annelik konusunda saygımı kazanmış ve beni derinden etkilemiş olan deniz canlısı.
yumurtalarını titizlikle içine girdiği oyuğun tavanına asar, onları temizlemek ve oksijensiz bırakmamak için beslenmeden sürekli su pompalar. açlıktan bitkin düşüp kendi kollarını yer fakat yumurtalarını asla terketmez. böylelikle yuvasında can verir.
yumurtadan çıkacak yavrularına son bir kıyağı vardır. anne ahtapotun cansız bedeni yeni doğan yavrularına hayata tutunacakları kadar gıda sağlar.
yavrularının büyümesini göremeyecektir.
saygılar anne ahtapot..
o an yaşadığım duygu hayal kırıklığımı yoksa hayata bakışımı değiştirecek kırılma noktalarından biri mi bilemem.
akraba ziyaretine gitmişiz. büyüklerimizin de gidin dondurma yiyin teşviği ile iki kuzenim ve ben dışarı çıktık. dondurma dolabının içine bakarken tabi ben de para yok. bişey de diyemiyorum. ister istemez söyledim.
bunlar kendi aralarında sen ısmarla, hayır sen ısmarla tartışmasına girdiler. sizi de dondurmanızı da paranızı da diyemedim ki daha küçücük çocuğum.
kısık sesle benim canım istemiyor dedim. ne mi oldu? almadılar. gözlerini öküz gibi suratıma dikip dondurmalarını şaplatarak yaladılar. gözümden süzülen yaşa rağmen.
gözlerini hayata yumduğu yerde, yunanistan'ın teselya bölgesinde bulunan theopetra mağarası'nda 1993 yılında bulundu. yüzü bilim adamları tarafından aslına uygun olarak tekrar oluşturuldu.
18 yaşlarında olduğu düşünülen genç kıza yunanca’da şafak anlamına gelen avgi ismi verilmiştir.
isveçli arkeolog ve aynı zamanda heykeltraş olan oscar nilsson tarafından inşa edilen avgi atinada bulunan akropolis müzesinde sergilenmektedir.
venedik san marco meydanı'nda bulunan, 5 kubbeden oluşan, bizans haç planı üzerine ayasofya esas alınarak yapılmış kilisedir. roma'ya giderken venedik'e sığınıp şehri kutsadığı düşünüldüğünden, aziz marko'nun şehrin koruyucu azizi olduğu kabul edilmiştir. azizin kemikleri venedikli tüccarlar tarafından mısır'dan kaçırılarak şehre getirilmiş ve saklanması için buraya koyulmuştur. bazilika'nın yapımı 828 yılında dükler sarayının yanında şapel olarak başlamış, daha sonra 978 yılında kapsamlı bir restorasyon geçirmiştir. 1094 yılında papa tarafından kutsanan kilise bugünkü haline ise 17. yüzyıla kadar süren eklemelerle gelmiştir.
kendi deneyimlerimden aktarmam gerekirse, ziyaret eden kişiler bazilikanın büyük bir kısmını ücretsiz olarak görebilirler. ancak bazı önemli eserleri görmek için ücret ödemek gerekiyor. mesela istanbul'dan götürülen atların orjinalleri de bu eserlerden biridir. görülmesi gereken heykel, mozaik ya da oymaların yanında benim ilgimi çeken ki sizin de ilginizi çekeceğini düşündüğüm üç eserle alakalı bilgi vermek isterim.
biliyorsunuz aziz marko'nun şehrin koruyucusu olarak benimsendiğinden tüccarlar tarafından kemiklerinin mısır'dan kaçırıldığını söylemiştik. kaçırılma olayı şöyle oluyor: venedikli tüccarlar çaldıkları kemikleri, bilerek bozulmuş domuz etlerinin içinde sandıklara koyuyorlar. müslümanlar ise hem iğrendiğinden hem de domuz eti murdar olduğundan bu sandıklara uzaktan bakıyor ama kontrol etmiyorlar. her ne kadar osmanlılardan kaçırıldığı söylense de bunun doğru olmadığı düşünülmektedir. işte bu kaçırılma olayı bazilikada mozaikler ile resmedilmiş. huzurlarınıza bırakırım.
bir diğer eser ise kopyaları bazilikanın girişinde, orjinali ise içerisindeki müzede görülebilecek istanbuldan kaçırılan 4 adet bronz at heykelidir. atların hava şartları ile bozulmaması için içeri almışlar.
atların hikayesi de şöyle; sultanahmet meydanı roma ve bizans döneminde büyük bir hipodroma ev sahipliği yapıyordu. hipodromun girişinde ise 4 adet bronz at heykeli vardı. bu heykellerin milattan önce yaşayan yunan heykeltraş lysippos'un eseri olduğu düşünülmektedir. bronz olarak bilinse de modern zamanda yapılan analizlerle heykellerin %98 bakır içerdiği saptanmıştır. işte 4. haçlı seferi ile yağmalanan istanbuldan kaçırılan bir çok eserin yanında bu heykeller de venedik'e götürülmüş ve san marco bazilikasının girişine konmuştur. daha sonra napolyon bonapart tarafından alınıp paris'e götürülse de 1815 yılında venedik'e iade edilmiştir.
istanbuldan götürülen eserlerden biri de four tetrarchs'dır (dörtlü yönetim heykeli). götürülen bu heykeldeki dört figürden birinin ayağı istanbul'dan taşınırken kırılmış olacak ki bu ayak 1960'lı yıllarda aksaray'da bir inşaat sırasında bulunmuştur. italyanlar ayağı istemiş ancak türk yetkililer. "önce siz çaldığınız heykeli iade edin." şeklinde cevap vermiştir. ayak günümüzde istanbul arkeoloji müzesi'nde sergilenmektedir. heykelin fotoğrafında olmayan ayağa ek yaptıkları görülmektedir.
bir ülkenin gelişmişlik düzeyini anlamak için nelere bakmak gerekir?
önemsiz bir gösterge olarak düşünülse de rögar kapaklarının da kesinlikle bir kıstas olduğu düşüncesindeyim.
kendi gözlerimle rögar kapağı çıkıntısını farkedemeyen motosiklet sürücüsünün düşüşüne tanık olduğum için bu tanımı girmek istedim. belediyelerimiz malesef futbol kulüpleri, konser gibi işler peşinde koşuyor. asıl böyle meselelere eğilmesi gerekmektedir.
8 milyon üniversite öğrencimiz var diye övünüyoruz fakat rögar kapağını düzgün takabilecek kadar kalifiye değiliz. rögar kapaklarının yol ile aynı seviyede yapılabildiği zaman ülkemin iyiye gittiğine kanaat getireceğim.
gülhane parkında bulunan ve ismini kaidesindeki yazıdan alan istanbul'un en eski anıtlarından biridir.
yüksekliği 15 metre olan bu sütunun kaidesinde latince "gotları yenmemizle geri dönen talihe" anlamına gelen "fortunae reducı ob devıctos gothos" yazmaktadır.
hangi dönemde dikildiği tam olarak bilinmemekle beraber tarihçi ve yazar nikephoros gregoras, sütunun üzerinde eskiden şehrin kurucusu byzas 'a ait bir heykelin olduğunu söylemiştir. ancak yazıların latince olması ve sütunun gotlara karşı alınan zafer adına dikilmiş olması da roma dönemine işaret etmektedir.
tarihçilerden bazıları bu sütunun gotlara karşı zafer kazanan ll. claudius (268-270) veya l. theodosius (379-395) dönemine ait olduğunu söylemişlerdir. yazı biçimlerine bakarak l. constantin (306-337) döneminde dikilmiş olabileceği görüşünü savunan tarihçiler de vardır.
sütunun ayrıca tarihi kayıtlarda varlığı bilinen ancak günümüze kadar ulaşmamış olan istanbulun iki tiyatrosundan küçük olanına dahil bir yapı olduğu da ayrıca belirtilmiştir. kaynakfotoğraf kaynağı
somalili fakir bir ailenin on iki çocuğundan biriydi. henüz beş yaşındayken içinde bulunduğu toplumun adetlerine göre sünnet edildi. 13 yaşına geldiğinde 5 deve karşılığında altmış yaşındaki bir adam ile evlendirileceğini öğrenince uzun çöl yürüyüşleri ve türlü zorluklarla ingiltereye kadar kaçtı. karın tokluğuna hizmetçilik yaptı. kimi zaman sokakta kimi zaman da yurtlarda kaldı.
18 yaşında bir fast food restoranında temizlikçi olarak çalışırken tesadüfi olarak prelli takviminin de fotoğrafçısı olan terence donovan tarafından keşfedilerek naomi campbell ile birlikte prelli takviminde yer aldı. şöhret basamaklarını hızla tırmandı. chanel, levi's, l'oréal, revlon gibi markaların reklam yüzü oldu.
küçük bir çocukken sünnet edilmesi ile yaşadığı travmayı unutmadı. kadın sünnetine karşı dernek kurdu. birleşmiş milletler temsilciliğinin yanında bir çok sosyal projede yeraldı. sünnetin kadın üzerinde nasıl bir etki bıraktığını hayatının anlatıldığı çöl çiçeği filmini izleyerek görebilirsiniz.
kurtuluş savaşında önemli yer tutan, vatansever ve onurlu komutan.. kendisi hakkında yazmak benim için şereftir.
büyük taaruz'un ikinci gününde savaşın gidişatını değiştirecek en stratejik noktalardan biri olan çiğiltepe'nin yarım saatte alınacağını sözünü atatürk'e vermiş, gerçekleşmeyince intihar etmiştir. intiharından 45 dakika sonra ise tepenin alındığı haberi gelmiştir. bu durumdan büyük üzüntü yaşayan ve gözyaşı döken atatürk, albayın ailesine kırmızı şeritli istiklal madalyası yanında "çiğiltepe" soyadını vermiştir. atatürk ile yaptığı son telefon görüşmesi,
saat 10.30 atatürk: "reşat bey, bu önemli tepeyi ne zaman alacaksınız?"
albay reşat: "komutanım, yarım saat sonra alacağız." saat 10.45 atatürk: "düşmanın halen direndiğini görüyorum."
albay reşat: "mutlaka alacağız." saat 11.00 atatürk: "reşat bey’i istiyorum."
albay reşat’ın eri: "komutanım reşat bey tepeyi alamadığı için intihar etti." saat 11.45 atamızın telefonu çalar: "çiğiltepe alınmıştır komutanım. yüzlerce ölüsünü bırakan düşman sincanlı ovası’na doğru kaçmaktadır, arz ederim"
1879 yılında doğan ve bir yaşında babasını kaybeden albay, harp okulunu 1896 yılında bitirerek balkan savaşları'nda ve çanakkale cephesinde görev yapmıştır. bunun yanında muş'un rus işgalinden kurtulmasında büyük rol oynamış, ardından suriye cephesinde bir yıllık ingiliz esareti yaşamıştır. birinci dünya savaşı sonrası istanbul'daki görevini bırakıp kurtuluş savaşına katılmıştır. çiğiltepe çatışmaları sırasında şehit olmuştur.
daha önce ankarada bir okula verilen albayın ismi, üzüntü ile karşılıyorum ki milli eğitim vakfına bağış yaptığı için bir vatandaşın ismi verilerek okuldan silinmiştir. kaynak
hayatı tümgeneral cihangir akşit'in kalemi ile romanlaştırılmıştır.
bir zamanlar ülkemizde yaşamış olan anadoluya özgü leopar cinsinin yok olmasında şüphesiz büyük rolü olan hasan bele isimli kişidir. öldürdüğü parsların postları ile kasılarak boy boy fotoğraf çektirerek övünmüştür. öldürdüğü leoparların sayısı bilinmez.
kendisine söylenecek çok şey var. sadece ona değil o tarihlerde leoparları her daim avlanacak hayvanlar kategorisine alanlara da söylenecek şeyler var.
şimdiki gençlerimizin ülkelerinde leopar görememesinde emeği geçen mantolu hasan'ın fotoğraflarını huzurlarınıza bırakırım.
ihtilaf devletlerinin mondros ateşkes anlaşmasına dayanarak 13 kasım 1918 tarihinde savaş gemileri ile istanbul boğazına gelmesi ve şehirdeki bazı noktaları tutması ile fiilen başlayan işgaldir.
istanbul'u tümden işgal ise 16 mart 1920 sabahın ilk ışıkları ile ingilizlerin, şehzadebaşında bulunan kafkas fırkası binasına düzenledikleri baskın ile başlamıştı. baskın sırasında şehit olan askerimiz.
fransız temsilcisi m.ledoux, vahideddin’i ziyaret edip istanbul’un işgal edileceğini bildirmiş, ingiliz yetkili andrew ryan ise sadrazam salih paşa’yı ziyaret edip, üç itilâf devleti adına hazırlanmış olan işgalin gerekçesini bildiren notayı takdim etmişti. daha sonra bir çok kilit nokta ile birlikte meclis-i mebusan da basılmış vekillerin birçoğu tutuklanmış bazıları ise anadoluya geçebilmiştir.
işgal yıllarında istiklal caddesi
nazım hikmetin istanbulun işgal yıllarında ağa cami için yazdığı hüzünlü dizeler,
“havsalam almıyordu bu hazin hali önce
ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce
dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım;
allah’ımın ismini daha çok candan andım…”
mustafa kemal önderliğinde, cefakar halkımızın gayreti ile kazanılan kurtuluş savaşının ardından cumhuriyetin ilanına 25 gün kala 04 ekim 1923 yılında işgal sona ermiştir.
bugün ayakta olan ayasofyayı yaptıran roma imparatoru 1. jüstinyen'in eşi.
fakir olarak büyüyen theodora bazı tarihçilere göre fahişelik veya sirklerde dansçılık yaparak geçimini sürdürür. ileride roma imparatoru olacak ve kendisinden 14 yaş büyük olan flavius petrus sabbatius ıustinianus (1. jüstinyen) ile aşk yaşar. soylu değildir. ileri gelen insanların saygı duymadığı tabakadandır. jüstinyen imparator olduktan sonra kendisi ile evlenebilmek için yasa değiştirir. bildiğimiz ayasofya'nın yapılmadan önce yerinde bulunan ikinci ayasofya'da evlenmişlerdir. böylelikle roma imparatoriçesi olmuştur.
bugün sultanahmet meydanında kalıntılarını da görebileceğiniz hipodromda başlayarak şehre yayılan nika ayaklanması sırasında kaçmaya hazırlanan eşi 1. jüstinyen'i meşhur konuşması ile cesaretlendirerek ayaklanmayı bastırmasını sağlar. jüstinyen tahtında kalır. harabeye dönmüş şehri yapılandırarak ayasofyayı yaptırır.
theodora eşinden önce vefat eder ve havariyyun kilisesine gömülür. (bugünki fatih cami) hayatı benim de yaşadığım şehirde, belki de çok kereler yanından öylece geçip gittiğim yerlerde geçmiştir.
hakkında bir çok kitap yazılmıştır. daha iyi tanıyabilmek için radi dikici'nin sürükleyici theodora romanını da okuyabilirsiniz.
beyaz adama karşı savaşan son kızılderili lideri olarak bilinen, gerçek adı "gokhlayeh" (esneyen adam) olan chiricahua apaçisidir. 1829 yılında doğup ,1909 yılında hayata gözlerini yummuştur.
ispanyolların işgali altında, amerikalıların da yerleşimci olarak bulunduğu bölgede yaşamaktaydı. eşi, annesi ve üç çocuğu ispanyol işgalciler tarafından kampları basılarak katledildi. intikam yemini etti.
binlerce askere az bir kuvvet ile kafa tuttu. inanılmaz savaş taktikleri ile yıllarca savaşını sürdürdü. defalarca yakalandı. her seferinde kaçmayı başardı. 1886 yılında geronimo'yu ölü ya da diri ele geçirmeye yemin etmiş henry lawton komutasındaki büyük bir abd birliğine kızılderili ailelerine yapılan kıyımların da etkisi ile arabuluculuk ile teslim oldu.
“her şeyi açıkça bildikleri halde şimdi diyorlar ki ben kötü biriymişim. hatta oradakilerin en kötüsüymüşüm. ben ne yaptım ki? ağaçların gölgesinde ailemle birlikte yaşayıp gidiyordum.”
-geronimo-
"kızılderililer, beyazlardan toplu yıkımdan başka bir şey görmeyi hak etmeyen vahşi hayvanlardır. kurtlardan pek farkı yoktur, en sonunda her ikisi de, biçim olarak farklı olsalar da av hayvanlarıdır."
-george washington- kaynak
bin ladinin öldürülmesinin amerikalılar tarafından "geranimo öldürüldü" şeklinde söylenmesi de yüzyıl geçmesine rağmen geronimo'ya bakışın hala değişmediğini göstermesi ile ayrıca ilginçtir
carolina maria de jesus..
brezilya'nın sao paulo şehrinin varoşlarında üç çocuğu ile birlikte fakir ve sıradan bir hayat yaşayan bir kadın. zengin insanların yaşadığı mahallelerde çöplerden bulduğu değerli şeyleri satarak geçimini sağlar.
çöpten bulduğu yıpranmış iki adet defteri yıllarca günlük olarak kullanır. içini döker. tuttuğu günlük tesadüf eseri olarak bir gazeteci tarafından okunur. kitap haline getirilir. o kadar güzeldir ki 15 dile çevrilir.
çin mutfağında statü ve zenginlik sembolü olan, köpekbalığı yüzgecinin jöle kıvamına getirdiği fakat tadını diğer malzemelerden alan, tavuk ve domuz eti suyu ile yapılan çorbadır. geleneksel çin tıbbında kan dolaşımını hızlandırdığı, yaşam enerjisi verdiği düşünülür.
avlanan köpekbalıkları yüzgeçleri kesildikten sonra tekrar denize bırakılıyor, yüzgeçsiz kalan köpekbalığı ise kısıtlı hareket ve kan kaybı ile zamanla hayatını kaybediyor.
izlediğimiz jaws tarzı filmlerle, medyanın korku pompalaması ile köpekbalıklarını birer canavar olarak görmekteyiz. gerçekte ise insanlara tüm dünyada yüz civarı köpekbalığı saldırısı olmaktadır. bunların da sadece yüzde on kadarı kötü sonuçlanmaktadır. insanlar ise yılda 73 milyon köpekbalığını zenginliğini tatmin etmek ve inandıkları sapkın alternatif tıp öğretileri için öldürmektir.
1,5 milyon civarında nüfusa sahip cezayir, libya, mali, nijer ülkeleri arasında yaşayan, berberi dili konuşan müslüman ve göçebe bir halktır.
bu topluluğu özel kılan şey kadınları verdikleri değer ile hayatın merkezine koymalarıdır. evlilikler tamamen kadının seçimine bırakılmıştır. boşanmalarda ise boşanma partisi ile kadının tekrar bekar olduğu ilan edilmektedir. evlilikten kalan tüm varlıklar yine kadına bırakılmaktadır. bir kadın yaşlı, genç, dul veya bekar, ne olursa olsun eşit saygı görmektedir. müslüman olmalarına rağmen islam dünyası tarafından da kültürleri sebebi
ile dışlanmaktadırlar.
çok ilginçtir ki bu toplulukta peçeyi kadınlar değil erkekler takıyor.
tuaregler hakkında, 1984 yılında "the desert warrior" filmine uyarlanan alberto vazguez-figueroa tarafından yazılmış "tuareg" isimli roman bulunmaktadır. bunun yanında taş mektep yayıncılıktan çıkan "afrika'nın asil göçebeleri - tuaregler" tarihi kitabını da okuyabilirsiniz. kaynak
evrimi, tanrının yokluğununa kanıt olarak sunan ateistlerin ve evrim varsa tanrı yoktur söylemine karşı, evrimi reddeden teistlerin anlamak istemeyeceği kabul ettiğim çelişmeme durumu.
evrim vardır. gözlerimizle görebileceğimiz kadar yakındır. şu fotoğrafa bakın. ehehehe ne kadar benziyoruz değil mi?
evrim var ama ya yaratılış? sayın inanan arkadaş, hoca ve şeyhler seni korkutmasın. bu evreni tanrının yarattığını düşünüyorsan evrenle ilgili gerçekleri kabul etmekten tırsmayacaksın. çelişki görüyorsan bildiklerini sorgulayacaksın.
"allah ademi topraktan yarattı." burada allah'ın yerden bir parça toprak alıp insana benzeyen şekle sokup üflemesi ile o toprak şeklin aniden kalbi olan, akyuvarları olan, insana dönüştüğü mü anlatılıyor? yoksa yaratılan insanın hammaddesinin toprak olduğuna mı işaret ediliyor.
insan evrim ile olgunlaştı. homo sapiens olacak kıvama geldi. allah tarafından ademlik bahşedildi. indirmiş de olabilir, aralarından seçmiş de olabilir. ya da adem tüm sapienslere verilen isimdir.
bize anlatılan yaratılış nasıl açıklanır? eğer daha önce insan yok ise sadece adem ve havva var ise kaçınılmazdır.
bununla ilgili buraya uzun uzadıya destekleyici metinler ya da destekleyici ayetler yazılabilir. fakat zaten yazdıklarım benim fikrim değil. araştırılacak kadar ilginç bulunuyorsa zaten nette kaynak bulunabilir.
duam allah önyargısız duru bir beyinle gerçeği öğrenmek isteyene yardım etsin.
edit: evrimi kabul eden her kişi ateist olmak zorunda mıdır? evrim teorisi allah'ın varlığı ya da yokluğu hakkında bilgi mi veriyor? islama güncelleme de gelmiyor zaten yüzyıllar öncesinden evrimi destekleyici felsefi çıkarım yapan bir dolu islam bilgini var. bir müslüman illaki evrimi reddetmek zorunda değildir.
pieta italyanca "merhamet" anlamına gelmektedir. isa'nın çarmıhtan indirildiği anı simgeler. daha önce meryem ana heykelleri yaşlı olarak betimlenirdi. bu eserde genç olmasını michelangelo, "namuslu kadınların namuslu olmayan kadınlardan daha genç görünmesinin nedeni, şehvetli bir deneyim yaşamamış olmalarıdır.” şeklinde açıklamıştır.
pieta ile ilgili çok şey okudum. canlı olarak görebilme, uzun süre inceleyebilme deneyimi yaşamak benim için harikaydı.
laszlo toth isimli-kendini daha sonra mesih ilan etmiş- macar 1972 yılında elindeki çekiç ile pieta'ya saldırmış ufak parçalarla beraber kolunu ve burnunun ucunu koparmıştır. daha sonra görünmez yapıştırıcı kopan parçalar yapıştırılmış ve heykel onarılmıştır.
dünyanın tartışmasız ilk beş filminden biridir. konunun tarihi boyutunu es geçiyorum. bu film bana ne öğretti.
bir insanın karşısında iki yol vardır. ya iyi biri olacak ya da kötü biri. karakterimiz olan bencil ve umarsız "oscar schindler" savaşın getirdiği ortamı avantaja çevirmek için zor durumda olan yahudilerin sermayesi ve iş gücü ile sadece girişimciliğini kullanarak alman ordusu için üretim yaparak sandıklar dolusu para kazanmaktadır.
o güçlü olan taraftadır. para kazanmaktadır. o önemli biridir. işte her insanın cesaret edemeyeceği şeyi gerçekleştirir. iyi biri olur. kurtarabildiği kadar insan kurtarmak için kazandığı tüm paradan vazgeçer. bin kişinin üzerinde insanın ölümüne engel olmasına rağmen en sonunda yakasındaki altın rozeti tutup "bununla bir insan daha kurtarabilirdim. yapamadım. daha fazla insanı kurtaramadım." der.
tabi burada cennetin krallığı filminde geçen bir diyalog aklıma geliyor.
cüzzamlı kral balian'a. "insanın ruhu kendisine aittir. tanrının karşısına çıktığında o zamanki şartlar böyleydi. erdemli olmak o zaman benden beklenen şey değildi diyemezsin" anlamında birşeyler söyler.
işte bu filmde de sayın schindler. kendisininden beklenen şeyi yapmamış. onca avantajı ve itibarı terkederek, canı ve zenginliği pahasına doğruya gitmiştir.
gerçek anlamda kurtardığı kişiler ve soyları yüzbinlerce kişi olmuş. kendisini yüceltmektedir.
ayrıca "amon göth" sen tam soyadının tarif ettiği kişisin.
1782-1840 yılları arasında yaşamış italyan keman virtüözü.
tarihin gördüğü en iyi ve en ünlü keman virtüözlerinden biridir. 8 yaşında keman dersleri almaya başlayarak 11 yaşında turnelere çıkacak seviyeye gelmiştir. zamanında keman ile çıkardığı sesleri bir insanın çıkaramayacağı düşünüldüğünden kendisinin ruhunu şeytana sattığı yorumları yapılsa da bu kadar iyi olmasının sebebi marfan sendromu sonucu uzun ve elastik ellere sahip olmasıdır.
iyi bir kemancı olmasının yanında özel hayatı ile de adından tarih boyunca söz ettirmiştir. sapkınlık derecesinde cinselliğe düşkünlüğün yanında kumar tutkusu da bulunmaktadır. öyle ki bir konser öncesi stradivarius kemanını kumarda kaybetmiştir.
şahsım için kemanın maradonasıdır.
hakkında çekilen filmler,
the magic bow - stewart granger (1946),
a song the remember - roxy roth (1945),
kinski paganini - klaus kinski (1989),
the devil's violinist - david garrett(2013).
sizi ıtzhak perlman'ın icra ettiği caprice no. 24 in a minor paganini bestesi ile başbaşa bırakıyorum.
hayvanlar kitabı anlamına gelen, 350 farklı hayvanın incelendiği, darwin'in ortaya koyduğu evrim teorisi ile benzer görüşler ifade eden mütezile akımına mensup bilim insanı "el-cahiz" kitabıdır.
"hayvanlar, varoluşlarını sürdürmek ve mevcut kaynaklar için, başkasına yem olmamak ve üreyebilmek için bir mücadele yürütürler" diyen el cahiz şöyle sürdürür:
"çevre faktörleri canlıların hayatta kalabilmesi için yeni özellikler geliştirmesinde, dolayısıyla onların yeni türlere dönüşmesinde rol oynar. hayatta kalmayı ve üremeyi başaran hayvanlar başarılı özelliklerini yavrularına geçirirler."
el cahiz, canlılar aleminin hayatta kalabilmek için sonsuz bir mücadele olduğunu ve daima bazı türlerin diğerlerinden daha güçlü olduğunu açıkça ifade ediyor.
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.