aşk / deneme-inceleme / felsefe-düşünce / edebiyat
puan ver

öne çıkanlar | diğer yorumlar

alain badiou'nun nicolas truong tarafından yapılan röportajından oluşan kitap.

badiou, arthur rimbaud'un "aşkı yeniden icat etmeli, besbelli" sözünden yola çıkarak aşk'ın tehdit altında olduğu tespiti ile başlıyor. tehdit altında olduğu aşikar olsa da icat kısmını iyi yorumlamak gerekli. yeniden keşfetmek ima ediliyorsa bence tamam zira icat ettiğin şey varolanın keşfi, yeni bir yüzü olarak kabul edilebilir. yok ama icat çıkarmak ise söz konusu olan hiç gerek yok çünkü en başından itibaren aşk varlığın kendisi, aynı acayip şey.

röportajın devamında badiou aslında bu icadın gerekliliğini neden önemli bulduğunu söylüyor. aşk sadece deneyim değil gerçekliğin "kurulması"dır diyor. bir nevi keşif + icat. keşif aşaması, bir anlamda kendinden geçmek, bir nevi sarhoşluk. bu kendinden "geçmek" kendini kaybetmek, kaybolmak değildir tabi ki. daha önce aşık olmayan "kendi"nin yeni kendiliğine geçiş yapmasıdır. yani değişmesidir. ya da daha doğrusu değişmenin ilk şartıdır. kulağa korkutucu gelse de çok tehlikeli gibi dursa da işin çıkış noktası bu, geçeceksin kendinden.

püf noktası da burada başlıyor işin. insanlar olarak ök (bağ, ip, ana)-süz olduğumuzdan yola çıkabiliriz. dünyayla ilk bağımızın, sevgiyi ilk gördüğümüz yerin anne olması dolayısıyla böyle söylüyorum. bireylerden bahsetmiyorum. kimi biraz daha şanslıdır kimi daha az. toplumsal gerçekliğimizde aşkın yer almayışı asıl durum. genel itibari ile bize kimsenin aşık olmayı öğretmediği gerçeğini vurguluyorum. eşini sevmeyen annelerin çocukları olduğumuz gerçeği ile. ya da tersi.

aşk dediğimiz şey de öyle planla ile istemeyle olan bir şey olmadığı için genelde erken gençlik yıllarında pat diye maruz kaldığımız bir ödül/ceza halini alıyor. aşkın alengirli yollarından sağ salim çıkmayı beceremeyen rol modelleri ile sonuç çoğu zaman kaçınılmaz olarak kendinden geçmek yerine kendini kaybetmek halini alabiliyor. gerçi o da pek kalmadı da. yani, bırak artık öğreten olmadığı için romantik ilişkide yara almak nedeniyle aşktan uzaklaşmayı durum aşkın daha anne/babadan alınan aşk/sevgi yarası ile neredeyse tamamen bastırılması. "ben buyum aradığım kriterler de budur" anlayışının temeli bu zaten. genel geçer apır sapır değerlerden herkes kendine bir kendilik seçiyor ve ben değişmem diyor. bir nevi aşkı nedenlere bağlıyor. püf noktaya ne kadar değinilse az burada. "nedensiz aşk" ile "koşulsuz aşk" aynı şey değildir. gerçek aşkın ilk aşaması "kendinden geçmek" derken kastedilen "kendinden vaz (geri)-geçmek" değildir. o nedenle, aşk için yapılan fedakarlık bir anlamda da insanın kendisine de iyi gelecek bir şeydir. bu fedakarlık "koşulsuzluk" değildir. bunu koşulsuzluğa bağlayanlar ne yazık ki gerçek anlamda hiç sevgi görmemiş fakat yine de belki de bilinç-dışı düzeyde herşeyin sadece aşk olduğunu bilenlerdir. bir öğreteni olmayan kişi haliyle ikinci aşama olan "gerçekliği kurma" aşamasına gelemez. kurmak, hayat kurmak bir anlamda "kendinden geçtikten" sonra "kendine gelmektir". orjinal değişim budur. badiou'nun da vurguladığı gibi özne ve nesnenin birbirine karıştığı "birlik" değil "iki'nin birbirinde özünü bulması aslolan.

"bir olma", "biz" olma gibi kavramlara karşı çok dikkatli olmak gerekir. "biz" oldun diyelim, ee sonra? aşk, başkasına bakmaktır. bu patolojik "biz olma" arzusunun ancak ölümde kavuşan romeo ve juliet'den ne farkı var? püf noktası da burası zaten. "fark" yok. iki'nin arasındaki fark kaybolduğunda değişimin ve haliyle daha da çok aşık olmanın önü kapanır. aşk ulaşılabilecek bir son nokta değildir. bu ulaşılmazlık, romantik bir kavuşamazlık değildir. bahsedilen alaturka bir çölleri geçme, dağları delme etkinliği de değildir. çölü geçsen ne geçmesen ne? gerçekliğimizin kendisi çöl. bu tür platonik yaklaşımların varacağı nihai yer tanrı aşkıdır. badiou'nun levinas'ın felsefesine yönelttiği eleştiri de bununla alakalı mecnun için aslında meselenin leyla değil allah aşkı olduğu da bununla alakalıdır. güzel, çok güzel fakat çok önemli bir husus gözden kaçıyor, şöyle basit bir gerçek var ki "dünyadayız". kendi ellerimizle cehenneme, çöle dönüştürdüğümüz "dünya".

gerçekliğin kurulmasından bahsetmişken seraptan bahsetmeden geçmek olmaz. serap bir nesne değildir. aşktan kendinden geçenler mi hayal görüyor yoksa çölün ortasında varoluşuna bir nebze olsun dayanak olsun diye yalandan vahalar görenler mi hayal görüyor bunu anlatmak için uygun bir kavram. çöl gibi bir gerçekliğin ortasında serabı nesne olarak ele alanlar adı yerine göre para, ünvan, güç, güzellik vs olan seraplar görüyorlar. işin trajikomik tarafı neredeyse herkesin bu serapların gerçeklik olduğunu hep bir ağızdan tekrar etmesi. gerçek serap ise nesneler ötesi varlık demektir. o kadar geniştir ki dünyaya yakınsar. aşkın tekilden evrensele geçişidir. dünya-evine girmektir. gerçekliğin mükemmellikte gerçek-dışı bir hal almaya başlamasıdır. gerçekliği kurmak da işte bu nesneler ötesi serap gibi bir gerçeklikten yeni değerler kurmaktır. nasıl olacak hiç bir fikrim yok ama başka yolu yok. bu değişimler (toplumsal anlamda) uzun süreçler, belki de oluyordur şu anda.

offf çok zor ya! oturmuş elalemi öz-hakiki serap görmeye ikna etmeye çalışıyorum.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"aşka övgü" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim