romanceandsympathy yazar profili

romanceandsympathy kapak fotoğrafı
romanceandsympathy profil fotoğrafı
rozet
karma: 4336 tanım: 366 başlık: 83 takipçi: 72
hey there i am using whatsapp

son tanımları


puva

puva, başlıca sedef, vitiligo, ekzema, kronik kaşıntı ve mikozis fungoides (bir tür deri kanseri) olmak üzere, pek çok deri hastalığının tedavisinde kullanılan bir yöntemdir. bu tedavi türünde, psoralen (p) olarak bilinen ışığa karşı duyarlandırıcı madde ile ultraviyole a ışınları (uva) birlikte kullanılmaktadır. adı da buradan gelmektedir. puva tedavisi genellikle 20 seanstan oluşsa da, hastaya, hastalığın cinsine, vücuttaki yayılma şekline göre de değişebilmektedir. puva tedavisiyle birlikte genellikle günün belli saatlerinde hastalığın olduğu bölgelere sürmeniz için kremler de verilmektedir.
devamını gör...

alfred de vigny

alfred de vigny, 27 mart 1797’de, loches fransa’ da dünyaya gelen ve 17 eylül 1863’te paris’te 66 yaşında hayata gözlerini yuman fransız şair, oyun ve roman yazarıdır. fransız devrimi’nden sonra fakirliğe mahkum olan soylu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve paris’te büyümüştür. romantizmin temsilcilerinden biridir. 1814'te bourbonlar'ın yeniden iktidara gelmesiyle, aileden gelme krala bağlılık duygusuyla kralın muhafız alayında teğmenliğe kadar yükselmiş ancak edebiyata olan düşkünlüğü nedeniyle subaylıktan ayrılmıştır. mutsuz bir evlilikten sonra le maine-giraud'da bir köy evine yerleşmiştir.

bir çok romantik gibi william shakespeare' e özel bir ilgi duyan vigny, yazarın romeo ve juliet'ini 1827 yılında, othello ve the merchant of venice'in (venedik taciri) adlı eserlerini de 1829'da fransızca'ya çevirmiştir. 1845 yılında da fransız akademisi'ne seçilmiştir. şiirlerinde tabiatın ve insanların umursamazlığı ve karamsar düşünceler belirgin olan vigny yalnızca şiir alanında en iyi olmakla yetinmemiştir. şiir onun için, " felsefi düşüncelerin epik ya da dramatik biçimde sahnelendiği bir türdü. roman alanındaki yeteneğini cinq-mars'la (1826; cinq mars, 1950) ortaya koydu. bu roman, kralın yakın çevresinden cinq-mars markisinin kardinal richelieu'ye karşı giriştiği komplo çevresinde gelişiyordu. vigny, bir kişiliği yansıttığı ya da bir tezi aktardığı bölümlerde tarihsel gerçeklerden uzaklaşıyordu.

ilk şiiri le bal"i (balo) 1820'de yayımlayan vigny’nin diğer ünlü eserleri arasında, poèmes 1822, éloa 1824, moise le cor 1826, poèmes antiques et modernes 1826, cinq-mars 1826 la maréchale d'ancre 1831, stello 1832, quitte pour la peur 1833, quitte pour la peur 1833, servitude et grandeur militaires (askerliğin kulluğu ve büyüklüğü) 1835, chatterton 1835, le colore de samson (samson'un hiddeti) 1839, la mort du loup (kurdun ölümü) 1840, le maison de berger (çoban evi) 1841, la mont des olivers (zeytin dağı) 1843, les destinées 1864, journal d'un poète 1867, ouvres complètes 1883 1885, daphné (roman) 1912 sayılabilir.

alfred comte de vigny benim hafızamda sessizliği en iyi anlatan yazar ve şairlerden biri olarak yer etmiştir. “evrende yüce olan ancak sessizliktir. bundan ötesi zayıflıktır, acizliktir.” diyor, 19. yüzyılın bu romantik şair ve yazarı. aristokrat bir aileden gelen ve sık sık av partilerine katılan vigny, sessizliğin yüceliğini de yine bir kurt avında fark edecektir. fransız şair, kendisi gibi soylu arkadaşlarıyla çıktığı bir kurt avında, vahşi ormanlarla kaplı bir dağda, bir erkek kurdun dişisi ve iki yavrusunu kurtarmak için verdiği savaşa tanıklık eder ve bundan çok etkilenir. avcılar bembeyaz karlar üzerindeki ayak izlerinden, az önce oradan geçmiş olan iki kurt ve iki yavrusunun yerlerini belirlerler, silahlarını hazırlarlar ve bu kurt ailesinin bütün kaçış yollarını kapatırlar. kendisine, dişisine ve yavrularına saldırmak üzere olan bu avcıları hisseden erkek kurt için artık karşı koymak ve kahramanca hayatını feda etmekten başka çare kalmamıştır. pençelerini az sonra kendisine mezar olacak karlara saplar ve bekler. av köpeklerinin en iri ve saldırgan olanını gözüne kestirir ve onun işini bitirir. köpeğin boynu erkek kurdun dişleri arasındadır. avcılar ha bire ateş ederler. kamalarını kurdun böğrüne kabzalarına kadar saplarlar. fakat kurt hiç inlemeden, ızdırabını sessizce yudumlayıp, öylece düşmanlarına bakmaktadır

şair o anda kurdun gözlerinde sessizliğin yüceliğini okumuştur. bu yücelik şaire, ağlamanın, inlemenin ve yalvarmanın ancak bir zayıflık olduğunu anlatmıştır. erkek kurt kaderin kendisine yüklediği görevi yerine getirmiş, ızdırap çekmiş; ancak inlemeden ölmüştür.
bu asil hayvan, şaire, sevdiklerini yaşatmak için hayatını feda etmeyi ve özveriyi de öğretmiştir.
vigny meşhur “kurdun ölümü” şiirini de bu olaydan sonra yazmıştır.

kurdun ölümü
tutuşmuş ay üstünde koşuyordu bulutlar
nasıl koşarsa yangın üstünde dumanlar;
korular kapkaraydı bir uçtan bir uca.
yürüyorduk, konuşmadan, ıslak çayırda,
yoğun fundalıkta, arasında büyük çalıların,
altında çorak göknarları gibi göknarların,
sonra gördük birdenbire yerde iri iri,
aranan yolcu kurtların pençe izlerini.
dinledik, soluklarımızı tuttuk,durduk,
ne korunun, ne ovanın sesini duyduk;
gökte fırıldak inledi yalnız yaslı yaslı;
rüzgar çekmişti alçaklardan elini ayağını,
dokunsa dokunsa kulelere dokunuyordu.
aşağılarda meşeler kayalara yaslanıyordu,
uyur gibiydiler dayanıp da dirseklerine.
bir hışırtı bile yoktu, ama birdenbire
avcıların en yaşlısı, hiç yanılmamıştı,
başını eğip yattı, kumlara şöyle bir baktı,
ve alçacık bir sesle, sezdiğini söyledi:
yerdeki yeni izler birer açık haberdi,
geçmişti şimdilerde pek güçlü pençelerle,
iki azılı kurt, yanlarında iki enikle.

hep birden çıkardık keskin bıçakları,
yürüdük adım adım, aralayıp dalları,
gizleyip tüfekleri ve ak parıltılarını.
üçü durdu, görmek istedim baktıklarını,
alev alev iki göz gördüm birdenbire,
dört hafif karaltı vardı biraz ötede,
oynuyorlardı ay altında, fundalar içinde,
her gün, gürültüyle, gözlerimiz önünde,
efendileri gelince nasıl oynarsa tazılar.
gölgeler benziyordu, benziyordu oyunlar,
ama sessiz mi sessizdi kurdun yavruları.
öyle ya, iki adımda, yarı uykuda, -biliyorlardı-
duvarlar ardında insan vardı, yani düşmanları.
babaları ayaktaydı, bir ağaca yaslanmıştı,
ana sanki mermerdi, roma’nın taptığıydı
romus ile romulus da sanki yanındaydı.
kurt da gelip oturdu, dimdikti önde ayakları,
kuma gömülmüştü hepten eğri tırnakları.
anladı mahvolduğunu, çevrilmişti dört yanı,
bir yere gidemezdi, tutulmuştu yolları.

alev gibi ağzıyla yakaladı o zaman,
en azılı köpeği o sarkık gırtlağından,
bir daha da açmadı demir çenelerini,
oysa kurşunlarımız deliyordu etini,
sivri bıçaklarımız sanki birer kıskaçtı,
karnına gömülüyor ve birleşiyorlardı.
köpek kendinden önce boğuldu, cansız kaldı,
ayakları dibine taş gibi yuvarlandı.
o zaman bıraktı kurt, sonra da bize baktı.
bıçaklar böğründeydi, saplanıp kalmışlardı,
kurt da kanlı çayırda çiviliydi bu yüzden;
bir ilk ay doğmuştu çevresinde tüfeklerden
yeniden bize baktı, sonra yeniden yattı,
ağzındaki kanları ağır ağır yaladı,
ölüme aldırmadan, haline de bakmadan,
yumdu gözlerini, öldü, tek çığlık koparmadan.

alnımı dinlendirdim üstünde tüfeğimin,
düşünmeye başladım, bir karar veremedim,
ardından gidemedim anayla oğulların,
beklerdi belki ama işi vardı ananın,
yavruları olmasa, bu güzel, dertli dul da
kurdu tek bırakmazdı bu büyük macerada;
ama işi yavruları kurtarmaktı, kurtaracak da
açlık acısını çekmeyi öğretecekti onlara,
sonra şehir yasasına hiç mi hiç girmemeyi.
o yasa insanlarla köle hayvanlar içindi,
uyamazlardı da zaten, kölelerin işiydi
avlamak boğaz tokluğuna ormanın ilk sahibini.

yazık! diye düşündüm, büyük ama adımız,
utanıyorum bizden, biz ne kadar zayıfız!
nasıl bırakılır hayat ve bütün acıları,
bunu bilen sizsiniz, tanrı’nın hayvanları!
ne bir şeye erilir dünyada, ne bir şey bırakılır,
yalnız sessizlik büyük, gerisi zayıflıktır.
iyice anladım ben seni ey vahşi yolcu,
son bakışın dosdoğru gelip kalbimi buldu,
“uğraş, didin” diyordu, “gücün varsa,
ruhun çalışkan ve düşünceli kala kala,
varsın sabırlı gururun en yüksek tepesine,
benim doğuştan eriştiğim büyük ereğine.
ağlamak bayağıdır, inleyip yalvarmak da.
alın yazısının seni çağırdığı tek yolda
yap olanca gücünle uzun, ağır işini,
sonra acı çek ve öl, sessizce, benim gibi.”
alfred de vigny
devamını gör...

normal sözlük yazarlarından ingilizce mizah paylaşımları

- waiter, this soup tastes funny.
- then why aren't you laughing, sir?
devamını gör...

çaylak

balıkesir’in susurluk ilçesi sınırları içerisinde bulunan bir mevkiin adıdır. balıkesir, susurluk, mustafakemalpaşa, karacabey gibi civar il ve ilçelerde yaşayan insanlar için gözde bir piknik mekanı olan çaylak, susurluk’a 5km, mustafakemalpaşa’ya 35 km, balıkesir’e de 45km mesafededir. yemyeşil bir vadi içerisinde bulunan ve muhteşem bir tabii güzelliğe sahip olan kamp ve piknik alanının yukarısında bir de şelale bulunmaktadır ve gezginlerin de uğrak yerlerinden biridir.

türkiye’nin farklı yerlerindeki farklı piknik alanlarında sayısız piknikler yapmama rağmen burada 2002 haziranında, sevdiğim insanlardan oluşan bir grupla yaptığım pikniği hiç unutamamışımdır. bir “ölmeden önce yapılacaklar” listesi hazırlarsam bunlar içerisinde çaylak’ ta bir piknik daha yapmak da mutlaka olacaktır.
devamını gör...

kitap alıntıları


“çünkü siz egemenlik hırsıyla davranmak ve egemenliği elde tutmak için yaratılmadınız, tersine marifetiniz, özgürlüğü bütün insanlar için korumak olmalı.”
[s. 103] söylevler / demosthenes
devamını gör...

sessizlik

insanı insan yapan bütün değerler: aşk, sevgi, sabır, höş görü, özveri, sözün bittiği yerde başlamıyor mu, aslında ? sözün bittiği yerde başlamıyor mu sanat, edebiyat, resim, müzik gibi yaşamımıza renk katan bütün güzellikler. an geliyor duyguları sese dönüştürmek yetersiz kalıyor ya da anlamsızlaşıyor. bazı şeyler var ki anlatılamıyor, anlaşılmayı bekliyorlar. yine an geliyor hiçbir söz, hiçbir konuşma sessizlik veya ortaya konan iş kadar etkili olamıyor. bu yüzden bir ingiliz atasözünde de “actions speak louder than words” der. yani “hareketler sözcüklerden daha gür sesle konuşur.”
devamını gör...

geceye bir şarkı bırak

adoro / placido domingo
devamını gör...

galatasaray

cumhuriyetimizin 100. yılında süper lig şampiyonluğunu kazanarak anlamlı bir başarıya imza atmıştır. bundan tam 50 yıl önce, cumhuriyetimizin 50. yılında, 1973 yılında da şampiyon yine galatasaray’dı. muslera, boey, icardi, mertens, abdülkerim, torreira, kerem, nelsson, kazımcan, oliveira ve raschica’ yı alkışlarken, yasin özdenak, mehmet oğuz, gökmen özdenak, tarık küpoğlu, muzaffer sipahi, uğur köken, ekrem günalp, metin kurt, aydın güleş, bülent ünder ve mehmet özgül' ü de sevgiyle anıyoruz.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

geceye bir hayat dersi bırak

“benim için yaşamsal olan şeyler, sıradan bireyler için tümüyle tuhaf şeylerdi.”
c. g. jung / modern psikolojinin tarihi
devamını gör...

geceye enstrümantal bir parça bırak


ballade pour adeline / james last
devamını gör...

geceye bir fotoğraf bırak

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
hayat o kadar büyük bir hız ve telaş içinde akıp gidiyor ki üzerine düşünecek, yaşadıklarımızı sindirecek zamanımız olmuyor. yaşıyor muyuz hakikaten? yoksa hayat yanı başımızdan geçip gidiyor mu ? ruhun tazelenebilmek için yalnızlık ve sessizliğe ihtiyacı var.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarından ingilizce mizah paylaşımları

patient: doctor, i don't think these pills are doing me any good.
doctor: have you been following my instructions and taking them on an empty stomach?
patient: i've tried, but they keep falling off.
devamını gör...

güne bir alıntı bırak

"sana dalkavukluk edenlere değil, seni (hakikat için) azarlayanlara minnet göster.
her şeyden çok kendinden utan."
ruhun duygulanımlarının ve hatalarının teşhis ve tedavisi - galenos
devamını gör...

geceye bir fotoğraf bırak

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
"kendinizi, kendinizle zaman geçirmeyi yalnızlık sanmayacağınız şekilde yetiştirin."
andrey tarkovski.
devamını gör...

güne psikolojik bir tespit bırak

normalin üzerinde zekaya sahip olan insanların diğerlerine oranla daha az arkadaşı vardır, çünkü çok daha seçicidirler.
devamını gör...

güne bir söz bırak

ne çok hüzün var sahi...
sabahtan başlıyoruz hüzünlenmeye,
koca gün yetmiyor.
ertesi güne devrediyoruz bazı hüzünleri.
ali lidar
devamını gör...

türk telekom

çalışma ilkesi, sürekli kendini yenileme, geliştirme, müşterilerine daha kaliteli hizmet sunma olmayıp, akla gelecek ve gelmeyecek her türlü yolu, yöntemi, en abuk subuk kampanyaları deneyerek, ne pahasına olursa olsun türk insanının cebindeki parayı almak olan, bu coğrafyanın gördüğü en sahtekar dolandırıcı, üç kağıtçı telekomünikasyon firması.

ptt’ nin t’sinin özelleşmesi sonucu, 2005’te, cumhuriyet tarihinin o zamana kadarki en büyük ihalesinin sonucunda, bu ülkede faaliyet göstermeye başlayan türk telekom, bu 18 yıllık süreçte, pahalı tarifeleriyle, akıllara ziyan kampanyalarıyla, merdiven altı şirketlerin dahi bu konuda kendisiyle boy ölçüşemeyeceği üç kağıtçılıklarıyla türk insanını sövüşleme konusunda 1 numara olma özelliğini de kimselere bırakmamıştır.

türk telekom’un bugüne kadar yaptığı abuk subuk, akıllara ziyan kampanyalarının bir kaydı tutulduysa, arşivlendiyseler bunları okumak çok keyifli olur diye düşünüyorum. bundan yaklaşık on yıl kadar önce bir kampanya yapmışlardı. yaşadığınız şehirdeki bir bilgisayar tamircisiyle anlaşıyorlardı, o tamirci de gelip sizin bilgisayarınızda genel bir kontrol yapıyor, bir de mcafee diye dandik bir virüs programı yüklüyordu ve bu da sizin faturanıza o zamanın prarasıyla 50 lira şeklinde yansıyordu. bir defasında da hiç ihtiyacım olmadığı halde bana modem satmışlardı. kullandığım modemden çok daha üstün özelliklere sahip bir modemin gönderileceğini, internetimin de hızlanacağını söylemişlerdi. ancak gele gele kullandığım modemin tıpkısının aynısı gelmişti ve internetimde de hiçbir değişme olmamıştı.

şirketle ilgili biraz ironi, biraz da “güler misin, ağlar mısın” şeklinde ifade edebileceğimiz şöyle bir durum da söz konusudr. türk telekom müşterilerine zaman zaman şu şekilde mesajlar gönderir. “sizi türk telekom’dan arıyoruz diyenlere karşı dikkatli olun. türk telekom’la ilgisi olmayan bazı kişiler 'türk telekomdan arıyoruz' diyerek insanları kandırmaktadırlar."

evet gerçekten de “sizi türk telekom’dan arıyoruz” diyenlere karşı çok uyanık olmak gerekiyor. bu kişiler türk telekom adını kullanarak merdiven altı bir firmadan arıyorlarsa korkacak fazla bir şey yok. bu garibanların fiyatları zaten düşük oluyor. düşük fiyata internet kullanmış olursunuz. hoşunuza gitmediyse vaz geçersiniz, daha da olamadı bir miktar cayma bedeli ödersiniz. ama gerçekten türk telekom’dan arıyorlarsa işte o zaman çok dikkatli olmak gerekiyor. tavsiye edilen telefonu derhal kapatmanızdır. bunu yapmıyorsanız kolay kolay evet demeyin. aksi takdirde uygun bir tarife olarak size sunulan tarifenin ücretinin, üzerine her ay bir az daha eklenerek bir yıl içinde neredeyse iki katına çıkmasına şahit olabilir, hiç de ihtiyacınız olamayan bir ürünü alabilir ya da kendinizi, gereksiz bir biçimde abuk subuk bir kampanyanın içinde bulabilirisiniz.

ben türk telekom’u bıraktığımdan beri daha mutlu huzurlu ve sağlıklıyım. size de akıl, ruh ve cep sağlığınız açısından türk telekom’dan uzak durmanızı öneririm.
devamını gör...

sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

hepimizi derinden sarsan, her birimizin yüreklerini yakan, yaralarının sarılmasının da uzun zaman alacağı yaşadığımız büyük deprem felaketinin bizlere verdiği dersler de oldu elbette.

bu deprem vesilesiyle gördük ki, evlerimize çok fazla eşya almanın, eşyaların da biri biriyle uyumlu olmalarının çok fazla önemi yok. bazı eşyaları kullanmayıp sadece misafire saklamaya da gerek yok.

çok uzun vadeli ve çok sayıda planlar yapmaya gerek yok. geleceğin ne getireceğini bilmiyoruz. geçmişi de geri getiremiyoruz. ama şu an elimizde. çocuklar gibi anı yaşamak, hayatı akışına bırakırken o anın farkında olmak en doğrusu.

evimizde ailemizle, sevdiklerimizle birlikte geçirdiğimiz zamanlar önemli. çocuklarımıza, eşimize, sevdiklerimize sımsıkı sarılalım; onları sevdiğimizi söyleyelim. bunları yapmak için özel anları, belli zamanları beklemeyelim. gördük ki o belli zamanlar bir daha hiç gelmeye de biliyor.

iyilik yapmaya, yardım etmeye ve vermeye kendimizi alıştıralım ki bunları gerçekten ve çokca yapmak zorunda kaldığımız zamanlarda zorluk çekmeyelim, üzerimize düşeni fazlasıyla yapabilelim.
devamını gör...

geceye bir fotoğraf bırak

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
evrende görkemli, gizemli ve sırlı olan her şey susuyor. susan herşey de görkemli, gizemli ve esrarlı oluyor. konuşmak, biz insanlar için yeri geldiğinde anlaşmak için bir zorunluluktur, belki ama susmak da bir süstür. sessizliğe katlanamayan, gürültüyü bir yaşam şekli olarak benimseyen, çok ve gereksiz konuşan çağımız insanına uzak bir olgu, galiba susmak. anlaşılan, susmak bir yürek işi. susmak bir cüsse işi. susmak yüce dağların, derin denizlerin, masmavi göklerin, uçsuz bucaksız çöllerin işi. ve susmak derin sevdalıların işi.
devamını gör...

diyelim ki o bunu okuyor

çok uzun yıllar sonra ve mezun olduktan sonra da ilk defa, birkaç gün önce fakültemizi ziyarete gittim. bunca zaman fakülteye hiç gitmemiş olmamın sebebi de, aslında, aklıma gelmemiş olması, iş güç, meşguliyet, çok uzakta olmam değildi; kasıtlı olarak gitmemiştim. okumak için gurbete çıkmamış olmayı, üniversiteyi yaşadığım şehirde okumuş olmayı hayatımın en büyük hatası olarak gördüğüm için, bu konuda da kendimi hiçbir zaman affetmediğim için, sağlıklı bir aile ortamında yetişseydim bu fakülteyle yetinmezdim daha iyi yerlerde olurdum diyerek biraz fakülteyi de küçümsediğim için, hayatımın o bölümünü de hep yok saymıştım. ancak birkaç gün önce kendimle bir hesaplaşmaya girdim, geçmişimle yüzleştim. yanlışlarımla, doğrularımla geçmişimin bana olduğunu, benim gerçeğim olduğunu düşündüm. geçmişimden, yanlışlarımdan, anılarımdan kaçmak yerine onlarla yüzleşmenin daha doğru olacağı kanaatine vardım. işte ben de bir vefasızlığı affettirmek istercesine, bir hatayı düzeltircesine, geçmişimle ve kendimle barışırcasına fakülteye gittim.

fakülteye giderken senin, benim, sınıf arkadaşlarımızın her zaman kullandığımız yoldan gittim. kampüs en son teknik üniversiteye verildiği için ön kısımdaki eski binalar tamamen yıkılmış yerlerine yeni binalar yapılmıştı. bizim okuduğumuz bina arka taraflarda olduğu için “belki henüz yıkılmamıştır okuduğumuz sınıfları gezebilirim” diyerek görevlilerden içeri girmek için izin istedim ancak yıkım işleri devam ettiği için haklı olarak izin vermediler. ben de kampüsün arka tarafına dolaştım; orası biraz yüksek olduğu için hiç değilse bahçeyi rahatça seyrederim diye düşündüm. bahçe duvarına gelip te tel örgülerden içeri baktığımda şaşkınlıktan donakaldım. o kısımda yıkım devam ediyordu. bizim okuduğumuz bina tam karşımdaydı ve bir iş makinası bana göre sağ tarafından daha yeni yıkmaya başlamıştı. hani bazen “bu tesadüf değil, bu kadarı tesadüf olamaz. bu farklı bir şey” dersin ya. işte ben de onu yaşadım. birkaç gün sonra gelsem ya da en fazla bir hafta sonra gelsem o bina da tamamen yıkılmış olacaktı. ben zaten eşyaların, zamanların, mekanların da bir kimliği, ruhu olduğuna inananlardanım. hemen telefonumu çıkardım ve birkaç fotoğraf aldım. aynı sınıfta geçirdiğimiz dört yılı düşündüm. bir film şeridi gibi hafızamdan geçen anılara gözyaşlarım eşlik etti.

sen seni seven, senin üzerine titreyen iyi bir ailenin kızıydın; benim gibi psikopat bir ebeveynin yoktu. sınıfın üçte ikisini oluşturan kızlar içerisinde de sen farklıydın. maddi durumu çok iyi her gün farklı bir kıyafetle arz-ı endam eden kendileriyle aynı çevreden olmayan insanlarla pek konuşmayan havalı kız arkadaşlar gibi de değildin. sık sık olmasa da, uzun uzun olmasa da zaman zaman konuşmalarımız, sohbetlerimiz olurdu seninle. beni severdin, kendine yakın hissederdin. iki adın vardı. birinci adın aynı zamanda erkekler tarafından da kullanılan ama kadınların daha çok kullandığı ortak adlardan biriydi. aynı zamanda yetmişli yılların ortalarında, takım arkadaşı l ile birlikte fenerbahçe’den kayserispor’ a kiralık olarak giden bir futbolcunun da adıydı. benim de en en sevdiğim kadın isimlerinden biriydi. ancak sen ikinci adını daha çok seviyordun ve onu kullanıyordun. bir gün seninle bu konu üzerinde de konuşmuştuk. sen aynı zamanda sanatla ilgilenen, tiyatroyu seven bir insandın. kaçıncı seneydi hatırlayamıyorum ama bir tiyatro etkinliği düzenlemiştin; bir tiyatro oyunun bizim bölüm öğrencileri tarafından canlandırılmasını organize etmiştin. bana da bir rol teklif etmiştin ama biraz uçuk kaçık bir rol olduğu için o dönemde sınıf başkanı ve bölümün de ağır abisi pozisyonunda olan ben bunu kabul etmemiştim. sen de benim yerime rolü izmit’li h’ ye vermiştin. kim bilir ne keyifli, ne güzel bir çalışma süreciniz olmuştu. sonuçta da başarılı olmuştunuz. oyun beğenilmişti. şimdi ne kadar pişmanım. bir tek şey için geçmişe dönülecek olsa o rolü kabul etmek için dönerdim. güzel bir hatıra olurdu.

bir erkek arkadaşın da vardı. 1. sınıftan itibaren tıp fakültesinden bir çocukla çıkıyordun. onun ismini de unutmadım, biliyor musun. okulun yakınlarındaki bir kafede bir gün beni: “r sınıfımızın en başarılı çocuğudur” diyerek onunla tanıştırmıştın. dört yıl problemsiz bir arkadaşlık sürdürdüğünüze göre, mezun olup işe başladıktan sonra evlenmişsinizdir, herhalde. bir de f vardı. hep gülen, gülümseyen pozitif arkadaşımız, f’ yi her hatırlayışımda önce gamzeleri gelir aklıma; zaten güldüğünde de önce gamzeleri gülerdi. seninle birlikte en çok konuştuğum arkadaşlardan biriydi. o da beni severdi. o da bizim bölümden ama farklı sınıftan bir arkadaşla çıkıyordu. onun adını da hatırlıyorum. o da f gibi neşeli, pozitif, açık kalpli bir arkadaştı. o da beni severdi selamlaşır, ayak üstü kısa sohbetler yapardık. birbirlerine yakışıyorlardı. onlar da evlenmişlerdir, herhalde ve dilerim mutludurlar.

şehrin takımının, a milli futbol takımının başında da 3-4 kez kaptan olarak çıkmış olan, efsane futbolcularından ve kaptanlarından birinin yine şehrin takımında futbolcu olan oğlu da bizim dönemde spor bölümünde okuyordu, hatırlarsan. sınıfımızdan izmitli arkadaşımız s ile çıktığı için sınıfımıza sık sık gelirdi ve adeta sınıftan biri gibi olmuştu. cuma günleri sınıfa geldiğinde “bu hafta sonu maç ne olacak? kazanacak mısınız?” diye sorardık o da her seferinde. “kazanacağız, tabii ki” diye cevap verirdi. bu arkadaşımız mezun olduktan sonra üç büyüklerden birine transfer olmuştu. o yıllarda henüz 3-4 yaşlarında olan kız kardeşi de daha sonraları ünlü bir dizi oyuncusu olmuştu.

dönüş yolunda o yılları düşündüm. şimdi ile karşılaştırmalar yaptım değişen ne çok şeyler oldu ve değişmeyen şeyler de var tabii. özal’ın anap’ı türkiye’nin başındaydı. almanların efsane hocası jupp derwall’in galatasaray’a gelmesine, oynattığı, toplu hücum toplu defans esasına dayanan, göze hoş gelen modern futbolla türkiye’de yeni bir dönemi başlatmasına ve mustafa denizli ile birlikte galatasaray’ın 13 yıllık şampiyonluk hasretini sonlandırmasına tanıklık etmiştik. michel jackson’un adından çok söz ettirdiği, bon jovi’nin, kim wilde’ ın, whitney houston’un, the bangles’ın, u2’ nun çok sevildiği, “take my breath away”, "i wanna dance with somebody”, “the final countdown”, “faith” , “bad”, “erternal flame” gibi şarkların her yerde çalındığı zamanlardı. türkiye’de ise sezen aksu’nun, ajda pekkan’ın, fatih erkoç’un, ayşegül aldinç’in, yeni türkü’nün, mfö’ nün, nilüfer’in altın yıllarıydı.

henüz olmayan şeyler de vardı tabii. turgut özal vefat etmemişti. uğur mumcu bombalı bir suikasta uğramamıştı. ırak kuveyt’i işgal etmemişti. recep tayyip erdoğan ibb başkanı seçilmemiş, al pacino'nun oscar'lı tek filmi "scent of a woman" henüz çekilmemişti. sincan’ın ana caddelerinde tanklar yürütülmemişti ve genelkurmay 2. başkanı çevik bir bu olay üzerine: “demokrasiye balans ayarı yaptık” dememişti. 28 şubat post modern darbesi olmamıştı. amerika ırak’a müdahale etmemişti. şirin ötesi bir ilçede hayatımın en güzel altı yılını geçirmemiştim. ve 99 depremi yaşanmamış, galatasaray henüz uefa şampiyonu olmamıştı.

... ve bir şarkımız da olmamıştı bizim. sevgililerin şarkıları olur zaten. biz ise sadece arkadaştık, öyle değil mi? arkadaşların yalnızca anıları, sevgileri, özlemleri olur.

kendi kendimle hesaplaşmalarım, muhasebelerim, hayatı sorgulayışım ise, belki de büyük ölçüde o yıllarla aynıydı. neden bazıları ideal birer ebeveynin çocuğu olarak sağlıklı bir aile ortamında bütün temel ihtiyaçları karşılanarak, sevilerek yetişiyor, mutlu oluyor büyük başarılara imza atıyor da, benim gibi bazıları da psikopat bir anne babanın çocuğu olarak sağlıksız bir aile ortamını solukluyor ve onlar için de intihar etmemiş olmak, kendisine vebaşkalarına zarar vermemiş olmak, her şeye ve herkese rağmen hayata tutunabilmiş olmak ancak bir başarı sayılıyor. neden bazıları hayatı dolu dolu yaşıyor ve hep yeni mutluluklara yelken açtığı için geçmişi hatırlama, geçmişe takılma gereği duymuyor ve yaşadıklarını çabucak unutuyor da mutsuzların kısmetine ancak geçmişi tüm ayrıntılarıyla hatırlamak ve tekrar tekrar yaşamak düşüyor.

şimdi nerelerdesin; ne yapıyorsun? dünya küçük derler ama biz bir daha hiç karşılaşmadık. mutlu musun? kaç çocuğun var? onlar ne yapıyorlar. beni hala hatırlıyor musun? zaman zaman aklına geliyor muyum. yoksa unuttun mu? yaşıyor musun. bu yalan güzeli dünyayı hala solukluyor musun?

yaşıyorsan karşılık verme.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim