romanceandsympathy yazar profili

romanceandsympathy kapak fotoğrafı
romanceandsympathy profil fotoğrafı
rozet
karma: 4540 tanım: 379 başlık: 84 takipçi: 77
hey there i am using whatsapp

son tanımları


yalnızlık

''seçilmiş bir yalnızlık insanın sahip olabileceği en büyük lükstür.''
charles bukowski
devamını gör...

sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

insanlar aynı göğün altındalar ve aynı caddelerin üzerindeler ama ne kadar farklılar. bazı hayatlar adeta el işçiliği, bazı hayatlar ise sanki seri imalat.
devamını gör...

normal sözlük

“başlık engelleme” butonunu takdir ettiğim ve keyifle kullandığım sözlüktür. cinsellik, cinsiyet ayrımcılığı, ırkçılık içeren, ayrıştırma, ötekileştirme, kin, nefret, öfke, hakaret söylemleri taşıyan, insanları fiziksel özelliklerinden dolayı aşağılayan, bunun yazarını kahvehaneden toplayıp para karşılığında yazar mı yapmışlar dedirtecek kadar kalitesiz, çapsız, seviyesiz başlıkları büyük bir zevkle engelliyorum.
devamını gör...

yazarlar hakkında gereksiz bilgiler

yaz mevsiminden iyiden iyiye uzaklaşarak serin sonbahar günlerine ulaşmış olmamız bana tarifsiz bir mutluluk veriyor. kendimi adeta esaretten kurtulmuş gibi hissediyorum. sıcaktan vıcık vıcık terlediğimiz, zamanımızın önemli bir kısmını sıcaktan korunmaya çareler aramaya ayırdığımız, sohbetlerimizin önemli bir kısmını da sıcaklardan şikayetlerin oluşturduğu uzun, sıcak yaz günlerini sevmiyorum. üzerimize bir ceket, mont ya da kaban alma gereği uyduğumuz, gecelerin de en uzun olduğu serin ya da soğuk sonbahar ve kış günlerini seviyorum. güneşli günlere nazaran da, kapalı, gri havaları daha çok seviyorum.
devamını gör...

az kişinin bildiği muhteşem kelimeler

rikkat. incelik, merhamet, acıma duygusu gibi anlamlara gelmektedir. “bildiğimiz naziklikten farkı ne?” diye sorulacak olursa, içine acıma duygusu, sevecenlik, duyarlılık katılmış nezaket diyebiliriz. başkalarının duygularına karşı empati yapmayı içerir. genellikle olumlu bir özellik olarak kabul edilir..
örnek: insan olmak rikkat ister.
devamını gör...

geceye bir şarkı bırak

tanju okan - güzel yok mu insafın
devamını gör...

jacques derrida

michel foucault, jacquesl, pierre bourdieu, louis althusser, roland barthes, gilles deleuze gibi şu an hiçbiri hayatta olmayan 68 düşünürleri olarak tabir edilen filozoflar grubunun temsilcilerinden biri olan ve postmodern bir düşünceye sahip olan jacques derrida, 15 temmuz 1930’da cezayir el-biar’da dünyaya gelmiş, 8 ekim 2004’te fransa, paris’te hayata gözlerini yummuştur.

20. yüzyılın en önemli felsefecilerinden biri olarak biri olarak kabul edilen jacques derrida yapısökümcülük olarak bilinen eleştirel düşünce yönteminin kurucusudur. albert camus jean-paul sartre gibi varoluşçu yazarlar ve nietzche’nin edebiyatla felsefeyi iç içe taşıyan kitapları, derrida üzerinde etkili olmuş ve düşünür ergenlik döneminden itibaren edebiyatın ve felsefenin ne olduğunu sorgulamış ikisi arasındaki ilişkiyi irdelemiştir .

1960'lı yıllardan itibaren geniş bir entelektüel kesimin dikkatini çekmeye başlayan ve anlaşılması zor bir filozof olarak tanınan derrida’ya göre mevcut akademik felsefe, edebiyatı felsefe karşısında ikincil bir konuma taşımak istese de felsefe edebiyattan etkilenmekten kurtulamaz. zira felsefe daima metafora, edebiyata ve estetiğe yakalanır. derrida bu yakalanmayı ötekine açılmak olarak görür. felsefe edebiyatta ötekine açılır ve bu açılım, felsefenin gelecek imkanının var olmasını sağlar. bu ötekine açılma vurgusu, sadece felsefe-edebiyat ilişkisinin bir boyutu değildir. derrida’nın ahlâk ve siyaset ile ilgili görüşlerine de uygundur.

derrida edebiyattan söz ederken “yazılı edebiyat” a vurgu yaptığını özellikle belirtir. böylece onun sözmerkezci felsefeyi eleştirirken bir fikir silahı olarak neden edebiyatı kullandığı da açık hale gelir. çünkü sözmerkezci felsefe yazı karşısında söze üstünlük verirken derrida’nın yapıbozumcu yaklaşımı yazıya vurgu yapar. dolayısıyla yazılı edebiyat, yazı-söz-dil arasındaki konumlamaları irdelemek açısından verimli bir zemin sağlar. yazılı edebiyatın tekillik deneyimi, ötekine açılma imkânı taşıması, ne kadar anlaşılırsa anlaşılsın her zaman indirgenmeye ve açıklanmaya direnen bir gediğe sahip olması, sözkonusu edebiyatın sadece sözmerkezci metafiziği eleştirmesini sağlamaz, siyasi ve ahlâki olarak geleceğe dair bir tasavvuru da potansiyel olarak içinde taşır.
devamını gör...

geceye hayatın bir gerçeğini bırak

bir insanda her zaman kendini belli eden, aileden gelen şeyler vardır. nezaket, samimiyet, iyi terbiye ve akıl gibi... eskiler buna 'kumaşı güzel' derlerdi..
ruhunun kumaşı güzel olan insanların ses tonlarında huzur, bakışlarında anlayış,
ve sözlerinde de içtenlik oluyor...
devamını gör...

düzenli spor yapmak

düzenli spor yapmak, vücudumuzu sağlıklı ve zinde kıldığı gibi, gündelik hayatta yaşamış olduğumuz stresi de büyük ölçüde azaltmakta ve hayatımızı da güzelleştirmektedir. bilindiği üzere spor veya egzersiz yapmak beynin direkt olarak mutluluk hormonu salgılamasına yol açar. bu nedenle de bireyler egzersiz veya herhangi bir spor branşına odaklanarak, kendilerince sevdikleri bir hobi edinebilirler.

spor sayesinde kişinin kendini daha dinamik, daha diri ve daha öz güvenli hissetmesi de söz konusu olur. ayrıca vücut formunun korunması konusunda da düzenli spor yapmanın büyük katkısı olur.
devamını gör...

rebab

“gönüllerin kırık sazı”olarak da nitelendirilen rebab, uzak doğu’dan orta asya’ya, anadolu’dan kuzey afrika’ya kadar uzanan geniş coğrafyasıyla bir grup telli musiki aletine verilen genel bir isimdir. mızraplı ya da yaylı olarak icra edilir. rübab ismi de verilen bu saz tarihi süreç içerisinde bazı değişimlere uğrasa da kullanıldığı malzeme itibariyle ve manevi tınısıyla medeniyetimizde derin tesirler bırakmıştır. kullanıldığı ülkeye ve ortamına göre farklı rebab çeşitleri mevcuttur.

rebab üç telli çok eski bir çalgıdır ve yaylı çalgıların atasıdır. öyle ki, tarihçesini süleyman peygamber zamanına kadar götürenler vardır. ama bilinen en meşhur icra yeri uygur bölgesidir. çalgının uygurlardaki adı ıklıktır. rebab, ıklığın ortadoğu ve komşu coğrafyalarda değişik biçimlerine verilen ortak addır. kimi zaman rübab olarak da adlandırılmıştır. kelime farsça’dır. osmanlı kemençesi de denilmiştir. sonraları rebab saz kelimesinin yerine kullanılmıştır. meselâ tevfik fikret’in rûbab-ı şikestesi ya da rebab-ı şikestesi kırık saz anlamındadır.

yedi şekil rebabdan bahsedilmektedir: dikdörtgen, yuvarlak, armud, beyzi, yarım, tambur, açı tekneli. bunların bazılarında yay yerine mızrap kullanılmıştır. bazılarında ise tel sayısı da altıya kadar çıkmıştır. ama orijinal rebab şu şekildir: teknesi hindistan cevizi kabuğundan imal edilmiş, üzeri de deriyle kaplanmıştır. sapı ağaçtandır, boyutu ise yaylı tamburu hatırlatacak kadar uzundur. tekneden çıkan sapın alt kısmı dizlerin arasında dik tutularak yay yardımıyla çalınmıştır. telleri ve yayı at kuyruğundan alınmıştır. at kılının, at kılına değmesiyle ortaya çıkan sesi, insanı kendinden alıp ötelere götüren kederli ve etkileyici bir sestir.

bu çalgının endülüs üzerinden avrupa’ya yayıldıktan sonra rubebe, rubec gibi değişik ad ve forumlara dönüştüğü bilinmektedir. anadolu’daki on asırlık kültür serüvenimizde tek yaylı çalgımızdır. rebab tanzimat dönemiyle unutulmuş, sadece mevlevîhanelerde varlığını korumuştur. günümüzde ise rebab icrâcısı oldukça azdır.
devamını gör...

günaydın sözlük

azala azala yaşadığımız bir dünyada, samimiyetin, içtenliğin, gülümsemenin, sevginin artması dileğiyle…
günaydın ...
devamını gör...

minyatür

özellikle osmanlı döneminde, hat, ebru ve tezhib kadar önem kazanmış, üzerinde durulmuş olan, kağıt, parşömen, fildişi, hint kağıdı, aharlı kağıt v.b. malzemeler üzerine, perspektif yani derinlik kaygısı güdülmeden, boyut, gölge, ışık verilmeden, farklı boyutlarda fırçalar kullanılarak, kök boyalar ve yaldızlarla çok ince işlenmiş küçük boyutlu resimler yapma sanatıdır. islâm’da resmin ve suretin yasak oluşu inancından dolayı, resim sayılmadığından osmanlı coğrafyasında gelişme imkânı bulmuştur. ortaçağ islam coğrafyasında kitap süslemeciliği ile birlikte gelişmiştir.
latince kırmızıya boyamak ve minorare yani küçültmek köklerine bağlı italyanca miniatura sözünden fransızcaya oradan da dilimize geçmiş, minyatür olmuştur. osmanlı dönemine ait kayıtlar incelendiğinde ise bu terimin yerine “tasvir” veya “nakış” sözcüklerinin tercih edildiği görülmektedir. bu sanatı icra edenler de genellikle “musavvir” ya da “nakkaş” olarak adlandırılmışlardır.

bazı uzmanlar, perspektifin olmadığı, çizgiselliğin ön planda olduğu, mağara duvarlarına çizilen resimleri ilk minyatür çizimleri olarak kabul ederler. ilk örneklerine de uygurlarda rastlandığı ve minyatürün türklerle ortaya çıktığı söylenir. ancak dünya sanat tarihine bakıldığında, mısır ve çin’de de minyatürün çok güzel örneklerine rastlarız. minyatür, 15. yüzyılda, bağdat, tebriz, isfahan, şiraz, herat okulu gibi okullarda altın çağını yaşamıştır.

minyatürlerde, gerçek ya da anlatılmak istene konu olduğu gibi yansıtılır. bu nedenle perspektif kullanılmaz. uzaklık ve boy, renk veya gölgelerle ifade edilmez. minyatürler kitabın sayfa oranına uygun, geometrideki “altın dikdörtgen” içinde kendine özgü “dikine” veya “yığma perspektif” denen bir teknikle resimlenirken; kişilerin büyüklüğü, kişilerin makamına göre değişir; kişi makam olarak ne kadar büyükse diğer kişilere göre büyüklüğü de fazla olur. bu, kâğıt üzerinde ön planda olanların alt tarafa, geridekilerin ise üst tarafa yerleştirilmesiyle gerçekleşir. figürler birbirlerini tümü ile kapatmayacak şekilde düzenlenir. konu mesafe farkı gözetmeksizin en ince ayrıntılara kadar işlenir.

dini inançlar yüzünden islâm coğrafyasında derinlik içeren çizimlerin, resimlerin yasak olmasından dolayı daha çok tasvir amaçlı çizilen minyatürler aynı zamanda arşivcilik düşüncesiyle de kullanılmışlardır. bu nedenle tarihsel kaynak özelliği de taşırlar.

fatih döneminde (1451-1481), padişahın resmini de yapmış olan sinan bey adlı bir nakkaş, ıı. bayezid döneminde (1481-1512) de baba nakkaş diye tanınan bir sanatçı,16. yüzyılda reis haydar diye tanınan nigarî, nakşî, şah kulu, mustafa çelebi, selimiyeli reşid, süleyman çelebi ve levnî, osmanlı döneminin ünlü nakkaşlarıdır. bunlardan levnî, türk minyatür sanatında bir dönüm noktasıdır. levnî, geleneksel anlayışın dışına çıkmış ve kendine özgü bir biçim geliştirmiştir.

bazı minyatür sanatçılarınca fizik ile metafiziğin birleştiği noktada bulunan bir sanat olarak nitelendirilen minyatür, 18.yüzyılın başlarından itibaren batılılaşma akımı sonucunda, avrupa resmi kurallarının değerlendirilmesiyle hızlı bir değişim sürecine girmiştir. geleneksel teknikle gölgeli boyanan hacimli nesneler ve derinlik kazandırılmış unsurlarla, üç boyutlu tasarımlar ortaya çıkarılmıştır. aynı asrın sonlarına doğru tutkallı toprak boyanın, guvaş ve suluboya ile yer değiştirmesiyle birlikte yazmalar geleneksel minyatür sanatını sonlandıran tekniklerle resmedilmiştir. bu dönemde tasvir, kitap sayfalarından duvar ve tuval yüzeylerine taşmıştır. 19. asrın başında ise osmanlı minyatürü’nün artık önemini yitirdiğini görüyoruz. bu dönem sanatçıları, geleneklerden kopmaksızın ortaya koydukları eserlerde, batı etkilerini yeniden yorumlama çabalarıyla, tanzimat sonrası açılan okullarda başlatılan batı resmi eğitimiyle yaygınlaşacak olan yeni resim geleneğinin öncüleri olmuşlardır.
devamını gör...

geceye bir şarkı bırak


aerosmith - dream on
geçmiş geride kaldı. gün doğumundan gün batımına kadar olan süre gibi geçip gitti.
bu hep böyle değil midir, zaten? herkesin hayatta ödemesi gereken bedeller vardır.
devamını gör...

puva

puva, başlıca sedef, vitiligo, ekzema, kronik kaşıntı ve mikozis fungoides (bir tür deri kanseri) olmak üzere, pek çok deri hastalığının tedavisinde kullanılan bir yöntemdir. bu tedavi türünde, psoralen (p) olarak bilinen ışığa karşı duyarlandırıcı madde ile ultraviyole a ışınları (uva) birlikte kullanılmaktadır. adı da buradan gelmektedir. puva tedavisi genellikle 20 seanstan oluşsa da, hastaya, hastalığın cinsine, vücuttaki yayılma şekline göre de değişebilmektedir. puva tedavisiyle birlikte genellikle günün belli saatlerinde hastalığın olduğu bölgelere sürmeniz için kremler de verilmektedir.
devamını gör...

alfred de vigny

alfred de vigny, 27 mart 1797’de, loches fransa’ da dünyaya gelen ve 17 eylül 1863’te paris’te 66 yaşında hayata gözlerini yuman fransız şair, oyun ve roman yazarıdır. fransız devrimi’nden sonra fakirliğe mahkum olan soylu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve paris’te büyümüştür. romantizmin temsilcilerinden biridir. 1814'te bourbonlar'ın yeniden iktidara gelmesiyle, aileden gelme krala bağlılık duygusuyla kralın muhafız alayında teğmenliğe kadar yükselmiş ancak edebiyata olan düşkünlüğü nedeniyle subaylıktan ayrılmıştır. mutsuz bir evlilikten sonra le maine-giraud'da bir köy evine yerleşmiştir.

bir çok romantik gibi william shakespeare' e özel bir ilgi duyan vigny, yazarın romeo ve juliet'ini 1827 yılında, othello ve the merchant of venice'in (venedik taciri) adlı eserlerini de 1829'da fransızca'ya çevirmiştir. 1845 yılında da fransız akademisi'ne seçilmiştir. şiirlerinde tabiatın ve insanların umursamazlığı ve karamsar düşünceler belirgin olan vigny yalnızca şiir alanında en iyi olmakla yetinmemiştir. şiir onun için, " felsefi düşüncelerin epik ya da dramatik biçimde sahnelendiği bir türdü. roman alanındaki yeteneğini cinq-mars'la (1826; cinq mars, 1950) ortaya koydu. bu roman, kralın yakın çevresinden cinq-mars markisinin kardinal richelieu'ye karşı giriştiği komplo çevresinde gelişiyordu. vigny, bir kişiliği yansıttığı ya da bir tezi aktardığı bölümlerde tarihsel gerçeklerden uzaklaşıyordu.

ilk şiiri le bal"i (balo) 1820'de yayımlayan vigny’nin diğer ünlü eserleri arasında, poèmes 1822, éloa 1824, moise le cor 1826, poèmes antiques et modernes 1826, cinq-mars 1826 la maréchale d'ancre 1831, stello 1832, quitte pour la peur 1833, quitte pour la peur 1833, servitude et grandeur militaires (askerliğin kulluğu ve büyüklüğü) 1835, chatterton 1835, le colore de samson (samson'un hiddeti) 1839, la mort du loup (kurdun ölümü) 1840, le maison de berger (çoban evi) 1841, la mont des olivers (zeytin dağı) 1843, les destinées 1864, journal d'un poète 1867, ouvres complètes 1883 1885, daphné (roman) 1912 sayılabilir.

alfred comte de vigny benim hafızamda sessizliği en iyi anlatan yazar ve şairlerden biri olarak yer etmiştir. “evrende yüce olan ancak sessizliktir. bundan ötesi zayıflıktır, acizliktir.” diyor, 19. yüzyılın bu romantik şair ve yazarı. aristokrat bir aileden gelen ve sık sık av partilerine katılan vigny, sessizliğin yüceliğini de yine bir kurt avında fark edecektir. fransız şair, kendisi gibi soylu arkadaşlarıyla çıktığı bir kurt avında, vahşi ormanlarla kaplı bir dağda, bir erkek kurdun dişisi ve iki yavrusunu kurtarmak için verdiği savaşa tanıklık eder ve bundan çok etkilenir. avcılar bembeyaz karlar üzerindeki ayak izlerinden, az önce oradan geçmiş olan iki kurt ve iki yavrusunun yerlerini belirlerler, silahlarını hazırlarlar ve bu kurt ailesinin bütün kaçış yollarını kapatırlar. kendisine, dişisine ve yavrularına saldırmak üzere olan bu avcıları hisseden erkek kurt için artık karşı koymak ve kahramanca hayatını feda etmekten başka çare kalmamıştır. pençelerini az sonra kendisine mezar olacak karlara saplar ve bekler. av köpeklerinin en iri ve saldırgan olanını gözüne kestirir ve onun işini bitirir. köpeğin boynu erkek kurdun dişleri arasındadır. avcılar ha bire ateş ederler. kamalarını kurdun böğrüne kabzalarına kadar saplarlar. fakat kurt hiç inlemeden, ızdırabını sessizce yudumlayıp, öylece düşmanlarına bakmaktadır

şair o anda kurdun gözlerinde sessizliğin yüceliğini okumuştur. bu yücelik şaire, ağlamanın, inlemenin ve yalvarmanın ancak bir zayıflık olduğunu anlatmıştır. erkek kurt kaderin kendisine yüklediği görevi yerine getirmiş, ızdırap çekmiş; ancak inlemeden ölmüştür.
bu asil hayvan, şaire, sevdiklerini yaşatmak için hayatını feda etmeyi ve özveriyi de öğretmiştir.
vigny meşhur “kurdun ölümü” şiirini de bu olaydan sonra yazmıştır.

kurdun ölümü
tutuşmuş ay üstünde koşuyordu bulutlar
nasıl koşarsa yangın üstünde dumanlar;
korular kapkaraydı bir uçtan bir uca.
yürüyorduk, konuşmadan, ıslak çayırda,
yoğun fundalıkta, arasında büyük çalıların,
altında çorak göknarları gibi göknarların,
sonra gördük birdenbire yerde iri iri,
aranan yolcu kurtların pençe izlerini.
dinledik, soluklarımızı tuttuk,durduk,
ne korunun, ne ovanın sesini duyduk;
gökte fırıldak inledi yalnız yaslı yaslı;
rüzgar çekmişti alçaklardan elini ayağını,
dokunsa dokunsa kulelere dokunuyordu.
aşağılarda meşeler kayalara yaslanıyordu,
uyur gibiydiler dayanıp da dirseklerine.
bir hışırtı bile yoktu, ama birdenbire
avcıların en yaşlısı, hiç yanılmamıştı,
başını eğip yattı, kumlara şöyle bir baktı,
ve alçacık bir sesle, sezdiğini söyledi:
yerdeki yeni izler birer açık haberdi,
geçmişti şimdilerde pek güçlü pençelerle,
iki azılı kurt, yanlarında iki enikle.

hep birden çıkardık keskin bıçakları,
yürüdük adım adım, aralayıp dalları,
gizleyip tüfekleri ve ak parıltılarını.
üçü durdu, görmek istedim baktıklarını,
alev alev iki göz gördüm birdenbire,
dört hafif karaltı vardı biraz ötede,
oynuyorlardı ay altında, fundalar içinde,
her gün, gürültüyle, gözlerimiz önünde,
efendileri gelince nasıl oynarsa tazılar.
gölgeler benziyordu, benziyordu oyunlar,
ama sessiz mi sessizdi kurdun yavruları.
öyle ya, iki adımda, yarı uykuda, -biliyorlardı-
duvarlar ardında insan vardı, yani düşmanları.
babaları ayaktaydı, bir ağaca yaslanmıştı,
ana sanki mermerdi, roma’nın taptığıydı
romus ile romulus da sanki yanındaydı.
kurt da gelip oturdu, dimdikti önde ayakları,
kuma gömülmüştü hepten eğri tırnakları.
anladı mahvolduğunu, çevrilmişti dört yanı,
bir yere gidemezdi, tutulmuştu yolları.

alev gibi ağzıyla yakaladı o zaman,
en azılı köpeği o sarkık gırtlağından,
bir daha da açmadı demir çenelerini,
oysa kurşunlarımız deliyordu etini,
sivri bıçaklarımız sanki birer kıskaçtı,
karnına gömülüyor ve birleşiyorlardı.
köpek kendinden önce boğuldu, cansız kaldı,
ayakları dibine taş gibi yuvarlandı.
o zaman bıraktı kurt, sonra da bize baktı.
bıçaklar böğründeydi, saplanıp kalmışlardı,
kurt da kanlı çayırda çiviliydi bu yüzden;
bir ilk ay doğmuştu çevresinde tüfeklerden
yeniden bize baktı, sonra yeniden yattı,
ağzındaki kanları ağır ağır yaladı,
ölüme aldırmadan, haline de bakmadan,
yumdu gözlerini, öldü, tek çığlık koparmadan.

alnımı dinlendirdim üstünde tüfeğimin,
düşünmeye başladım, bir karar veremedim,
ardından gidemedim anayla oğulların,
beklerdi belki ama işi vardı ananın,
yavruları olmasa, bu güzel, dertli dul da
kurdu tek bırakmazdı bu büyük macerada;
ama işi yavruları kurtarmaktı, kurtaracak da
açlık acısını çekmeyi öğretecekti onlara,
sonra şehir yasasına hiç mi hiç girmemeyi.
o yasa insanlarla köle hayvanlar içindi,
uyamazlardı da zaten, kölelerin işiydi
avlamak boğaz tokluğuna ormanın ilk sahibini.

yazık! diye düşündüm, büyük ama adımız,
utanıyorum bizden, biz ne kadar zayıfız!
nasıl bırakılır hayat ve bütün acıları,
bunu bilen sizsiniz, tanrı’nın hayvanları!
ne bir şeye erilir dünyada, ne bir şey bırakılır,
yalnız sessizlik büyük, gerisi zayıflıktır.
iyice anladım ben seni ey vahşi yolcu,
son bakışın dosdoğru gelip kalbimi buldu,
“uğraş, didin” diyordu, “gücün varsa,
ruhun çalışkan ve düşünceli kala kala,
varsın sabırlı gururun en yüksek tepesine,
benim doğuştan eriştiğim büyük ereğine.
ağlamak bayağıdır, inleyip yalvarmak da.
alın yazısının seni çağırdığı tek yolda
yap olanca gücünle uzun, ağır işini,
sonra acı çek ve öl, sessizce, benim gibi.”
alfred de vigny
devamını gör...

normal sözlük yazarlarından ingilizce mizah paylaşımları

- waiter, this soup tastes funny.
- then why aren't you laughing, sir?
devamını gör...

çaylak

balıkesir’in susurluk ilçesi sınırları içerisinde bulunan bir mevkiin adıdır. balıkesir, susurluk, mustafakemalpaşa, karacabey gibi civar il ve ilçelerde yaşayan insanlar için gözde bir piknik mekanı olan çaylak, susurluk’a 5km, mustafakemalpaşa’ya 35 km, balıkesir’e de 45km mesafededir. yemyeşil bir vadi içerisinde bulunan ve muhteşem bir tabii güzelliğe sahip olan kamp ve piknik alanının yukarısında bir de şelale bulunmaktadır ve gezginlerin de uğrak yerlerinden biridir.

türkiye’nin farklı yerlerindeki farklı piknik alanlarında sayısız piknikler yapmama rağmen burada 2002 haziranında, sevdiğim insanlardan oluşan bir grupla yaptığım pikniği hiç unutamamışımdır. bir “ölmeden önce yapılacaklar” listesi hazırlarsam bunlar içerisinde çaylak’ ta bir piknik daha yapmak da mutlaka olacaktır.
devamını gör...

kitap alıntıları


“çünkü siz egemenlik hırsıyla davranmak ve egemenliği elde tutmak için yaratılmadınız, tersine marifetiniz, özgürlüğü bütün insanlar için korumak olmalı.”
[s. 103] söylevler / demosthenes
devamını gör...

sessizlik

insanı insan yapan bütün değerler: aşk, sevgi, sabır, höş görü, özveri, sözün bittiği yerde başlamıyor mu, aslında ? sözün bittiği yerde başlamıyor mu sanat, edebiyat, resim, müzik gibi yaşamımıza renk katan bütün güzellikler. an geliyor duyguları sese dönüştürmek yetersiz kalıyor ya da anlamsızlaşıyor. bazı şeyler var ki anlatılamıyor, anlaşılmayı bekliyorlar. yine an geliyor hiçbir söz, hiçbir konuşma sessizlik veya ortaya konan iş kadar etkili olamıyor. bu yüzden bir ingiliz atasözünde de “actions speak louder than words” der. yani “hareketler sözcüklerden daha gür sesle konuşur.”
devamını gör...

geceye bir şarkı bırak

adoro / placido domingo
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim