una nocte yazar profili

una nocte kapak fotoğrafı
una nocte profil fotoğrafı
rozet
kafa izninde
karma: 6630 tanım: 315 başlık: 120 takipçi: 72
çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.

son tanımları


kafa sözlük

zamanında*** son derece fevri bir kararla üye olduğum, bugünse en az onun kadar fevri bir kararla süresini önceden kestiremediğim bir yolculuğa çıkacağım; eskinin vadedilmiş topraklar'ı, yeninin tövbeestağfurullahnoldulanburaya'sı.

peki bu son derece kişisel kararı neden sizinle paylaşıyorum? bundan size ne? yoksa dikkat çekmeye mi çalışıyorum? vay ilgi budalası vay... yoksa yazmaya başlarken boynuma iliştiriverdiğim fularımın hakkını mı vermeye çalışıyorum? vay entel bozuntusu vay...

cevap: e, hiçbiri! sadece "ben demiştim" demeyi çok severim* ve bu huyuma paralel olarak size naçizane bir miras bırakmak istedim. evet, kesinlikle iyi ya da üretken bir yazar sayılmam ama herhâlde yeteri kadar vakit geçirmiş, okumuş ve gözlemlemiş sayılabilirim. ve bütün bu geçirilen vaktin sonunda, ilk başlarda büyük bir merak, ilgi ve hevesle takip ettiğim platformu, bugün büyük bir hayal kırıklığıyla izlemekle yetiniyorum. çünkü sözlüğü açtığımda ne yazacak başlık, ne de okuyacak giri bulabiliyorum. sadece takip ettiğim bir avuç yazarın yazdıklarını okuyabiliyor*, sol frame ya da portakal üzerinden sözlüğün genelinde maruz kaldığım içeriklerden ve barındırmaya başladığı yazar skalasından ise çoğunlukla hazzetmiyorum.

normalde, içerik kalitesini sağlayabilmek adına yaratılan "sözlük formatı" ve bu kaliteden sorumlu insanlar olmasa, hatta sırf bu işe yaramak adına koca bir ekip oluşturulmasa; bu durumu kafa sözlük'ün kendisine bağlayamazdım. fakat mademki bir "sözlük formatı" ve bunun uygulayıcısı olmakla mükellef bir "moderasyon" ekibimiz var**, geleneksel yöntemle bir araya getirildiler ve afili rengârenk mahlaslarıyla aramızdalar; o hâlde şu anda kafa sözlük'e hakim olan içeriğin kalitesinden bizzat kendileri sorumlu olmazlar mı? ilgili gelenek zamanında tam da bunun için var edilmedi mi? o hâlde koca bir eleştiriyi hak etmezler mi? bence ederler. fakat yine de kendilerine asla kızamıyorum, zira onlardan da "yönetim" sorumlu ve belli ki mevzubahis içerik vasatlığı bizzat yönetimin, yani karar vericilerin kendileri tarafından isteniyor. eh, peki.

ama haklarını yemeyeyim, bu vasat içeriklerden, üreticilerinden ve destekçilerinden de çok şey öğrendim. mesela meşhur bir sözlük troll'ünden öğrendiğim üzere: bir kadın gördüğümde ilk iş olarak kendisini etiketleyip, yaftalayıp, kendimce iğrenç çıkarımlarda bulunmam ve hemen taciz etmeye başlamam gerekiyormuş meğerse, erkekler böyle olurmuş. kusura bakmayın, ben bilmiyordum. karşımdaki insana "potansiyel sevişilecek insan" gözüyle bakmam gerektiği, üstelik bunu "düzenli cinsel hayata sahip bir erkek" olduğumu kanıtlamam için yapmam gerektiği hiç aklıma gelmemişti. özür dilerim. ben daha çok insan denen meredin, (özellikle cinsellikle ilgili olanlar dahil olmak üzere) vahşi içgüdülerini dizginlemeyi öğrendiği için insan olabildiğini, bunun adına "insanlık" dendiğini, insanın insanlığını kaybettiğinde başıboş bir hayvandan farkı kalmayacağı yanılgısındaydım.

bunların rastladığım bazı erkek ve özellikle kadın yazarlar tarafından "eheh toplumsal konularda ironi yaparak farkındalık yaratmaya çalışıyor işte, çok tatlı." görüşüyle karşılandığını görünce de ufkum nihayet iki katına çıktı. dedim ya, bir kör cahil olarak, hiç de böyle düşünmezdim. ilerideki potansiyel eşime bizzat psikolojik, ekonomik ve hatta fiziksel şiddet uygulayarak toplumun bir başka kanayan yarasına parmak basacağım zamanları sabırsızlıkla bekliyorum(!).****** çok sağ olun gerçekten.

bir olası yanlış anlaşılmayı da düzelteyim, benim derdim bu içeriğin üretilmesiyle ya da üreticileriyle değil. kendi kendime ifade özgürlüğü diye sayıklar dururken aksini iddia etmem ikiyüzlülük olurdu ve kendimden alabildiğine iğrenirdim. bu ifade özgürlüğü savunusunun bir getirisi olarak, insanların iğrenç varlıklar olduğunu uzun zaman önce anladım ve kendime aksini istemedikçe tepkisiz kalabilmeyi öğrettim. o sebepten açıp okuduğumda sinirlenmiyorum, gülmüyorum da; ekrana birkaç dakika bomboş bakmış oluyorum sadece, hayatımdan zaman çalınmış oluyor. hayatım ya da geçirdiğim zaman çok önemli olduğundan da değil, neticede atomu parçalamıyorum, ama herkesin, her zaman, her şekilde bunları konuşuyor olması; bir süre sonra, tertemiz bir suya atılan azcık bir çamur gibi, etrafı da bulanıklaştırıyor. mesele de burada başlıyor.

benim asıl derdim, her nedense bu içeriğin belli başlı temsilcilerinin ve onlardan ilham ya da güç alarak bu vasata soyunabilen insanlara gösterilen müsamaha, görmezden gelme ve hatta affetme ile. çünkü bu gerçekten ikiyüzlülük olur. herhangi bir yere, herhangi bir kurallar silsilesi getirip, o yerdeki belli başlı insanların bu silsileye uymamasını görmezden gelir, sıradan bir insanın cezalandırılacağı yerde o kişilere iltimas gösterirseniz; hem o kuralların uygulanması sırasında elinizi zayıflatmış*, hem de alenen insan kayırarak tarafınızı belli etmiş olursunuz. böylece ister istemez cephe aldığınız taraf da size karşı cephe alır ve siz bizzat kendinizin yarattığı kurallara karşı geliyor konuma düşersiniz. işte bu ikiyüzlülükten alabildiğine iğreniyorum.

neyse. sözün özü, troll'lerden de, her ne hikmetse her yanlışlarının yok sayılmasından da; sadece onlardan da değil, genel anlamda bir bayağılığa övgüden de çok sıkıldım: takla atarken işve yapan kız, nargilesini çekerken bakış atan erkek, geceye bir kürek bırak, eniştemin tekerlekleri olması sorunsalı gibi başlıkların çoğunluğu teşkil ettiğini görmekten ve bunların arasında kaliteli içerik aramaya çalışmaktan hakikaten çok sıkıldım. çünkü ben bunları daha önce de gördüm zaten. zamanında buraya gelirken tam da bu kuru kalabalıktan kaçarak geldim. ekşi sözlük'ün yıllar içerisinde büründüğü hâli zaten günbegün gördüm, neden burada tekrar göreyim? zamanında bundan yakındım, "bakın şimdilik göze batmıyor ama bir süre sonra, biz ne olduğunu anlamadan, birdenbire her şey değişiverecek." dedim. şimdi neden bundan hayıflanayım, tekrar bunun mücadelesine girişeyim, hiddetli bir tepki göstereyim ki? elimden gelebilecek tek şey sadece kendimi ilgilendiren bir karar alabilmek olur, bu durumda o da, (en azından bir süreliğine) ara vermek oluyor.

ayrıca ekşi sözlük konusunda başlı başına; nitelikten ziyade niceliğe, istatistiklere ve bilimum ıvır zıvır sayısal değere önem atfeden yönetim tarafının unuttuğu çok önemli bir gerçek var: iki platformun da içerik kalitesinin aynı seviyelerde olduğu varsayımında, kim ekşi sözlük yerine kafa sözlük'ü tercih eder ki? burası oranın direkt bir kopyası, gerçekten bir klonu olursa; insanlar neden on binlerce okunacakları devasa bir platform yerine küçücük bir platformu tercih etsinler? zamanında hangimiz facebook yerine myspace kullandık mesela? bu durumda, ya ekşi sözlük kadar aktif kullanıcı sağlayabilmeniz ya da ekşi sözlük'ten daha kaliteli bir içerik sunabilmeniz gerekir. aklıselim insanlar ikincisinin daha kolay olduğunu düşündüler, bunu savundular ve bunun için çabaladılar. kendimden bahsettiğim falan düşünülmesin sakın, şimdiye kadar harika şeyler yazan ve bugünlerde ya tek tek bırakan ya da kendini nispeten geriye çeken harika insanlardan bahsediyorum. onların her bir girisini üzüntüyle arıyorum ve sizin de iş işten geçtikten sonra arayacağınızı çok iyi biliyorum. ama, eh madem, peki.

her neyse. daha anlatsam muhtemelen akşama kadar sürer ama herhâlde meramımı anlatabilmişimdir. peki neden anlattım? çünkü içimi dökmesem kendime haksızlık etmiş olurdum. geldiğimde ilk girimi bizzat kendi başlığıma yazarak ne kadar narsist olduğumu zaten göstermiştim [#101452], elbette son girim de benimle ilgili olacaktı.* ayrıca bu sefer, bir süreliğine değer verdiğim ve muhteşem insanlara rastlamama vesile olduğu için müteşekkir kaldığım bir şeyden de bahsetme fırsatı buldum. hadi gene iyisiniz.*

işbu vesileyle, bana kalbiniz kadar temiz bu sayfayı...** bir şekilde rastlaştığımız, okuduğum, takip ettiğim, beni okuyan, beni takip eden*, benden iki satır sohbetini esirgemeyen her bir yazara tek tek sonsuz teşekkür ederim. ayrıca sözlük dergisine yazmaya niyetlendiğimde gerek mesajlarıyla, gerekse beğenileriyle beni yüreklendiren herkese; hatta yetinmeyip, konu önerilerinde bulunma inceliğini dahi gösteren o akılalmaz üç insana* büyük bir özür borçluyum, farkındayım. hemen kendimi affettirmek için süperötesi bir espri patlatayım: kıspet değilmiş.***

zaten bütün bu giriyi burada rastladığım insanlara teşekkür etmek ve bir şekilde söz vermiş bulunup da tutamadığım insanlardan* ya da herhangi bir şekilde kalbini kırmış olduğum birileri varsa özür dilemek için yazdım. yoksa pek tanıyanım edenim yok burada, deli miyim ben kendi kendime konuşayım?* her birinizden sahiden çok şey öğrendim, çok şey okudum, kâh güldüm, kâh duygulandım, çok keyifli zaman geçirmişliğim vardır. iyi ki vardınız. her birinize ayrı ayrı veda etmeyi çok isterdim ama takdir edersiniz ki, bu da can, nasıl uğraşayım be tek tek?*

ve işte benim adıma gayet de hüzünlü olan böyle saçmasapan bir girinin daha sonuna geldik. bitti!

"troll'ler", "entellere" karşı hanelerine bir puan daha yazabilirler. fularlı ve alabildiğine aptal bir entel daha terk-i diyar*** eyledi. ne kutlu gün bugün! kınalarınızı da hazır edin.*

"médiocrité partout !"

---

ulan o kadar laf ettik de, neredeydi şu meşhur "kafa izni" butonu ya?* heh, buldum. bastık bakalım bilahare...
devamını gör...

sofmusic

kafa sözlük'ün müzik otoritesi. âdeta terence fletcher'ın tatlı dilli, güler yüzlü** bir kişilikte vücut bulmuş hâli.

hayran kalınacak bir müzik zevkine sahip olmakla kalmaz, hikâyelerini de bilir şarkıların. uçsuz bucaksız melodileri tahayyülünde yoğurur, içine engin bilgisinden bir tutam katar ve bizlere de sunar.

yalnızca müzik için göstermez ama sanatkârlığını. mesela the veiled virgin anlatısı [#584266] enfestir. ya da pek duyulmamış bir şiiri hatırlatır [#632945] bazen. şimdiye kadar hiç dikkat kesilmediğimiz bir uğraşı bile ilgi çekici kılabilir [#500112] bize.

tıp [#501747], psikoloji [#448937], jeoloji [#455069]... bu çok yönlülük... bu kadar da olmaz artık! yok artık!

inanır mısınız, tarihe de meyletti [#643775], hâlâ işsiz kalacağım diye korkuyorum.**

***

ya bu giriyi yazmaya başladığımda "metin ışık - ağla gözüm (arabesk trap remix)" dinliyordum.* tam mapus damlarına düşmediğim ve görüşe de kimseyi beklemediğim gerçeğini idrak edecektim ki*, "not quite my tempo!" diye bir fısıltı duydum gaipten. kendi kendine bir şarkı [#665306] açıldı.

çok korkuyorum...

***

neyse, ne diyorduk, beğenileriyle mutl... lan?!*
devamını gör...

maymunlar cehennemi

fransız yazar pierre boulle'un la planète des singes kitabından uyarlanan film ve dahi film serisi.

orijinal serinin bütün filmleri kronolojik sırayla: planet of the apes* (1968), beneath the planet of the apes* (1970), escape from the planet of the apes* (1971), conquest of the planet of the apes* (1972) ve battle for the planet of the apes* (1973) şeklindedir.

bu serinin ardından 2000'li yıllarda yeniden yapılan bir ikinci serisi de vardır. ayrıca televizyon dizisi, animasyonu ve bilgisayar oyunları dahi var imiş.

(girinin geri kalanında 1968'de yayınlanan ilk filmden bahsedilecektir.)

planet of the apes, bir uzay görevi için bilinmedik bir gezegene iniş yapan bir grup astronotu konu edinir. bu astronotlar, gezegende konuşamayan ilkel insan kabileleri ile bilişsel yetenekleri gelişkin ve böylece kendilerine bir uygarlık inşa edebilmiş olan maymunlarla karşılaşırlar. fakat bir sorun vardır: maymunlar her ne hikmetse insanlardan hiç hazzetmemektedirler.

aslında, film, muhteşem bir hiciv örneğidir. gözlerinin önündeki evrim gerçeğini kabullenemeyen (ya da kabullenmek istemeyen) zamane bilim insanlarına ve yöneticilerine alenen saldırılır. inançlarının gerekliliklerini yerine getirecekler diye bilim insanlığı niteliklerini unutan ve mevzubahis her neyse aksini kanıtlamaya çalışmak yerine çocukça görmezden gelmeyi seçen sözde bilim insanlarını hedef alır. zira bilim, inancınız her ne olursa olsun, gözünüzün önünde bir gerçek varsa öncelikle görmek, kabullenmek ve açıklamak; ancak bundan sonra aksini ispat etmeye çalışmaktır. zaten bütün bunların maymunlar üzerinden anlatılması da ister istemez çok eğlenceli bir alegoriyi beraberinde getirir.*

bununla ilgili olarak, filmin en güzel sahnesini de takdim edeyim: üç maymun!
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

peki anlatmaya çalıştığı şey bununla mı sınırlıdır? hayır değildir.


filmin ilerlemesi ve finaliyle birlikte, aslında çok da uzaklarda bir gezegende olmadığımızı, şu bizim soluk mavi nokta'da olduğumuzu anlarız. meğerse hep korktuğumuz şeyi nihayet başarmış ve nükleer bir felaketle türümüzü yok etmiş, kalanları da insanlıktan çıkarmışız. maymunların yöneticileri ise bunu başından beri bilmekteymiş. insan denen hayvandan korkulması ve olabildiğince kontrol altında tutulması gerektiği, tam da bu yüzden dinlerine tesir etmiş.

böylece çıkarımlarımıza bir yenisini daha ekleriz: filmin başından beri "ulan şu maymunlara bak ya ahaha" diye dalga geçtiğimiz maymunlar aslında haklıdır. biz insanlara acıyıp, onların tarafını tutarken; aslında yanlış tarafta saf tutuyoruzdur.


bitti mi? bitmedi!
linda harrison (nova) pek güzel. nazar değmesin. gerçi değmiştir şimdiye kadar.*

ve son olarak da, bir konuyu çözelim: bu film dikkat çekici miktarda hollywood klişesi içerir. hâlâ izlememiş olan varsa*; eski filmlerden hoşlanmıyorsanız* ve özellikle bünyeniz klişeye karşı alerjik reaksiyon gösteriyorsa* izleyip izlememek size kalmış. "ya una nocte, bize bir film önerdin, bu nedir böyle be kardeşim?" demeyin sonra.
devamını gör...

30 mart 2021 askeri okullardan atatürk devrimleri bölümünün kaldırılması

yalnızca atatürk'ün adı ve icraatları silinmemiş, aynı zamanda birkaç önemli ifade* ve "cumhuriyetin temel nitelikleri"nin sıralandığı bölüm de kaldırılmış. ilgili bölüm türkiye cumhuriyeti'nin temel niteliklerini şöyle sıralıyormuş: "demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti niteliği."

oysaki, 15 temmuz 2016 darbe girişimi konusunda, (atatürk'ün adı kullanılarak da olsa) bizzat atatürk'e ve ilke ve inkılaplarına karşı yapılan, askeri darbe niteliğiyle antidemokratik ve gerçekleştiren kesimin dünya görüşü dolayısıyla antilaik kimliği ayan beyan ortada olan bir girişimi bertaraf ettiğimiz için övünmüyor muyduk? ordunun içerisindeki bu ve bunlar gibi olası grupların devletimiz için en büyük iç tehdidi teşkil ettiğini anlamamız gerekmez miydi? ordunun siyasetten ve dinden bağımsız olması gerektiğini, zira içerisinde bulunabilecek mevzubahis iki kuruma sapkınlık derecesinde bağlı kişiler tarafından gücünün kötüye kullanılabileceğini düşünemez miydik?

olaya bu boyutuyla bakıldığında, işbu düzenleme kocaman bir ikiyüzlülükten başka bir şey değil. düşünen ve uygulamaya koyanları teker teker tebrik etmek gerek, zira herhâlde bu kadar akılsızca davranılabilirdi: "15 temmuz'u bütün benliğimizle lanetliyoruz ama yenilerini yapmak isteyenlere karşı kapıları ardına kadar açıyoruz."

ama yine de bütün bunlara şaşırmıyor, yadırgamıyorum. iktidar partisinin, başındaki zatın ve diğer mensuplarının atatürk'e karşı güttüğü aşağılık kompleksi de, yıllardır yürüttükleri asılsız kara propaganda, itibarsızlaştırma ve önemsizleştirme faaliyetleri de zaten bilindik şeyler. ben asıl daha birkaç yıl önceye kadar milliyetçiliğiyle, atatürkçülüğüyle ve cumhuriyetin temel değerlerine duyduğu saygıyla övünen milliyetçi hareket partisi ve başındaki bozkurt bozuntusunun tavrını çok merak ediyorum. acaba azcık bile olsa dövünüyorlar mıdır?
devamını gör...

no time to die

8 ekim 2021'de vizyona girecek olan 25. james bond filmi.

bundan sinemaseverler detaylı olarak bahsederler, ben billie eilish tarafından yapılan şarkısına dikkat çekmek için buradayım. şuna:


hep birlikte dinleyelim ve bir dakikalık saygı duruşunda bulunalım.
devamını gör...

baş ucu eserleri

düşünce çok güzel* ama varsayılan olarak görüntülenmesi çok kötü. bu hâliyle profili açar açmaz görüntülenen "son tanımları" bölümünü tamamen kapatmış ve listeye ulaşmak da yukarıdaki bütün tanımları listeleyen "tanım: x" butonundan yapılabiliyor anca. böyle çok kullanışsız bana kalırsa.

bunun yerine aşağıdaki gibi bir geçiş butonuyla sağlansa daha hoş olurdu:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

muhtemelen anlatamadım ama deneyin, garipseyeceksiniz siz de.
devamını gör...

son feci mars

olduk olası kendimize ve etrafımızda olan bitene bir anlam bulmaya çalışmışız. merak ettikçe düşünmüş, düşündükçe hislenmiş, hislendikçe taşmışız. öyle ki içimizden türlü türlü parçalar kopar olmuş artık: bazen yazmışız, bazen de çizmişiz. kimimiz şarkılar söylemiş, kimimiz dans etmiş; kimimiz oynamış, kimimiz izlemiş... bu böyle sürmüş gitmiş.

günlerden bir gün, birimizin aklına göğe bakmak gelmiş, herhâlde sevinmek istemiş. ya da "bat dünya bat!" diye sitem etmiştir belki. orası meçhul.

artık her neyse, bütün bu meçhulatın içinde, bir şey görmüş yukarıda: kırmızı bir şey. adeta büyülenmiş. baktıkça bakmış, izledikçe izlemiş. gel zaman git zaman, vaktini onunla geçirir olmuş. en güzel dostu olmuş o. sanki yanındaymış çünkü, sanki "korkma, yalnız değilsin." dermiş gökyüzünden.

fakat bu keşfi pek de sır olarak kalmamış. diğerleri de keşfetmişler en sonunda; büyük, garip, kırmızı şeyi. ama kimse eski dostu gibi davranmamış. kimse anlamaya çalışmamış. herkes bakmış ama kimse görmemiş. o güzel kırmızısı kimsenin aklına güzel bir çiçeği ya da parlak bir elmayı getirmemiş mesela. kan görmüşler onda, savaş görmüşler: adına da mars demişler.

işte bugün, onca zaman ve onca insan sonra, bir mars daha varmış meğerse: son feci mars. içinden kopan türlü türlü parçayla keşfedilmeyi bekliyor ve alabildiğine parıldıyor. bize de iki seçenek bırakıyor: eski bir dost mu olacağız ona, yoksa "diğerleri" mi?

kim bilir, belki o da bize "korkma," der, "yalnız değilsin."
devamını gör...

sözlük dergi yazılarını bekliyor

öncelikle dergi çok şık hareket. üzerinde çalışanları ve yazarlarını kutlamalıyım. ellerinize, emeğinize sağlık. elimden geldiğince her bir yazıyı tek tek okuyacağım. her birinin özenle seçilen şahane şeyler olduğuna neredeyse eminim (zaten yazan isimlerin çoğu da tanıdık isimler) ve bunun için yazarlarına topluca bir teşekkürü de böylece etmiş olayım.

normalde ben de katkıda bulunmak isterim ama şu anda tarih kategorisinin yokluğu sebebiyle dombra melodisi eşliğinde hıçkırarak ağlıyorum. tarihle alakalı tek bir içeriğe rastladım şimdilik (crimson'ın kaleme aldığı türk mitolojisi üzerine olan yazı), o da "kültür - sanat" başlığı altında sıralanmış. aslında bu kategori yanlış değil elbette, ama eksik bence. nihayetinde tarihle ucundan kıyısından ilgili ve bu da ayrıca belirtilmeli herhâlde.

bu sebepten, aklıma takılan soru şu: derginin sorumluları ve özellikle de sözlük yazarları, bu dergide tarih içerikleri görmeyi isterler mi? bana kalsa ben yazarım ama bu konuda şimdiye kadar görüş belirten birine de rastlamadım. sıkıcı mı olur, ilgi çekici mi olur bilemiyorum. açıkçası o kadar yazıp ettikten sonra birinin çıkıp, "ya sen ne anlattın şimdi iki harfli malum yerine üç harfli malum eylemi icra ettiğimin denyosu" demesini istemiyorum. ayrıca bu son derece kaba olur bak, şimdiden söyleyeyim, bozuşuruz.*

yazacak olsam bile, bütün bu insanların ilgisi sorunu üzerine, var mıdır bana merak ettiği herhangi bir tarihi meseleyi ulaştıracak yüce gönüllü? her şey olabilir. "ya una nocte, ömür geldi geçti şu abdülhamid iyi mi kötü mü anlamadım" ya da "deli petro'ya neden deli diyorlar?" filan gibi mesela. yazacak olursam diye, aklımda bulunsun.

ayrıca, mekân ve zaman anlamında osmanlı ve osmanlı geç modern dönemi ile uğraştığımı ve bunun getirisi olarak devrimlere, modernleşmeye ve azınlıklara* olan meyyalimi herhâlde belirtmeliyim. neden? çünkü takdir edersiniz ki, sözgelimi bir kızılderili kabilesinin tarihini benden değil, oglalalakota'dan okumak istersiniz. anladınız işte.
devamını gör...

gezegen x

öncelikle bu yakışıklının orijinal adı planet x. başlık orijinal adıyla ya da daha doğru bir türkçe çeviri olacak olan x gezegeni şeklinde açılabilirdi. böyle olunca "istanbul kanalı" demek yerine "kanal istanbul" demenin daha havalı olacağını düşünmek gibi olmuş. gerçi... neyse.

---

planet x, namıdiğer marduk ya da nibiru gibi bir zırva değildir. düpedüz hurafelerden beslenen astrologların ve komplo teorisyenlerinin ayağına düşmemesi gereken, gerçekte astronomlar tarafından ciddi ciddi tartışılan bilimsel bir meseledir.

bu tartışmaların kaynağıysa şu: bilim insanları, kuiper kuşağı'ndaki gök cisimlerinin, mesela plüto'nun da dahil olduğu cüce gezegenlerin, yörünge hareketlerinde bazı anomalilere rastlamışlar. en nihayetinde de orada dünya'dan katlarca büyük bir gezegenin var olma ihtimali düşünülür olmuş. işin garip yanı, yapılan hesaplamaların ve simülasyonların da bunun gayet mümkün olabileceğini göstermesi.

benim de severek takip ettiğim ayhan tarakcı, ilgili videosunda detayları güzelce açıklamış. izlemeye üşenenler için kabaca: önceleri orada bir kara delik, kahverengi cüce ya da neptün gibi bir gaz devi olma ihtimalinin düşünüldüğünden fakat bunların pek de mümkün görülmediğinden; dolayısıyla şu sıralar bir kayalık gezegenden şüphelenildiğinden fakat bunun da yeni birtakım sorunları beraberinde getirdiğinden bahsetmiş.

bütün bu sebeplerden, hakkında şimdilik en akıl kârı görünen açıklama da şu: kuiper kuşağı'nda henüz keşfetmediğimiz cüce gezegenler var ve anomalilerin sebebi de bu.

artık nihayet 2021 ekim'inde james webb uzay teleskobu'nu uğurlayabilirsek ve kazasız belasız çalıştırabilirsek, buradaki gizemi büyük olasılıkla çözecek. arkasından su dökeceğiz onun, "güle güle git" diyeceğiz, "dualarımız seninle." ve ekleyeceğiz gözyaşlarımızla, "seni çok özleyeceğiz ama hele şükür be."
devamını gör...

20 mart 2021 türkiye'nin istanbul sözleşmesi'nden ayrılması

süregelen "eşcinselliği özendiriyor, aile kurumunu yıkıyor, geleneksel değerlere karşı geliyor" diye yaygara kopartılan ifade, sözleşmenin 4. maddesinin 3. fıkrası. okumak isteyenler için sözleşmenin tam metni burada. hakkında daha önce karaladığım bir şey de şöyle: #520801.

eşcinselliği mi özendiriyor?
bu ülkede ülkü ocakları başkanı 15 yaşındaki bir oğlan çocuğuyla basılmadı çünkü.

aile kurumunu mu yıkıyor?
şimdiye kadar binlerce kadın bizzat ailesinin sözde "direği" tarafından şiddet görmedi, öldürülmedi çünkü.

geleneksel değerlere mi karşı geliyor?
hangi geleneksel değer? hani herkesin herkesi öldürebildiği, şiddetin tarafların cinsiyeti fark etmeksizin her türlüsüne boyun eğmek zorunda bırakan; kadını metalaştıran ve hizmet etmesi gereken bir köle olarak gören değerleriniz mi?

yere batsın sizin değeriniz. yere batsın aile anlayışınız. yere batsın göstermelik eşcinsellik korkunuz.

şöyle bir sözleşmeden yukarıdaki anlamları çıkartabilen sadece kötü niyetli bir kör cahil değil, aynı zamanda terbiyesizdir. sapkın herifler.
devamını gör...

bilim kurgu

ne olduğunu uzun uzun yazmayacağım ama ne olmadığı hakkında diyeceğim bir şey var:

muhterem romalılar, kader mahkûmları ve sinemadan zerre anlamamasına rağmen kendisine sinefil diyebilen yaşam formları,

"bilim kurgu" ve "fantastik" film türleri aynı şey değillerdir. bazen iç içe geçmiş olabilirler, bir fantastik film bilim kurgu ögeleri barındırıyor olabilir ya da tam tersi de olabilir, ama bu onları değerlendirirken birbirine karıştırabileceğiniz anlamına gelmez. ayrıca ikisinin arasındaki ayrımı yapamıyor olmanız da muhtemelen gerizekâlı olduğunuz anlamına gelir.

fazla ofansif oldu, biliyorum. yanlış anlaşılmasın, herhangi özel birine değil bu sitem. imdb de dahil olmak üzere bilimum sinema üzerine içerik platformuna. bilim kurgu izleyelim diyoruz, açıyoruz listeyi, taytlı taytlı adamlar cirit atıyor. bilmemne evreninin süper kahramanı diğer süper kahramanlarla kapışıyor. ya kurgu tamam da bilim nerede? sadece kurgu bir evrendeki dünya benzeri bir gezegende geçiyor diye bilim kurgu mu oluyor bu? ya böyle iş olur mu?

geçen joker (film)'e bilim kurgu demişler. joker'e... hani joaquin phoenix'in oscar aldığı joker'e... dram filmine... delireceğim.
devamını gör...

ilginç etimolojik bağlantılar

arapça "medine", "şehir" demektir.* "medeniyet" kelimesi de bu kelimeyle aynı kökten gelir. yani "şehirli insan, medeni insandır" demişler.

medeniyet kelimesinin ingilizcedeki karşılığı olan civilization'ın kökeni, civitas, yine "şehir" demektir. yani zamanında şehir surlarının içinde yaşayan, barbar olmayan insan; civilized insanmış. arapça muadiliyle neredeyse birebir aynı anlamda süregelmiş.

bitti mi? bitmedi.

bu kavram için cumhuriyetin dil devrimi sırasında türettiğimiz "uygarlık" kelimesi bile benzer bir ayrım gözetir. bu kelime basbayağı uygurlar'dan gelir ve bilindiği üzere uygurlar konargöçer hayatı bırakıp yerleşik hayata geçen, tarımla uğraşmaya başlayan ve bu yüzden şehirler inşa eden ilk türk kavmidir.

ateistler bunu da açıklasın.
devamını gör...

earth similarity index

dünya benzerlik endeksi. adı üzerinde, bir gezegen ya da uydunun dünya'ya ne kadar benzediğini belirten tanımlama.

dirk schulze-makuch, abel méndez ve diğerlerinin 2011 yılında astrobiology'de yayımlanan makalesiyle ileri sürülmüştür. buna göre, bir gök cisminin yarıçapı, yoğunluğu, yüzey sıcaklığı ve kurtulma hızı kullanılarak hesaplanır. hatta bu hesaplamanın formülü de şöyledir:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
[görsel, mevzubahis makalenin yazarlarından biri olan méndez tarafından hazırlanan bir internet sayfasından alınmıştır. hesaplamanın detaylarına ilişkin bilgi aynı sayfadan görülebilir.]

gök cisimleri bu formülle 0'dan 1'e kadar derecelendirilir. 1, bizzat dünya'yı temsil ederken; 0'dan ne kadar yukarı bir değer elde edilirse benzerlik de o kadar artar.

örneğin, gezegenimizin ikiz kardeşi olarak betimlenen mars, 0.70 değerine sahiptir. buna karşın, koi-4878.01 adlı bir gezegen** 0.98 değerini taşır. yalnız bir sorun var, koi-4878.01 bizden 1075 ışık yılı uzakta. diyelim ki, şu anda elimize devasa lazerler alıp buradan selam gönderebilseydik, onlara 3096 yılında ulaşırdı. o zamana kadar bir nükleer savaşla türümüzü çoktan yok edecek olduğumuzdan*, en iyi ihtimalle 4171 yılında (orada gerçekten akıllı yaşam formları varsa ve hemen cevap verirlerse) alacağımız cevabı hiç göremezdik.

1075 ışık yılı fazla kaçtı, o yüzden gezegenimize en çok benzeyen (ve henüz keşfedebildiğimiz) 2. gezegene bakalım: trappist-1e. trappist-1e, bizden sadece 40 ışık yılı uzakta. elbette henüz oraya seyahat edebilecek teknolojik yeterliliğe sahip değiliz ama belki bir şekilde iletişim kurabiliriz. ama yine bir sorun var: büyük ihtimalle yıldızına kütle çekim kilidiyle bağlı. yani bir taraf günlük güneşlik, barındırdığı olası sıvı suyla cenneti andırırken; diğer tarafında mutlak sıfıra yakın eksi bilmemkaç derece yüzünden kelimenin tam anlamıyla popo donduran soğukları** yaşanıyor. bu kütle çekim kilidi meselesi kesin olmayabilir, ama trappist-1 gerçekten çok küçük bir sistem (öyle ki, bütün sistem güneş'le merkür arasına rahatça sığabilirdi, hatta bayağı boşluk da kalırdı), bilim insanları o sebepten böyle düşünmeyi uygun görmüşler.

gezegenimize en çok benzeyen 3. gezegen** ise teegarden b. çok yakınlarda, 2019'da keşfedildi. bizden sadece 12 ışık yılı uzaklıkta ve yıldızının yaşanabilir bölgesinde. üzerine araştırmalar hâlâ devam ediyor. hakkında henüz hiçbir olumsuz koşula rastlamadık. büyük ihtimalle, gelecekteki olası yıldızlararası seyahatimizdeki ilk duraklarımızdan biri olacak. canım benim.

listenin geri kalanının bir kısmı şöyle:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
[ingilizce wikipedia'da güzelce sıralandığını görünce dayanamadım, ekran görüntüsü aldım. linki bırakayım, isteyen gidip baksın.]

bitirmeden önce bahsetmek gereken önemli bir şey daha var. yukarıdaki örneklerden anlaşılabileceği gibi, earth similarity index, yaşanabilirlikten* bağımsızdır. yani, bir gök cismi 1 değerine sahip olsa bile, bu yaşanabilir olduğu anlamına gelmez. çünkü o gök cisminin yıldızının aktivitesi, kütle çekim kilidine tutulup tutulmadığı ya da bir manyetik alana sahip olup olmadığı gibi hayati sorunları göz ardı eder. ama yine de yaşanabilir ötegezegenlerin ve bunlarda yaşayan akıllı yaşam formlarının araştırılması hususunda önemlidir. çünkü bilim insanlarının "ya ilk olarak nerelere baksak?" sorununa kabataslak bir çözüm getirir. yani "kesinkes burada yaşam vardır" demez, "herhâlde vardır" der.

---

bütün bu giriyi "ya düşünsenize, dünya'ya %98 benzeyen bir gezegen var ama hakkında hiçbir zaman, hiçbir şey öğrenemeyeceğiz" diyebilmek için yazdım.** yazmadan önce de şu kaynağı okudum. oradan öğrendiklerimi kendi bildiklerimle harmanlayınca ortaya bu çıktı. o sebepten benzerlik olması normaldir, intihal yapmış demeyin sonra. gerçi isterseniz de deyin, yine de meja'nın henüz açmadığı uzayla ilgili bir başlığı açmak benim için çok zevkliydi.*
devamını gör...

romanizasyon

normalde latin harfleriyle yazılmayan bir dilin* öğrenimi ve okunması kolaylaşsın diye latin harfleriyle yazılması işi ve bunun için getirilen kurallar bütünü.

---

bir de ek bilgi: bizim kültürümüz için tek bir istisnası vardır, osmanlıca.

mesela:

عشق اميش هر نه وار عالمده
علم بر قيل و قال اميش انجق

yukarıda okuduğunuz fuzûlî alıntısının çevirisi şu şekildedir:

aşk imiş her ne var âlemde
ilm bir kîyl-ü kâl imiş ancak


görüldüğü üzere, yaptığımız işe her ne kadar "osmanlıcadan çeviri" desek de*, aslında çevirmeyiz; transkripte ederiz, romanize etmiş oluruz. normalde çeviri tabirinden anlamamız gereken olsa olsa günümüz türkçesiyle anlaşılabilir hâle getirmek olmalıydı. o da şöyle bir şey olurdu:

evrende her ne varsa aşkmış
ilim yalnızca bir dedikodudan ibaretmiş


osmanlıca hakkındaki kötü düşüncelerimi [#237019] hâlâ bütün benliğimle korumakla birlikte, buradan tarihçi meslektaşlarıma sesleniyorum: "ey tarihçiler, kendinize gelin."
devamını gör...

pinyin

çince için geliştirilmiş romanizasyon sistemi. 1950'li yıllarda zhou youguang tarafından geliştirilmiştir. sinoloji meraklılarının kurtarıcısı, pelerinsiz kahramanıdır.
devamını gör...

loneliness

iki gündür kafayı taktığım, başa sarıp sarıp tekrar dinlediğim; g.e.m. tarafından icra edilmiş bir çince rap şarkısı.* orijinal ismi "孤獨", pinyinde gösterimi ise "gū dú" imiş. yani loneliness işte, yalnızlık.

yanlışlıkla denk geldim. gelmez olsaydım. içindeki üç ingilizce cümle dışında kelimenin tam anlamıyla hiçbir şey anlamıyorum çünkü. "dilimden düşmüyor" diyecek olsam onu bile diyemem, hiç takılamadı. sadece "yo!" nidalarıyla ve kafa sallayarak eşlik edebiliyorum. ama gene de ısrarla dinliyorum ve her seferinde de yeniden beğeniyorum. artık beethoven melodilerinden midir, yoksa söyleyen hanım kızımızın tatlılığından* mıdır bilemiyorum.

eserin en çarpıcı bölümü ise "為什麼每夜 我總輾轉難眠" kısm... ne diyorum ben ya?

beni yalnız bırakmayıp bu batağa birlikte düşmek isteyenler için:


上帝保佑中国。lan?!
devamını gör...

kades

gönül isterdi ki 8 mart gibi değerli bir tarihte bahsetmek gerekmesin, gönül isterdi ki kimselerin ihtiyacı dahi olmasın; ama mademki ruh hastalarıyla dolmuş taşmış etrafımız, o hâlde öğrenmek gerek.

kades, kadına yönelik bilumum suç durumunda ilgili kişinin güvenlik güçleriyle olabildiğince hızlı sürede iletişim kurabilmesi için emniyet genel müdürlüğü tarafından geliştirilen bir uygulama.

çok da basit çalışıyor: kullanıma hazır olması için yapmanız gereken tek şey, kimlik bilgilerinizi ve telefon numaranızı doğrulamanız.* ardından telefonunuzda hazır şekilde sizi bekler durumda kalıyor. olası bir tehlike anında; uygulamayı açmak, "yardım iste" butonuna tıklamak ve onay iletisini yanıtlamak gibi üç kısa adımda çalışıyor. ivedilikle kişisel bilgilerinizi ve konumunuzu emniyet güçlerine bildiriyor.

bütün kalbimle aksini dilemekle birlikte, ne olur ne olmaz*, bütün kadınların en azından haberlerinin olmasında fayda var herhalde.

indirme linkleri:
android
ios
devamını gör...

8 mart dünya emekçi kadınlar günü rozeti

şerefine, ben de portishead sevdamdan bir günlüğüne vazgeçiyor ve gururla sergiliyorum. çok şık bir incelik gerçekten. düşünenlerin aklına, yapanların ellerine ve edinenlerin de karmalarına sağlık.
devamını gör...

ateist kaplumbağa

vaktiyle bir hocam, osmanlı tarihinde kimselerin bilmediği çok gizli bir sırdan bahsetmişti: bir grup kendini bilmez kaplumbağanın çıkardığı sözüm ona ayaklanmadan ve akabinde ilan edilen "tospağa fermanı"ndan. halk arasında nesilden nesile süregelen bir efsane olmuş bu. ne zaman bir emekçi emeğinin karşılığını alamasa, ne zaman bir işçi zulüm görse; allahsız tospağa ve arkadaşlarının hikayesine sığınırmış.

bu kaplumbağaların liderleri, "allahsız tospağa", çok çalışkan bir kaplumbağaymış. gören, duyan, bilen herkes kendisine hayranmış. her zaman kendisinden önce başkalarını düşünür, onlar için didinirmiş. çok gezen, çok gören biri olduğu kadar; çok okuyan, çok bilen de biriymiş. etrafındaki herkesi akla gelebilecek her konuda eğitir, onlara akıllarının alamayacağı kadar çok şeyi öğretirmiş. çevresindekilere keyifli vakit geçirtmeyi de pek iyi becerirmiş. kâh güldürür, kâh düşündürürmüş.

derler ki, bu allahsız tospağa ve arkadaşları padişahımız efendimiz hazretlerine başkaldırmışlar. gel zaman git zaman, tarihin tozlu sayfalarında kaybolmuşlar. tek tük bahseden tarihçiler de onları yüzyıllarca lanetle anmışlar. ta ki osman hamdi bey ve o meşhur kaplumbağa terbiyecisi'ne kadar...

o zamanlar pek de ilgimi çekmemişti açıkçası bu hikaye. her başarısız devrim gibi unutulup gitmişti en nihayetinde. ama bir gece, hiç beklemediğim bir anda, bir şey gördüm: #394813. o an, işte o an, beynimden vurulmuşa döndüm. meğerse bu nevi şahsına münhasır kaplumbağanın bir de torunu vardı: ateist kaplumbağa! dedesinin hikayesini bütün detaylarıyla, bütün bilinmeyenleriyle, göğsünü gere gere yedi cihana duyuruyordu! pek az kişinin vâkıf olduğu bu gizli gerçek, artık bir sır değildi. gerçekten o olabilir miydi?

hemen profilinde gezindim. okudukça okudum, bakındıkça bakındım. evet... evet anca o olabilirdi! tıpkı dedesi gibiydi. ne olursa olsun doğru bildiğini anlatıyor, gerçekleri haykırıyordu. hatta sırf bu tutkusu yüzünden kafa sözlük haber ajansı'nı bile kurmuştu! en az onun kadar çalışkan, en az onun kadar bilgili, en az onun kadar kültürlüydü. sözlüğün sakinlerine bir şeyler katabilmek için adeta yırtınıyordu. kâh güldürüyor, kâh düşündürüyordu...

bugün bu mükemmel kaplumbağayı ne kadar sahiplensek az. ne kadar okusak, ne kadar takip etsek, ne kadar övsek az. kurtarma operasyonlarımız [#520441], "bordagallarımız" ve marullarımız ona helal olsun!

ve yalan yazan tarih de utansın bir zahmet!
devamını gör...

istanbul sözleşmesi

biraz önce samsun’da sokak ortasında eşi tarafından şiddete uğrayan kadınla ilgili haberleri gördüm. midemin kaldırmayacağını bile bile videoları izledim; insanların yorumlarını, tepkilerini, sosyal medyadan yardım çığlığı atarkenki çaresizliklerini gördüm. sonra da sayın adalet bakanı abdülhamit gül'ün herhalde millet laf etmesin diye konuşmak için konuştuğu açıklamaya rastladım.

işte o anda aklıma düştü, sahi, bir istanbul sözleşmesi vardı. hani çok bilmiş zatıalileri hazretlerinin sırf canı öyle istediği için düşman ilan ettiği, cahil cühelanın ağzına sakız ettiği istanbul sözleşmesi. hani alakası olmamasına rağmen eşcinsellikle bağdaştırabildiği, kendisinin her dediğine koşulsuz şartsız inanan aptal sürüsünün de öyle bellediği istanbul sözleşmesi.

şu istanbul sözleşmesi.

eşcinsellikle ilişkilendirilen maddenin (madde 4) ilgili ifadesine gözüm takıldı:

"taraflar bu sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin deceklerdir."

kadına yönelik şiddet meselesi üzerine böylesine anlamlı, kapsamlı ve yararlı bir sözleşmenin yukarıdaki bölümdeki iki kelime yüzünden tartışıldığı, yürürlüğe alınmadığı ve kaldırılacağını fark ettim: "cinsel yönelim." evet! toplumumuzun ahlakını bozan, bu iki kelimeydi sadece. aynı sözleşmede 126 kere geçen "şiddet" ifadesinin suçu günahı yoktu. onu tartışmaya ve çözüm üretmeye ne gerek vardı?

şimdi, sırf canı öyle istediği için bu sözleşmeyi diline dolayıp ayaklar altına alabilen zatın altında çalışan sayın adalet bakanı çıkmış, "adalet tecelli edecektir merak etmeyin." demiş. yok canım, neden merak edelim ki?
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim