli misketlere hafif bir şaşkınlıkla baktı. sanki biri odasında dağınıklık yapmış gibiydi. içini çekti, omuzlarını silkti ve dağınıklığı düzeltmeye koyuldu. sonra alet çantasına doğru yürüdü. yapılacak işler vardı.
devamını gör...
sevilen yazarın sevilmeyen yazarı favlaması
ayrıca (bkz: sevilmeyen yazarın sevilen yazarı favlaması)
haydeeeeeeeee….
gözüm her türlü üzerindedir.
haydeeeeeeeee….
gözüm her türlü üzerindedir.
devamını gör...
önüne gelen hatunu oylayan ergen türler
güldürürler. abicim herkesin bir zevki var, gözüne hitap etme şekli var, duruşuna, bakışına verilecek not var, kalbine, ruhuna hitabı var...
her hatun da beğenilmez ki. freni patlamış kamyon gibi, bodoslama ya tutarsa hesabı... he yavrummmm heeee tutar! tutma mıı?!
her hatun da beğenilmez ki. freni patlamış kamyon gibi, bodoslama ya tutarsa hesabı... he yavrummmm heeee tutar! tutma mıı?!
devamını gör...
ankara
zamanla anladım ki benim diğer yarımdır bu şehir. ne biliyim öyle işte. arkama bakmadan kaçtığım ama adının geçtiği yerde içime bir öküz oturtan bir şehir. en çok özlediklerim orada yaşıyor anne baba kardeş, yeğen, arkadaş. şöyle bir fotolar denk geldikçe onların yaşadığı anlara ait ankara’da bir yerde. ah diyorum ben neden yokum ama ne kadar içinde olursam da hala o kadar gitmek de istiyorum bir yandan.
içim daraldı yine. sigara da içmiyorum ki derin bir nefes alayım.
içim daraldı yine. sigara da içmiyorum ki derin bir nefes alayım.
devamını gör...
serdal adalı
eleştirdik zamanında ama şimdi hakkını teslim edeyim yaz transfer dönemini şu ana kadar nokta atışı transferler ile geçiriyor. orkun transferi başlı başına bir vizyon transferi,alınan oyuncular 30 yaş altı en kötü elinde kalmaz satarsın belli piyasaya sahip isimler. sırada ki kanat transferleri artık daha da önemli hale geldi umarım oraya da nokta transferleri indiririz.

devamını gör...