friedrich schuldiner - madalyalı tanımları (1. sayfa)
1.
pisagor

atina okulu resminde bu şekilde resmedilen sisamlı pisagor namıdiğer pythagoras mö 570 – mö 495 yıllarında yaşamış antik yunan filozofu ve pisagorculuğun kurucusudur. en önemli etkilerinden birisi felsefeyi sadece evrenin sırlarını çözme uğraşı olmaktan çıkarıp insanı ve doğru yaşamayı anlamaya yönelik de bir disiplin haline getirmesidir. işte pisagorculuk, pisagor'un bu doğru yaşamı öğrencilerine, diğer bir ifadeyle müritlerine, öğrettiği okuldur. bu okulun en temel ve tüm felsefe tarihinde etkilerini barındıran öğretisi ruhun bedenden tamamen ayrı bir varlık olduğudur. bu öğretiye göre ruh, bedenler arasında transfer olur ve asla yok olmaz. bu görüş, varlık felsefesindeki temel sorulardan "maddenin özü ruh mudur madde mi?" ikilemine verilen ilk cevaptır ve düalizm, idealizm gibi fikir akımlarını etkilemiştir. ayrıca "evrenin arkhesi sayılardır." diyerek matematiksel ve geometrik ilişkileri her şeyin tözü ilan etmiştir. ona göre evrende mükemmel bir uyum vardır, bu uyum evrenin değişmez özüdür, zıtlıklardan meydana gelir ve ancak matematik sayesinde bu özü anlamaya yaklaşabiliriz. pisagor birçok yönden platon'u etkilemiştir. matematiğe duyulan güven ve ruhun önemi platon'un da felsefesinin temel taşlarıdır. dahası platon'un okul fikrinin de pisagor'un okulunun başarısından kaynaklandığı öne sürülür.
pisagor'un tarikatının bazı değişik yasakları vardır. bu tarikata göre hayvanlar, geçmiş hayatında kötülükler yapmış insanların ruhlarına sahiptir dolayısıyla et yemezler. diğer değişik yasaklar ise şöyle:
*bakla yemek,
*beyaz horoza dokunmak,
*yere düşen bir şeyi kaldırmamak,
*dörtlük esasına dayanan bir ölçüye göre yapılmış cisimlerin üzerine oturmamak,
*bir kap ateşten kaldırılınca izini külde bırakmama, külleri karıştırmak,
*yataktan kalkınca çarşafı, örtüleri dürmek, beden izini ortadan kaldırmak.
devamını gör...
2.
la pianiste
yine son derece rahatsız bir filmle karşımıza çıkar micheal haneke. 2004 yılında nobel edebiyat ödülü alan elfriede jelinek'in die klavierspielerin adlı romanının uyarlamasıdır. alabildiğine psikolojik bir filmdir. ana karakterimiz 40 yaşını aşmış, şık giyinen, güzel ve saygın bir piyano öğretmenidir. ancak bilirsiniz ki davranışlarımızı sosyokültürel gelişmişliğimiz yahut cebimizdeki para değil psikolojik sağlamlığımız belirler. ana karakterimiz hayatı boyunca annesiyle birlikte yaşamıştır, babası deli hastanesine kaldırılmıştır. anne absürt derecede kontrolcüdür ve kızının kendisinden habersiz birkaç saat eve geç gelmesine bile izin vermez. hem anne hem baba ilişkileri kötü olan piyano öğretmenimiz ise ne sevmeyi ne sevişmeyi bilmemektedir. sevmeyi mantıksal temellere dayanmadığı için saçma bulur, sevişmeyi de sadece yetişkin filmlerinden gördüğü haliyle kabul etmiştir. borderline kişilik bozukluğu ve mazoşist eğilimelere sahip karakterimiz öğrencilerinden partnerine kadar kimseyle dengeli bir ilişki kuramamaktadır. ebeveyn-çocuk ilişkisinin insan psikolojisi için ne kadar kritik olduğunu çözümleyebilmek için izlenmesi gereken çarpıcı bir filmdir la pieniste.
filmle ilgili yakaladığım bazı detaylar ve tespitler ise şöyle: erica'nın annesinin evindeyken ışık gördüğünü neredeyse hiç hatırlamıyorum. ancak erica ders verirken sürekli pencereden dışarıya bakıyor. bunu erica'nın annesinin despotizminden kaçmayı içten içe istemesine yoruyorum. peki neden kaçmıyor? narsist insanlar sizi öyle bir manipüle eder ki, size o kadar değersiz hissettirir ki o konumdan kolay kolay kurtulamazsınız. öncelikle sizi değersiz hissettirdiği için sevgiye layık olmadığınızı düşünürsünüz. sonrasında narsist insan size sevgi verdiği için onun muhteşem olduğunu düşünürsünüz. erica'nın walter'a "içinde hiç asilik yok mu?" diye sorması da güzel bir ironik anlatım olmuş. ikinci olarak çokça tartışılan jilet sahnesinin mastürbasyon olduğunu düşünmüyorum. bu tip insanlar hem kendisini hem diğerlerini cezalandırmayı sever çünkü içten içe hissettiği aşağılık hissini kendisine ve başkalarına yansıtır. vajinasına jilet bastırmasının da cinsel dürtüsünü bastırma amacıyla yapıldığını düşünüyorum çünkü kendisi tüm hayatını mantıklı, duygusuz ve rasyonel ilkelere dayandırmaya çalışıyor. "hem sonuçta aşk bayağı şeyler üzerine kurulur, değil mi?" demesinden ve annesinin sürekli rasyonel davranması üzerine tavsiyelerinden anlayabiliriz. erica da kötü durumuyla bir savaş yolu olarak bastırmayı seçiyor. son sahnede bıçakla kalbinin üstünden kendini bıçaklaması da bu teoriyi doğrular nitelikte. erica'nın, annesine cinsel olarak saldırısından sonra annesinin "uyuyalım, yarın için enerji toplamalısın, bir öğrenci yerine çalacak olsan da dikkat etmelisin" minvalindeki yaklaşımı annesinin de bu yolu seçtiğini gösteriyor. üçüncüsü ise ilişkilerinde ya çok baskın ya çok sönük olmayı tercih etmesi. bazen annesine karşı baskın olabilirken bazen kölesi olmayı kabul ediyor. bazen walter'ın seks sırasında sadece kendisine bakmasını, hareket etmemesini ve konuşmamasını talep edecek kadar otoriterken bazen de walter'ın kendisini dövmesini isteyecek kadar pasif bir konuma sokuyor kendisini. bu da psikolojik dengesizliklerin bir diğeri.
asıl derin olan karakter walter gibi geliyor bana. yazar burada yakışıklı, sanatta da sporda da iyi, adeta bir übermensch yaratmış. bu karakter psikolojisi en az asgari miktarda düzgün birisi. sonra ne oluyor? tecavüz edecek kadar kaba birisine dönüşüyor. ancak tecavüz ederken karşıdakinden sevgi bekliyor, çünkü kendisinin tecavüz etmediğine, erica'nın da bunu istediğine inandırmak istiyor kendisini. temel sebebi ise walter'ın git-gelli bir ilişki istememesi. bir gün kendisini uzaklaştıran diğer gün kendisini onun kollarına bırakan, bir yandan sevişmek isteyen diğer yandan buna sevişmek bile denmeyecek hareketler yapıp işi yarım bırakan öteleyen erica'yı istemiyor ve en sonunda delirip ipleri eline almak istiyor. velhasıl kelam dibine kadar psikolojik çözümlemeler içeren bir film izlemek istiyorsanız doğru filmi buldunuz.
filmle ilgili yakaladığım bazı detaylar ve tespitler ise şöyle: erica'nın annesinin evindeyken ışık gördüğünü neredeyse hiç hatırlamıyorum. ancak erica ders verirken sürekli pencereden dışarıya bakıyor. bunu erica'nın annesinin despotizminden kaçmayı içten içe istemesine yoruyorum. peki neden kaçmıyor? narsist insanlar sizi öyle bir manipüle eder ki, size o kadar değersiz hissettirir ki o konumdan kolay kolay kurtulamazsınız. öncelikle sizi değersiz hissettirdiği için sevgiye layık olmadığınızı düşünürsünüz. sonrasında narsist insan size sevgi verdiği için onun muhteşem olduğunu düşünürsünüz. erica'nın walter'a "içinde hiç asilik yok mu?" diye sorması da güzel bir ironik anlatım olmuş. ikinci olarak çokça tartışılan jilet sahnesinin mastürbasyon olduğunu düşünmüyorum. bu tip insanlar hem kendisini hem diğerlerini cezalandırmayı sever çünkü içten içe hissettiği aşağılık hissini kendisine ve başkalarına yansıtır. vajinasına jilet bastırmasının da cinsel dürtüsünü bastırma amacıyla yapıldığını düşünüyorum çünkü kendisi tüm hayatını mantıklı, duygusuz ve rasyonel ilkelere dayandırmaya çalışıyor. "hem sonuçta aşk bayağı şeyler üzerine kurulur, değil mi?" demesinden ve annesinin sürekli rasyonel davranması üzerine tavsiyelerinden anlayabiliriz. erica da kötü durumuyla bir savaş yolu olarak bastırmayı seçiyor. son sahnede bıçakla kalbinin üstünden kendini bıçaklaması da bu teoriyi doğrular nitelikte. erica'nın, annesine cinsel olarak saldırısından sonra annesinin "uyuyalım, yarın için enerji toplamalısın, bir öğrenci yerine çalacak olsan da dikkat etmelisin" minvalindeki yaklaşımı annesinin de bu yolu seçtiğini gösteriyor. üçüncüsü ise ilişkilerinde ya çok baskın ya çok sönük olmayı tercih etmesi. bazen annesine karşı baskın olabilirken bazen kölesi olmayı kabul ediyor. bazen walter'ın seks sırasında sadece kendisine bakmasını, hareket etmemesini ve konuşmamasını talep edecek kadar otoriterken bazen de walter'ın kendisini dövmesini isteyecek kadar pasif bir konuma sokuyor kendisini. bu da psikolojik dengesizliklerin bir diğeri.
asıl derin olan karakter walter gibi geliyor bana. yazar burada yakışıklı, sanatta da sporda da iyi, adeta bir übermensch yaratmış. bu karakter psikolojisi en az asgari miktarda düzgün birisi. sonra ne oluyor? tecavüz edecek kadar kaba birisine dönüşüyor. ancak tecavüz ederken karşıdakinden sevgi bekliyor, çünkü kendisinin tecavüz etmediğine, erica'nın da bunu istediğine inandırmak istiyor kendisini. temel sebebi ise walter'ın git-gelli bir ilişki istememesi. bir gün kendisini uzaklaştıran diğer gün kendisini onun kollarına bırakan, bir yandan sevişmek isteyen diğer yandan buna sevişmek bile denmeyecek hareketler yapıp işi yarım bırakan öteleyen erica'yı istemiyor ve en sonunda delirip ipleri eline almak istiyor. velhasıl kelam dibine kadar psikolojik çözümlemeler içeren bir film izlemek istiyorsanız doğru filmi buldunuz.
devamını gör...
3.
utopia
felsefi tanımı “tasarlanmış ideal devlet düzeni” sözlük tanımı “gerçekleştirilmesi imkânsız tasarı veya düşünce” olan kelimedir. aynı zamanda thomas moore’nin kitabıdır.
peki neden ütopyalar gerçekleştirilemeyecek bir hayal ürünüdür?
çünkü insan her ne kadar kendisine homo sapiens yani düşünebilen insan dese de aslında pek rasyonel değildir. dolayısıyla komün bir sistem özellikle dış rekabet etkisiyle birlikte uzun süre ayakta kalamaz.
çünkü insan yapı itibariyle bencildir. insanlık milyonlarca yıllık bir evrimsel süreç sonucunda üstün özellikler kazanabilmiştir ve bu süreç sonucunda kendi çıkarlarını duygusal bir neden olmadığı sürece her şeyin üzerinde tutmuştur. dolayısıyla mutlak mutluluğu sağlamak amacıyla bir kişiye veya kuruma verilen yetki en nihayetinde kötüye kullanılacaktır. bu yüzden denetleme mekanizması zayıf sosyalizm, faşizm gibi ideolojiler ideal olmaktan çok uzaktır.
çünkü mutlak mutluluk sağlanamaz. elbet çıkarların çatışacağı bir durum olacak ve mutlak mutluluk bozulacaktır. örneğin üremenin kontol edilmediği, eğitim seviyesi düşük devletlerde devlete artı değer katmayan ve suç potansiyeline sahip çocuk fabrikası haline gelir aileler. kontrol edildiği devletlerin kötü yanlarını pek saymama gerek yok sanırım. kısaca tamamen özgürlük sonucu da sistem bozulur sıkı denetim altında da.
velhasıl kelam insan yapısı gereği ideal düzen yoktur, her ütopya adayı potansiyel bir distopyadır.
peki neden ütopyalar gerçekleştirilemeyecek bir hayal ürünüdür?
çünkü insan her ne kadar kendisine homo sapiens yani düşünebilen insan dese de aslında pek rasyonel değildir. dolayısıyla komün bir sistem özellikle dış rekabet etkisiyle birlikte uzun süre ayakta kalamaz.
çünkü insan yapı itibariyle bencildir. insanlık milyonlarca yıllık bir evrimsel süreç sonucunda üstün özellikler kazanabilmiştir ve bu süreç sonucunda kendi çıkarlarını duygusal bir neden olmadığı sürece her şeyin üzerinde tutmuştur. dolayısıyla mutlak mutluluğu sağlamak amacıyla bir kişiye veya kuruma verilen yetki en nihayetinde kötüye kullanılacaktır. bu yüzden denetleme mekanizması zayıf sosyalizm, faşizm gibi ideolojiler ideal olmaktan çok uzaktır.
çünkü mutlak mutluluk sağlanamaz. elbet çıkarların çatışacağı bir durum olacak ve mutlak mutluluk bozulacaktır. örneğin üremenin kontol edilmediği, eğitim seviyesi düşük devletlerde devlete artı değer katmayan ve suç potansiyeline sahip çocuk fabrikası haline gelir aileler. kontrol edildiği devletlerin kötü yanlarını pek saymama gerek yok sanırım. kısaca tamamen özgürlük sonucu da sistem bozulur sıkı denetim altında da.
velhasıl kelam insan yapısı gereği ideal düzen yoktur, her ütopya adayı potansiyel bir distopyadır.
devamını gör...
4.
evrim
çevre şartlarına daha uygun olanın hayatta kalıp genlerini daha çok artırması ile gerçekleşendir.
bir örnek verelim. çitalar hızları sayesinde avlanabilir ve yüksek hızlarda dengesini kurmak için uzun kuyruğunu kullanır. dolayısıyla uzun kuyruk çita için avantajlıdır. kısa kuyruğa sahip bir çita sürümüz olsun, bir de uzun kuyruğa sahip bir sürümüz olsun. uzun kuyruğa sahip olanlar daha çok avlanacak, daha çok ürüyecek ve yavrularını daha iyi besleyecek ancak kısa kuyruklular daha az avlanacağı ve yavruların çoğunun beslenememe sıkıntısından dolayı elenecek. nesiller boyu bu süreç devam ettiği için de kısa kuyruk geni popülasyonda neredeyse bulunmayacak.
insanlardan örnek verelim. biliyorsunuz ki çöl gibi sıcak bölgelerde yaşayanların burun delikleri geniştir. bunun nedeni burun deliği kısa olanların binlerce yılda elenmesidir. burun genişliği hava sirkülasyonunda büyük önem arz eder ve sıcak bölgelerde geniş olanı makbuldür. dar burunlu olmak çok büyük bir dezavantaj sağlamamasına rağmen binlerce yıllık evrim sonucunda günümüzde çöllerde, ekvator çevresinde yaşayanlar geniş burunludur.
birçok içgüdü evrim sayesinde oluşur. örneğin hayvanlarda dişiler güçlü olan erkekle, erkekler alımlı olan dişiyle çiftleşir. 2020 yılındayız hala kas ve güzellik, ilişkilerin en büyük kriteri. mesela dünyanın her yerinde çocuklar saklambaç oynar. neden acaba? av olmama içgüdüsü yüzünden olabilir mi?
körelmiş organlar mevzusuna da değinelim. her organ enerji harcar ve enerji vücut için çok önemlidir. eğer işe yaramayan bir organ varsa gereksiz enerji tüketmesinden ötürü o organa sahip olanlar elenir. yapılan araştırmalarda bir balık türünün denizin üstünde yaşayanların gözü varken denizin dibinde yaşayanların kör olduğu hatta direkt göz organına sahip olmadığı ortaya çıkmıştır.
bir örnek verelim. çitalar hızları sayesinde avlanabilir ve yüksek hızlarda dengesini kurmak için uzun kuyruğunu kullanır. dolayısıyla uzun kuyruk çita için avantajlıdır. kısa kuyruğa sahip bir çita sürümüz olsun, bir de uzun kuyruğa sahip bir sürümüz olsun. uzun kuyruğa sahip olanlar daha çok avlanacak, daha çok ürüyecek ve yavrularını daha iyi besleyecek ancak kısa kuyruklular daha az avlanacağı ve yavruların çoğunun beslenememe sıkıntısından dolayı elenecek. nesiller boyu bu süreç devam ettiği için de kısa kuyruk geni popülasyonda neredeyse bulunmayacak.
insanlardan örnek verelim. biliyorsunuz ki çöl gibi sıcak bölgelerde yaşayanların burun delikleri geniştir. bunun nedeni burun deliği kısa olanların binlerce yılda elenmesidir. burun genişliği hava sirkülasyonunda büyük önem arz eder ve sıcak bölgelerde geniş olanı makbuldür. dar burunlu olmak çok büyük bir dezavantaj sağlamamasına rağmen binlerce yıllık evrim sonucunda günümüzde çöllerde, ekvator çevresinde yaşayanlar geniş burunludur.
birçok içgüdü evrim sayesinde oluşur. örneğin hayvanlarda dişiler güçlü olan erkekle, erkekler alımlı olan dişiyle çiftleşir. 2020 yılındayız hala kas ve güzellik, ilişkilerin en büyük kriteri. mesela dünyanın her yerinde çocuklar saklambaç oynar. neden acaba? av olmama içgüdüsü yüzünden olabilir mi?
körelmiş organlar mevzusuna da değinelim. her organ enerji harcar ve enerji vücut için çok önemlidir. eğer işe yaramayan bir organ varsa gereksiz enerji tüketmesinden ötürü o organa sahip olanlar elenir. yapılan araştırmalarda bir balık türünün denizin üstünde yaşayanların gözü varken denizin dibinde yaşayanların kör olduğu hatta direkt göz organına sahip olmadığı ortaya çıkmıştır.

devamını gör...
5.
homo fictus
meali hayalci hayvan olan, the storytelling animal kitabında insanların taksonomik sınıflandırmada bu şekilde adlandırılması uygun görülen latince tür ismidir. peki neden hayalci hayvan?
homo sapiens akıllı hayvan demektir ancak bu pek doğru ve mütevazi değildir. yapılan araştırmalara göre birçok insanın iq seviyesi şempanzelerinkinden düşük çıkmıştır. örneğin 2016’da yapılan araştırmada kamerun ve mozambik’in ortalama iq seviyesi 64, türkiyenin ise 90 çıkmıştır. dünyaca ünlü goril koko’nun 86 iq olduğunu düşünürsek, neyse ülkücü linci yemeden bu konuyu kapatayım. öhöm nerede kalmıştık? kısaca diğer tüm hayvanları akılsız insanı akıllı diye nitelemek pek doğru değil. ancak hayalci çok uygun. mesela iletişim dilleri (türkçe, ingilizce vs.) ve bilimin dili matematik hayal ürünüdür. masa salt gerçekken biz onu sembolize ederiz ve bu gelişmişliğimize büyük katkı sağlar. iletişim kuramadığımızı düşünsenize, ne kadar gelişebilirdik?
mesela öyküler, destanlar, masallar. milenyumlardır varlar. dahası konular da benzer. gılgamış destanında da ölümsüzlük, ölümden sonraki hayat ana temaydı günümüzde milyarlarca insanın inandığı dinlerde de aynı tema mevcut.
mağara resimleri mesela. henüz mağarada yaşayan, zeka seviyesi çok az bir insan bile hayal gücünü resim çizerek dışa vuruyor. o zamanda da çift başlı kartallar, uçan aslanlar çiziliyor, ilgi görüyordu, günümüzde de ilgi görüyor.
tabi bir konuya daha değinmek lazım; ayna nöronlar. empati kurmamızı sağlayan nöronlardır. bunlar sayesinde dizini kıran bir adamın videosunu izlediğinizde sizin de diziniz acır. hayal gücünün, öykücülüğün insanlık için bu kadar değerli olmasındaki ana neden aslında. yapılan araştırmalara göre bir anısını anlatan insanla onu dinleyenler beyninin aynı yerini aynı ölçüde çalıştırıyor. yani o anı yaşayan ile onu dinleyen aynı ölçüde etkileniyor. bu yüzden milenyumlardır öyküler, masallar anlatılıyor. oyun piyasasının uçup gitmesi de bu yüzden. konsoldan futbol oyunu oynamaklar gerçekte futbol oynamanın verdiği haz aynı. ek olarak gerçek hayattaki vücudunuzu dinç tuttuğu için biraz daha mutlu eder.
kısacası kendimize bilgiyi fazlaca üreten (sapiens) demek yerine bilgiyi birbirine hatta nesiller sonrasına hayal gücü sayesinde aktarabilen, bilginin böylece kümülatif bir şekilde artmasını sağlayan hayvan (fictus) demek çok daha mantıklı.
homo sapiens akıllı hayvan demektir ancak bu pek doğru ve mütevazi değildir. yapılan araştırmalara göre birçok insanın iq seviyesi şempanzelerinkinden düşük çıkmıştır. örneğin 2016’da yapılan araştırmada kamerun ve mozambik’in ortalama iq seviyesi 64, türkiyenin ise 90 çıkmıştır. dünyaca ünlü goril koko’nun 86 iq olduğunu düşünürsek, neyse ülkücü linci yemeden bu konuyu kapatayım. öhöm nerede kalmıştık? kısaca diğer tüm hayvanları akılsız insanı akıllı diye nitelemek pek doğru değil. ancak hayalci çok uygun. mesela iletişim dilleri (türkçe, ingilizce vs.) ve bilimin dili matematik hayal ürünüdür. masa salt gerçekken biz onu sembolize ederiz ve bu gelişmişliğimize büyük katkı sağlar. iletişim kuramadığımızı düşünsenize, ne kadar gelişebilirdik?
mesela öyküler, destanlar, masallar. milenyumlardır varlar. dahası konular da benzer. gılgamış destanında da ölümsüzlük, ölümden sonraki hayat ana temaydı günümüzde milyarlarca insanın inandığı dinlerde de aynı tema mevcut.
mağara resimleri mesela. henüz mağarada yaşayan, zeka seviyesi çok az bir insan bile hayal gücünü resim çizerek dışa vuruyor. o zamanda da çift başlı kartallar, uçan aslanlar çiziliyor, ilgi görüyordu, günümüzde de ilgi görüyor.
tabi bir konuya daha değinmek lazım; ayna nöronlar. empati kurmamızı sağlayan nöronlardır. bunlar sayesinde dizini kıran bir adamın videosunu izlediğinizde sizin de diziniz acır. hayal gücünün, öykücülüğün insanlık için bu kadar değerli olmasındaki ana neden aslında. yapılan araştırmalara göre bir anısını anlatan insanla onu dinleyenler beyninin aynı yerini aynı ölçüde çalıştırıyor. yani o anı yaşayan ile onu dinleyen aynı ölçüde etkileniyor. bu yüzden milenyumlardır öyküler, masallar anlatılıyor. oyun piyasasının uçup gitmesi de bu yüzden. konsoldan futbol oyunu oynamaklar gerçekte futbol oynamanın verdiği haz aynı. ek olarak gerçek hayattaki vücudunuzu dinç tuttuğu için biraz daha mutlu eder.
kısacası kendimize bilgiyi fazlaca üreten (sapiens) demek yerine bilgiyi birbirine hatta nesiller sonrasına hayal gücü sayesinde aktarabilen, bilginin böylece kümülatif bir şekilde artmasını sağlayan hayvan (fictus) demek çok daha mantıklı.
devamını gör...
6.
oyun teorisi
oyunlar birçok kişiyle oynanır ve kazanmak için rakiplerin stratejilerini çözmek, çıkarlarınızı korumak için doğru kararlar almak gerekir. ismi buradan gelir. birçok uygulanma alanı vardır zira hayat bir oyundur. sürekli rekabet ederiz, bazı insanlarla ihtiyacımız varsa müttefik oluruz, bazı insanlarla da rakip oluruz. örneğin sevgilinize mi aşıksınız yoksa sevgilinizin sizde yaşattığı duygulara mı aşıksınız? o duygulara ihtiyacınız olduğu için mi sevgilisiniz acaba? neyse konudan çok sapmayalım.
iki tür modeli vardır:
1-)sıfır toplamlı model: bir tarafın kazancının diğer tarafın kaybına sebep olacak olaylardır. savaşlar buna güzel bir örnektir.
2-) sıfır toplamlı olmayan model: taraflar yine rakiptir ancak iki tarafın da kazanç sağlayacağı denge durumları mevcuttur.
denge bu teori için anahtar kelimedir. oyun teorisi akıl öncülüğünde kazançları maksimumda tutacak denge durumları sağlamaya çalışır. bu denge durumlarından en ünlüsü nash dengesidir. nash dengesi, getirisi en fazla olan stratejiyi yapmaktır. bir örnekle açıklamaya çalışalım. 100 kişilik bir grubumuz var ve herkesin bir sayı tutmasını istedik, maksimum söylenebilecek sayı 100 ve tam sayı söylemek zorundayız. söylenen sayıların ortalamasının 1/2’sine en yakın cevabı veren kişi kazanacak dedik. mesela ortalama 60 olsun, 30’a en yakın cevabı veren kazanacak. şimdi düşünelim. maksimum ortalama 100’dür dolayısıyla akıllıca davranan herkes 50’den fazla bir sayı söylemez. gördüğünüz gibi maksimum ortalama 50’ye düştü. 100 kişinin de zeki olduğunu varsayarsak kimse 25’in üstünde bir sayı söylemez çünkü kimsenin 50’den fazla bir sayı söylemeyeceğini anladık. gördüğünüz gibi her aşamada maksimum ortalama 1/2’sine düşüyor. böyle bir durumda nash dengesi 1 sayısını söylemektir.
başka bir örnek vereyim. ben ve arkadaşım hırsızlık yaparken yakalandık. eğer suçu ona atarsam ve o benim masum olduğumu söylerse tüm suç ona yıkılmış olur ve ben hiç ceza almazken o 5 yıl ceza alır. ikimiz de suçu birbirimize atarsak suç paylaşılır ve ikimiz de 3 yıl ceza yeriz. ikimiz de birbirimizin masum olduğunu söylersek 1’er yıl ceza alırız. şimdi karşı tarafın ne yapacağını göz önünde bulundurarak davranalım. farzedelim ki bizi ispiyonlamış olsun. eğer biz de ispiyonlarsak 3 yıl yiyeceğiz ama ispiyonlamazsak 5 yıl yiyeceğiz. bu durumda suçu ona atmak daha mantıklı. farzedelim ki suçu bize atmamış olsun. eğer biz ispiyonlarsak hiç ceza yemeyeceğiz ispiyonlamazsak 3 yıl ceza yiyeceğiz. gördüğünüz gibi burada da suç atmak daha mantıklı. suç atmak bu durumun nash dengesidir. iki kişinin de zeki olduğu bir durumda 3’er yıl ceza yiyeceğiz.

peki karşıdaki kişi kardeşimizse ne olur? gördüğünüz gibi duygularımız çıkarlarımıza çoğu zaman terstir.
iki tür modeli vardır:
1-)sıfır toplamlı model: bir tarafın kazancının diğer tarafın kaybına sebep olacak olaylardır. savaşlar buna güzel bir örnektir.
2-) sıfır toplamlı olmayan model: taraflar yine rakiptir ancak iki tarafın da kazanç sağlayacağı denge durumları mevcuttur.
denge bu teori için anahtar kelimedir. oyun teorisi akıl öncülüğünde kazançları maksimumda tutacak denge durumları sağlamaya çalışır. bu denge durumlarından en ünlüsü nash dengesidir. nash dengesi, getirisi en fazla olan stratejiyi yapmaktır. bir örnekle açıklamaya çalışalım. 100 kişilik bir grubumuz var ve herkesin bir sayı tutmasını istedik, maksimum söylenebilecek sayı 100 ve tam sayı söylemek zorundayız. söylenen sayıların ortalamasının 1/2’sine en yakın cevabı veren kişi kazanacak dedik. mesela ortalama 60 olsun, 30’a en yakın cevabı veren kazanacak. şimdi düşünelim. maksimum ortalama 100’dür dolayısıyla akıllıca davranan herkes 50’den fazla bir sayı söylemez. gördüğünüz gibi maksimum ortalama 50’ye düştü. 100 kişinin de zeki olduğunu varsayarsak kimse 25’in üstünde bir sayı söylemez çünkü kimsenin 50’den fazla bir sayı söylemeyeceğini anladık. gördüğünüz gibi her aşamada maksimum ortalama 1/2’sine düşüyor. böyle bir durumda nash dengesi 1 sayısını söylemektir.
başka bir örnek vereyim. ben ve arkadaşım hırsızlık yaparken yakalandık. eğer suçu ona atarsam ve o benim masum olduğumu söylerse tüm suç ona yıkılmış olur ve ben hiç ceza almazken o 5 yıl ceza alır. ikimiz de suçu birbirimize atarsak suç paylaşılır ve ikimiz de 3 yıl ceza yeriz. ikimiz de birbirimizin masum olduğunu söylersek 1’er yıl ceza alırız. şimdi karşı tarafın ne yapacağını göz önünde bulundurarak davranalım. farzedelim ki bizi ispiyonlamış olsun. eğer biz de ispiyonlarsak 3 yıl yiyeceğiz ama ispiyonlamazsak 5 yıl yiyeceğiz. bu durumda suçu ona atmak daha mantıklı. farzedelim ki suçu bize atmamış olsun. eğer biz ispiyonlarsak hiç ceza yemeyeceğiz ispiyonlamazsak 3 yıl ceza yiyeceğiz. gördüğünüz gibi burada da suç atmak daha mantıklı. suç atmak bu durumun nash dengesidir. iki kişinin de zeki olduğu bir durumda 3’er yıl ceza yiyeceğiz.

peki karşıdaki kişi kardeşimizse ne olur? gördüğünüz gibi duygularımız çıkarlarımıza çoğu zaman terstir.
devamını gör...
7.
higgs bozonu
varlığı ilk defa peter higgs tarafından 1960’lı yıllarda öne sürülen ancak spininin 0 olması ve çok kararsız olması, hemen bozunması nedeniyle parçacık dedektörleri tarafından bile direkt olarak gözlemlenemeyen, 2010’lu yıllarda varlığı kanıtlanmış, standart model parçacıklarından birisi. kütlesi protonun kütlesinden 133 kat fazladır. elektrik yükü yoktur.
namıdiğer “tanrı parçacığı”. bu ismin hikayesi ise şöyle; bir bilim insanı bu parçacığı doğrudan gözlemleyememesine sinirlenmiş olacak ki bir dergide bu parçacık hakkında “god damn particule” başlığı atmış ancak sansüre takılmış ve editörler tarafından “god particule” şeklinde düzeltilmiş, bu isim de böylece süregelmiş.
önemi ise, enerjiye kütle kazandırması. yanlış bilinen şeylerden biri de evrenin boş olup olmadığıdır. evren boş değildir, higgs alanıyla doludur. enerjiye kütle kazandırmasını da şöyle hayal edebiliriz. ünlü bir insan sokağa çıktığında çevresini insanlar sarar ve onu yavaşlatır. higgs bozonu da enerjiyi yavaşlatarak enerjinin e=mc^2 formülüne göre kütleye dönüşmesini sağlar.
2013 ylında bu keşif için françois englert ve peter higgs’e nobel ödülü verilmiştir.
edit: parçacıkların kütlesi higgs alanıyla ne kadar etkileştiğiyle doğru orantılıdır. fotonun kütlesinin olmamamasının nedeni de higgs alanından etkilenmemesindendir.
namıdiğer “tanrı parçacığı”. bu ismin hikayesi ise şöyle; bir bilim insanı bu parçacığı doğrudan gözlemleyememesine sinirlenmiş olacak ki bir dergide bu parçacık hakkında “god damn particule” başlığı atmış ancak sansüre takılmış ve editörler tarafından “god particule” şeklinde düzeltilmiş, bu isim de böylece süregelmiş.
önemi ise, enerjiye kütle kazandırması. yanlış bilinen şeylerden biri de evrenin boş olup olmadığıdır. evren boş değildir, higgs alanıyla doludur. enerjiye kütle kazandırmasını da şöyle hayal edebiliriz. ünlü bir insan sokağa çıktığında çevresini insanlar sarar ve onu yavaşlatır. higgs bozonu da enerjiyi yavaşlatarak enerjinin e=mc^2 formülüne göre kütleye dönüşmesini sağlar.
2013 ylında bu keşif için françois englert ve peter higgs’e nobel ödülü verilmiştir.
edit: parçacıkların kütlesi higgs alanıyla ne kadar etkileştiğiyle doğru orantılıdır. fotonun kütlesinin olmamamasının nedeni de higgs alanından etkilenmemesindendir.
devamını gör...
8.
doppler etkisi
etrafına dalga yayan bir kaynak ile gözlemciden herhangi birisi hareketliyse gözlenebilecek etkidir. adını bilim insanı ve matematikçi christian andreas doppler’dan alır.
bir ambulansın sesi, ambulans bizden uzaklaştıkça pesleşir değil mi? bunun nedeni; her ne kadar ambulanstan çıkan ses dalgalarının dalga boyu eşit olsa dahi, dalgaların kulağımıza ulaşma süresi arttığı için, kulağımız birim zamanda daha az ses dalgasına maruz kaldığı için, dalga boyunu artmış frekansını azalmış gibi hissederiz dolayısıyla da ses giderek pesleşir. işte doppler etkisi budur.
bunu elektromanyetik dalgalarda gözlemek de mümkün. örneğin bir yıldız bizden uzaklaştıkça ışık spektrumu kırmızıya kayar çünkü yukarıda da anlattığım gibi kaynak bizden uzaklaştıkça biz, dalgaların dalga boylarını olduğundan daha büyük algılarız ve kırmızı ışık görünür ışıkların içerisinde dalga boyu en büyük olan renktir. dolayısıyla da yıldızın ışık tayfı kırmızıya kayar.
peki bunun bize kazandırdığı ne? evrenin genişlediğini ilk olarak böyle anladık. hubble amca teleskopuyla hangi yıldıza baksa ışık spektrumunun kırmızıya kaydığını görmüş ve neredeyse tüm yıldızların bizden uzaklaştığını anlamış, bunu da evrenin genişlemesi gerektiğine yormuş. tabi şu anki bilgilerimiz dahilinde yıldızların değil galaksilerin hatta daha da doğrusu galaksi kümelerinin birbirinden uzaklaştığını biliyoruz. bunu kafamızda daha rahat canlandırmamız için evreni bir balon gibi hayal edelim ve kalemle birkaç nokta işaretleyelim, balonu şişirirsek tüm noktalar birbirinden uzaklaşır. işte evrenimizi basitçe böyle simüle edebiliriz.
bir ambulansın sesi, ambulans bizden uzaklaştıkça pesleşir değil mi? bunun nedeni; her ne kadar ambulanstan çıkan ses dalgalarının dalga boyu eşit olsa dahi, dalgaların kulağımıza ulaşma süresi arttığı için, kulağımız birim zamanda daha az ses dalgasına maruz kaldığı için, dalga boyunu artmış frekansını azalmış gibi hissederiz dolayısıyla da ses giderek pesleşir. işte doppler etkisi budur.
bunu elektromanyetik dalgalarda gözlemek de mümkün. örneğin bir yıldız bizden uzaklaştıkça ışık spektrumu kırmızıya kayar çünkü yukarıda da anlattığım gibi kaynak bizden uzaklaştıkça biz, dalgaların dalga boylarını olduğundan daha büyük algılarız ve kırmızı ışık görünür ışıkların içerisinde dalga boyu en büyük olan renktir. dolayısıyla da yıldızın ışık tayfı kırmızıya kayar.
peki bunun bize kazandırdığı ne? evrenin genişlediğini ilk olarak böyle anladık. hubble amca teleskopuyla hangi yıldıza baksa ışık spektrumunun kırmızıya kaydığını görmüş ve neredeyse tüm yıldızların bizden uzaklaştığını anlamış, bunu da evrenin genişlemesi gerektiğine yormuş. tabi şu anki bilgilerimiz dahilinde yıldızların değil galaksilerin hatta daha da doğrusu galaksi kümelerinin birbirinden uzaklaştığını biliyoruz. bunu kafamızda daha rahat canlandırmamız için evreni bir balon gibi hayal edelim ve kalemle birkaç nokta işaretleyelim, balonu şişirirsek tüm noktalar birbirinden uzaklaşır. işte evrenimizi basitçe böyle simüle edebiliriz.
devamını gör...
9.
sisifos söyleni
albert camus’un yazdığı, 2. dünya savaşı ortasında yayımlanan, ismini bir antik yunan mitolojisinden alan, absürdizmi iliklerinize kadar hissettiren, yaşamın anlamını ve intihar eylemini sorgulayan bir deneme. mutlaka okunması gerekilenlerden.
sisifos mitine göre ölümlülerin en bilgesi sisifos, tanrıları kızdırır ve tanrılar sisifosa ceza olarak büyükçe bir kayayı bir dağın tepesine çıkarmayı verirler. ancak bu dağ öyle bir dağdır ki kaya tepede durmaz ve sisifos kayayı her çıkardığında geldiği gibi geri yuvarlanır. camus bu denemesinde sisifosu insanlara benzetir. sonuçta insanlar da öleceğini bildiği halde dünya için çabalamaz mı? absürdizmin fikri de buradan çıkar. öleceğimizi bile bile yaşamak, dünyaya kalıcı hiçbir etki bırakamayacağımızın farkında olmak ancak buna rağmen çabalamak insan hayatındaki en absürt durumdur. ancak camus’a göre insan sisifos’tan daha büyük bir cezaya çarptırılmıştır çünkü sisifos yaşama amacı olan hatta yaşama amacını elleriyle tutabilen gözleriyle görebilen bir ölümlüyken insanlar anlamsız bir yaşam sürmektedir. kısacası hayata bir bakış atmak için okunmasını tavsiye ettiğim denemedir efenim.
sisifos mitine göre ölümlülerin en bilgesi sisifos, tanrıları kızdırır ve tanrılar sisifosa ceza olarak büyükçe bir kayayı bir dağın tepesine çıkarmayı verirler. ancak bu dağ öyle bir dağdır ki kaya tepede durmaz ve sisifos kayayı her çıkardığında geldiği gibi geri yuvarlanır. camus bu denemesinde sisifosu insanlara benzetir. sonuçta insanlar da öleceğini bildiği halde dünya için çabalamaz mı? absürdizmin fikri de buradan çıkar. öleceğimizi bile bile yaşamak, dünyaya kalıcı hiçbir etki bırakamayacağımızın farkında olmak ancak buna rağmen çabalamak insan hayatındaki en absürt durumdur. ancak camus’a göre insan sisifos’tan daha büyük bir cezaya çarptırılmıştır çünkü sisifos yaşama amacı olan hatta yaşama amacını elleriyle tutabilen gözleriyle görebilen bir ölümlüyken insanlar anlamsız bir yaşam sürmektedir. kısacası hayata bir bakış atmak için okunmasını tavsiye ettiğim denemedir efenim.
devamını gör...