1.
beyaz zambaklar ülkesinde
grigory petrov'un 1923 yılında basılan kitabı. konusu finlandiya halkının içinde bulunduğu cehaletten ve geri kalmışlıktan kurtulmak için olağanüstü bir çaba gösteren johan vilhelm snellman ve bir kaç aydının mücadelesini konu alıyor.
kitapta yer alan konular fin halkından bahsetse de aslında her millette örnek olacak niteliktedir. atatürk'ün okullarda okutulmasını istediği kitap olması boşa değildir.
bulunduğumuz şu dönemden yola çıkarak kitap bittikten sonra biraz düşününce aslında 1900'lü yıllardaki fin halkından değil de sanki günümüz türkiye'sinden bahsediyormuş hissine kapılıyorsunuz. fakat devlet, asker, din, eğitim, siyaset, spor gibi konular ayrı ayrı eleştirilmişken ülkemizde yasaklanması olası kitaplar arasına girmesi de mümkün. kitabın ilk sayfalarında ''yeni kuşlar, yeni şarkılar söyler, değişip yenilenen nesiller yeni kavramlar, yeni istekler ve yeni ihtiyaçlarla gelmektedir. bu yeni nesillere, aslında çoktan eskimiş yönetim şekilleri zorla dayatılamaz. onun yerine, yeni nesillerin hayatının, devlet yönetiminin daha anlaşılır, daha adil ve daha sağlam olduğu bir temel üzerine inşa edilmesi gerekir.'' sözleri üzerine yönetim anlayışından, kültürel yapıya kadar, bir ülkenin temellerini oluşturan yapının yeniliklere açık olması ve içinde barındırdığı insanların isteklerine yenilenerek karşılık vermesi gerektiği anlamını çıkarabiliyorsunuz. osmanlı devletinin gerileme döneminden günümüze kadar gelen süreçleri göz önünde bulundurursak yeniliklere açık olmadan, gelişimin süreklilik arz etmemesi , kendi küçük işlerimiz ve kaygılarımız arasında debelenip dururken, temelleri nasıl sağlamlaştırabileceğimizi düşünmeden hareket etmek, devlet yapısının duvarlarında büyük çatlaklara sebep oluyor.
petrov; fin halkının bataklıklarla çevrili bir ülke olmasına, eğitim seviyesinin düşük, tarım ve madencilikle uğraşmaları için elverişli bir koşul olmamasına rağmen ülkenin gelebileceği en iyi seviyeye ulaşması için ne yapılması gerektiğini didaktik ama eleştirel bir dil ile yansıtmış kitabına.
ülkenin gelişip, ayakta sağlam bir şekilde durabilmesi için eğitim seviyesinin yükseltilmesi dikkat çekiyor kitapta. papazından doktoruna, öğretmeninden askerine kadar herkes bu konu için büyük ve istikrarlı emekler sarf etmiş. tabii verdiği emeklerin karşılığını aldığını da görüyoruz. ''ülke insanının çoğunluğunun eğitimden yoksun bırakılmış olması bir cinayettir. devletin kendi kendini yok edişi, intihar etmesi demektir.” sözleri ile fin halkının eğitim konusundaki hassasiyeti de örnek alınması gereken bir konudur.
günümüzde sürekli değişen, belirli bir kitaba bağlı kalarak ezbere verilen eğitimler, okulların sadece karnımızı doyurmak için bir amaç gütmesi, insanların kendini geliştirmekten yoksun ve ülkesine fayda sağlamak gibi bir çabasının olmaması, bu uyuşukluk, mutsuzluk, öz güven eksikliği, bencillik kitapta eleştirilen tüm kötü özelliklerin üzerimizde bulunması ve bunları düzeltmek için hiç bir çaba sarf etmememiz normal mi? peki bu yaşamı normalleştirip hiç bir eleştiriye açık olmayan yönetim şekli? insanların hem fiziksel hem manevi olarak günden güne çürüyerek, kokarak yaşaması mı normal ? yoksa bu kokuya duyarsızlaşıp olağan bir şeymiş gibi yaşaması mı? daha kötü günlerin varlığını düşünüp haline şükreden kesimden, bir kurtarıcı bekleyip güzel günlerin geleceğini umut eden kesimden, cahillikten, umutsuzluktan çıkıp kendi öğretmenimiz olmayı, kendi dünyamızı kurmamızı ve kendi kendimizin kahramanı olmayı anlatan bir baş yapıt olduğunu söylemek mümkün.
kitapta yer alan konular fin halkından bahsetse de aslında her millette örnek olacak niteliktedir. atatürk'ün okullarda okutulmasını istediği kitap olması boşa değildir.
bulunduğumuz şu dönemden yola çıkarak kitap bittikten sonra biraz düşününce aslında 1900'lü yıllardaki fin halkından değil de sanki günümüz türkiye'sinden bahsediyormuş hissine kapılıyorsunuz. fakat devlet, asker, din, eğitim, siyaset, spor gibi konular ayrı ayrı eleştirilmişken ülkemizde yasaklanması olası kitaplar arasına girmesi de mümkün. kitabın ilk sayfalarında ''yeni kuşlar, yeni şarkılar söyler, değişip yenilenen nesiller yeni kavramlar, yeni istekler ve yeni ihtiyaçlarla gelmektedir. bu yeni nesillere, aslında çoktan eskimiş yönetim şekilleri zorla dayatılamaz. onun yerine, yeni nesillerin hayatının, devlet yönetiminin daha anlaşılır, daha adil ve daha sağlam olduğu bir temel üzerine inşa edilmesi gerekir.'' sözleri üzerine yönetim anlayışından, kültürel yapıya kadar, bir ülkenin temellerini oluşturan yapının yeniliklere açık olması ve içinde barındırdığı insanların isteklerine yenilenerek karşılık vermesi gerektiği anlamını çıkarabiliyorsunuz. osmanlı devletinin gerileme döneminden günümüze kadar gelen süreçleri göz önünde bulundurursak yeniliklere açık olmadan, gelişimin süreklilik arz etmemesi , kendi küçük işlerimiz ve kaygılarımız arasında debelenip dururken, temelleri nasıl sağlamlaştırabileceğimizi düşünmeden hareket etmek, devlet yapısının duvarlarında büyük çatlaklara sebep oluyor.
petrov; fin halkının bataklıklarla çevrili bir ülke olmasına, eğitim seviyesinin düşük, tarım ve madencilikle uğraşmaları için elverişli bir koşul olmamasına rağmen ülkenin gelebileceği en iyi seviyeye ulaşması için ne yapılması gerektiğini didaktik ama eleştirel bir dil ile yansıtmış kitabına.
ülkenin gelişip, ayakta sağlam bir şekilde durabilmesi için eğitim seviyesinin yükseltilmesi dikkat çekiyor kitapta. papazından doktoruna, öğretmeninden askerine kadar herkes bu konu için büyük ve istikrarlı emekler sarf etmiş. tabii verdiği emeklerin karşılığını aldığını da görüyoruz. ''ülke insanının çoğunluğunun eğitimden yoksun bırakılmış olması bir cinayettir. devletin kendi kendini yok edişi, intihar etmesi demektir.” sözleri ile fin halkının eğitim konusundaki hassasiyeti de örnek alınması gereken bir konudur.
günümüzde sürekli değişen, belirli bir kitaba bağlı kalarak ezbere verilen eğitimler, okulların sadece karnımızı doyurmak için bir amaç gütmesi, insanların kendini geliştirmekten yoksun ve ülkesine fayda sağlamak gibi bir çabasının olmaması, bu uyuşukluk, mutsuzluk, öz güven eksikliği, bencillik kitapta eleştirilen tüm kötü özelliklerin üzerimizde bulunması ve bunları düzeltmek için hiç bir çaba sarf etmememiz normal mi? peki bu yaşamı normalleştirip hiç bir eleştiriye açık olmayan yönetim şekli? insanların hem fiziksel hem manevi olarak günden güne çürüyerek, kokarak yaşaması mı normal ? yoksa bu kokuya duyarsızlaşıp olağan bir şeymiş gibi yaşaması mı? daha kötü günlerin varlığını düşünüp haline şükreden kesimden, bir kurtarıcı bekleyip güzel günlerin geleceğini umut eden kesimden, cahillikten, umutsuzluktan çıkıp kendi öğretmenimiz olmayı, kendi dünyamızı kurmamızı ve kendi kendimizin kahramanı olmayı anlatan bir baş yapıt olduğunu söylemek mümkün.
devamını gör...