provenza yazar profili

provenza kapak fotoğrafı
provenza profil fotoğrafı
rozet
karma: 719 tanım: 12 başlık: 0 takipçi: 4
hey there i am using whatsapp

son tanımları


vladimir lenin

peşin not: bu tanımı yazdım ancak komunist veya sosyalist bir görüşe sahip değilim. tanımın içerisinde kullandığım dil sizi yanıltmasın.

vladimir ilyiç ulyanov. sovyet sosyalist cumhuriyetler birliği'nin öncüsü, sovyet federatif cumhuriyetler birliği'nin kurucusu, ekim devrimi kahramanı ünlü sosyalist devlet adamı. daha sonra komunist olarak nitelemiştir.

"lenin" soyadını alışı hakkında birçok iddia vardır. bunlardan en bilindik olanı 1912 yılında sibirya'da lena nehri'nin yanında öldürülen işçileri görüp, onların anısına bu soyadı kullanması. bazen de devrim'in başlangıç yeri lena ırmağı olarak kabul edildiğinden (aslında leningrad'tır,(st. petersburg) fakat biraz sembolik bir olay bu) lenin soyadını almıştır denir.
fakat gerçek şu ki lenin bu soyadı bu olaylardan önce de kullanmıştır. 1900 yılında sibirya'da sürgünden döndüğünde 1901 yılında acilen yurtdışına çıkmak ister. fakat pasaportu yoktur. bunun üzerine devlet müşaviri n. lenin'in oğlu o. lenin gizlice babasının pasaportu vladimir ilyiç'e verir ve lenin bu pasaportla yurtdışına çıkar. daha sonra adının başındaki "n" ibaresini kaldırır ve lenin olarak kalır.

lenin 22 nisan 1870'de simbirsk'te doğdu. simbirsk'in adı daha sonra onun hatırasına ulyanovsk olarak değiştirildi. sovyetler yıkıldığında tıpkı leningrad'ın adının yeniden st. petersburg yapılması gibi, ulyanovsk'un adının da simbirsk yapılmasına karar verildi. fakat ulyanovsk halkının verdiği büyük tepkiler sonucu bu engellendi. bugün ulyanovsk hala ulyanovsk olarak durmakta.

lenin'in ailesi serfliğin (köleliğin) kaldırılması ile özgürlüğüne kavuşmuş bir soydan gelir. (ilya ulyanov, maria alexandrova) babası fizik öğretmeniydi. 1869'da simbirsk okullarına müfettiş olarak atandı. lenin bu sırada doğdu. daha sonra simbirsk ilköğretim müdür oldu ve 1886'da beyin kanamasından öldü. bu lenin'in hayatında yaşadığı üç büyük trajediden ilkidir. buraya da bir parantez açmak istiyorum, lenin türk'tü söylemleri aslında kısmen doğrudur. babası çoğunlukla türklerin bulunduğu astrakhan'da doğmuştur. hakkındaki görsellerde de hafif çekik gözlü olduğu görülmekte. ancak lenin'in soyu sadece orta asya türkleri'ne değil onlarca ırka dayanıyor. yahudi, iskandinav, türk, oyrat, rus vb. bu olayı incelerken şöyle düşünmemiz gerekiyor. astrakhan bir türk şehri (idi) fakat bu ilya ulyanov'u kesinlikle türk yapmaz, çünkü astrakhan o dönem rusya'daydı ve oradaki herkes ruslaşmıştı. tıpkı atatürk'ün selanik'te doğup, yunan olmaması gibi düşünün bu olayı.
yani lenin rus'tur. atatürk de türk'tür.

neyse, annesi de öğretmendir ve ekim devrimini göremeden ölmüştür. (1 yıl önce).

lenin'in 6 kardeşi vardır. bunlardan 2'si kendisinden büyüktür, diğerleri küçüktür. büyük olan ağabeyi alexandr ulyanov "narodnaya volya" (halkın iradesi) örgütüne üyeydi ve çara düzenlenen bir suikaste adı karıştı. 19 yaşındayken idam edildi. bu lenin'in yaşadığı 3 büyük trajediden ikincisi idi. daha sonra kardeşi olga ulyanov, st. petersburg'ta eğitim alırken, aniden tifodan hayatını kaybetti. bu da yaşadığı üç trajediden üçüncüsüdür.

lenin'in devrimci fikirleri ağabeyi alexandr'dan aldığı düşünülüyor. fakat lenin'in ailesindeki herkes devrimcidir. mesela öğretmen olan babası ilya ulyanov eğitimin herkese eşit ve bedava sunulması gerektiği savunuyordu. diğer kardeşleri de pravda ve iskra'nın kuruluşunda rol oynamış, çeşitli devrimci faaliyetlerde bulunmuştur. bu alexandr'dan önce de alexandr'dan sonra da böyle devam etmiştir. yani lenin'e ailece devrimci diyebiliriz.

lenin de o devrimcilerden biri idi ve marksist-devrimci faaliyetlerinden ötürü kazan üniversitesinden atıldı. daha sonra st. petersburg hukuk fakültesine kayıt oldu ve avukatlık yapmak için lisans aldı. (1891) daha sonra (1891) samara'ya çalışmaya gitti ve 1893'te yeniden st. petersburg'a geldi. artık çalışmak veya kariyer yapmak istemiyordu. marksizm üzerine ilgileniyordu. bu bağlamda 1895'te arkadaşlarıyla birlikte "işçi sınıfının kurtuluşu için mücadele derneği"'ni kurdu. işçilere yapılan zorbalığa son verilmesini, çalışma saatlerinin kısaltılması gerektiğini haykırdı. bunun üzerine 7 aralık 1895'te tutuklandı. 14 ay hapis yattıktan sonra sibirya'ya sürüldü. burada kendisi gibi devrimci olan nadejda krupskaya ile 1898 yılında evlendi. 1900 yılında sürgünden döndü ve 1901 yılında yurtdışına çıktı. prag, zürih, münih, londra gibi birçok yerde markiszm üzerine çalışmalarını sürdürdü. burada daha sonradan rakibi olacak olan (bkz: julius martov) ile karşılaştı ve beraber iskra'yı kurdular. daha sonra (bkz: rusya sosyal demokrat işçi partisi)ni kurdular. fakat lenin'in 1903 yılında çıkarttığı (bkz: şto delat) (bkz: ne yapmalı) kitabı ile parti içinde ayrışmalar yaşandı. lenin'e göre parlementer sistem işçileri oyalamak için oluşturulmuş bir yönetimdi. çünkü burjuva kesimin oyları ile seçilmiş parlemento üyeleri halka hiçbir şey sunmayacak ve burjuvaya yaranacaktı. bu da çok doğru. ama lenin yine de sisteme tam olarak karşı değildi. işcileri temsil eden görevliler olursa ve işçiler de oy kullanabilirse sistem kabul edilebilirdi. öteki türlü hiçbir sorun çözüme kavuşmuyordu. ki halkın nasıl bu durumdan bıkkın olduğu 1905 ayaklanması açık ve net bir şekilde görüldü.

parlementer sistemi ve martov'u destekleyen menşevik (azınlık) lenin'i destekleyenler ise bolşevik (çoğunluk) olarak ayrıldı. fakat devrim sırasında menşeviklerin birçoğu da bolşeviklere katıldı. örnek vermek gerekirse (bkz: lev trotsky)

tüm bunların üzerine 1906'da lenin rusya sosyal demokrat işçi partisi'nin başkanlığına seçildi. 1907 yılında finlandiya'ya orada prag'a daha sonra paris'e ve en son zürih'e gitti. burada çeşitli toplantılara, konferanslara katıldı. lenin'in paris'te kaldığı dönemi anlatan, (bkz: lenin paris'te) adlı bir film vardır.

1. dünya savaşı çıktığında isviçre'deydi. savaş sırasında avrupa'nın diğer sosyal demokrat, sosyalist partileri emperyalist savaşa destek verdi ve emperyalizm'e hizmet verdiler. bunun üzerine lenin partisinin adını rusya sosyal demokrat işçi partisi iken (bkz: komunist parti) olarak değiştirdi. (nisan 1917.) (nisan tezlerinin yayınlanması ile birlikte) ve kendilerini onlardan ayrı tuttu. çünkü lenin'e göre askerler silahlarını hiç tanımadıkları diğer masum askerlere değil, onlara bu cinayetleri işlettiren emperyalist liderlerine ve efendilerine doğrultmaydı. tüm bunların ışığında 2. enternasyonel'den ayrıldı.

savaş devam ederken, şubat 1917'de st. petersburg'ta ağır çalışma koşullarına, fakirliğe vb. birçok şeye karşı bir isyan başladı. kadınların başlattığı isyan, büyüdü ve işçiler de katıldı. daha sonra rus ordusundan askerler de isyana başladı. bu isyanın başlamasında müttefik kuvvetlerin rusya'ya gıda yardımı gönderememesi de etkilidir. bu bağlamda 1915'te (bkz: çanakkale cephesi) açıldı, baltık denizi'nden teşebbüslerde bulunuldu fakat başarısız oldu. rusya'da insanlar açlıktan kırılmaya başladı. bir tarafta virüs, ağır çalışma koşulları, açlık, fakirlik, yaşanmamış hayatlar diğer tarafta zengin züppeler. burjuvalar...
isyan'ın üzerine (bkz: çar 2. nikolai) tahttan çekildi ve tahtı prens mihail'e bıraktı. fakat mihail isyancılara, olan korkusundan dolayı tahta geçemedi. böylelikle monarşi bitti ve geçici hükümet kuruldu.

isyan ve yeni hükümetin kurulması haberlerini alan lenin, hemen isviçre'den (bkz: uzaktan mektuplar)ı gönderdi. burada partiye izlenecek yolu çiziyordu. geçici hükümete kesinlikle destek verilmemesi gerektiğini belirtti. devrim büyümeli ve tam bağımsız bir işçi devleti kurulmalıydı. bu nedenle rusya'ya geri dönmeliydi fakat 1. dünya savaşı'nın ortasında, isviçre'de sıkışıp kalmıştı. bunun üzerine isviçreli komunist (bkz: fritz platten) alman hükümeti ile lenin'in ve yoldaşlarının rusya'ya trenle seyahat edebilmesi için anlaşmaya vardı. almanya'nın bu teklifi kabul etmesinin nedeni doğu cephesi'ni kapatıp, bir an önce tüm birlikleri batıya çekerek, 1. dünya savaşı'nı kazanmasıydı. lenin bu durumdan istifade ederek almanya'dan feribotla isveç'e geçti. buradaki yolculuğu da yine komunist yoldaşları tarafından hazırlanmıştı. isveç'ten de sonra finlandiya'ya daha sonra da nisan 1917'de leningrad'a (st. petersburg'a) geldi. (o dönemki adı petrograd'tı) tren istasyonunda halka bir konuşma yaptı. geçici hükümete kesinlikle ve kesinlikle destek verilmemesi gerektiğini bildirdi. hemen ardından yayınladığı (bkz: nisan tezleri) ile izlenecek yolu gösterdi. bu tezlerde burjuva hükümetinin devrilmesi gerektiğini, işçi ve köylüleri temsil edecek sovyet iktidarının kurulması gerektiğini, 1. dünya savaşı (emperyalist savaş olarak adlandırır.) sırasında avrupa’daki neredeyse bütün sosyal demokratların kendi hükümetlerinin savaş politikalarını desteklemelerinden ötürü sosyal demokrasinin önemini yitirdiğini, bu nedenle rusya sosyal demokrat işçi partisi olan partinin adının komünist parti olarak değiştirilmesi gerektiğini belirtti.

lenin'in almanlarla anlaşıp, rusya'ya gelmesi almanlara kötü durumdan dolayı verilen tavizlerden ötürü, (bkz: alexandr kerenski) ve lenin muhalifleri, lenin'i ve diğerlerini alman uşağı olarak yaftaladı. bunun üzerine 17 temmuz'da troçki şöyle bir konuşma yaptı:

"öyle dayanılmaz bir hava yaratıldı ki artık ne siz ne de biz nefes alamıyoruz. lenin’e ve zinoviev’e alçakça iftiralar atılmakta. lenin devrim için otuz yıldır mücadele ediyor. ben yirmi yıldır halkın ezilmesine karşı mücadele verdim. bunun sonucunda alman militarizmine karşı, nefretten başka bir duygu beslememiz söz konusu bile olamaz. alman militarizmine karşı mücadelem nedeniyle bir alman mahkemesi tarafından sekiz ay hapis cezasına çarptırıldım. bunu herkes bilir. bu salonda bulunan kimse bizim almanların paralı uşağı olduğumuzu söylemesin."

bu sıralarda gösteriler ve isyanlar artarak devam etti. alexadr kerenski önderliğindeki geçici hükümet bu gösterileri çok acımasız bir şekilde bastırdı. bu da isyanların daha da büyümesine yol açtı. (bkz: pravda) gazetesi basıldı, sol görüşlü matbaalar kapatıldı, lenin hakkında idam kararı verildi ve ortam iyice gerildi. güvenlik amaçlı lenin kılık değiştirdi ve finlandiya'ya gitti. ancak çalışmalar devam ediyordu. temmuz ayı sonunda (bkz: devlet ve devrim) adlı eserini yayınladı. gizlice yapılan 6. kongre'de enternasyonalistler bolşeviklere katıldı.
lenin yeniden petrograd'a geldi ve merkez komite'de devrim'in gerekli olduğunı vurguladı. devrime karşı direnenleri tehdit etti. 16 ekim günü yapılan oylamada 10-2 oyla devrim kararı alındı ve bolşevik ihtilali başladı.

silahlı mücadeleler 7 kasım 1917'de petrograd/st. petersburg/leningrad artık hangi adı kullanmak istiyorsanız, orada başladı :) aslında o dönemki adı petrograd'tır. devrimden sonra leningrad olmuştur ancak şehrin asıl st. petersburg'tur. 10.000 kadar kızıl muhafız 8 kasım'da kışlık sarayı'nı ele geçirdi. aslında devrim kasım'da başlamasına rağmen ekim devrimi olarak adlandırılıyor, bunun nedeni merkez komite oylamasının tarihi değildir (16 ekim). bunun nedeni (bkz: jülyen takvimi)nde 7 kasım'ın ekim ayına denk gelmesi.

iktidarın devrilmesi ile lenin çarlık döneminden kalma borçların ödenmesini reddetti. bir dizi reform ve yenilik yaptı. çocuk işçi çalıştırılmasını yasakladı, soyluluk ünvanlarını kaldırdı, çalışma saatlerini 8 saate indirdi. "komünizm, sovyet iktidarı ile tüm ülkeye elektriğin ulaştırılmasıdır." dedi. "sanayinin modern ve ileri teknoloji üzerinde örgütlenmesinin ve kent ile kırsal arasında bağlantı sağlayacak olan elektriğin yaygınlaştırılmasının kent ile kırsal arasındaki ayrımı ortadan kaldıracağını, kırsaldaki kültür düzeyini yükseltmeye olanak sağlayacağını ve ülkenin en ücra köşelerinde bile geri kalmışlığı, cehaleti, yoksulluğu, hastalığı ve barbarlığı yok edeceğini köylülere göstermeliyiz." dedi. ücretsiz evrensel bir sağlık sistemi önerdi. tüm bunlara "ama onlar dinsiz, ama onlar komunuk." diyerek karşı çıkan anadolu insanı da ezilmeyi sonuna kadar hak ediyor. kısacası lenin ruslara güneşli günler gösterecekti fakat henüz iç savaş bitmemişti.

(bkz: bretz-litowski antlaşması) imzalanmak zorunda kalındı. almanlara ve osmanlı'ya önemli tavizler verildi. bu bazılarını huzursuz etti. parti içi bölünmler başladı. bir dizi kötü olay yaşandı. fakat bu tavizler geri alınacaktı. daha sonra yabancı güçler sovyetler'i yıkmak için örgütlendi, sovyetler de daha sonra adı (bkz: kgb) olacak olan (bkz: çeka) adlı güvenlik kurumunu kurdu. sonrasında troçki'nin yönettiği beyaz ordu, polonya, ukrayna savaşları derken lenin 21 ocak 1924'te öldü. iç savaşa fazla değinmeden sadece iç savaş ile ilgili kızıl ordu'nun bir marşını buraya bırakmak istiyorum:


lenin'in ölüm nedeni almanlara verdiği tavizlerden ötürü bir rus tarafından suikaste uğraması ve kurşunun omuriliğine gelmesi ile ilintilidir. lenin o saldırıdan sağ kurtulmuş ancak kurşun o dönemin yetersiz imkanlarından ötürü çıkartılamamıştır. daha sonra kurşun ilerlemiş ve lenin geçici felç geçirmiştir. ilk felçten sonra iyileşmiş, yeniden felç geçirmiştir. ikinci felçte sağ tarafını kısmen kullanamaz hale gelmişti. yine de ayaktaydı derken üçüncü felci geçirdi ve tamamen yatalak oldu. bu sürede karısına vasiyetlerini yazdırdı. vasiyetlerinde stalin'in engellenmesi gerektiğini bildirdi. bu vasiyetname karısı tarafından duyurulmaya çalışıldı fakat stalin bunu engelledi ve halkın bilmesinin önüne geçti, daha sonra troçki'yi de sürgüne yolladı ve çarlık rejimini resmen geri getirdi
devamını gör...

medine müdafaası

medine müdafaa cephesi.
1. dünya savaşı'nın kapanan son cephesi'dir.
haziran 1916'da şerif hüseyin'in önderliğinde isyan eden bedevi araplar önce cidde, mekke, taif gibi yerleri alarak, medine'nin osmanlı'yla bağlantısı kesti. daha sonra kuşatma altıma aldıkları şehre topluca saldırı düzenlediler. fakat şehirdeki 11.000 osmanlı askeri ve fahrettin paşa 50.000 kişilik bedevi ordusunu püskürttü.
ancak kuşatma devam ediyordu ve türk ordusu'nun yiyecek, giyecek gibi konularda büyük sıkıntıları vardı. şehrin osmanlı'yla kara bağlantısı kesildiğinden ve osmanlı'nın hava kuvvetleri olmadığından dolayı ikmal bir türlü sağlanamadı ve fahrettin paşa'nın komutasındaki türk askerleri aç, susuz bir şekilde kendilerinden 5 kat daha güçlü bir orduya karşı, medine'yi 2 yıl 7 ay boyunca tutmayı başardı.

ömer fahrettin türkkan (fahrettin paşa) buradaki üst düzey başarısından ötürü, türk kaplanı, çöl kaplanı, medine kahramanı gibi lakaplar kazanmıştır.

medine savunması sürerken suriye-filistin cephesi'nin düşmesi, dolayısı ile olası bir yardımın gelmesinin imkansızlaşması, çok sayıda türk askeri'nin esir alınması, türk askerlerinin halk nezdinde hoş karşılanmaması gibi nedenler ile buradaki askerlerin morali iyice düşmüştü. fakat dini nedenler sayesinde fahrettin paşa onları hala diri tutabiliyordu.
üstelik bir süre sonra ordunun yiyecek tek lokma yemeği kalmamış ve artık çekirge yemeye başlamışlardı. bunun yanında mühimmatları da oldukça kısıtlıdır.

osmanlı'nın mondros'u imzalaması ve orduların terhisini kabul etmesi üzerine fahrettin paşa'dan medine'deki birliklerinin terhisi ve teslim olması istendi. fakat kendisi tüm bunları gerçekleştirmedi ve savunmaya devam etti.

aradan 3 ay geçtikten sonra ingiltere, osmanlı'ya nota vererek, eğer medine boşaltılmazsa osmanlı'ya tekrar savaş ilan edileceğini söyledi. bu sırada ingiliz generallerden de fahrettin paşa'ya teslim olması için mektuplar geliyordu.
tüm bunların üzerine vahdettin, fahrettin paşa'yla konuşarak onu ikna etti ve fahrettin paşa çaresizce birliklerini dağıtarak teslim oldu.

daha sonra fahrettin paşa 5 ağustos'ta ingilizler tarafından malta'ya sürüldü, idamına karar verildi. fakat tbmm'nin çabaları ile malta'dan kaçtı ve kurtuluş savaşı'nda güney cephesi'nde fransızlara karşı görev aldı.

soyadı kanunu ile birlikte "türkkan" soyadını ald
devamını gör...

tunguska olayı

30 haziran 1908 yılı, saat 7.30 sularında sibirya, podkamenneya, tunguska ırmağı yakınlarında, büyük bir patlama ile gerçekleşen, ne olduğu hala kesin olarak bilinemeyen bir felaket. o kadar büyük bir patlama yaşandı ki bu olay sırasında, 15 megatonluk patlayıcıya eşdeğerdi. hiroşima ve nagazaki'ye atılan atom bombasının yaklaşık 950 katıydı. (1000 de gitsin), patlama 2000 km öteden net bir şekilde görülebilmiş ve sesi de istanbul, londra gibi çok daha uzak bölgelerden duyabilmiştir. neyse ki olayın yaşandığı sırada bölge pek fazla yerleşim birimi yoktu. bu nedenle ölen insan olmadı. fakat doğa çok büyük tahribat aldı. bugün hala patlamanın 30 km yarıçapı olduğu bölgede ağaç, ot vb. bitmiyor. ayrıca patlamanın gerçekleşmesi ile birlikte 3000 km içerisindeki 80 milyon ağaç bu patlamadan etkilendi.

olaydan sonraki 3 gece boyunca olay yerine 3000 km yakınlıktaki hiçbir yerde tam anlamıyla gece olmadı. hava aydınlıktı. hatta o kadar ki çin'de insanlar ışık kullanmadan gazete okuyabilecek konuma gelmişlerdi. benzer şeyler londra için bile söylenir. (londra olay yerine 5-6000 km uzaklıkta.) patlama avrupa'daki bütün rasathanelerden gözlemlenebilmiş.

olaydan sonra civardaki (civardaki derken 60-100 km yakındaki kimseler.) görgü tanıklarının aktardığına göre olay şu şekilde gerçekleşmiş; önce büyük bir ses gelmiş, ardından ses durmuş ve gökte büyük bir ışık belirmiş. büyük mavi bir ışık. güneşten daha parlak, göz kamaştıran cinstenmiş. daha sonra ışık birden çoğalmış ve çok ama çok büyük bir ses yayılmış etrafa. sibirya'daki neredeyse tüm evlerin camları sesten dolayı patlamış. bazı insanlar sağır olmuş. en sonunda da çok sert bir rüzgarla herşey uçmuş (buna dışarıda olan insanlar da dahil) sert rüzgar bittikten sonra hava çok sıcak olmaya başlamış. (ama çok sıcak. yani 50-60 deece gibi bir şey olmuş. üstelik sibirya'da.) ortalık durgunlaşınca köylülerin aktardığına göre çok büyük bir orman yangını çıkmış. olay sırasında dışarıda olan insanlar birkaç haftada kendine gelebilmişler.

patlama gerçekleştiği sırada bölgeye 60 kilometre uzaklıkta olan s. semenov:

"kahvaltı zamanı evimin verandasında oturuyordum ve yüzüm kuzeye dönüktü. tunguska yolu'nun olduğu taraftan bir anda kulakları sağır edici bir ses geldi, gökyüzü ikiye yarıldı ve ormanın üzerinde alevler yükselmeye başladı. gökyüzündeki yarık gittikçe büyüyor, kuzeyde kalan her yer yanıyordu. sıcaklık dayanılmaz hâle gelmişti; sanki üzerimdeki gömlek alev alev yanıyordu. gömleğimi parçalayıp atmayı düşündüğüm sırada ise gökyüzündeki yarık kapanmaya başladı, tekrar güçlü bir gürültü duydum ve birkaç metre geriye uçtum. o anda duyularımı kaybetmiştim; neyse ki eşim evden fırladı ve beni içeri götürdü. zarar gören evimin içinde başımı ellerimin arasına alarak yere uzandım."

patlama sırasında patlamanın 40 km yakınında bulunan bir çoban ise, patlama alanına doğru gitmekte olan koyun sürülerinin öldüğünü bildirdi

tüm bunlar göz önüne alındığında insanın aklına ilk olarak her ne kadar tarih 1908 olsa da nükleer bir patlama geliyor. fakat bölgede hiç radyasyon yok.

bu olaydan sonra bilim adamları korkularından dolayı uzun bir süre araştırma için bölgeye gidememiştir. ilk araştırmacı olarak giden kişi ise 1927 yılında giden leonid alekseyeviç kulik'tir. kulik'in yaptığı araştırmalar sonucunda bölgede dünya'ya ait olmayan bazı parçacıklar bulundu. bundan sonra herkes bölgeye bir göktaşı veya kuyruklu yıldızın çarptığını ileri sürdü fakat daha sonra yapılan incelemeler sonucu bölgede bulunan parçacıklar göktaşı veya kuyrukluyıldıza ait değildi. komplo teorisyenleri bunların bir ufo parçası olduğunu öne sürdü. buna üzün bir süre inanıldı. hatta bu senaryo üzerine oyun serisi bile yapıldı (bkz: crysis) daha sonra kimileri buna tesla'nın yaptığı bir deney dedi. kimileri değişik bir bomba denemesi, fakat kimsenin kesin bildiği bir şey yok.

yine de yaygın kabulen edilen kanı bir kuyrukluyıldızın çarpması idi. fakat etrafta kuyruklu yıldız yok ve incelemeler sonucunda patlama yerde değil, havada gerçekleşmiş. bunun üzerine bilim adamları kuyrukluyıldız parçalarının eriyip, toz halinde tüm dünya'ya (havaya) yayılmış olabileceğini ileri sürdü. ancak kimse patlamanın yerden yaklaşık 20 km yüksekte patlamasına bir anlam veremiyordu. bunun üzerine uzaylıcı komplo teorisyenleri bize bir kuyruklu yıldız çarpmak üzere iken bir ufonun son anda müdahale edip, bizi kurtadığını, bölgede bulunan parçacıkların ufo parçası olduğunu, kuyruklu yıldızın ise bilim adamlarının dediği gibi havaya karışıp, tüm dünya'ya dağıldığını iddia etti.

112 yıl önce tunguska'da ne olduğu tam olarak bilinmiyor ancak bir cisim yere çarpmak üzere iken, yerden yaklaşık 20 km yukarıda infilak ettiği biliniyor. ve eğer o cisim, yerde patlamış olsa idi dünya'nın sonu gelmiş olabilirdi. bu konuda herkes hemfikir.
devamını gör...

leningrad kuşatması

22 haziran 1941 04:55'te başlayan barbarossa harekatı kapsamında gerçekleştirilmiş olan alman kuşatması'dır. modern tarihin en kanlı kuşatması olarak geçer. alman kuzey ordular grubu komutanı mareşal wilhelm von leeb tarafından alman orduları önce baltıklara hemen ardından luga üzerinden leningrad'a doğru yola çıktı. ağustos ayına geldiklerinde şehrin son demiryolu bağlantısı kopardılar.

ancak kuşatmadan önce şehirdeki siviller gönüllü olarak savunma hatları kurulmasına yardım etmiş ve sovyetler kısa sürede almanlara karşı iyi bir savunma hattı kurmuştur. aynı zamanda leningrad sovyetlerin baltık filosunun ana merkezi olduğundan ötürü sovyetler savaşta ihtiyaç duydukları top vb. bazı ekipmanları bazı gemilerden sökerek karada kullanmıştır. ancak kuşatma kesinlikle sovyetler için çok zor geçmiştir.

tabii almanlar için de zor geçmiştir. alman orduları kuzey'de sürekli burayla ilgilenmek zorunda kalmıştır. çünkü sanıldığı gibi finlandiya almanlarla birlikte taaruza geçmemiş yalnızca 1939 sınırlarına ulaşmak istemiştir ve 1939 sınırları içerisinde leningrad yoktur. dolayısı ile saldırmalarına da gerek yoktur. hatta alman yetkililer görüşmeye gittiklerinde de bunu açık açık belirtmiştirlerdir. fakat ara sıra finlandiya tarafında da ufak tefek çatışmalar yaşanmış, finler almanlara iyi istihbaratlar vermiş ve bir de bölgenin ladoga gölü kıyısından bir takım ufak ilerlemelerde bulunmuşlardır. tabii bu, sovyetler'in şehrin kuzey kısmına savunma hattı örmediği anlamına gelmez. sovyetler leningrad için hem güneye hem de kuzeye savunma hattı kurmuştur. aslında kuzey'de eskiden kalma savunma mevzileri zaten vardır ancak sovyetler bunları yeniden düzenlemiş ve geliştirmiştir.

şehrin son kara bağlantısı ise 8 eylül 1941'de almanların ladoga gölüne ulaşması ile kesilmiştir. o sırada da şehir bombardımana tutulmuştur. bundan sonra şehirde tamamen açlık ve sefalet baş göstermiştir. bunu önlemek için müttefikler ve sovyetler küçük girişimlerde bulunmuşlardır. mesela sovyetler ladoga gölü'nün doğu tarafından, kıyıdan bazen deniz yoluyla, bazen kara yoluyla erzak göndermeye çalışmıştır. bazen donan gölden, yürüyerek geçenler olmuştur. müttefikler ise baltık denizi'nden ikmal sağlamışlardır. gördüğüm kadarıyla birkaç kaynakta sivil halkın yiyecek içecek ihtiyacının çoğunluğunun bu yolla sağlandığı yazıyor. ancak leningradlıların sovyet ikmal hattına "yaşam yolu" demesi gibi bir olay da var yani. kısacası bu konuda kim daha çok yardım yaptı türünden bir konuya girmeyeceğim. ama bu yollardan halka erzak desteği sağlanmış.

yine de tabii ki tüm bunlar içerideki halkın açlığını, sefaletini dindirmeye yetmedi. bu kuşatma içerisinde öyle büyük travmalar trajediler yaşandı ki insanın aklı almıyor. açlıktan çocuğunu kesip, diğer kardeşlerine yedirten anneler, kendi rızasıyla et olarak yenmek için kendini feda eden babalar. pazarlarda satılan insan etleri, yaşayan tüm canlıların tutulup, yenmesi. hatta ve hatta kapıların kenarlarındaki slikonların kaynatılıp, çorba olarak içildiğini dahi duymuştum.

toplam yaklaşık 900 gün (872) gün süren kuşatma almanların yenilgisi ile sonuçlanmıştır. bu süre zarfı içerisinde almanlar stalingrad savaşı'nda da olduğu gibi bazen şehrin kenar mahallelerine, bazen daha ilerlerine girebilmiştir. tabii stalingrad'da bir ara neredeyse tüm şehri ele geçirmişlerdi ancak burada öyle bir durum söz konusu değil.

aslında almanlar şehrin alınacağından çok ama çok eminlerdi. hitler zafer konuşması yapacağı yeri bile belirlemişti. hatta zafer konuşmasına davetiyeler basılmaya başlanmıştı. fakat leningrad hiçbir zaman düşmedi.

hitler öncelikli hedefini leningrad, sonra don bölgesi civarı, daha sonra da moskova ve ilerisi olarak belirlemişti. fakat almanların istihbarat ağının savaştan önce hitler'e yanlış bilgiler vermesi sonucu almanların planları pek işe yarayamamıştı. çünkü almanlar sovyetler'in tümen sayısını daha az olarak biliyorlardı ama karşılarında umduklarından çok daha fazla sovyet askeri buldular ve zaten bu yüzden a-a noktasında değil de çok daha gerilerde, moskova, stalingrad, leningrad önlerinde durmak zorunda kaldılar. bu bağlamda almanlar zaten kuşatma altına aldık diyerek, leningrad kuşatması'nda kullanmak üzere hazır olan alman 4. zırhlı birliklerini merkez ordular grubu'na moskova taaruzu'nda kullanmak üzere kaydırdı.

bu leningrad'ın alınmasını daha zor bir hale getirdi.

18 ocak 1942'ye gelindiğinde wilhelm von leeb tıpkı heinz guderain gibi, diğer başarılı subaylar gibi görevinden alındı. zaten bu tarihler savaşın kaderinin artık almanların aleyhine dönmeye başladığı tarihler. 1943'te de stalingrad mağlubiyeti, italyanların savaştan çekilmesi vs. derken almanlar birliklerini tek tek kaydırmak zorunda kaldı.

17 mayıs 1942'de mihver donanması ladoga gölüne açılıp, sovyetler'in şehre buradan sağladığı ikmali kesme girişimlerinde bulunmuştur.

26 ağustos 1942'de almanlar operation nordlicht'i (kuzey ışınları harekatı) başlatarak yeniden şehri almak için girişimde bulundu. fakat sovyetler'in sinyavin harekatı sayesinde bu harekat başarısız oldu.

18 ocak 1943'te sovyetler iskra harekatı ile leningradla küçük bir geçiş koridoru oluşturmayı başardı. ama bu kuşatmanın bittiği anlamına tabii ki gelmiyor çünkü bu bütün halkı besleyebilmek için, kurtarabilmek için yeterli değildi.

kuşatma 27 ocak 1944'te kırılmıştır.

bu kuşatmanın ilginç bir yanı da şu, adolf hitler, şehrin canlarının bağışlanması karşılığı teslim olması taleplerini reddetmiştir.

bu kuşatma bende tam olarak insan/insanlık gibi kavramları çağrıştırıyor. adolf hitler'in hırsları ve katı tutumu, çaresizlikten, insan eti yiyerek insanın derinlerinde saklı olan hayatta kalma içgüdüsünü gösteren yerel halk, açlıktan ve hırstan dolayı yapılan vahşetler... bunlar insani duyguların derinlerinde saklı olabilecek olan bir takım şeyler.

edit: eski sözlüklerden birinden geçirdiğim bir girdim idi. dolayısı ile sözlükle ilgili bir kısım vardı. bu düzenlendi.
devamını gör...

lebensraum

özellikle nazi almanyası dönemi'nde insanların daha çok duyduğu bir kavram. "hayat alanı" anlamına gelmektedir. bu kavramı ilk ortaya atan kişi friedrich ratzel'dir. ratzel darwin'den etkilenmiş ve canlıların gelişmesinde, toplumların kendi kişiliklerini belirlemesinde doğal koşulların etkili olduğunu iddia etmiştir. ratzel insanların yaşayabilmek için en azından beslenme gibi temel gereksinimlerini karşılayabilmek için uygun doğal koşulları karşılaması gerekir ve bu da yaşam alanı mücadelesini doğurur der.

tabii insanlığı milyonlarca yıl öncesinden takip ederseniz bu çıkarım doğrudur fakat paranın icadı ile birlikte ticaret başlamış ve insanlar gerek duydukları yaşamsal malzemeleri ticaret yoluyla temin edebilmiştir.

fakat yine de bu doğanın insanın yaşamındaki, kişiliğindeki etkilerinin olmadığı anlamına gelmez.

mesela sıcak iklime sahip olan akdeniz ülkelerinin toplumlarında çabuk mayışma ve tembellik sık görülen bir durumdur. hatta mayışmanın tanımına baktığınızda "sıcaktan gevşeme durumu" yazar. bunun gibi doğal koşullar insanları etkiler ancak bu, insanları toplu bir küme içerisine alıp, onların hakkında canice bir yargıya varılmasının meşru olduğu anlamına gelmez, gelemez.

her insan bir bireydir.

ratzel idddialarını bilimsel bir düzleme oturttuğunu iddia ederek, ırkçılığın önünü açmış ve devletlerin genişlemesini, boş yere savaşmasını meşru bir zemine oturtturmaya çalışmıştır. yani yayılımcılığa, emperyalizm'e hizmet etmiştir. hatta der ki; "bir devlet ya genişler ya da küçülür." yerinde sayan, barış isteyen devletler küçülmeye mahkumdur, güçlü olmak isteyen de hep daha fazlasını istemek zorundadır der. şimdi bu adam adolf hitler'in çok ilgi duyduğu bir adam.

yani bu şu demek; adolf hitler'e danzig verilseydi, bu sefer katowice'yi isterdi, o da verilse bu sefer alsace-lorraine'i isterdi. o da verilse başka bir yeri isterdi. bu böööyle giderdi. çünkü adamlar hep daha fazlasının istenmesi gerektiğine inanıyordu. ta ki bütün dünya'yı alana kadar. hatta ondan sonra da gezegenlere filan geçiş yaparlardı. yani savaş kaçınılmazdı.
"eğer hitler’in ‘kavgam’ adlı kitabını ciddiye alarak okusaydık, ikinci dünya savaşı'nın çıkmasına engel olurduk." diyen churchill de herhalde kavgam yerine başka bir kitabı okumuş.

neyse bu lebensraum sözcüğü de yine ratzel tarafından ilk olarak 1901'de kullanılmıştır.

alman kayzeri 2. wilhelm dönemi'nde de lebensraum politikası güdülmüş, alman toplumu için yeni kaynak alanları sömürgeleştirilmiş ve doğu'da genişlemek istenmiştir. 2. wilhelm'in doğu'da genişleme istekleri nedeni ile almanların ruslarla ilişkileri bozulmuştur. bu saçma nedenle zaten 1. dünya savaşı'nda bismarck'ın kabusu dediğimiz olay gerçekleşmiştir.

bismarck'a göre almanya eğer aynı anda batı'da ve doğu'da savaşa girerse bu almanya için yıkım olur. bunun haricinde hiçbir güç almanya'yı durduramaz. bu nedenle bismarck rusya ile ilişkileri sürekli iyi tutmaya çalışmış ve rusya ile saldırmazlık paktı imzalamıştır. bismarck'ın gitmesinin ardından 2. wilhelm bu politikayı bozmuş ve almanların aynı anda iki cephede de savaşı kazanabileceğini düşünmüştür. bu bağlamda alfred von schlieffen tarafından schlieffen planı geliştirilmiştir.

buna çok güvenen 2. wilhelm ise şöyle söyler;

"öğle yemeğini paris'te, akşam yemeğini de petrograd'ta yiyeceğiz."

tabii hiç de öyle olmaz ama konu bu değil.

ratzel'e dönecek olursak ratzel bu iddiaları ile sömürgeleşmeyi gayet yaşamsal bir gereksinim olarak tanımlar fakat sömürge altındaki yaşamsal gereksinimlerini karşılayamayan insanları hiç umursamaz, hiç acımaz ve der ki;

“onlar kendi miskinliklerinin, uyuşukluklarının ve rekabet içinde olmamalarının kurbanıdırlar”.

yani ratzel'in bu iddialarının sonucu tam olarak ırkçılığa çıkar. zaten kendisi de bir süre sonra ırkların içerisindeki çürüklerin arındırılması gerektiği gibi şeyleri iddia etmiştir.

adolf hitler de ratzel'den büyük ölçüde etkilenmiştir.

ratzel'in ölümünden sonra karl haushofer onun düşüncelerini, iddialarını, yazılarını rudolf hess aracılığıyla hapishanede bulunan adolf hitler'e ulaştırmıştır. adolf hitler bu hapishanedeki 9 aylık süreçte onun düşüncelerini okuyarak, kavgam'ı yazmıştır.

zaten kavgam'a şöyle bir göz atarsanız benzer şeylerin yazdığını göreceksiniz.

yani kendisi 3. reich'ın politikalarına doğrudan yön vermiştir.

bu "çürükleri ayıklama" düşüncesini adolf hitler yahudilere, engellilere, özürlülere, homoseksüellere uygulamış ve katliamlar gerçekleştirmiştir. ama onlar bunun bilimsel bir şey olduğu kanısında oldukları için bu katliamlar onlara gayet meşru ve normal geliyordu. mesela krakow'daki auschwitz kamp'ında yapılan deneyler filan bunları hep meşru görüyorlardı. onlara göre bunlar bilimsel bir çalışma idi. kurbanların hissettikleri acılar kimsenin umrunda değildi tabii...

neyse daha sonra adolf hitler bu lebensraum kavramını bizzat kullanarak, sudetland'ı, çekoslovakya'yı, almış, avusturya'yı kendine bağlamış (tabii avusturya'nın bağlanması diğerleri ile aynı tutulamaz. çünkü avusturyalılar almandır ve alman tankları viyana'ya girerken halk gayet mutluydu.)
memel'e girmiş, saarland'ı filan almıştır.

daha sonra yine bir alman şehri olan danzig'i almak için 2. dünya savaşı'na girişmiştir. fakat almanlar savaşa girdiklerinde savaşın başlangıcında kazandıkları başarımların egosuyla ve ratzel'in "hep daha fazlasını isteme felsefi" ile lebensraum'u yani yaşam alanlarını daha da genişletmek istemişler ve sovyetler'e saldırarak tarihin en kanlı harekatlarından birini düzenlemişlerdir. onların bu hamlesi 30 milyonun üzerinde insanın ölümüne neden olmuştur.

tabii bu sırada diğer işgal ettikleri toprakları da almanlaştırmak için oradaki "çürükleri" ayıklıyorlardı. yani sistematik katliamlara devam ediyorlardı.

hatta almanlar bu çürük ayıklama işini o kadar büyütmüşlerdi ki kendi topraklarında öldürecek adam kalmayınca macaristan'dan, italya'dan yahudi, engelli filan toplamak istemişler "sizi de arındıralım" demişler. ve almışlar da...

sonuç olarak lebensraum hedefi milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanmıştır. fakat almanlar bugün eskisinden de küçük sınırlarda yaşamaktadırlar...

aslında almanların daha küçük bir toprak parçasında yaşayacak olması hitler ve avamı için pek de bir şey ifade etmiyordu çünkü onların teorilerine göre "ırklar güçsüzse küçülmeye mahkumlardır." yani almanların yenilmesi yine almanların suçudur.

hatta bilirsiniz çöküş filminde hitler "halkım bu varoluşsal savaştan güçsüz çıktı. yenilmeyi hak etti." gibi tümceler kurar. hah onlar tam olarak gerçek ifadelerdir işte.

evet, evet savaşın kaybedilmesinde hitler'in filan hiç suçu yok. (!)
devamını gör...

hearts of iron 4

yakın zamanda barbarossa/no one step back adlı yeni dlc'nin ekleneceği strateji oyunu. ya da eklenmii de olabilir biraz geriden geliyorum.
tabii dlc'leri almak her ne kadar zor olsa da bu dlc'yi ve türkiye'nin düzenlendiği battle for the bosporus dlc'sini özellikle alacağım sanırım.

paradoxun yayınladığı görsellerden anladığım kadarıyla bu yeni çıkacak olan dlc'de oyundaki ikmal sistemi baştan aşağı değişiyor. oyundaki en köklü değişim bu dlc ile oluyor gibi duruyor.

şimdi paradox'un anladığım kadarıyla ekleyeceği yeni şeyler şunlar:

-tren yolları
-kamyonlar
-doğa şartlarının oyuna daha iyi yansıtılması
-tarih öncesinden kalan sovyet odak ağacı'nın yenilenmesi
-yeni sovyet ulusal ruhları (ki bu kısmen biraz eklenmişti. order 227 diye bir politik seçenek eklenmişti yakın zamanda ve onu aldığımızda defansa +5 veren bir ulusal ruh kazanıyorduk.)

şimdi tek tek açıklamak gerekirse

1. tren yolları:

tren ikmal için en uygun seçenektir her zaman için. çünkü mesela bataklıkta bulunan bir birliğiniz varsa kamyonlarla onlara ikmal göndermek o yeri fethetmekten daha zor olacaktır. bataklıkta/çamurlu bölgelerde tekerli araçların ilerleyişi çok yavaşlar. dolayısı ile oradaki askerler ikmalsiz kalır ve kolayca yenilirler. aynı şey uçaklarla ikmal için de geçerli. hoi4'ün normal halinde uçaklarla ikmal yine kolay gibi gözükse de yağmurlu, rüzgarlı, sisli havalarda karşı tarafta anti air vs. de varken ikmal yapmak çok zordur.

ama tren böyle değil. raylı sistem sayesinde en kolay yol kendisidir ve ayrıca petrol harcamıyor oluşu çok büyük bir artıdır. özellikle almanya olarak oynarken petrol sorunundan ötürü hava yolları ve kamyonlarla ikmal yerine trenlerle ikmal yapmak çok daha mantıklı olacaktır. ancak bunun için de ilerlerken sovyetlere pocket ata ata değil, demir yollarını alarak ilerlemeniz gerekecektir. ikisini aynı anda yapmanız zor olacağı için almanlar artık çat diye savaşı kazanamayacaktır.

ayrıca la resistance dlc'si ile eklenen isyancılar sizin demiryolu ağınızı sabote edecektir. almanlar için her şey çok daha gerçekçi ve zor olacaktır.

demir yollarının oyunda harita üzerine eklenmesi ile oyunun diğer araçlarında da köklü değişimler olacaktır.

mesela almansınız ve sovyete dalacaksınız, strategic bomberlarla arkadaki demiryolunu bombalayıp, öndeki sovyet birliklerini zor durumda bırakıp, çok rahat ezebilirsiniz. bu durumda hava kuvvetleri büyük bir önem kazanıyor ve daha gerçekçi hale geliyor.

veya oyunun bu haliyle hiçbir işe yaramayan paraşütçüler, demir yollarının eklenmesi durumunda demir yollarını sabote etmek için de kullanılabilecektir.

veya sovyetsiniz ve geri çekilmeniz gerekiyor, çekilirken almanların ikmalsiz kalması için demiryollarını patlatıp geri çekilebileceksiniz.

veya oyunda yine çok bir işe yaramayan isyancılar demir yollarını sabote ederek savaşın kaderini değiştirebileceklerdir.

ki gerçekte de durum böyledir. isyancılarının bu ufak dokunuşları savaşı çok büyük ölçüde etkilemiştir.
(bkz: stalingrad savaşı)

2. kamyonlar:

muhtemel konvoy üretir gibi üretebileceğimiz bir şey olacaktır. üretiim maliyeti düşük üretim hızı yüksek olacaktır diye düşünüyorum.

almanya olarak doğu cephesinde şimdiden kullanılmasını kesinlikle tavsiye etmiyorum çünkü doğa koşulları nedeni ile birlikleriniz ikmalsiz kalacaktır.

ancak batıda çok büyük iş görebilir. oyunun şu anki haliyle olduğu gibi pocket ata ata rahat rahat ilerlersiniz ve demiryolunu almak veya almamak derdi yüzünden birliklerinizin yönlerini değiştirmezsiniz.

3. doğa koşullarının oyuna daha iyi yansıtılması:

oyunun en büyük eksiği şu anda bence budur. ve düzeltileceğini düşünüyorum ve umuyorum. çünkü doğa koşulları o kadar az etkiliyor ki askerleri, almanya oynarken sovyete dalmak için yazı filan beklemiyorum ben. istediğim zaman dalabiliyorum. bu çok saçma.

bu yeni ikmal sisteminde de büyük önem arz edecektir doğa koşulları. bundan bahsetmiştim.

4. sovyet odak ağacı:

dlc'nin adının barbarossa olması ve sovyetlerin leş gibi bir odak ağacına sahip olması nedeni ile kesinlikle beklediğim şeydir.

düşünün bir ülkesiniz, 210 günlük anti fascist diplomacy diye bir odağı tamamlıyorsunuz karşılığında faşist ülkelerin size görüşü -40 değişiyor ve başka hiçbir şeye yaramıyor.

veya great purge'ü 210'de gün yapıyorsunuz, askeri danışmanlarınız gidiyor ve yerine yenileri gelmiyor. daha kötüleri bile olsa yerine yenileri gelmeli. o asılan danışmanlar koltuklarıyla birlikte mi asılıyor?

bunun dışında sovyet odaklarında hiçbir şey yok zaten. çok az odağı var. 3-4 tanesinin süreleri 210 gün filan ve işe yarayan pek bir şey de yok. anca politik puan filan veriyor. vanilla odak ağacı bile daha güzel olabilir. hatta daha güzel, evet.


5. yeni sovyet ulusal ruhları:

sovyetlerin az ulusal ruha sahip olması nedeni ile bekliyorum böyle şeyleri. mesela sovyetler her şeyi çok hızlı üreten bir ülkeydi, silah üretimine -20 üretim maliyeti veren, veya tanklara -x üretim maliyeti veren ulusal ruhlar eklenebilir. ama bu benim düşüncem tabii.

aslında bu kadar dlc yapılacağına keşke hoi5 çıksa. daha ucuz olurdu. ya da dlc'lerin bazılarındaki özellikler oyuna ücretsiz olarak eklense çok daha iyi olurdu. çünkü çok masraflı oluyor.

gerçi paradox böyle bir şey.

axis radio music diye dlc mi olur lan?
devamını gör...

rabia

arapça dördüncü demektir. araplar kız çocuklarını bir utanç olarak gördükleri zamanlarda onlara ad vermez sayı numarası ile seslenirlermiş.

örnek: rabia (dördüncü) vahide (birinci) saniye (ikinci) gibi.

aynı zamanda tanzimat dönemi'nde memurluk rütbesi olarak da kullanılmış.

günümüzde adolf hitler'in "ein reich, ein volk, ein führer" sloganına çok benzer olan bir recep tayyip erdoğan sloganını temsil etmek için kullanılır.

o slogan: "tek bayrak, tek devlet, tek vatan, tek millet"

bu dört maddeyi 4 parmağı ile betimler ve bunu da arapça'dan "rabia" sözcüğü ile nitelendirirler. aynı zamanda müslüman kardeşler de bunu kullanır.

benim anlamadığım şey ise bir insan kızına neden bunu yapar? neden kızına başka bir dildeki "dördüncü" anlamına gelen bir adı koyar ki? bunun oğlunuza "fourth" diye bir ad koymaktan farkı nedir?
devamını gör...

tayyare

türk dil kurumu'nun ne işe yaradığını size en bariz gösterebilecek olan sözcük. bir zamanlar uçak için herkes arapça'dan türemiş olan tayyare sözcüğünü kullanırken, şimdi herkes türkçe'den türemiş olan uçak sözcüğünü kullanıyor. bugün herhangi bir tümce içerisinde "tayyare" sözcüğünü "uçak" ı belirtmek için kullanırsanız, insanlardan çok garip tepkiler alabilirsiniz.

şimdi bu vb. değişimlerin ne önemi var? şu şekilde bir önemi var, türkçe'nin fenotipini değiştiriyor ve kültürünü koruyor. bu küçücük şeyler aslında çok önemli benim gözümde. çünkü dil her şeydir. konuştuğunuz dile göre ulusunuz belirlenir dünya genelinde. elbette diller arası etkileşimler olabilir. fakat türkçe'nin, türklerin islamiyet'i kabulunden cumhuriyet dönemi'ne kadar yaşadığı şey etkileşim değil, asimilasyondur. şu an bu düzeltilmiş türkçe içerisinde bile etkileşim seviyesinden fazla derecede yabancı sözcük var.

arapça'dan gelen, osmanlıca bir sözcük. uçağı belirtmek için kullanılır (idi). günümüzde tıpkı diğer ilginç osmanlıca sözcükler gibi kullanım ömrü bitmiştir.

eş anlamlısı için (bkz: uçak)
devamını gör...

adolf hitler

20. yüzyılın en büyük diktatörü. kendisi alman'dır. 20 nisan 1889'da braunau am inn kasabasında dünya'ya geldi. babası gümrük memuru alois hiedler/hitler'dir. annesi ise babasının kuzeni olan klara pölzl'dür. klara alois'in 3. eşidir. kendisine göre akraba olmalarından ötürü, birçok çocuğu doğduktan kısa bir süre sonra öldü. yalnızca bir tanesi hayatta kalabildi ve o da tüm dünya'yı öldürdü.

klara'ya göre çocuklarının yaşamaması tanrı'nın ona verdiği bir lanet idi. çünkü akrabası ile evlenmişti. bunun için kiliseden onay almışlardı fakat yine de kendini tanrı'ya karşı gelmiş hissediyordu. üstelik çevrelerden de iyi muamele görmüyorlardı.

yaşayan tek oğlu adolf'un anlamı "adel wolf" yani asil kurt demektir. adolf hitler 1. dünya savaşı'ndan sonra katıldığı etkinliklerde wolf takma adını kullandı.
devlet yönetimini ele geçirdiğinde de bu takma adı kullandığı bazı durumlar oldu. bazı sığınaklara, kamplara, merkezlere içerisinde wolf sözcüğü bulunan adlar verildi.

alois hiedler'in babası, yani adolf hitler'in dedesi johann george hiedler'dir. aslında öz babası değildir. johann gezici bir değirmenciydi ve alois gibi çok kez ilişki yaşamıştı. 1824'de ilk evliliği yaptı. bir çocuk sahibi oldu fakat 5 ay sonra karısı da oğlu da öldü. 1842 yılında ise maria anna schicklgruber ile evlendi. johann maria ile evlenmeden 5 yıl önce, maria'nın gayrimeşru bir oğlu dünya'ya geldi. maria onun adını alois koydu. soyadı ise hiedler değil, schicklgruber idi. daha sonra johann ortalardan kayboldu (bu dönemfe ne yaptığı bilinmiyor.) ve geri geldiğinde alois'i sahiplendi ve kendi oğlu olarak kaydettirdi. sonra da hiedler olan soyadını hitler olarak değiştirdi. adolf da hitler soyadı ile dünya'ya geldi.

adolf'un babası alois gergin ve sinirli bir insandı. sürekli adolf'la kavga ederdi. daha doğrusu döverdi :) adolf'un memur olmasını istiyordu. adolf ise ressam olmak istiyordu. fakat ikisinin de istediği olmadı. alois 1903'de tüberkuloz'dan öldü. bu sırada adolf 13 yaşındaydı. okuldan 1 seneliğine ayrıldı. daha sonra da maddi imkansızlıklardan ötürü hiç geri dönemedi. inşaatlarda amelelik yaptı. elinden geldiğince çalışarak annesine bakmaya çalıştı.
daha sonra annesi hastalandı. kendisine bağlanan yetim aylığı da yetmemeye başladı. bunun üzerine 18 yaşında viyana'ya güzel sanatlar akademisi'ne girmek için gitti. fakat kabul edilmedi. aslında harbiden niçin kabul edilmedi akıl alır gibi değil. gayet güzel çizimleri vardı. daha gencecikti. kendisini kabul etmeyen hocası ise bir yahudi'ydi. yahudi düşmanlığının temelleri bu tip şeyler ve okuduğu kitaplarla başladı. kendisi yahudilerin birbirini kayırmaya başladığını, almanları ezmeye çalıştıkları, bu nedenle akademiye giremediğini düşündü. kendisi bu konu hakkında şöyle yazdı:


"ne zaman bir sanat eseri, tiyatro gösterisi, bir müzik abartılırsa yahudi yapımı bir şey olduğunu görüyordum. bunu abartanlar da yahudilerdi. birçok alanı ele geçirdikleri için tüm alanlarda birbirlerini kayırıyorlardı. güzel bir alman yapıtı 10 üzerinden 5 alamazken yahudi yapıtları 10 alıyordu. bu yüzden bir antisemitist olmaya karar verdim."


adolf viyana'ya geldiğinde tek atımlık kurşunu vardı. isabet ettiremedi ve herşeyini kaybetti. akademiye kabul edilmedi. 1908'de bir daha denedi, yine kabul edilmedi. böylelikle tüm maddi kaynaklarını tüketti. kendisine gelen yetim maaşını üvey kardeşine verdi. bir süre sonra halasından gelen miras parası da suyunu çekti ve 21 yaşında evsizler yurduna yerleşti. evsizler yurduna yerleşmeden önce bavuluyla birlikte sokaklarda yatmaya, turistlere resim çizip, satmaya, kartpostal yapmaya başladı. bu sırada yalnızca 18 yaşındaydı. (ben de evde hoi4 oynayaduruyum.) sokakta kaldığı süre zarfında avusturya'nın en büyük şehrinde avusturya'nın genel durumunu iyi analiz edebilmişti. zenginler yahudilerdi. yahudilere artan nefreti daha da büyüdü.

bunu da şu şekilde belirtti:


"nihayet on dört on beş yaşıma geldiğimde siyasetten bahsedildiği sıralarda yahudi kelimesini duymaya başladım. bu sözler ben de az da olsa bir itiraz etme duygusu uyandırıyordu. mezhepler dolayısıyla çıkan kavga ve çekişmeleri gördüğüm vakit içimde nahoş hisler kabarıyordu.


alman ile yahudi arasındaki farkın sadece dinler arasında olduğunu zannediyordum. hatta sürekli zulümlere hedef olmalarını, din farkına veriyor ve bu yüzden de kendilerine antipati beslemiyordum.



işte kafam bu düşüncelerle dolu olarak viyana’ya geldim. o günlerde viyana′da iki milyon kişi yaşıyordu ve bu nüfusun iki yüz bini yahudi idi. işte ben bunun farkında değildim. ilk günlerde gözlemlerim ve düşüncelerim, yeni değer ve fikirlerin giriştikleri hücuma pek o kadar karşı koyacak kuvvette değildi. nihayet içimde ağır ağır sükunet ortaya çıkmaya başladığı ve bu hummalı hayaller açıklığa kavuştuğu sıralarda, yahudi meselesi ile burun buruna geldiğim an ki, etrafımı çepeçevre saran dünyaya çok daha dikkatli bakmaya başladım.



yahudi meselesi ile karşılaşmamdaki şekil bana pek hoş gelmedi. ben o sıralarda yahudi’yi sadece başka bir dine mensup bir kimse olarak kabul ediyordum. dini çekişmelerden ve dini inanışlardan çıkan her türlü düşmanlığı, hoşgörü ve insaniyet adına daima kınamaktan da kendimi alamıyordum. bu arada viyana’nın yahudi aleyhtarı basınının tutumu da bana medeni bir milletin örf ve geleneklerine yakışmaz gibi geliyordu."


kişisel düşüncemi soracak olursanız bu sözler bir propagandadan, kendini haklı gösterme sanatından ibaret. ancak yahudilerin de sütten çıkmış akkaşık olduğu söylenemez. yine de bu onların çoluk çocuk ayırmadan hunharca katledilmesini gerektirmez. ki bir ırk'ın ahlakı üzerine genelleme yapmak bazı durumlar hariç ne kadar doğru bilemiyorum.

1912 yılında, kalan son parası ile münih'e gitti. münih'e gittiğinde münih'e hayranlık duydu. işte gerçek alman şehri dedi. kitabında münih'i yazdı vs. 1914 yılına gelindiğinde 1. dünya savaşı çıkmıştı. kendisi alman ordusuna gönüllü olarak katıldı. burada rütbesi onbaşılığa yükseldi, 2 kez demir haç aldı. (biri 1. sınıf, diğeri 2. sınıf) 1. dünya savaşı sırasında sayısız kez ölümden döndü. tüm kardeşlerinin ölmesi, babasının erken yaşta ölmesi, annesinin ölmesi, kendisinin onlarca kez ölümden dönmesi onun kafasında büyük olasılıkla ölümü sıradan bir şey yerine koydu. ölüme çok yakındı. ölüm onun hayatının bir parçasıydı artık. bu nedenle öldürmekten de çekinmeyecek zalim bir katile dönüştü.

1. dünya savaşı'nda bilinen en ünlü ölümden dönüşü henry tandey adlı ingiliz askerinin, onu ölmek üzereyken görüp, tedavi ettirmesidir. bu asker adolf'u cephede baygın bir şekilde görür ve kucağına alarak, kendi cephesine götürür, tedavi ettirir. " hergün binlerce insan ölüyor. daha fazla insanın ölmesine gerek yok." minvalinde bir şeyler söyler. fakat ironik, dolaylı yoldan 80 milyon daha insanın ölmesine neden olmuştur. fakat adolf hitler orada ölseydi de büyük olasılıkla başka bir adolf hitler varolacaktı. tarih böyle saçma varsayımlarla ilerlemez ancak neyse.

bir kez de savaşda sahiplendiği köpeğine kızmak için kaçan köpeğin peşinden koşmak üzere, serbest olduğu bir zaman diliminde bulunduğu karagahtan dışarı çıkmıştır. o çıktıktan 1-2 dk sonra, karargah bombalanmış ve içerideki herkes ölmüştür. (bu olay (bkz: rise of evil: hitler) filmi'nde de anlatılmıştır.)

ekim 1916 yılında da ayağından yaralanır.

savaşın sonlarına doğru ise kimyasal silahlar nedeni ile görme yetisini geçici süreliğine kaybetmiştir. iyileştiğinde ise almanya'nın yenildiği haberini alır.

burada önemli bir olaydan daha bahsetmek istiyorum. hani yukarıda yazdık ya, adolf hitler'i yahudi bir hoca bilerek akademiye almadı diye. (kendi görüşü, şahsen ben de katılabilirim buna) 1. dünya savaşı'nda kendisine birinci sınıf demir haç veren komutanı da yahudi idi. üstelik kendini referans göstererek bunu yaptı. yani kıssadan hisse, bir yahudi adam kayırmacılık yaparken, öteki hakedene hak ettiğini verebiliyor. buradan yahudi düşmanlığının ne kadar yanlış olduğunu anlayabiliriz.

neyse, konuyu dağıtmadan, hitler'in münih'e gitme nedenlerinden birisi de avusturya ordusu'nda askerlik yapmaktan kaçınmaktır. fakat kendisi daha sonra avusturya ordusu'nca yakalanır. pişman olduğunu vb. belirterek serbest bırakılır. serbest bırakılmasında fakirliğinden dolayı kaynaklanan fiziksel yetersizlik durumu da göz önünde bulundurulmuştur. bu fiziksel yetersizliğine rağmen ağustos 1914'de (yani savaşın başında) alman ordusu'na gönüllü olarak katılır.

savaş bittikten sonra münih'te kalmaya devam eder, multi-etnik yapıdaki avusturya parlementosunu takip eder ve demokrasiye düşman olur. çünkü avusturya parçalanır.

münih'te tanıdıkları aracılığı ile thule cemiyetine, list cemiyetine katıldı. bu cemiyetler nazizmin doğuş noktalarıdır. savaştan sonra hitler uzun süre askerde kalmaya çaba sarf etti çünkü vatandaşlığı ve eğitimi yoktu. fakat birgün hakkında istihbarat toplamak üzere gittiği alman işçi partisi'nin toplantısında bavyera'nın prusya'dan (almanya) ayrılıp, avusturya ile birleşmesi gerektiği konuşuluyordu. buna çok sinirlendi ve dayanamayıp, bir nutuk çekti. ertesi gün şaşırtıcı bir şekile kendisine parti üyeliği teklifi geldi. böylelikle partiye katıldı. orduda işi bitti. şubat 1920'de partinin adını "nasyonal sosyalist alman işçi partisi" koydu. nazi adı da partinin güçsüz dönemlerinde demokratikler ve komunistler tarafından partinin destekçileri ile dalga geçmek üzere konulmuş bir takma ad idi.
temmuz 1923'te tam olarak lider konumuna geldi. ufak bir not: joseph goebbels, rudolf hess gibi yakın adamlarıyla bu dönemlerde tanışmıştır.

8-9 kasım 1923'te birahane darbesini düzenledi. o dönemlerde partinin gazetesinde bize bir tbmm hükümeti gerek adlı başlıklar vb. şeyler vardı. hitler atatürk'ün sevri reddedip, milli bir mücadele başlatmasından etkilenmiş, mussolini'nin roma'ya yürüyüşünden etkilenmiş ve böyle bir darbeye teşebbüs etmiştir. nitekim daha sonra bunu şu şekilde açıklayacaktır. "benim öğretmenim mussolini, onunki de atatürk'tür." tabi kendisi burada yalnızca milli mücadeleye odaklanmış, demokrasi ve atatürk ilkelerini görmemiştir.

birahane darbesinden sonra 4 ekim 1924'te yargılanmıştır. yargılanırken dahi mahkeme salonunda nutuk çekmiştir. 5 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. fakat 9 ay yattıktan sonra affedilmiş salınmıştır. bu süre zarfında (bkz: kavgam) (bkz: mein kampf)'ı yazmıştır.

hapisden sonra hemen partisini toplamış ve izlenecek yolu belirlemiştir. ilk başlarda partisi doğru dürüst oy alamazken (bkz:büyük buhran')dan (ekonomik kriz) yararlanarak, oyunu yükseltmiş, en büyüı muhalefet partisi haline gelmiştir.
buraya da bir parantez açmak istiyorum. buraya kadar dikkatlice okuyan iyi bir okur, florasan partisi ile nsdap'ın ne kadar ama ne kadar benzer iki oluşum olduğunu fark etmiştir. bununla da ilgili uzun bir girdi yazağım. gerçekten de florasan partisi nsdap'ın türkiye versiyonudur.

1933'te cumhurbaşkanı hindenburg tarafından şansölye olarak atanmıştır. 1 yıl sonra ise hindenburg ölür ve hitler kendini hem şansölye hem de cumhurbaşkanı ilan eder ve "führerlik" makamını kurar. (mozambik'teki başkanlık sistemi) sonrası ise herkesin malumu 2. dünya savaşı.
devamını gör...

heinz guderian

2. dünya savaşı sırasında barbarrosaa harekatı ve fransa (batı) cephesi'nde görev almış, ünlü alman zırhlı birlikler şefi.

2. dünya savaşı'ndaki önemli nazi başarılarının birçoğunun arkasında guderian, onun öğrencileri veya taktikleri bulunmaktadır. bunlara örnek vermek gerekirse; (bkz: schlieffen planı)'nın tıkanmamasını sağlamak amacı ile geçilmesine neredeyse imkansız gözü ile bakılan (bkz: ardenler) ormanı'ndan zırhlı birliklerini geçirerek, müttefik birliklerini kuşatma altına alması. üstelik ardenler'i geçtikten sonra birkaç üst rütbeli subaylardan tepki gelmiş ve daha fazla ilerlemesine izin verilmemiştir. bunun nedeni heinz'in piyadeleri beklemeden, direkt olarak tanklarla atağa geçmesi idir.

evet, o dönemler tanklar başlı başına bir savaş aracı olarak değil de daha çok piyadeye destek ekipmanı olarak kullanılıyordu. çünkü heinz'in tankları hariç, o dönemin tankları yavaş ve hantaldı. (sovyetler ve abd de bunu bozacaktır.) dolayısı ile piyade ile birlikte gitmesi öngörülüyordu. heinz bu kalıbı yıkıp, günümüz tank-savaş anlayışını başlatmıştır ancak nazi almanyası'nda birtakım gelenekçi, süvari veya piyade altyapısından gelme subaylar bundan hoşlanmadığı için guderian'ın piyadeleri beklemesini isterler.

fakat kendisi yalvar yakar bir şekilde izni koparıp, sayıları 400.000'i bulan müttefik birliklerini dunkirk'de kuşatma altına alır. onları etkisiz hale getirecek iken, hitler'den "yeter artık, iyice sınırları aştın." minvalinde bir emir gelir ve guderian'ın saldırmaması emredilir. bu hitler'in yaptığı en büyük hatalardan biri olacaktır.

hitler, dunkirk'deki birlikleri alt etmek için guderian'ın yerine lutwaffe'yi görevlendirir ancak lutwaffe bu görevi başaramaz ve yaklaşık 360.000 müttefik askeri dunkirk'den ingiltere'ye deniz yolu ile taşınarak kurtarılır. bu kurtarma harekatına (bkz: dunkirk kurtarma harekatı) denir.

her ne kadar ingilizler dunkirk'de başarılı olsa da guderian ve ekibi yarılmış olan belçika cephesi'nden artık güle oynaya paris'i alır ve batı cephesi böylelikle kapanır. ayrıca bu 1. dünya savaşı'nda 4 yılda yapılamayanın, çok kısa bir sürede (yaklaşık 1 ay. (10.05.1940-21.06.1940)) tamamlanması demektir.

yani bir nevi batı cephesi'nin fatihi diyebiliriz.
ayrıca arkadaşları ona hızlı taktikleri ve piyadeyi beklemeyişinden ötürü hızlı heinz de demiştir.

bir de dünya'nın en büyük kara harekatı olan 21 haziran 1941 saat 4.55'te başlayan barbarossa harekatı'nda yaptıkları vardır ki savaş tarihine geçmiştir.

barbarossa harekatı başladığında, 1 haftada minsk'i ele geçirmiştir. ağustos'un başlarında merkez cephesi'nde yaptığı kuşatmalarla 600.000 sovyet askeri'ni esir almıştır. bu dünya savaş tarihi'nde alınan en büyük esir sayısıdır. daha sonra hız kesmeden smolensk'i alır ve moskova'ya doğru ilerler ancak hitler'den yine çok büyük bir hata gelecektir.

hitler guderian'a piyadeleri beklemediği gerekçesi ile ceza niteliğinde bir emir verir. ona moskova yerine kiev'e saldırmasını emreder. kiev ile moskova arasındaki mesafe farkı yaklaşık 200 km'dir. guderian geri dönüp, kiev'i alıp, tekrar dönüp, moskova'yı alana kadar kış gelecektir. bunu hitler'e iletir ancak hitler umursamaz. üstelik, petrol sıkıntısı çeken almanya guderian'ın git gel 400-500 km'lik boş yere yol tepmesiyle, boş yere benzin kaybedecektir.

boş yere diyorum çünkü halihazırda kiev için saldıran birlikler zaten vardır. guderian'ın geri dönüp, kiev'i alması hiç bir şey ifade etmez.

ve tam da dediğimiz gibi olur. guderian geri döndüğünde kış gelir ve sovyetler artık daha hazırlıklıdır. böylelikle moskova'ya 22 km kala, dürbünle kremlin sarayı'nı görürken, geri dönmek zorunda kalır.

eğer hitler ve avamının piyade takıntısı bu kadar yüksek olmasa, dunkirk'de 400 bin asker yok edilmiş (esir veya ölü) olacaktı ve muhtemelen ingiltere de fransızlar ile beraber pes edecekti. etmese bile önemli bir gelişmeydi bu.

yine guderian dinlenseydi, moskova, tula gibi yerler düşmüş olacak ve belki de bugün çok çok farklı bir dünya'da yaşıyor olacaktır.

tüm bu olayların üstüne guderian hitler'e iyice çıkışır ve görevden alınır. tabi daha sonra (1944) hitler çaresiz kalınca, guderian'ı çağırır ve doğu cephesi genel şefi olarak atar ancak iş işten çoktan geçmiştir. zaferler kaybedilmiştir. bu saatten sonra sovyetler'i durdurmak imkansızdır. ancak yine de işini layığı ile yapmaya çalışır ve sovyetleri belki 0,5-1 yıl geciktirir.

ayrıca heinz guderian bugünkü modern tank anlayışının şeflerinden olmakla birlikte (bkz: blitzkrieg) taktiğinin de uygulayıcı, öncüsü ve geliştiricilerindendir. bu taktik polonya'da çok işe yaramıştır. keza fransa'da uygulanan taktik de bir nevi budur.

bu taktiğin önemini anlamak için batı cephesi'ndeki orduların güçlerinin kıyaslanması yeterli olacaktır. bizlere hep naziler çok güçlü, über güçlü, mükkemmel olarak anlatılır. böylelikle sovyetler ve amerika bizim kahramanımız olur. burada nazileri savunacak halim yok ancak sovyetler'in ve amerika'nın anlattığı kadar güçlü değillerdi. batı cephesi'nde ekipmanlar karşılaştırıldığında neredeyse birbirine eşit olduklarını, hatta bazı konularda fransa'nın almanya'dan önde olduğunu göreceksiniz. ancak blitzkrieg ve hızlı heinz'in hızlı tankları, ekipmanlardan, istatistiklerden çok daha üstün gelmiştir.

çünkü tıpkı kendisinin de dediği gibi;
"ileride her nerede savaş olursa olsun tanklar savaşın kaderini belirleyici faktör olacaktır."
işte fransızlar ve ingilizlerin tek eksiği tanklarının ve tank şeflerinin hızlı guderian ve hızlı tankları kadar güçlü olmamasıdır.

onlar piyade için tank anlayışında iken,
guderian tank için piyade anlayışındadır ve bu kazandırır.

heinz guderian ayrıca sanıldığı gibi nazi partili değildir. hatta birçok yerde ırkçı muameleri eleştirir. hatta süregelen rivayetlerden biri o dur ki, heinz ve birlikleri minsk'e girdiğinde askerlere çiçek dağıtan insanları görür ve askerlerine dönüp, der ki; "işte onlar bizim kadar alman'dır. onlar artık reich vatandaşı'dır, reich sınırlarındadır ve bizim halkımızdır." der.

tabi bu rivayetler ne kadar doğru bilinmez ancak guderian'ın hitler'le yaşadığı sorunlar, bazı kayıtlar ve yazdığı kitaplar göz önünde bulundurulduğunda gerçekten bir ırkçı olmadığı rahatlıkla anlaşılabilir.

kitapları:
(bkz: bir askerin hatıraları)
(bkz: dikkat panzer) bu kitap bazen orjinal adı ile satılır. orjinal adı:
(bkz: achtung panzer)'dir.
devamını gör...

fahreddin paşa

mer fahrettin türkkan. bilinen adıyla fahrettin paşa. 1868'de rusçuk doğmuş, 22 kasım 1948'de eskişehir'de vefat etmiştir.
henüz 10 yaşında iken (bkz: 93 harbi)'ne tanıklık etmiş ve ailesi ile istanbul'a göç etmiştir. çocuk yaşta savaşlara tanıklık etmesinden ötürü asker olmak istemiş, kara harp okulunu birincilikle bitirmiştir. daha sonra harp akademisi'ni de bitirerek, 1891 yılında kurmay yüzbaşı olarak göreve başlamıştır.
balkan savaşları'nda çatalca savunması ve edirne'nin geri alınışı'nda görev almıştır. trablusgarp savaşı'nda da görev almıştır.

1. dünya savaşı sırasında musul'da bulunan 4. orduya bağlı, 12. kolordu komutanı idi. daha sonra 4. ordu vekilliğine getirildi. urfa, zeytun, musadağı gibi bölgeler de çıkan ermeni isyanları'nı bastırdı.
1916 yılında 4. ordu komutanı cemal paşa tarafından medine'deki hicaz birlikleri komutanlığına atandı.

burada şerif hüseyin'in 50.000 kişilik ordusuna karşılık 11.000 kişilik ordusu ve kısıtlı imkanlarla gerçekleştirdiği (bkz: medine müdafaası) sayesinde "çöl kaplanı", "türk kaplanı" gibi lakaplar almıştır. osmanlı'nın mondros ateşkes antlaşması'nı imzalaması'nın ardından kendisinden orduların terhisi istenmiş fakat kendisi bunu gerçekleştirmeyip, bir süre daha savunmaya devam etmiştir. bu süre zarfında zerre kadar yiyecek, giyecek ekipmanları kalmamış ve açlıktan çekirge dahi yemişlerdir.

nihayet 27 ocak 1919'da ingiltere'nin anadolu'yu tamamen işgal etmesi gibi uçuk bir tehdite karşın teslim olmuş ve mısır'a sürgüne gönderilmiştir. 5 ağustos 1919'da buradan malta'ya sürülmüş, daha sonra da idam edilmek üzere istanbul'a getirilmiştir.

istanbul'dan tbmm sayesinde kaçmış ve türk kurtuluş savaşı'nda güney cephesi'nde fransızlara karşı kısıtlı imkanlarla savaşmış, onları toroslardan geçirmemiştir.

fransızlarla ankara antlaşması'nın imzalanmasının ardından 9 kasım 1921'de kabil'e elçi olarak atanmıştır. türk-afgan ilişkilerinin ilerlemesinde önemli roller oynamıştır.

kurtuluş savaşı'nın ardından başarılarından ve yaptığı fedakarlıklardan ötürü soyadı kanunu ile "türkkan" soyadını almıştır. rütbesi orgeneralliğe kadar yükselmiş, 1936'da ordudan ayrılmıştır.

5 çocuk babası olan çöl kaplanı'mız 22 kasım 1948 yılında eskişehir yakınlarında vefat etmiştir. mezarı aşiyan mezarlığı (istanbul)'ndadır
devamını gör...

tanrı

tengri sözcüğünün günümüzdeki hali. aslında tengri sözcüğü şu an birçok okuyanın okuduğu gibi "tengri" şeklinde okunmuyordu. eski türkçe'de bugün "ng" şeklinde yazılan, ancak daha çok "n" sesi gibi çıkan bir ses vardı. bu ses direkt "n" den farklı idi ama "ng" sesinden daha çok "n"'ye benziyordu.

dolayısı ile tengri sözcüğü " tenri" gibi söyleniyordu.

tanrı ise bunun kalınlaşmış halidir.

ayrıca eskiden gökyüzünü belirtmek için kullanılırdı. eski türkçe'de günümüz türkçesi'ndeki gök sözcüğü mavi anlamına gelirdi. tenri ise gök demekti.

zatem divan-ı lugati türk'de tenri sözcüğünün karşılığında gök de yazar. hatta orhun kitabelerindeki ünlü "üstte gök çökmedikçe altta yer delinmedikçe" sözü şu şekilde yazılmaktadır:

"üze tenri basmasar alta yir tilinmeser"

ayrıca tam olarak allah, mevla gibi sözcükleri anlamsal olarak karşılamaktadır. yani allah ile tanrı sözcüğü arasında tek bir fark dahi yoktur.

allah arapça'da ilah sözcüğünün marifeleştirilmiş (el-ilah) ve arapça kurallarına uygun olarak birleştirilmiş halidir. (allah)

bu sözcüğü hristiyan araplar da, musevi araplar da kendi tanrıları için kullanır. yani bu islam tanrı'sının özel adı değildir.

şöyle düşünürseniz daha iyi anlaşılacaktır. 600 yıllarında bir türk dini yayılmış olsun. bu dinin adı "x" olsun ve bu dinin kitabında o dinin tanrısı'ndan doğal olarak türkçe olan "tenri" şeklinde söz edilsin. yıllar sonra bu türkler arabistan'a girip araplara bu dini zorla kabul ettirsin ve araplar da allah yerine tenri sözcüğünü kullansın ama bu sözcüğü dinlerinin tanrısının özel adı sansın ve tenri yerine arapça olan allahı kullanan tüm herkese kafir densin. bu durum sizce de saçma olmaz mı?

sanırım günümüzde tanrı sözcüğüne öcü gibi bakılmasının nedeni barışın izleri olsa gerek. ya da kuteybenin her eve bir imam politikasının sonuçları da olabilir.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim