son_nefes_çiçeği yazar profili

son_nefes_çiçeği kapak fotoğrafı
son_nefes_çiçeği profil fotoğrafı
rozet
kafa izninde
karma: 16657 tanım: 1317 başlık: 39 apolet: 1 takipçi: 21
Bir ülkede görülebilecek en tehlikeli salgın, ahlâktan bağımsız din fanatikliğidir. J.B

son tanımları


hoşlandığın biri var mı sorusuna verilebilecek cevaplar

olmayan samimiyetle soruluyorsa: "bu benim meselem o yüzden önüne dön." gibi şeyler diyorum ben. insanın özeline bu kadar kolay burun sokulmaz ya.
yakınlarım dolaylı yoldan belli etmeme rağmen sorunca da sinirlerim bozuluyor, çünkü soru amacı "birini bul artıkkk!" der gibi: "dünyaya gelme amacımız sadece birini bulmakla ya da sevmekle sınırlı değil. insanlar insanlığı bile hak etmezken hoşlanma seviyesine çıkabilecek olana denk gelmek daha zor. o yüzden çabam veya isteğim yok. birinden hoşlanmamak bana dünyanın sonu gibi gelmiyor. istediğimi bulamadım diye daha altıyla idare edecek değilim. ne o insana ne de onun dandik sevgi anlayışına layığım. içiniz rahat edecekse beni kendimle evlendirin. :))" diyorum. çok yakınlarım bile bazen diğerleriyle örgütlenip başımın etini yiyor. birini buluyorlar ben görmeden"istemiyorum." deyince "iyi de böyle nasıl bulmayı düşünüyorsun?" dediklerin de "niye ben bulmak zorundayım ya, o ruh eşimse bulunmayı beklemez gelir ki. :p" diye sıyrılmaya çalışıyorum.
bilmiyorum ama insanlar bu kısmet işlerine hep olmak zorunda gözüyle bakıyor. bu da bana anlamsız ve saçma geliyor. kendimle kalmak, leş bir insanla kalmaktan daha iyi. hem de eşsiz bir konuma bu tarz insanları koymak kötü hissettirmiyor mu?
arkadaşlığım bile kriterli ve ben onda bile insan bulamıyorum çoğu zaman. ne demek daha arkadaşım bile olamayacak birinden hoşlanmak, kendime mi kusayım, acımam kusarım yani. o insanlarla sokakta yürürken bile karşılamak istemiyorum. yanımdan geçip gidiyorlar ama sinirleniyorum çoğu zaman. o derece insanları sevmiyorum yani.
o yüzden duruma vahim gözüyle bakıyorlar ve tersime denk geliyorlar. bu tarz sorularda bu insanlar gibi itici ve sinir bozucu. olsa gelir söylerim sırf sussunlar diye ama olmayınca da bu tarz zorlama olayı sinir bozucu. sıradan insanların ağzında da sakız, 5-10 dk konuş konu hop oraya? bu kadar mı vasıfsız ve kalitesiz yaşıyorsunuz anlamıyorum ki.
devamını gör...

yürüyüşe diye çıkıp tatlı yemek

babamlar giderken onlara takılıp ya pastaneye ya da markete geçiren ben. içlerinden sövdüklerine eminim. çünkü benim yürümekten çok yemem lazım, yani yürüyüş çok efor kaybettirdiği için açığı kapatmam gerekiyor.
oralara uğramadığımız vakitlerde evden birkaç meyve ve abur cubur koyarım yanıma. ve bu yüzden en son "sen gelme ya, senin bizimle yürümen psikolojimi bozuyor. biz ara verince detoks suyu içiyoruz sen ise meyve/ sebze veya abur cubur yiyorsun." demişlerdi. azimlerini kötü şekilde etkilediğimi görünce 2-3 saatlik ve aç karna yürüyüşlerine gitmeyi bıraktım.
§§ uyanınca 20-30 dk sonra baya acıkırken onların ısrarıyla 2-3 saatlik yürüyüşlerine katılmak benim için de zordu. ama yürüyüşün 30-40 dk'sında 2-3 salatalık ve elma kemirip molada çubuk veya bisküvi yerken sinir olduklarını öğrenince gitmeyi bıraktım. -_- süreyi azaltsalar yani 40-60 dk yürüseler dayanacağım ama yok. öleyim mi? :/
ayrıca çok yiyen veya çok sık yiyen de değilim tabi böyle açlıkla sınanmıyorsam. ve diyorum ki "kahvaltı yapıp gidelim, 3-4 saat yürürüm hiçbir şey yemeden?" ama yok illa aç olacaklar. zaten 7 gibi kalkıyorlardı. işkence çekmek için erken kalkmaktan da nefret ederim neyse.
ailede 3 hızlı metabolizma ve 3 yavaş var. gider ikisiyle yemek yarışmasına katılırım, çokta dert. :p
devamını gör...

sigara içmeyen insan

sağlıklı ve kaliteli yaşam anlayışına sahip olan ben gibi insanlar. :p
içmeyi kendi açımdan çok sıkıntılı görüyorum; canın çekince odaklanma sıkıntısı çekeceksin, kişisel zevk yüzünden çevrenin havasını bozacaksın (açık havada içildiğinde ve rüzgar kokuyu getirdiği zaman kusup geri yollayasım geliyor ama açık alan ya sözde biz etkilenmiyoruz(!) diye hakkım yok.), sigara içip hijyeni önemseyen çok az insan var. bu hem kişisel hijyen olarak hem de mutfak ve ev hijyeni; her yere koku sinecek, mutfaktaki lavabo içi sigara külünü taşıyan şeyin nemli hâlini alacak vs. çok itici.
ve parfümlerden rahatsız olan burnum bu kokudan çok fena rahatsız oluyor. 3-4 adımlık mesafeden kokuları yayılmış insanlar var. benim midem bulanıyor.
genele bakınca tercih meselesi, saygı duyuyorum ama etkisi bana yansıdığında çok saygılı olasım gelmiyor. çünkü saygıyı hak eden şey içip içmemek değil; karar ne ise başkasına rahatsızlık veya sıkıntı yaratmamak.
ve bizim geniş ailede düzenli içen kimse yok, arada içen birkaç kişi var sadece. o yüzden bizde içmeyen değil içen yadırganıyor. (:
bağımlılık olayı da beni sinir eder zaten. kendimden başka hiçbir şeye bu kadar bağlanma ve bendeki tesirini arttırma isteğim yok. faydasını daha çok yaşayacak olsam bile üstünlüğünü kabul etmiyorum. "keyfi içmeliyim o isteyince değil. istediğim zaman bırakırım, onun beni tutması umrumda olmaz." şeklinde olmalıydı.
bir de sorunlarımı, acılarımı o olmadan atlatacak ya da o olmadan çözebilecek yeterlilikteyim. acıyı yumuşatmaya ya da arada olsa bile üstünü kapatmaya gerek duymayacak şekilde yüzleşebiliyorum. o yüzden bu sebeplerle içenler bazen aptal, bazen de daha pek büyümemiş veya korkak gelir.
sigara olmasa ne olacaktı? sigara güçsüzlük ve zayıflık. eminim bu olmasa insanlar psikolojik anlamda daha sağlam ve güçlü olacaktı...
sağlıklarının içine ederken (çocuklarının da), psikolojik olarak berbatken nasıl toparlanmayı ya da düzelmeyi bekliyorlar merak ediyorum?
sigara öldürmüyor, konak canlı bulup kim sonuna kadar faydalanmaz ki? azıcık güzel hisler (içenler öyle diyor diye) için ömrünüzü sizi ölene dek yiyecek şeye teslim ediyorsunuz. her yönden mantıksız ve boş geliyor. o yüzden aptalca buluyorum kb...
devamını gör...

kalbi paramparça olmuş birini sevgiyle iyileştirmek

imkansızın bir altı olması dışında çok emek ve çok süreç gerektiren bir şey. değecek mi bundan emin olmak lazım.
sabır taşınız sağlamsa ve iyileştirme yolunda yaralanmayı göze alıyorsanız buyurun.
bazıları bunda saçmalamış. ortada sevgi olduğu için mümkün zaten, gerçekten sevmiyorsanız bu kadar zahmete girmezsiniz. aptalca sevgi anlayışlarına sahip olanları kapsayan bir şey değil...
devamını gör...

siyah giyinmek

"cenazeye mi gidiyorsun ne bu kılık?" gibi laflara maruz kalan ben gibi insanlar. soft renkleri seviyorum ama daha çok siyah ve diğer koyu renklerin aşığıyım.
"çok cenaze hissine giriyorsanız bir dua okuyun o hâlde. :p" diye takılırım arada bizimkilere...
devamını gör...

gece komşudan gelen gaz senfonisi

bunu bilmiyorum ama demin salon kapısı neredeyse yarısı kadar aralıklıydı ve oradan geçen abim arkası dönük şekilde durup bu pislikliği yaptı. "gazman'ın insan versiyonusun ya, allah'ın cezası!!! git o poponu eğit!!! sayın ev sakinleri!!! kapı arasından verilen gazla solunum yetmezliği yaşayabilirsiniz, yaşamadan önce size önerim var: neden gideceğiniz yere sizi zehirleyeni almıyorsunuz?" derken kendisi kahkaha atarak kaçtı. ailemi abimi öldürmek için teşvik etmedim tabi ki (!).
bu olayla eğlence anlayışı üretmiş gazdan dolayı aklı çok boşluklu velet! tepkimizle eğleniyor resmen. bir ara salonu iki kapıdan havalandırmamıza rağmen içeri 4-5 dk giremedik, ben öğüre öğüre kendimi balkona atmıştım.
sabah ağır uykusundayken kendi çorabını burnuna koyup 7-8 kat bantlamıştım. ve "umarım saldığın gaz kadar çorabında kötü kokuyordur yoksa eğlenemeyiz(!)." diye bağırarak konuştuğumda uyanmıştı. bunu planladığım için odadan hemen çıkıp onu odasına kilitlemiştim. "geri yatmana izin veriyorum, yalnız uyumadan önce istersen pencere aç neredeyse 7-8 dk soludun, zehirlenme." diye kıs kıs güldüm.
bundan aşırı nefret ettiğimi bile bile yapıyor. bebekler gazlarken bile orayı bantlama ya da kapatma hissi duyuyorum. kendisine ki bilinçli yapışına nasıl taviz göstereyim, göstermeyeceğim. çıkan yeri eğitecek yaşta yani, ayıp.
wc'de sesine denk gelince "sıkı tutunun gaz depremi yaşanıyor! birileri yine iş başında." diyorum ve o da güldüğü için sese ritim geliyor. "hem kokundan hem de gülmekten öleceksin çık artık. ev hazır: odaların kapısı kapatıldı ve dış kapı açıldı. maskeler olabildiğince takıldı, hadii çık." dediğimde annemlerde katılırdı. sizce utanır mı asla. bu utanmazzz şahıs (bu kısımda abim değil artık ya) ne yapardı biliyor musunuz, salonun ortasına geçer ve "hepsini orada harcamadım sizin için biraz bıraktım." deyip yapar kaçardı. biz de dört bir yana dağılırdık. gülerken ölme raddesine gelirdik. bu şeyi bize niye yaşatıyor anlamıyorum ya. bozuk soğan ya da patates kemirmiş gibi her defasında. bu kadar rezil koku saçarken utanmazlığı ve özgüveni zirve.
benden çok dayak yedi ve o çorap gibi şeyler yaptım arada ama yok.
bağırsakları ülke kanalizasyon kanalına bağlanmış gibi. herkesin ki öyledir diye düşünmeyin, üst düzeyler var. çok kez "kusmuk gelirse üstüne kusmayan ya da yatağına ne olsun." deyince kendini geri çekmeye başladı çünkü bu şeylerde hiç şakam olmaz, öğrendi: öğürürken peşinden koştum ve o da koştu. tükürük atar gibi kusmuk atacaktım eğer çıksaydı, hoş bu nasıl yapılır bilmiyorum ama deneyecektim. o an onu böyle pisliklere boğasım gelmişti.

§§ aile ortamında böyle çirkinlikleri çok yaşamışız ya. bunu abime atasım geldi "uzakta halledeceğin şeyi yakında halledince yarattığın olaylara bak ve utanmaz olsan da az utan ya! duyuları hassas biri için ceza olmaya çok yatkınsın. eğlence anlayışına seviye getir ve şu olaylarda aklıma gelip durma. başka insanlara şans ver, komşulara mesela. :'( hoş bununla ilgili kimseyle anı edinmek istemiyorum. tıpta "osuruk travması" diye bir şey çıkarsa benim olmam yüksek ihtimal. "evet sayın seyirciler, tıpta yeni bir travmanın önü açılıyor. gelin bir bakalım." deyip ekranda bizi mi göstersinler abi? böyle bir şey olursa ifşa olarak çektiğim tuhaf fotoğraflarınla oraya çıkarsın. :-) (şeytani gülüşüm olmadan olmaz.) sana acıyacak raddeyi çok geride bıraktım. sabrımı zorlama, cici ol."
devamını gör...

hayvanların hiç canlarının sıkılmaması

bunu diyen hiç hayvan beslemiş mi acaba?
ballı'm sıkılıyor. macera seviyor ve de benle vakit geçirmeyi. dışarıdayken evin içinden bazen sesimi duyup miyavlıyor. bahçede iş yapıyoruz, yürüyüş vs. keyfi yerine geliyor. bakışları daha canlı ve tepkileri daha enerjik oluyor.
tavuk ve kuzularda da bu var. siz anlayamıyorsunuz sadece.
devamını gör...

insanlara hakareti marifet sanmak

yaratıcı ve seviyeli hakaretler bana göre öyle. çünkü o şekilde söverken sinirin gidiyor. onlar ağzından çok büyük küfür ediyormuşsun gibi ciddi ve sert çıkıyor ama dediğin şey mesela: "içecek bardağına düşmüş sinek!, ebeye totoyla kafayı karıştırtan insan!, plasenta suyuna klozet suyu karışmış yaratık!" vs. olunca ciddiye almıyorlar. utanmaz olanlar gülüyor bile. bir ağız tadıyla hakaret ettirmiyorlar. ve bazen abilerimle böyle hararetli tartışmaya girenlere sövmek için ağzımı açtığım an biri (iki abim var) tarafından kapatılıyor. abimlerime yanımda böyle davranmaya utanmazlarken ben niye sövmekten utanayım? yandan yandan sıvışsam sevinirler ama onlar beni sınırlamaya çalışırken hiç sevindiresim gelmiyor. kaç kez parmaklarını kanatacağım raddede ısırdım ama yine ellerini çekmiyorlar. düşman duran insanlar içinde tartaklamakta istemiyorum. "tamam konuşmayacağım." hareketini yapınca bırakıyorlar sadece. ama sinirim böyle tavan yapmış oluyor ve "ne oldu lan, niye uzaklaştın korktun mu?" diye alaya aldıklarında ben bir defasında direkt "abim tezekten ne korkacak, fabrikadan taze çıkmış gibisiniz. kusmamam için burnumu tutuyordu sadece." deyince kısa bir sessizlik ve sonra onun taklidini yapıp "ne oldu lan, niye sustun korktun mu?" demiştim.
ağza el kapanmasından nefret ederim, bir de bu basit insanlar yüzünden oluyorsa nefretim katlanıyor. 2'ye 3'üz ondan biraz rahatım. ve onları da tanıyorum diye. büyük laflar etmeyi seven ama üflesen uçacak türler var ya onlardanlardı. yoksa sevgili abimleri tehlikeye sokacak değilim. hoş onların tehlike anlayışı sadece benden ibaret. normalde parmak kopartacağım şey de biraz kan toplatacak kadar ısırıyorum, parmağı sağlam durduğu için sevinmesi lazım ama beyefendiler çok memnuniyetsiz ya. bir gün çok fena sinirlenip ikisini dövdürmeyi hiç aklımdan geçirmedim (!).
sonra sebebini öğrenmiştim "üzülme diye söylemek istemiyorduk ama kavgada böyle sövülmez özellikle erkek kavgasında hiç. hem o insanların beyni senin sövmelerini anlayacak potansiyelde değil ve bunlardan komiklik dışında hiçbir anlam çıkarmazlar."
"ne yani şimdi ben doğrudan ona veya sülalesine sövmek yerine çok incitmeyecek şekilde sövdüğüm için bana gülüp kendini daha mı erkek sanacak? sizin türe bu kadar gerizekalı olmayı kim öğretti anlamıyorum. hadi gerizekalı olmayı başkasından öğrenmişler diyelim akıllı olmayı niye kendileri öğrenmiyor, onlara aktarılanda bir ayıklama veya üstüne güzel şeyler katma düşünceleri niye yok? bu kadar seviyesiz ve iğrenç insanların atışmaları çok sıkıcı değil mi? eminim kavga prensipleri bile yoktur. prensip desem prens neden ip diyecek zihniyet, anladım ama yanımdaki insanlara bu tarz muamele eden kim olursa olsun müsade edesim gelmiyor. erkekte olsa size bu şekilde saldırması ve özellikle olmadık yerlerden vurmaya çalışmaları hoş değil. bunları anneleri evlat diye doğuruyor ama kuzu güllelerinden büyüyüp fil bokuna seviye atlıyorlar. çok ayıp değil mi?"
abim bu dediklerime şaşırmış, tartmış vs. ama sonda gülmüştü. ben o zaman ortaokulun ortalarındaydım. karşıdakiler lise ortası veya sonu gibiydi ama umrumda değildi. benden 2-3 yaş büyük erkekleri birkaç kez dövmüştüm. algılama olayları sözle değil cidden vurmaklaydı. onlara bile vurmak istemem normalde ki bundan nefret ederim ama o kadar sinir bozuculardı ki insan şemsiye ile koluna, bacağına veya kafasına indiriyordu. sabrımı her gün yeniliyordum ve neredeyse her gün aşıyorlardı.
"erkekçe sövmek" te cinsiyetçilik ayrıca. doğrudan, kaba ve terbiyesizce sövmenin başarı sayıldığı insanlar dönemi. büyüttükleri erkekliğin ne kadar minik olduğunu ne zaman anlayacaklar acaba?..
büyüdüm ve hâlâ öyle söverim ben. kendini çok bozana kolay kolay karşılık vermem. bu basit küfürlerin altında kalacak kişilikleri var çünkü. başta "sana bok desem, canım bok kelimem bana küser. sana bok demek, bok ziyanı olur. o yüzden lütfen (!) en azından herkes gibi bir olamadıysan hadi iki bok ol. çift haneli bok sayısı kelimemin kalitesini etkiliyor. bok çok kaliteli bir kelime ve çizgisini bozmak istemiyorum." gibi sözler eder bırakırım. bok ve türevlerini kullanmayı seviyorum ama anlaşıldığı üzere herkese değil. :p
devamını gör...

pizza

ortaokuldayken babamın yapmasıyla tanıştığım ve ilk tanışmada aşk yaşadığım yemek olur kendileri. :))
4-5 çeşit yapmıştı ve sonra hiç yapmadı. "babaa, lütfen bir kere daha yapar mısın? çok yapmana da gerek yok bir çeşit yeter." demiştim ama babamın tepkisi - çocukken anlamamışım ama şu an daha net görüyorum- "ya sen ne diyorsun, anlamıyorum ben hiçbir şey, hatta seni tanımıyorum bile..." der gibiymiş. -_-
o zamanlar aşçı beyimiz arabistan'a gidiyordu ve de bize yeni tatlar denettiriyordu işte arada ama bu ilk ve son olan tek şey sanırım.
bir ara bu yüzden ona küstüğümü bile hatırlıyorum: kollarım önümde bağlı ve ona "bir kere güzel bir şey yaptın sonra hiç yapmadın. senden çok istedim ama yapmamak için bahane ürettin. beni akılsız mı sanıyorsun, niye beni kandırmaya çalıştın? bir daha istemeyeceğim işte. ayrıca tadı çok berbattı ama üzülme diye demedim ama şu an beni gayet üzerken sen de üzülebilirsin hıh." deyip ona dik dik bakıp giderken o gülüp popoma vurmuştu. "madem üzülmemişsin seni üzmek için ben de başka şeyler yaparım ne olacak ki." demiştim.
sonra ben 2-3 öğün yemedim. "pizza yapacak ama ben yemeyeceğim." demiştim anneme. o ise inanmıyor ve yemek yemem için ısrar ediyordu. dövse bile ya da açlıktan ölecek olsam bile yemedim. ciddiyetimi görünce yapmışlardı. çünkü ben 4-5' e gitsem de inadım inattı. istemediğim şeyde canımı alacak kadar zorla yine yok yani.
neyse işte babam yaptı ama küsüm diye cidden yemedim ve "iyyy birisi pizza yapmış sanırım ne berbat bir koku." diye yaptıran ben değilmiş gibi davrandım ve bakışlardan sonra "tamam ilkte kendim için istiyordum ama isteğimi gerçekleştirmediniz. abiler ısrarcı olmadı o kadar ama çok sevdiklerini biliyorum, onlar yesin en azından. merak etmeyin, boşa gitmeyecek." gibi bir şeyler deyince kızmakla kızmamak arasında kalmışlardı sonra ben yemeyince karar verip annem tarafından popoma terlikle vurulmuştu. nefsi terbiye etme olayım daha 7-8 yaşındayken olmuştu. bu yine zorladı ama kendi lafımı çiğneyeceğim kadar değildi. kendimi tam zorlamak adına yemekte onlarla kaldım. oturup izledim evet. ve yemek istememe olayım da gerçekten istediğim için yapılmamıştı. bir anlamı veya değeri yoktu yani. ve küsmüşüm, küsken küstüğüm kişiye veririm ama hayatta bir şey almam veya elinden yemem. seni küsmüşsem az ötede durman gerekiyor, ne bu samimiyet? senden bir şey alacağım ya da yaptığını yiyeceğim kadar samimi değiliz. bu kimde olursa olsun bu şekilde. çok zor küserim ama küsünce de tam küserim.
sonra pizzayı kendim devraldım lise başlarındaydı sanırım, hep kendim yaptım ve şu ana kadar da evde benden başka kimse yapmaz. sevmedikleri için değil; uğraştırıcı ve el lezzetleri benimki kadar iyi değil diye. tabi babamı katmıyorum çünkü yaptığının tadını hatırlamıyorum. ve sonra hiç hatırlatmadı. (:
baklavayı bile 2-3 kez yaptı ki bu pizzayı 2-3'e katlar uğraştırıcılık konusunda. ama can istemeyince istemiyor yani. pire de deve duruyor ne yapalım...
devamını gör...

en düşük emekli maaşının 10 bin tl olması

böyle denildiğini görünce emekli maaşının "10 bin 2 tl" olmasını görmeyi bekleyen ben. (:
devamını gör...

kadınlar ülkesi

bitirdimmm, bittiği için üzüldüğüm kitaplardan oldu ama her şeye değindiği için uzatılacak bir yanı da kalmamıştı. :/
hayallerimdeki dünya'nın tasarısını bu kitapta buldum. o yüzden şaşkınlıkla değil mutluluk ve hayranlıkla okudum.
şu kovulma başlığını görünce ahmak olan terry'nin neden olacağını en başlardan hissetmiştim. bu kadar kıt, bağnaz ve cahil cesaretli oluşu o kadar sinir bozucuydu ki.
hayatında görebileceği en harika ülkede o kadar zaman yaşarken kendine hiçbir halt katamadan ayrılması cidden büyük başarı (!). kitabı okurken hayalimde onun ağzına veya yüzüne kaç kez yapıştırdığımı sayamadım. o derece iğrenç bir insan.
şaşırma olayım, kadınların toplumdaki yerinin önemini ve değerini bilmemden ötürü kitabın ismine yansımadı.
bir kadın ne kadar iyi ve ne kadar gelişmişse kendine de ona göre birini bulur. altı olan erkeklerle vakit kaybetmez.
toplumdaki tüm kadınların onlar gibi olduğunu düşünmek beni memnun etti. sebebi de kriterleri karşılayabilmelerinin kendilerini değiştirmeden mümkün olmayacağını anlamak zorunda kalacak olmaları.
şu gereksiz özgüvenli, badboy, beyninin çoğu kısmı boş olan terry örneğine dönelim: kabul gördü mü hayır. görseydi ve aile kursalardı kaliteden çalınmış çocuklarının olması -ki eğer erkek çocuksa bir de- yüksek ihtimaldi. kendisi tek başına birçok kişiye duyulacak tiksinmenin vücut bulmuş hâliydi. ve veletleri? veletlerinin de kuracağı aileler vs. toplum için çok berbat bir etken.
kadınların önemi de burada çünkü aile/toplum kalitesini belirleyenler her zaman kadınlar olacak.
niye erkekler değil çünkü genel olarak erkekler terry veya terry benzeri: dipteyken üstten birini kabul edebilir ama kadın tarafından kabul görmez.
kendinden daha altta olanlardan seçerler genelde çünkü kontrolcülük ve itaat edilme olayı bu şekilde mümkündür. kendinden daha iyi kadınlara çok tahammül edemezler. aşkları bile biter ama bu aptalca his (yetersizlik, eksiklik, aşağılanmış vs.) ve istekleri bitmez.
kadınlarda bunlar yok. erkeğin ondan daha iyi olmasını kabul eder ve uyum sağlar. otorite ya da itaatlikten çok, gelişim ve öğrenim ön planda olur.
üstünlüklerini başkalarını ezmek veya boyun eğdirmek amacıyla kullanmıyorlar. ama erkeklerin çoğu daha bundan bir haber. umrumuzda değilken onlarla yarışa girdiğimizi düşünecek kadar ileri (!) görüşlere sahipler. sandıkları kadar önemli veya ilgi odağında olmadıklarını tez vakitte anlasalar artık.
bir de kendinden iyi kadınlara tahammül edememe olayında en baskın sebep: kadını aciz ve basit görmeleri. içlerinden şöyle geçiyordur "bu kadar aciz ve basit bir varlık nasıl oluyor da benden daha olabiliyor, olamaz! erkek gururum denilen bir şeyim var! kadın kadınlığını bilsin, erkek seviyesinde olmayı bırak, geçmek ne demek?!" vs.
üstünlüğümü bu tarz insanları ezmek için kullanırdım ama bakıyorum ki bu insanların ezilmesi için üstünlüğe gerek yok. bu kadar kişiliksiz olabilmeleri kendilerine hiç acımadıklarının göstergesi zaten. ben daha iyisini yapamam. en fazla seviyesizliklerinin altını çizer bırakırım. sebebi de bazen nerede olduklarını bilemiyorlar ya da unutuyorlar. o yüzden yardımcı olalım değil mi? (:
bir de erkek yerine insan dedim çünkü insanlığı baz alıyorum cinsiyetleri değil. çocukken cinsiyetleri öğreniyoruz sonrasında bir bütün olarak görmeyi. "yok ben hâla çocuğum." diyorsanız da büyümeyi düşünmeden topluma çokça karışmayın.
devamını gör...

yazarların kendilerini teselli etmek için kullandığı cümleler

"geçti gibi davranmak zorunda değilsin, geçmediyse geçmedi yani. ne hissediyorsan onu yaşamaya devam et. elbet sonu gelecek. bu son, gözlerini kapatmadan ve önce mi olur yoksa daha önce mi bilmiyorum.
geçmek zorunda da değil. her şeyin geçiciliği yok. "geçecek." lafı bazı şeylerde yalandan ibaret. kabullen ve yoluna bak, durma. yanlış yöne bile gitsen durma."
durmak, beklemek, belirsizlik vs. nefret ederim ve çoğunlukla zaman kaybılar. ölmek için yaşarken gereksiz yere zaman israfı yapmanın anlamı yok. yanlışa saparsam bir şeyler öğrenip çıkarım en kötü ama yerimde sayarsam ne olumlu ne de olumsuz hiçbir halt öğrenemem. dünlerimi bugüne taşırım. ve ben aynı kalmaktan da nefret ederim.
teselli anlayışım bu şekilde: gerçekçi ve doğru olduğu için biraz acımasız veya düşüncesiz gibi duruyor ama ben başka teselli olaylarına ne kendim için ne de başkaları için girebiliyorum. samimiyetsiz ve yalanlarla teselli edemem. bana göre itici ve mide bulandırıcı geliyorlar. çünkü kişinin üzüntüsü veya acısı ya da şoku vs. vardır. en azından saygı amaçlı içten olmak denenebilir. işe yaramayan ve kalıplaşmış sözleri hiç sevmiyorum. seveni de sevmem, diyenleri de...
devamını gör...

makarna şekline göre tadın değişmesi

bu başlıkla çok sevindimm. bunu kabul eden ya da anlayan insan çok az.
"makarna her yerde makarna." ya da "makarna hepsi, tadları aynı." deyip bana kendimi anormal hissettiriyorlar.
"en az şekilleri kadar tadları da değişik ama tad alma duyunuzun kaybını yaşıyor ya da yaşamışsınız sanki." deyince suçlu ilan ediliyorum.
tad almayla ilgili şeylerde o kadar sorun yaşıyoruz ki... -_-
tad duyu kaybı yaşamış gibi davranan insanlar arasında hassasiyet göstermek çok kötü; baharatı çok koyarlar, sevmediğin bir şeyi az koyarlar ve az diye tat vermemesini beklerler? ya da senden gizli koyarlar ve sen "şundan koymuşsunuz." deyince kabullenmezler. o kadar inandırıcılar ki sanki sen olmayan şeyin tadını alıyor gibi hissedersin.
yemeğin kokusundan çoğu şeyi anlıyorum ama onlar tadarak bu kadar anlamıyorlar. :/
ben yemek yapınca ise: az baharatlı olmuş, içine şundan koymamışsın vs. derler? ben de "siz tam tad alamıyorsunuz diye size az veya hiç geliyor bana ise bundan sonrası aşırı geliyor." derim. bir de ortayı sağlamak adına ben normal yapıyorum. ama onlarda bu yok o yüzden ben ayrı yaparım. ya da bana ayırırlar...
devamını gör...

anneanne deyince akla ilk gelen şey

§§ sabah kokteyli: ya meyve yiyecek ya da kokteyl hazırlayacağız.
yumuşacık, baya bol, kısa ve tatlı takımlı §§ eşofmanlar: "üstündekilerle yatamazsın, eskiden bunlar bana olurdu al giy bunlardan."
§§ biraz(!) temizlik takıntısı: "bu benim sandalyem sen başkasını al."
§§ harçlık: "al hemen, diğerleri kaptığı gibi cebine koyuyor, sen ise benden aldığın gibi yine cebime koyuyorsun. bir daha gelmem ha size."
§§ oyunlar: en son (2 yıl önce) iskambilde bana 66 öğretmişti. oyun oynarken birbirimizi çıldırtmıştık: nenem:"görüyorsun çıkmak üzereyim neden 10'lu atıyorsun?
"ya nene niye tam türkçe öğrenmedin ki, anlamıyorum ne diyorsun işte."
nenem: "akılsız kız, çıkmışsın neden söylemiyorsun?"
"oyunu arapça anlattığın için anladığım kadar oynayabiliyorumm. sayıları da hiç bilmem ondan sayamıyorum ki." (oyunlarda kartların değeri değişiyor ya, arapça deyince anlayamıyordum. sonra ikimize de saymaya başlamıştı çünkü parmakla göstermek daha uğraştırıcı gelmişti. ikimizin işini görebilecek birini bulunca anca normal oynamaya başlamıştık. (:
§§ iş birlikçiliği: beni hem satmaz hem de korur. <3
annem beni azarlayınca bana destek çıkar.
çocukken mutfakta bir halt(!) yediğimde annemi oyalardı: annem süte bakmamı tembih ederdi mesela, ben nenemle uğraşırken unuturdum bazen. ya dökülme sesine ya da yanık kokusuna koşardım. süt eksildi ama en azından mutfağı temiz görsün değil mi? (: olaylar vahim olunca da birlikte el atıyorduk. her halim onun için "prenses" bu hitaptan normalde nefret ederim ama onunla seviyorum. "büyük kraliçeden gelirken premsesten başka ne olacaktım ki; çirkin ördek yavrusu için genler, fazla güzel, külkedisi için annem gayet iyi, uyuyan güzel için ben pimpirikliyim, kırmızı başlıklı kız için ormanda evimiz yok, parmak kız için fazla uzunum, benim hikaye güzel ve çirkin olabilirdi ama onda da içi güzel dışı çirkindi bunu ters yaşadığım için eleyelim. akıllı, çıt kırıldım olmayan ve kendine yetebilen premses hikayesi yok. o yüzden ben bunu yazacağım." deyince nenemin "allah'ın cezası, bari hikayede birini bulmuş ol, orada da mı evde kalacaksın?" deyişinde ben 19-20 idim ya. çıkışı hem komik hem de sinir bozucuydu. "evde kalmıyorum, evde olmayı seçiyorum. ikisi çok farklı. ve sen hikaye de olsa beni rahat bıraksan mı, hani orada mutlu olayım bari?" demiştim. surat asıp "nene bana birini bul veya nene yaşım geçti kimse beni beğenmiyor deyip ağladığında görürüm seni." demişti. ben ona bul demememe rağmen listeler oluşturduğunu biliyorum. ve kararımdan gayet eminim. "niye öyle diyeyim ki, kendimi kendim beğeniyorum, hem cinslerim dışında başkasından bunu duymak ya da hissetmek istemem. sen bilmiyorsun ama toplumun zeka ve ahlak seviyesi çok düştü. göze hitap edeni çok rahatsız ediyorlar. o yüzden uğraşım göze hitap etmemeye çalışmak. kimse beni beğenmiyor diye yakınmam ki mutluluktan coşarım. çünkü bu bir lütuf." dediğimde "yine aklın beş karış havada konuşmaya başladın. bunları öğreneceğine keşke arapçayı öğrenseydin."
anlamadığında veya dediklerimi beğenmediğinde aklım hep beş karış havadadır. "bebek karışı mı yoksa büyük karışı mı?" deyince bastonuyla yapıştırıyor bir tane. "anladım baston karışı, yalnız o hileye kaçar." deyip gıcıklık yapmaya devam edince "kaşınıyorsun ama sen." der ben de "hayır, sen kaşınıyorsun özellikle boynun kaşınıyor ve de karnın. gel buraya bakalım, niye kaşınıyorsun anlayalım." deyip şeytanca gülerken üstüne gidince kaçmasına biraz müsade eder sonra tutup gıdıklarım. o hâli hem komik hem de çok tatlı. iyi ki nenemsin. <3
devamını gör...

kolay giren ama zor çıkan şeyler

aklıma korkuluk arasına çocukların kafasının sıkışması ve çabuk çıkarılamaması geldi.
bazen buna yüzük veya bileziklerde dahil oluyor, sanki parmağa ya da bileğe geçirdiğimizde incelmişler sonrasında kalınlaşmışlar gibi, sinir bozucu. lisede annemin alyansını 1.5 hafta takmak zorunda kalmıştım tabi o zaman yüzük parmağına değil işaret parmağıma geçirmiştim. yağ, sabun, ip vs. denemiştik ama olmamıştı. 2-3 saat parmağıma masaj yapmış en son yağla çıkarmıştık. yüzüğün rahatsız ediciliğini ve ağırlığını o zaman anlamıştım ve "o kadar yıl bunu nasıl taşıdın, rahat rahat yüzümü avuçlayamıyorum, bir şeyler giyerken takılıyor, elimi yemek işine atınca kirleniyor." vs. demiştim. o bilezik sıkışmasında değil, depremde eşyalarını koyacak yerleri yoktu ve çok unutuyorlardı. o yüzden teyzem bir bileziğin bana vermişti. ağırlık ve rahatsız edicilik vardı. kolumu yaslıyorum etime batıyor vs. 15-20 dk sonra ben: kolumu neredeyse baş hizama kaldırıp "ya senin kolumda ne işin var, hiç uzaktan göründüğü gibi değilsiniz.- teyzeme dönüp- bunu sevmedim. boşluğuma gelir çıkartıp unuturum bunu, sonra başımın etini yersin al sende kalsın." demiştim. bileziğe attığım garip bakışlardan teyzem dediklerime inanıp almıştı. "bu zamanda bunu almak ne kadar zor sen biliyor musun, hanımefendi daha yarım saati bile doldurmadı. ileride lafını edeceğin bileziğin olmayabilir." demişti. anneme de bakışlar atıyor "ne biçim kız doğurmuşsun?" der gibi. takı veya altın takma meraklısı değilim diye düştüğüm hâller.
bir de şişe kuş başı geçirir gibi ellerine o kadar bilezik geçirdiklerinde nasıl rahat oluyorlar ki? ağır, dikkat çekici, gösterişli her şeyden nefret ederim ve sevsem bile onlar kadar uzun süreli takamam ki.
hep ve çokça takabilenler sırlarını paylaşabilirler veya püf noktalarını.
devamını gör...

yazarların en son okuduğu kitap

saka ve sanrı
devamını gör...

yazarların en sevdiği ağaç türü

meyve ağaçları (çiçekleri harika) ve yaprakları sonbaharda sıcak kahverengi/kiremit/beyaz/sapsarı olabilenleri seviyorum.
en'e tam giren olmadı. ama girecek olsa hem meyveli hem de kırmızı/sıcak turuncu tonlarında hep yapraklı kalabilen bir ağaç türü olabilirdi.
ama yeşiller dışında sanki renkliler hep dökülüyor. veya meyvesi olmaz. çiçek görmek istiyorumm. rüzgar esince altından geçtiğinde o kadar harika hissettiriyor ki. <3 yaprak karları. (:
devamını gör...

sürekli yorgun hissetmek

bu aralar günaydın gibi neredeyse her gün söylediğim söz "hayırr, çok yorgunum." veya "halim yok."
şu an bile böyleyim çünkü birkaç gündür hava hep yağışlı ve gök gürültülü. arada depremlerde yoklamaya devam ediyor mesela dün gece gibi. uyuyamıyorum doğru düzgün: "ya elektrik giderse ve uzunu tekrarlarsa?" veya "ya şu an ailem derin uykudaysa ve olunca hemen uyanamazsa?"
odaya alışma süreçlerinde 2-2.5 ay hep geceleri pilli led ışık yakarak veya ışığı açık bırakıp sızarak uyuyabiliyordum.
bir de ben karanlığı, yağmuru ve gök gürültüsünü çok severdim. günde bazen 2-3 kez elektriği kesiyorlar ve oturduğum yerde kalmak yerine hemen ışık bulma arayışına giriyorum. çünkü artık karanlık çaresizlikle bağdaşıyor ve ışık kaybolunca sanki oksijen de kayboluyor gibi.
depremden 3.5- 4 ay sonra eve alışmaya çalışırken (bizimkilerden erken davrandım) akşam elektriği bir kestiler ve ben arkadaşımla konuşurken panikleyerek hemen kendimi evin dışına atmıştım. normalde duygularımı belli etmem o kadar ama birden olunca çok korkunç gelmişti. hem tekim, hem de akşam 9-10 gibi gitmişti. bir de evin dış kapısına fener tutup oraya ilerleyip açarken aynı anda abimde açıyormuş. ben açıp ışığı oraya tutarken aynı anda elimdeki telefona bakıp arkadaşıma "çıkıyorum şimdi bir dk." deyip telefona bakıyordum nedense. kendimi ileri atmaya gelince abimin ışıklı yüzünden korkup çığlık atmıştım. ilk olarak o korkuyla birini beklemiyordum, üzerine beyaz ışık vurulunca tatlı yüzü chucky gibi görünüyormuş. o da korku nidası çıkardı. "ne çığlık atıyorsun manyakk?!" diye biraz bağırmıştı. "elektrik gitti, evden ben de giderken sana denk geldim. ödüm kopmuştu ondan boş bulundum. ayrıca yüzün karanlıkta korkunç göründü. evden çıkarken üç harfliler kapıyı tutsa daha az korkardım. gidiyorum ben." dedim. "taramalıya bağlayabiliyorsun, iyisin iyisin." diye arkamdan alayla söylenirken ben de "allah'ın cezası. kurşun etkisi gör pislik!" diye bağırmıştım biraz. sonra bahçeye inerken duyduğum kahkahalarla ilkte tedirginlikle etrafıma baktım, kulaklıktaki arkadaşımı unuttum evet. aklım sıfırken yine çıktı yani. unutmam gayet normal.
bakınca nereden nereye, nereyeden nereye yani...
sonra ben 3-4 gün kısa mesajlar dışında yazmadım. ortak olduğu an'ım hiç iyi değildi ve cidden utanmıştım. sevdiğim insanlar da olsalar o an bahçeye inerken her yerden topuklayasım geldi. yersiz utançlardan nefret ediyorum...
devamını gör...

şebnem ferah vs özlem tekin

ikisini seviyorum ama bariz farkla özlem tekin. <3
dinlemediğim şarkısı yok. kliplerini izletmiş mesela. (anlamlı veya çok iyi bulduğum şarkıların kliplerini merak ederim sadece.)
bu iş için doğmuş gibi tatlı kadın...
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının meslekleri

insanlara son nefeslerini verdirmek. :p
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim