klm yazar profili

klm kapak fotoğrafı
klm profil fotoğrafı
rozet
karma: 3108 tanım: 111 başlık: 15 takipçi: 4

son tanımları


ruminatif düşünce

hepimizin zaman zaman deneyimlediği ve başa çıkmakta zorlandığı bir durum. ancak bu düşüncelerin üzerinde durmak, onları bir süreliğine durdurmayı öğrenmek, bir anlamda zihnimizdeki kalabalığı hafifletir. zihnimizde takılı kalan her düşünce, bir yere varmaz, bizi sadece bir kısır döngüye sokar. bir süre sonra ne geçmişi değiştirebiliriz, ne de geleceği tahmin edebiliriz. şu anı yaşamak, düşüncelerimizi kontrol altına almak, bunlarla barış yapmak, hayatı daha verimli bir şekilde devam ettirmemize yardımcı olabilir.

her şeyin bir yeri, zamanı vardır. geçmişin hataları üzerinde durmak ya da geleceğe dair belirsizliklerden kaygı duymak, bu anı yaşama yeteneğimizi engeller. ama bu düşüncelerle barışmak, onlara takılmamak da tam olarak bir beceri gerektirir. kendimize, "bunu şimdi düşünmeme gerek yok. bu düşünceler beni bir yere götürmüyor, sadece daha fazla kaygıya sebep oluyor," diyebilmek, özgürlüğün ilk adımı olabilir. bunu yapmak belki ilk başta zor, ama zamanla bir alışkanlık haline gelir.

önemli olan, geçmişteki hatalarımızı kabullenip, gelecekte yapabileceklerimiz üzerine kaygı duymadan bu anı tam anlamıyla yaşayabilmektir. çünkü bir düşünce bizi sürekli geriye çekip duruyorsa, aslında o düşünceyi değiştirme gücümüz de var. bir kere bu farkındalığı kazanmak, biraz rahatlamamıza ve zihinsel sağlığımızı korumamıza yardımcı olur.

zihnimiz bazen çok karmaşık olabilir, ancak basit şeyler de bu karmaşayı hafifletebilir. bir yürüyüş yapmak, sevdiğimiz bir şarkıyı dinlemek ya da sadece birkaç dakika sessiz kalıp derin bir nefes almak bile zihni toparlamaya yardımcı olabilir. zihinsel rahatlama, daha huzurlu bir zihin hali yaratır ve dolayısıyla daha sağlıklı düşüncelerle daha verimli bir hayat sürebiliriz.
devamını gör...

telefonun psikolojik etkileri

telefonların psikolojik etkileri çoğu zaman göz ardı ediliyor ama farkında olmadan, bir şekilde hayatımıza gizlice sızıyorlar. hepimiz, o telefonsuz kaldığında panikleyen insanları gördük, hatta belki birçoğumuz da o insanlardan biriyiz. biz zaten amacı gereği kullanırsak faydalı olacağını biliyoruz fakat ben olumsuz kısımlardan bahsedeceğim.

nomofobi; telefonu cebinde olmadığı an başına bir şey gelmiş gibi hisseden insanlar. "mesela telefonun şarjı bitti diye dünyası başına yıkılacak tipler, come on! " günümüz insanı işte böyle bir durumda! 2019’da yapılan bir araştırma gösteriyor ki, insanların %70'i telefon bağımlılığının farkında. yani, biz bunları yaşıyoruz ama duygusal olarak etkilenmiyoruz kesinlikle öyle bir şey yok, değil mi?

hayalet titreşim sendromu, işte bu da ayrı bir dert. telefon titremediği halde, cebinize dokunduğunuzda bir kıpraşma hissediyorsunuz. valla, beynimiz resmen telefonun penceresinden dünyayı görmeye alışmış. 2020’de yapılan bir araştırmaya göre, kullanıcıların %90'nı bu durumu deneyimlemiş. yani bir bakıma beynimiz, telefonu farkında olmadan sürekli "kontrol edilen bir hayvana" dönüştürmüş. çoğumuz bunu espriyle karşılasak da, gerçekte sürekli alarmda olmamız demek, zihinsel yükün artması demek. mental yorgunluğumuz çok arkadaşlar!

sosyal medya bağımlılığı meselesi ise bomba, hani o bildirimleri gördüğünüzde hemen bakma dürtüsü… çoğumuz bir şekilde "oroyinman" hale geldik ama kimse bunu kabul etmiyor. 2021’de yapılan bir araştırmada sosyal medya kullanıcılarının %70'i bildirimlere hemen göz attıklarını söylüyor. yani farkında olmadan sürekli bağlanma ihtiyacı duyuyoruz. ne zaman rahatlayacağız? hiçbirimiz bilmiyoruz.

telefonlar hayatı kolaylaştırıyor eyvallah, tamam ama bir noktada o kolaylık, farkında olmadan psikolojik bir yük halini alabiliyor. sadece birkaç adım geri atıp dijital dünyadan uzaklaşmak, belki de sadece 5 dakika sakinleşmek hepimizin ihtiyacı olan tek şey. telefon, teknoloji ve internet asla durmayan şeyler, ama biz durup biraz nefes alırsak oto-kontrolü tekrardan ele alabiliriz.
devamını gör...

erdoğanın kanal istanbul açılış metni

sevgili plebler,

kanal istanbul… ah, kanal istanbul! sizin ağzınızda bir "ama" var ama ben sizi çok iyi anlıyorum. "boğazda gemi trafiği var, efendim!" diye dert yananlar var. ama siz hala boğaz’la uğraşırken biz ikinci bir boğaz yapıyoruz. hem de ne boğaz! kendi kanalınızda gemiler geçecek, etrafına lüks çok katlı millet bahçeleri* yapacağız. siz de bunları izlerken bir de "keşke ben de yapabilsem" diye kıskanacaksınız. ama o kadar üzülmeyin, hiç değilse biz yapıyoruz... yaparsak biz yaparız...

bu kadarı kafi diye düşünüyorum.
devamını gör...

güne bir şarkı bırak

modern talking - brother louie
devamını gör...

sözlük yazarlarının nicklerinin anlamı

kalem, kilim, kelam, hollanda kraliyet hava yolları ne derseniz o olur.
devamını gör...

insanı suça iten toplum mudur kendisi midir sorunsalı

birinin suç işlemesi durumunda çoğu zaman "toplumun suçu!" denilebilir. çünkü toplumun dayattığı kalıplar, beklentiler ve kurallar, insana baskı yapabilir. ama gerçekten suçu sadece toplum mu yaratır? yoksa, bir noktada her birey kendi seçimlerini yaparken sorumluluğu da kendisi mi alır?

bir kişi zorlu şartlar altında büyüyebilir, kötü bir çevrede olabilir ama suç işlemeyi seçmek, tamamen onun kararıdır. şartlar ne kadar zor olursa olsun, suç işlemek son noktayı koyan bir tercihtir. örneğin bir soyguncuya bakarsak, belki ailesi ona yeterince ilgi göstermemiştir, toplum ona fırsat sunmamıştır. ancak sonunda o kişi, hırsızlık yapmayı seçti. toplumun etkisi var ama karar o kişinin.

toplum elbette bir etken, ancak nihayetinde seçim bizimdir. toplum yönlendirebilir ama adımı atan biziz. suçu toplumun üzerine atmak kolay, ancak o adımı atan kişinin kim olduğunu da sorgulamalıyız.
devamını gör...

tarikatlar

tarikatlar, tarih boyunca insanların manevi arayışlarını karşılamak için ortaya çıkmış yapılardır. kimileri gerçekten topluma faydalı işlere imza atmış olsa da, bazıları ciddi anlamda tehlikeli olabiliyor. işin gerçeği şu ki, tarikatlar bazen insanları manipüle etmek, izole etmek ve radikalleştirmek için kullanılıyor.

bu konuyu biraz daha derinlemesine inceleyelip örneklendirirsek;

bazı tarikatlarda lider, neredeyse tanrı seviyesine çıkarılıyor ve o kişi ne derse doğru kabul ediliyor. bu da üyelerin kendi akıllarını kullanmalarını engelliyor. mesela jim jones'un halk tapınağı. adamın mutlak otoritesi, 900'den fazla kişinin toplu intiharına yol açtı. düşündüğümüz zaman sadece bir adamın sözüyle insanların hayatlarını sonlandırmaları, gerçekten korkunç. ulan önce insanları evlerinden uzaklaştır sonra da siyanürlü üzüm hoşafını zorla içererek kendilerini öldürmeye zorla.

daha da ileri gidip, üyelerini toplumdan tamamen soyutlayan tarikatlar da var. bunlar, insanları ailelerinden ve arkadaşlarından koparıp sadece tarikatın içinde tutuyor. böylece dış dünyadaki fikirlerden uzaklaşıyorlar ve sadece liderin görüşünü doğru kabul ediyorlar. buna en güzel örnek aum shinrikyo. üyelerini izole edip, radikal bir şekilde kendi görüşlerini dayatarak, 1995'te tokyo metrosuna sarin(sinir) gazı saldılar.

tarikatlar bazen sadece manevi değil, maddi açıdan da sömürüyebilir. üyelerinden ciddi paralar alabilirler. scientology bunun en popüler örneklerinden biri. insanların paralarını alıp, onları çeşitli seanslar ve hizmetler için zorlayarak zenginleşen bir yapı kuruyorlar. üyeler, ödedikleri paralarla maddi olarak tükeniyorlar ama liderlerini "aman padişahım, sen itibardan tasarruf etme, audiler senin köpeğin olsun diyerek" zenginleştiriyorlar.

duygusal manipülasyon da cabası. tarikatlar, üyelerini sürekli suçlu hissettirerek ve korkutarak onları kontrol altında tutabiliyor. osho tarikatı buna örnektir. burada, insanlar sürekli olarak liderin onayını almak zorunda hissediliyordu. her duygusal zaaf, liderin menfaatine dönüştürülüyordu.

tabii işin daha karanlık tarafları da var. bazı tarikatlar, şiddet içeren eylemlere girebiliyor. waco katliamı mesela. david koresh ve branch davidian tarikatı, polisle çatışmaya girdi ve çok sayıda ölüm yaşandı. koresh’in üyelerine yaptığı psikolojik baskılar ve şiddet ideolojisi, tüm bu olayı tetikleyen unsurlardan biriydi.

bu kadar tehlikeli yapılarla karşı karşıya kalınca, insanlar bir tarikata katılmadan önce ciddi bir araştırma yapmalı. liderin kim olduğu, tarikatın nasıl işlediği, maddi durumunun ne olduğu ve üyeleriyle olan ilişkileri önemli faktörler. diğer üyelerin deneyimlerini dinlemek de bir fikir verebilir.

ez cümle, her tarikat böyle değil. bazıları gerçekten insanlar için faydalı olabilir, manevi destek sunabilir. ama her zaman dikkatli olmak gerek, çünkü bazıları uzun menzil de tehlikeli olabiliyor. her bireyin kendi inançlarını seçme hakkı var, ama buna saygı gösterirken sağduyulu olmak da önemli.
devamını gör...

princess mononoke

hayao miyazaki'nin imzasını taşıyan ve 1997'de yayımlanan bir anime klasiği. bu film, sadece görsel bir keyif sunmakla kalmıyor; aynı zamanda doğayla insan arasındaki derin çatışmayı, orman ruhlarının çığlıkları ile madencilerin hırsı arasında sıkışıp kalan dünyaları gözler önüne sermektedir. bu anime, insanlık ve doğa arasındaki ilişkileri ele alırken, izleyiciye pek çok felsefi soru da sordurmuyor değil.


hikaye, ashitaka adlı bir prensin, lanetli bir yaban domuzu tarafından yaralanmasıyla başlar. bu lanet, ashitaka'yı hem fiziksel hem de ruhsal olarak etkiler. bu lanetin kaynağını bulma umuduyla çıktığı yolculuk, onu orman ruhları ve madenciler arasındaki amansız bir savaşa sürükler. ashitaka, bir yandan kendi iyileşmesi için mücadele ederken, diğer yandan bu iki dünyanın çatışmasında denge arayışına girer


filmdeki karakterler, her biri farklı bir dünyayı temsil ediyor. prenses mononoke (san), doğanın öfkesini ve savunmasını simgeler. ashitaka ise, insanların ve doğanın arasındaki dengeyi bulmaya çalışan, insani değerlerden taviz vermeyen bir figürdür. leydi eboshi ise madencilerin lideridir ve sert, kararlı hükümet gibi bir kadındır. ama onun da amacı, kendi halkını korumak olduğu için bu şekilde davranması gayet normal. yani, hepsinin birbirinin zıttı olması animeyi biraz derinleştiriyor.

iyi bir anime sever, bu tarz cıvıl cıvıl renkleri olan animelerde studio ghibli'nin dokunuşlarını metrelerce uzaktan anlayabilir.
ormanın canlı renkleri, orman ruhlarının büyüleyici tasvirleri ve miyazaki'nin hayal gücünün yansıması bu animede hayat buluyor. joe hisaishi'nin müzikleri, filmin atmosferini güçlendiriyor ve duygusal yoğunluğu artırıyor. müzikler, filmin temasını öyle güçlü bir şekilde yansıtıyor ki, izlerken içindeki hüzün ve umut arasında gidip gelmemek elde değil.

fakat bu animenin en beğenmediğim ve eleştirdiğim kısımları ise hem çok karmaşık yapıya sahip olması (izleyenlerin takip etmesini güç kılıyor) hem de şiddet sahnelerinin fazlalığı, hassas bünyeler ve çocuklar için rahatsız edici olabiliyor. ayrıca filmin sonunda tatmin edicilik yok, kesin çözüme kavuşmayan sorular ve bu soruların ucu açık olması final sahnesini biraz tatminsiz bırakmış...

neyse, buna rağmen doğanın güzelliğini, insan hırsını, aşkı ve fedakarlığı tek bir noktada izlemek istiyorsanız sizin için izlemeye değer derim.
devamını gör...

neoconservatism

yeni muhafazakarlık, aslında 20. yüzyılın ortalarında abd'de kendini göstermeye başlayan bir siyasi akımı ifade ediyor. başlangıcı, 1960'larda sol eğilimli bazı entelektüellerin, özellikle de eski troçkistlerin, demokrat parti'nin politikalarına duyduğu hayal kırıklığına dayanıyor. bu kişiler zamanla, özellikle güç odaklı bir dış politika, serbest piyasa ekonomisi ve geleneksel değerlere olan güçlü bir bağlılık ile şekillenen bir ideoloji geliştirdiler.

bunlar, aslında çoğu zaman devletin küresel ölçekteki rolünü ve gücünü pekiştirme peşindedirler. dış politikada oldukça müdahaleci bir yaklaşımı savunarak, abd'nin dünya liderliğini güçlendirmeyi hedeflerler. özellikle george w. bush döneminde, 2003’teki ırak savaşı gibi tartışmalı politikaların en güçlü savunucuları olmuşlardır. genellikle ulusal güvenliği sağlamak için askeri müdahaleleri ve dünya çapında aktif bir amerikan dış politikası izlemeyi savunmuşlardır. ancak, bu düşünce tarzı zamanla, özellikle dış politikadaki agresif tutumları nedeniyle, sert eleştiriler de almıştır.

bugün hala, neocon düşüncesi amerikan siyasetinin önemli bir parçası olarak kalmaya devam ediyor. ancak, pek çok kişi bu akımın uzun vadeli etkilerini, hem amerika içindeki toplumsal yapıyı hem de dünya genelindeki ilişkileri nasıl şekillendirdiğini tartışmaya devam ediyor.
devamını gör...

bir samuray kılıcında yazması gerekenler

yahşi günde yar yahşidir yaman günde yetiş gardaş
devamını gör...

megalomani

internet çağının getirdiği en büyük nimetlerden biri, her kafadan bir sesin çıkması, herkesin her platformda düşüncelerini özgürce savunabilmesi. ama tabii ki, bu da megalomanların ortaya çıkması için bulunmaz fırsatlar sunuyor. gerçek hayatta kimseye bakmayan, belki de çamaşır makinesinin sesinden bile daha fazla duyulmayan insanlar, sanal dünyada birden bire kimse beni anlamıyor ama ben çok önemli biriyim havasına bürünüyor.

gerçek dünyada, ya da diyelim ki okulda ya da iş yerinde neden hep ben bu kadar zorlanıyorum? diyen biri, internette bir bakıyorsun, "başarısızlığa dair yazılmış tek kitapta benim adım var ama neyse ki zenginim ve güçlü bir liderim" tarzında bir kişiliğe bürünmüş. yani, bir nevi sanal dünyada, herkesin "muhammed ali gibiyim, tüm zorlukları tek yumrukla nakavt ederim şeklinde" hikayelerini anlatmasına olanak tanıyoruz.

tabii, megalomanlar bu sahte kimliklerine o kadar bağlanıyorlar ki, gerçek ile kurgu arasındaki sınırları bir süre sonra kendileri de kaybediyorlar. bu tipler, sadece kendilerini övmekle kalmayıp, başkalarına da dik dik bakıp, sahip oldukları hayatın ne kadar harika olduğunu anlatmaya başlarlar. eleştiri mi? pfff! onlar sadece her zaman haklı olduklarını düşünürler. ya da belki de, içlerinde derin bir boşluk vardır, kim bilir? bu boşluğu başkalarını küçümseyerek doldurmaya çalışıyorlardır; ama onlara göre, aslında bu, düşünce derinliğinin ta kendisidir.

sonuç? sosyal ilişkiler biter, yalnızlık başlar, psikolojik sorunlar artar. ama merak etmeyin, onlar hala başarılarının tadını çıkarırlar. belki de tek istedikleri, gerçekten sevilmekti. ama ne yazık ki, bunun yerine boş bir egoya, sanal alkışlara ve sıkça duydukları "yalnızım ama hep haklıyım" felsefesine saplanıp kalmışlardır. ve işte böylece, sanal dünyanın yüce maskaraları olarak yaşamlarına devam ederler, kimse onları ciddiye almasalar da…
devamını gör...

panslavizm

hadi gel, bir olalım, güçlerimizi birleştirelim, birlikte her şeyi başarırız! sözleri, aslında "benim daha fazla toprak kazanmam için seni serbest bırakıyorum" anlamına gelebilir. başlangıçta özgürlük vadedenler, bir anda "tamam, özgürsün ama bana şu kadar toprak lazım şekerim" diyerek, siz daha ne olduğunu anlamadan işin rengini değiştiriyorlar. sonuçta, özgürlük mü, güç birliği mi derken, asıl mesele "bu durum benim işime nasıl gelir?" oluyor.

birlik çağrıları yapılırken, etrafta sadece "kan benim, damar benim! istediğime veririm, heil katerina" sesi yükseliyor; rusya'nın haritası birdenbire genişliyor. işte tam burada, panslavizm figüranlarının sahneye çıkmasıyla "birlik"lerin aslında rusya'nın çıkarlarını güçlendirmek için kurulmuş bir tuzağa dönüştüğünü anlıyoruz. yani bu birliktelikler, "siz kimseye aman bir şey söylemeyin ben bunları sövüşlerim, ellerindeki tası, tarağı hatta tüm topraklarını alırım" tarzı bir gizli anlaşma. eğlenceli bir buluşma yerine, bir arkadaşlık komedisi yaşanıyormuş gibi; bu birlikteliklerde hangi fotoğrafı çektiğimizden çok, kimin fotoğrafta kalacağı önemli hale geliyor. neticede "birleşmek" değil, "benim çıkarlarım, senin özgürlüğünden önce gelir" zihniyeti öne çıkıyor; gerisi laf kalabalığı!

grup olalım cümlesinin tatlılığı, sanki bir reklamın ortasında canlanan bir film sahnesi gibi. ekranın önünde otururken, "özgürleşelim, birlikte yeni bir dünya kuralım!(tarkan'ın hazır kart reklamındaki gibi özgürlük içimizde yaman kız!" dediklerini duyuyorsun. ancak gerçeklik, o sahnenin tamamlanmamış olmasıyla yüzleşmekte gizli. "gel, bir olalım... tek millet. tek bayrak. tek vatan.. (anlayana)*" diyorlar ama arka planda rus çarı'nın çıkarları dönerken, bu özgürlük vaatleri kayboluyor. seni varlıklı yaparım diye bir şeyler veriyorlar; ama sonra cüzdanın boş, hayallerin de yıkılıyor. sonuçta, şık bir oyun ama seninle alakası yok!

birlik adıyla sunulan bu durum, aslında rusya'nın çıkarlarını güçlendiren bir oyun. panslavizm, adeta “kimseye anlatma ama ben tüm bu topraklara sahip olacağım” havasında. yani mesele bir araya gelmek değil, “benim çıkarlarım senin özgürlüğünden önce gelir” mantığına dayanıyor; geri kalan kısım ise kelamı fuzuli. bu ironik durum, sanki bir tiyatro oyununu izliyormuşuz gibi, sahnede herkes bir araya gelirken arka planda kimin ne yapacağı üzerine planlar yapılıyor. özgürlük ve birlik için yapılan tüm konuşmalar, aslında bu büyük gösterinin arka planındaki gerçek yüzü gizlemekten başka bir işe yaramıyor.
devamını gör...

osmanlı döneminde sözlük olsaydı alınabilecek nickler

kapitülasyonlar.*
devamını gör...

chuck

chuck dizisi, bir teknoloji mağazasında çalışan geek chuck bartowski’nin hayatının bir anda altüst olmasını konu alıyor. çocuk gibi bir adam, bir gün yanlışlıkla cia’in bilgisayarına bağlanıyor ve beynine tüm devlet sırları yükleniyor. şimdi, burada başta bir "neden?" sorusu gelmesi lazım. yani, cia bir bilgisayar tamircisine nasıl güvenip bütün devlet sırlarını yükler? ama neyse, diziye göre chuck birden süper casus oluveriyor, tıpkı sıradan bir adamın çamaşır sepetiyle süper kahraman olacağı gibi. ne kadar absürt olursa olsun, hikayenin amacı izleyiciyi eğlendirmek.

tabii dizinin yapısı da biraz yerleşik klişelere dayanıyor. sarah walker, gizli ajan kızımız, doğal olarak chuck’a aşık oluyor. çünkü gizli ajanlar genelde ya soğuk, mesafeli olur ya da bir anda aşık olur, başka seçenek yok. dizinin izleyeni de zaten bu klişeleri bekliyor, yoksa neye gülecek? ama gerçekten chuck, bir yazılımcı, bir casus olamaz. ve bu durum, diziyi izlerken insanın bazen televizyonu kapatıp gitmesine sebebiyet veriyor.

öte yandan john casey var namı değer adam baldwin, yahu bu adam sürekli neden sinirli, aksi, nalet karakterini canlandıran ve hep kaybeden bir cia ajanı oluyor? adam chuck’ı neredeyse her bölümde "dostum, senin sorunun nedir?" diye tersliyor ama yine de başına bir şey gelmiyor. gerçekten, senin gibi bir cia ajanı neden bu kadar beceriksiz olur? o kadar sinirli olmanın da bir anlamı yok, sonuçta hep aynı tas aynı hamam. alt tarafı bir ajansın.!

dizi, aksiyon var diyor ama bir yandan da aksiyon diye gösterilen şey, aslında çok abartılı. her bölümde patlamalar, kovalama sahneleri, silahlar falan var ama çok fazla abartı var. gta oynuyor gibi hissediyorsunuz. yani chuck bir saniye içinde her şeyi çözebiliyor ve her şey o kadar kolay ilerliyor ki, izlerken bir noktadan sonra "easy peasy lemon squeezy" diyorsunuz. bir taraftan da "ne kadar saçma, o kadar eğlenceli" bir hal alıyor. dizi gerçekten baştan sona absürt bir komedi ve aksiyon karışımı. ama işte, bu kadar saçma bir dizi izlerken bir şeylere bağlanıp, izlemeye devam ediyorsunuz.
devamını gör...

fermi paradoksu

milyarlarca yıldız, milyarlarca gezegen… ve biz? küçücük bir gezegende, devasa evrende tek başımıza. fermi paradoksu tam da burada devreye giriyor. o kadar çok gezegen var, o kadar çok potansiyel yaşam barındırabilecek yer, ama hala uzaylılarla tanışamadık. bu işte bir gariplik var!

aslında birkaç farklı olasılık var. bir tanesi, evrimsel bir engel olan "büyük filtre" teorisi. yani, yaşam her zaman başarılı olamayabiliyor. belki de diğer uygarlıklar bir şekilde yok oldular ya da çok ileri gittikleri için kendi kendilerini yok ettiler. bu uygarlıkların bu filtreden geçemediği kesin ve evrenin elindeki en büyük silah olan savaşlar, doğal afetler, ya da başka bir şey yüzünden yok olup gittiler. bizim bile bu hayatta kalmamız şu an için mucize gibi geliyor.

diğer bir ihtimal ise şu ki, belki de biz uzaylıları hiç doğru şekilde anlayamıyoruz. evren bizim yabancı olduğumuz ya da hala idrak edemediğimiz bir dilde konuşuyor olabilir. şu anda tüm bu sessizliği bir "hiçbir şey yok" olarak yorumluyoruz, ama belki de bizim anlamadığımız bir şeyler var. kafamız basmıyor, olabilir.

tabii ki bunlar sadece teoriler. ama bu teoriler, bizi aslında bir adım daha ileri götürüyor. evrenin derinliklerine inmeye devam etmemiz gerektiğini gösteriyor. eğer bir cevap varsa, o cevap hala sessizlikte, başka bir dilde bekliyor olabilir.

kim bilir, belki bir gün evrende yalnız olmadığımızı öğreneceğiz. o gün geldiğinde, her şeyin nasıl olması gerektiğini daha iyi anlayacağız. ama o noktaya ulaşmak için, gözümüzü, kulağımızı açık tutmamız gerek.
devamını gör...

müzik ruhun gıdasıdır

müzik ruhun gıdasıdır, tamam da, hangi müzik? hani şimdi arabesk açıp da ruhumuza dert yüklemeye de gerek yok, değil mi? ama şunu da kabul edelim, müzik gerçekten de hayatımızın soundtrack'i gibi bir şey. doğduğumuz andan itibaren bir melodi, bir ritim dönüp duruyor etrafımızda. bazen ninni, bazen düğün şarkısı, bazen de cenaze marşı. hayatın inişleri, çıkışları var, ama bir şekilde müzik hep bizimle.

müzik bir terapi. stresli misin? aç bir şarkı, bir bak nasıl rahatlıyorsun. sinirlerin mi bozuk? klasik müzik aç, birader, adamı yatıştırıyor. depresyonda mısın? neşeli bir şarkı aç, belki azıcık umut verir. hani öyle basit bir şey değil. duygularımızı yansıtmakla kalmıyor, onları onarıyor da. müzik dinlemek bağışıklık sistemini de güçlendiriyor. yani müzik dinlemek hem ruhu, hem de vücudu besliyor. bilimsel olarak bile kanıtlanmış daha ne istiyorsunuz vicdansızlar!

yani bizim ülkemizde topluca bir şeyler yapılmasına karşı çıkılsa da topluluk olarak müzik dinlemekte kitleleri hem birleştiriyor* hem de sosyalleştiriyor. bir düşünün, festivalde ya da konserde binlerce insanın aynı şarkıya eşlik etmesi, o birlik duygusu, o enerji… o an insanın içinde bir şeyler değişiyor. müzik, insanlar arasında o kadar güçlü bir bağ kuruyor ki, bir yanda müzikle eğlenirken bir yanda kültürler birbirine yakınlaşıyor. hatta bazen, bir şarkı bir dönemin simgesi haline geliyor.* herkes o şarkıyı duyduğunda, "ulan! biz bu dönemi nasıl atlattık." diye hatırlıyor. müzik, sadece kişisel bir deneyim olmamakla birlikte, bugünü değil, geçmişi ve geleceği de bağlayan, dünya çapında bir şey. *

bir de herkesin müzik zevki farklı. kimi pop sever, kimi rock, kimi caz, kimisi de halk müziği. önemli olan, o müziğin seni nasıl hissettirdiği. eğer seni mutlu ediyorsa, seni enerjik yapıyorsa, seni düşünmeye sevk ediyorsa, o zaman işte o müzik senin müziğindir. müzik evrensel bir dil, ama her insan için farklı anlamlar taşıyor.
devamını gör...

it (film)

stephen king’in it (o) kitabından uyarlanan doğaüstü korku filmi. 2017 ve 2019'da vizyona giren bu film, korkunun yanı sıra dostluk, büyüme ve travma gibi temaları da işliyor. yani sadece bir palyaço görmekle yetinmiyorsunuz, veletlerin yaşadığı zorluklar da sizleri etkiliyor.

filmin ilgi çekici yanlarından bazılar, losers club diye bilinen grup, kendi sıkıntılarıyla mücadele eden ama birbirlerine tutunan bir ekip. bu arkadaşlık içten ve doğal, izlerken samimiyetleri gerçekten hissettiriyor. çocuk oyuncular da bu duyguyu güzel bir şekilde yansıtıyor. özellikle finn wolfhard, stranger things’teki rolünden tanıdık, burada da gayet başarılı. ama bazen sanki fazlasıyla ön plana çıkmış gibi hissediyorsunuz. yine de, performansı fena değil.

film, sürekli zıplatarak korkutmak yerine, gerilimi yavaşça inşa ediyor. pennywise karakteri, bill skarsgard’ın başarılı performansıyla rahatsız edici görüntüleri ortaya çıkartıyor. görsel olarak çok etkileyici, ama asıl korku, karakterlerin iç dünyasında gizli. film, basit şoklardan ziyade, izleyiciyi sürekli gergin tutuyor.

tabii, her filmin olduğu gibi it’in de eksikleri var. mesela, film biraz uzun. özellikle ikinci bölümde, bazı sahneler dejavu hissi yaratıyor. görsel efektler de zaman zaman fazla kaçmış, bazı sahnelerde "bunu neden böyle yaptılar?" diye düşünebilirsiniz. ama yine de, bunlar çok büyük engeller değil ve film genel olarak izlenebilir.
devamını gör...

güne bir şarkı bırak

can't take my eyes off you
devamını gör...

adminle birlikte tüm erkek yazarların uçurulması gerekliliği

please, fasten your seat belts during the flight. *
devamını gör...

sözlük yazarlarının her telden futbol paylaşımları

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim