vakti zamanında arıza show bünyesinde yüzünü göremesek de sesi ile kalbimize dokunan bir insandı. o arıza show ki tarihin gelmiş geçmiş en güzel radyo programıydı. şimdi kim bilir nerelerdedir.
poker oynamak. strip poker oyununu bilirsiniz. orada amaç rakibini yenip soyundurmaktır. burada amaç tam tersi olabilir, rakibini yenerek giydirebilirsiniz. ya da soğukta oynuyorsanız kazanan giyinir kaybeden donmaya devam eder. eğlenceli olabilir.
bir grup orta yaşlı ablanın işlettiği bir ev yemekleri restoranı vardı balatta. öğrenci dostu bir yerdi muhabbetleri çok iyi güleryüzlü samimi iyi insanlardı hepsi. orada ağlayan pasta vardı tatlı menüsünde. 1 dilim alırdım her oturduğumda ve yanında da 1 adet sıcak demli çay.
o günleri özledim, dışarısı felaket soğuk olurdu, iç bahçe de bir o kadar soğuk olurdu ama tepedeki ısıtıcı kalbimi şen yapardı. gidemedim epeydir umarım halen açıktırlar.
hayatla inatlaşan bir adam ve köpeğinin öyküsü. evet tam anlamıyla böyle bir tanım yapmak gerekiyor zira amcamız ve köpeği adeta hayatla inatlaşıyorlar. sen mi galip geleceksin yoksa ben mi yarışına giriyorlar. şimdi hikayeyi biraz baştan alacak olursak buradan sonrası için yola spoiler uyarısı ile devam edeceğiz.
amcamız en başta köylüler ayrılırken biraz tembellik ediyor gibi geldi bana. şimdi kim kalkıp buradan gidecek teee o kadar yolu yahu der gibiydi sanki. yani o tarlada bulduğu bir fidan bana çok da gerçekçi gelmedi orada kalması adına üşengeçliğinin bir kılıfıydı sanki.
fakat sonra amcamızın samimiyetine inanmaya başladığımız bir dizi olaylar oldu ki yahu bu adam resmen hayatla inatlaşıyor ölüme meydan okuyor dedim kendime okuduğum her satırda. öykü ile ilgili benim canımı sıkan en büyük nokta çeviri oldu.
küfürler bana çok geçmedi açıkçası. şimdi tabii kitap çince, hal böyle olunca orjinal dilinden okuyamıyorum e çeviriyi yapan çevirmen de bu işin uzmanı bir itirazım yok. ama ne bileyim küfürler bana çok geçmedi kitapta. neyse çok küfür yoktu zaten.
kitapla ilgili en güzel şey şuydu kitap hayal satmıyordu. tamam inatçılığı, hayata tutunmayı, mücadeleyi vs öğretiyordu belki ama şunu da alt metin olarak kocaman puntolarla aslında yazıyordu zihnimize: "hayata karşı mücadelenizde kazanan hayat olur. kıçı ile inatlaşan altına sıçar."
nihayetinde de öyle oldu, mısır büyüdü ama mısırın büyüdüğünü kim gördü ki? bana geçmedi hikayenin sonu. şu eleştiriyi yapacaklar olacaktır bu entryimi okuyunca. yahu işte oldu adam kazandı mısır yetişti kendisi gübre oldu. oldu kardeşim olmadı demiyorum ama nihayetinde adam öldü. o mısır mahsulünü alıp köpeciği ile yiyebildi mi? hayır.
işte böyle bir öyküdür bu kitap. lianke yazı dili olarak betimlemelerinde çok başarılı değildi bence bu öyküsünde. bana öyle geldi en azından. betimlemeler bana pek geçmedi. daha düz bir anlatımı vardı zihnimde çok canlanmadı o öykü. ama inatlaşması bana geçti hoşuma gitti inatlaşan insanları severim.
"bitirme tezi yazmak çok da zor bir iş değil. sadece egolarınızı bırakmanız ve sisteme ayak uydurmayı öğrenmeniz gerekiyor. okula girdikten sonra hocaları gözünüze kestirin, içlerinde en egosuzunu bulun ve danışmanınız olması için onu ikna edin. sonrasında onun yönlendirmesi ile onay verdiği bir konuda istediklerini yerine getirin. zaten kendinizi tezi yazmış olarak bulacaksınız. jüride de sizin yerinize tezi savunacaktır zira ne istediyse yaptınız ve tez aslında onun tezi gibidir bir anlamda."
tebrikler yüksek lisans diplomanızı alabilirsiniz.
not: yukarıdaki sistem acı ama gerçeklerin ta kendisidir! türkiye'de yüksek lisans yapmak (kaliteli birkaç okul ve idealist birkaç hoca) haricinde lüzumsuzdur.
tavla hayata benzer, hayattan tokat yememiş olanlar tavlayı iyi oynayamazlar. basit bir örnek vereyim, hayatta her zaman beklemediğiniz bir faktör vardır; olayların gelişmesinde rol oynar. nedir bu faktör? kimileri buna talih der, kimileri buna kader der; kimileri ise tesadüf. bu hayatın sürprizleridir. yeni açtığınız bir işin başınıza hayatın öreceği bir çorapla batması işte buna bir örnektir. ya da yüklü miktarda yatırım yaptığınız bir alanda yatırımlarınızın batması da bir başka örnektir. bu durumlarda başladınız yere dönersiniz çoğunlukla ve tekrar denersiniz ama kimi zamanlarda da her şeyi kaybeder adım atacak bir yer bulamazsınız.
tavlada da pullarınızı ilerletirsiniz ve olacaklara hazırlıklı olmaya çalışır, sonuçlarını tahmin eder ve riskleri alırsınız. ama zar hayattaki bu faktör gibidir. bir bakarsınız ki başladığınız yere dönmüşsünüz rakibiniz sizi kırınca veyahut bir bakarsınız ki rakibiniz sizi kırmış ve kapattığı kapılarla dönecek bir yeriniz bile yoktur öylece sonuçları beklersiniz.
o sebeple tavlayı iyi oynayanlar hayattan tokat yemiş kişilerdir.
ne zaman hüzünlensem, bir arkadaş özlemi duysam açıp dinlediğim şarkıydı bir dönem. o yıllarda biraz hasret çekerdim. sonrasında daha sosyal bir insana dönüşüp daha sosyal bir çevre edinince kendime bana zor zamanlarımda destek olan ve derman olan bu güzel şarkıyı ömrüm boyunca unutmayacağım konusunda uzun yıllar evvel söz vermiştim. vermiştim vermesine ama işler öyle olmadı işte. insan vefasız. unutmuştum bu şarkıyı.
çok yıllar evvel dinlediğim bu güzel şarkıyı geçtiğimiz 2 yılın sonunda artık doruk noktasına ulaşan pandemi yalnızlığı ile dolup taşan hasretler ve dostluklar özlemi ile yeniden hatırladım uzun uğraşlar sonucu buldum ve dinlemeye koyuldum. bir müddet oldu şarkıyı dinlemeye başlayalı.
bugün de bu satırları yazarken derdi tasayı, gamı kederi ve doruklara ulaşan hasretleri tarif etmek amacındayım. ne demiş üstad;
-spoiler-
gençlik geçecektir şüphe etmeyin
bahtsızlık bendedir uzağa gitmeyin
beni öldürün de azap etmeyin
meşhurdur eski dost atılmaz cicim
.
.
.
sevginin nefretin pazarı yoktur
aşkın zevki değil hicranı çoktur
sevda çekenlerin gözü pek toktur
gönüller alınır satılmaz cicim
en iyi yabancı film dalında oscar ödüllü film. öylesine güzel bir film ki bu, en ufak bir eksiklik, en ufak bir lüzumsuzluk bile yok. her planı ölçülü, her karesi dolu dolu bir film bu.
-spoiler-
ismine odaklanarak bakınca müthiş bir metaforu işliyor film. bu metafora göre başka bir ailenin içine adeta parazit gibi girip, çoğalıp oraya tutunup ve orayı sahiplenip orada hayatını sürdürmeye çalışan bir aileyi görüyoruz. bunu öylesine güzel yapıyor ve bunu yaparken sınıf farklılığı üzerine öylesine güzel yerlere parmak basıyor ki film, izlerken ekran karşısında hayranlıkla kala kaldım.
böylesine güzel bir film ile ilgili çok daha uzun yazılır ama zaten yeterince ifade edilmiş. benim en çok hoşuma giden ve beni derinden etkileyen sahne ise yağmur başladığında ve sel olduğunda öyle güzel bir sekans var ki aşağılara indikçe hayatın nasıl boka battığını gözümüze soka soka gösteriyor yönetmen.
3 yaşlı bir ingiliz atı(baba: king david(usa) - anne:thisbe henüz 3 yaşında bir tay). gazi koşusu için beklentinin yüksek olduğu bir isim. mesafeyi uzata uzata gelip 1900 çimde istanbul'da sadi eliyeşil koşusu birinciliğiyle benim favorim olmuştu gazi için ama sonrasında yıllardan beri tekrarlanan (benim için büyük bir hata bu) uzundan kısaya dönme riskini aldı ve erkek tay deneme koştu 1600 metre mesafede. tay deneme'den 4. olarak ayrıldı. kısalan 300 metre ona ne kadar pahalıya patlayacak olacak bunu göreceğiz.
gazi öncesinde son provasını ankara'da 2200 metrede mehmet akif ersoy koşusu ile yapacak. oradan sonra da aksilik olmazsa gazi'ye gidecek. ayakları düz bassın bahtı açık olsun elbette.
bu at benim atım olsaydı eğer eliyeşil'i kazandıktan sonra tay denemeyi koşmaz ve oradan sait akson'a gelirdim ve istanbul'dan hiç ayrılmadan gazi öncesi son provayı yapardım. ama araya sıkıştırılan tay deneme sonrası şimdi rota'nın bir de ankara'ya çevrilmesi ile bence fazla yıpranmış olacak diye düşünüyorum.
edit: endişeme rağmen mehmet akif ersoy koşusu'nu çok ama çok kolay kazandı, gidişat da çok lehine gelişince son 200'ü elde geçti at. gazi koşusu için konuşacak olursak net olarak tek rakibi kurtel'in real runner görünüyor. şimdi şöyle bir analiz yapacak olursak, kurtel'in koşuya eküri ile katılıp yarışın temposunu yukarı çekmesi burgas için (burgas kaçak at olmadığı için) bir dezavantaj ya da avantaj değil fakat real runner için koşunun süratli gitmesi çok ama çok büyük önem arz ediyor. benim gazi için favorim burgas mevcutta. umarım bir edit daha yapıp şampiyonluğunu kutlayabiliriz.
edit2: gazi'yi de çok net bir düzlük sprinti ile kazanıp tarihe geçti. bravo sana yakışlıklı.
edit3: gazi sonrası boğaziçi koşusu (g2) bir tık eksik kaldı ama dönüşünde g1 ankara koşusu ve g1 cumhurbaşkanlığı koşusu birincilikleri ile adını türk at yarışı tarihine altın harflerle yazdırmıştır bana göre. şubat ayında dubai yarış festivaline katılmak üzere bugün dubai'ye uçtu. ayakları düz bassın şampiyonun.
arkadaşın yazlığındaydım. havalar sıcak, bütün günü denizde geçirmiştik. eve geldik duş aldık temizlendik falan dedik napalım bi mangal yapalım sonra da otururuz falan. o ara arkadaşlardan biri televizyonu açtı alakasız(3 gündür açmamıştık) bir baktık olaylar başlamış, tanklar, askerler sokaklarda; köprüyü kapatmışlar falan.
ülkemizde gelmiş geçmiş en iyi "sitcom" değildir bu noktada üstteki yazara katılıyorum. fakat bana göre gelmiş geçmiş en komik yerli dizidir... şunun ayrımını yapmak lazım, üstteki yazar da buna biraz değinmiş. sitcom mantığı amerikan sitcomları gibi işlemiyor bizde. bu tip örnekler yok değildi, bunlara örnek olarak: "sıkı dostlar, açık mutfak, charlie, tatlı hayat vs." verilebilir belki ama avrupa yakası kesinlikle bunlardan öte bir yerde konumlandırılmalı.
-spoiler-
bunun sebebine gelecek olursak elbette ki dizilerin süreleri devreye giriyor. amerikan yapımı sitcomlarda şu formül kullanılır: ana tema(bölümün); açılışta karakterler bu tema üzerinde ya giyinmiştir ya konuşuyordur, ya da aksiyona başlamışlardır. (atıyorum tema: su parkı) karakterler su parkına gidiyordur, hazırlanıyordur, su parkındadır ya da gidileceği konuşuluyordur.
aslında bunu modern family'den özetlersek: karakterler tatile gider ve o bölüm tatil ile açılır. devamında orada onların başına gelen durumlara yönelik şeyler izliyoruz. mesela seinfeld'e bakalım; bir bölümün konusu karakterler arasındaki bir ev kiralamaktır, bütün karakterler kendi aralarında o evi kiralamak için yarışa girerler. bölümün açılışında george geldiğinde elaine ve jerry'e elindeki o evden bahseder ve devamında ikisi ev için yarışa girer, sonra george da dahil olur bu yarışa hepsi evi istemektedir vs sonra ev başkasına kalır.
-spoiler-
yani anlayacağınız üzere amerikan yapımı sitcomların senaryo formülü basittir. bölüme 1 tema belirle, açılışı o tema üzerinden yap ve devamında karakterleri komik durumlar içinde bırak o temayı izleyerek. finalde de o tema bir şekilde kapansın yani olay örgüsündeki tüm düğümler çözülsün. (bu düğüm konusu senaryo üzerinde olay örgüsüne çeşitli düğümler atılması ile ilgili, bu düğümler çözüldükçe başka düğümler eklenir böylece izleyici bu düğümlerin çözülmesini görmek için izlemeye devam eder vs vs.)
dönelim avrupa yakası örneğine. avrupa yakası 1 saat civarında başlayıp finaline doğru 2 saati aşkın bir uzunluğa erişmişti. dolayısıyla burada 1 tane tema belirleyip onun üzerinden ilerlemek yetersiz hale geliyor. çünkü belirlenen tema üzerinde karakterlerin içine düşeceği komik durumların süresi o 2 saati dolduramıyor. bu sebeple de dizi sitcom'dan çıkıp amacı güldürü olan bir dramaya dönüşüyor. karakterler arasındaki çatışmalar, farklı motivasyonlar ve bölüm içinde birbirine paralel ilerleyen 3-4 farklı hikayeyi seyrediyoruz. öyle ki abartılı sitcom oyunculuğu seçilmemiş olsa avrupa yakası'nın bazı bölümlerini dramaya çevirmek mümkün olur.
fakat sezar'ın hakkı sezar'a diyecek olursak da gülse birsel'in kalemine hayranlığımı belirtmem gerekir. avrupa yakası benim için televizyon tarihinde (türkiye) gelmiş geçmiş en komik yerli dizidir.
harry potter serisindeki bir büyü. hedefindeki kişiyi taşa çevirir geçici olarak. bu büyü ilk kitapta h. granger tarafından neville l.'a karşı uygulanmıştır ilk olarak.
aşık olduğum dizi. hikayesini dinlemek isteyenlere şunu söyleyeyim, hayatta bazı şeylerin zamanı olduğunu düşünüyorum. bu zaman insanın lehine oluyor genelde. çünkü bazı şeylerin değerini anlamanız için vaktinden önce ona kavuşmamalısınız. eğer vaktinden önce elde ederseniz değerini bilemeyebilirsiniz, veyahut daha kötüsü hayatınıza etkisi olmayabilir.
bu dizi de benim için böyle bir hikayeye sahip. henüz fakültede bir lisans öğrencisiyken bir fakülte dersinde yunan hocamız bize iletişim ile ilgili bir ders veriyordu şimdi tam olarak ismini hatırlayamadım ancak dersin konuları arasında "etik" de vardı. dersin de bir asistanı var. hocamızın zor bir aksanı vardı anlaması biraz yorucu olabiliyordu, ders sırasında çoğu kişi dinlemiyordu. ben de biraz prensipli bir insan olarak asla ders kaynatmazdım, konuyu ve dersi sevmesem bile ilgilenirdim. çaba gösterirdim. derslerde bunalıyorduk ama asistan çok iyi birisiydi, oldukça da espirili bir kadındı. ders haricindeki "section" denen ek dersler vardı ve konu tekrarı, konuyla alakalı çeşitli uygulamalar vs yaptırıyordu ders harici bir gün 30-40 dakikalık ek derslerde.
neyse bir gün etik konusu gündemdeyken bu konu benim epey ilgimi çekmişti ve acaba bununla ilgili önereceğiniz bir şey var mı diye sormuştum, (dip not asistandan birazcık da hoşlanıyordum şimdi itiraf edeyim) o da bana aslında bununla ilgili bir dizi var ve çok eğlenceli izleyebilirsin diye bu diziyi önermişti.
sonrasında vize dönemi, dersler, iş güç ve üniversite hayatı derken bu diziyi netflix izlenecekler listesine ekleyip yüzüne bile bakmamış unutmuştum. zaman geldi geçti, üniversite bitti yüksek lisans dönemim başlamıştı, bir işim vardı, bir ders asistanı olmuştum yüksek lisansta ve sınıftaki ek derslerde ben ders anlatır olmuştum. ne kadar güzel gidiyor değil mi hikaye...
lanet olası pandemi başladı. korku, panik, hayatın sekteye uğraması, evlere kapanma, aile ile yaşanılan enteresan sorunlar derken ben hayattan bağımı ufak ufak koparıp derin bir depresyona düşmüşken (yüksek lisansı bıraktım, işsiz kaldım, asistanlık da mecburen bitti, pandemiye alıştım ama yakın zamanda ufukta askerlik var ve param yok.) listemde bu dizi ile karşılaştım. açtım, izlemeye başladım, ağladım da ağladım, güldüm de güldüm, düşündüm de düşündüm ve bu diziye aşık oldum.
diziyi duyup sonrasında izlemeye başlamam arasında tam 3 sene var arkadaşlar. koskoca 3 yıl. her şeyin çok güzel ilerlemeye başlaması ve yıkılması ile bu diziye başladım ve başladıktan sonra 7 gün içinde bitirdim bütün sezonları izledim. yeniden hayata bağlayan, mutluluk veren ve tekrar ayağa kalkıp mücadeleye sokan bu dizinin yeri benim için bambaşkadır.
edit: dizinin bendeki yerini yazdım ama giderken michael'a haksızlık ettiğimi hatırlayıp geri geldim. michael sen hayatta bir insanın başına gelebilecek en güzel şeysin, kalbine ölelim senin biz kalbine!
iki canlının beraberce icra ettiği bir spor türü. bana göre ise dünya üzerindeki en güzel spor türü. ingiltere, fransa gibi ülkelerin tarihine bakacak olursanız at yarışının asillerin sporu olduğunu görürsünüz. yine amerika da tıpkı bu iki ülkedeki gibi çok geniş ve köklü bir tarihe sahiptir at yarışı sporunda.
bizde ise "ulu önder mustafa kemal atatürk" tarafından temeli atılmıştır. bu konuda tjk'nın çok güzel belgeselleri vardır, gazi koşusu döneminde olsun, büyük yarışlar döneminde olsun sık sık ekranlara taşıdıkları.
dünya üzerindeki yarışçılıktan farklı olarak bizde bir de çok köklü bir geçmişi olan arap atçılığı yetiştiriciliği ve yarışçılığı da mevcuttur. dünya genelinde bizde ingiliz atı olarak geçen "thoroughbred" yarış atları ile düzenlenir at yarışları.
bana göre at yarışını hiç izlememiş ve hiçbir bilgisi olmayan bir insan bile, at yarışı izlemesi halinde atlar son metrelere girdiğinde o benzersiz heyecanı yaşayacaktır. bu öyle bir duygu ki asla ama asla bir benzeri yoktur.
atların yarışlara hazırlık amacıyla yaptıkları idmanlar. galop denmesi aslında kelime kökü ile alakalı. ingilizce'de gallop(ing) atın dört nala koşması anlamına gelir. idmanlarda atlar eğer kenter çalışmadıysa dört nala koşar yani galop yapar.
bu galoplar çeşitli mesafelerde yapılabilir. örneğin 200 veya 400 metrelik kısa sprintler, 600 metrelik veya 800 metrelik daha ortalama bir hızdaki işler veyahut 1000 veya 1200 metre gibi daha uzun işler olabilir. bu konuda teknik bilgi verecek yetkinliğim olmadığından daha fazla detaya giremiyorum.
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.