orijinal adı: ut og stjæle hester
yazar: per petterson
yayım yılı: 2003
kırgınlıklar, bastırılmış duygular, geçmişle hesaplaşma ve on beş yaşında yaşamı değiştiren o yazı yaşlanıp köye geri döndüğünde tekrar hatırlama... devasa ağaçların arasında, norveç ormanlarında gezinirken bir yandan da ikinci dünya savaşı sırasında yaşanılanları bölge insanının gözünden okuyabileceğiniz etkileyici bir masal.
yazar: per petterson
yayım yılı: 2003
kırgınlıklar, bastırılmış duygular, geçmişle hesaplaşma ve on beş yaşında yaşamı değiştiren o yazı yaşlanıp köye geri döndüğünde tekrar hatırlama... devasa ağaçların arasında, norveç ormanlarında gezinirken bir yandan da ikinci dünya savaşı sırasında yaşanılanları bölge insanının gözünden okuyabileceğiniz etkileyici bir masal.
- norveç edebiyat eleştirmenleri ödülü (2003)
- new york times: yılın en iyi romanı
- dublin edebiyat ödülü (2007)
- new york times: yılın en iyi romanı
- dublin edebiyat ödülü (2007)
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "evernevergreen" tarafından 12.12.2020 19:15 tarihinde açılmıştır.
1.
per petterson'un yine acı dolu yaşam hikâyelerini her şey yolundaymış gibi karakterlerine anlattırıp okuyucularını norveç fırtınasına maruz bıraktığı romanı. almancada "beraber at çalmaya gidilen kişi" anlamına gelen bir deyim varmış: jemand zum pferde stehlen. bu kişi haliyle en güvenilir insan olurmuş ki onunla at çalmaya bile gidilebilsin. kitabın akışını düşününce kitaba daha iyi uyan bir başlık düşünemiyorum. bir de bu lafın kitapta nazi işgaline karşı örgütlenen karakterler arasında parola olarak kullanılması da imkansız değil gibi.
devamını gör...
2.
per petterson'ın okuduğum ilk kitabı.
ana karakterimiz trond, daha önce yalnızca uzaktan gördüğü komşusu lars'a köpeğini bulması için yardım eder. trond o gece eve döndüğünde, buraya geldiğinden bu yana ilk kez kapısını kilitler. bence her şey tam olarak burada başlamıştır. geçmiş ve şimdi arasındaki gidiş gelişler, benzerlik ve farklılıklar, 67 yaşındaki bir adamın 50 yıl öncesine şimdinin gözleriyle bakışı, rüyalar..
trond'un kişiliğini biraz anladıktan sonra kitabı algılayış biçimim değişti. birinin hikayesini kendi ağzından duyuyormuş gibi değil de düşüncelerini okuyormuş gibi hissettim. çünkü o kimseye bunları özellikle anlatacak biri değil. hayır, kurduğu düzenin işleyişine aykırı uzunlukta bir sohbet olurdu.
otokontrolü yüksek bir karakter. yalnız yaşamanın onu düzensiz, sıradan bir insan hâline getirmesinden korkuyor. bunun için kendine birçok kural koymuş ve biraz bile olsa esnettiğinde, dışına çıktığında rahatsız oluyor. zamanı iyi yönetememek ve boşa harcamaktan da korkuyor. televizyonu, telefonu ve gereksiz hiçbir eşyası yok. imrenmekle hayret etmek arasında bir duygu hissettim. ben yapabilir miydim ya da yapmak ister miydim bilmiyorum. ama mesele bu değil aslında. ne istediğini biliyor oluşu ve kendini iyi tanıyor oluşuna imrendim.
kitapta geçmiş ve şimdi arasında keskin sınırlar, tahmin edilebilir geçişler yok. sanırım en sevdiğim yanlarından biri de bu oldu. her iki zamanın da ortak yönlerini görebiliyorsunuz. hatta nedense iki yeri de tıpatıp aynı canlandırdım zihnimde. sanki biri yaz biri de kış hâli gibi. bir kere her şeyden önce, trond'un yaptığı geçmişi bir anda anımsayıp anlatmaya çalışmak gibi değil. aradan geçen 50 yıl boyunca zihninde devamlı tekrar edip duran, her bir boşluğu yeni yaşının deneyimleriyle doldurmuş, yeniden yeniden yorumlamış ve gereken cevaplara ulaşmış bir adamın anıları okuduklarımız.
sona yaklaşırken biraz hüzünlendim. o yaz gözümün önünde tuzla buz oldu. lars'a soramadığı tüm soruların ve "seni tanıdım" cümlesinin ağırlığını hissettim. bunu neden duymak istemediğini, huzursuz olduğunu anladım. zihnimde daima o kulübenin önünde kışlık botlarını giyip köpeğinle yürüyüşe hazırlanıyor olacaksın trond. aynı zamanda bir başka kulübenin önünde jon seni beklerken at çalmaya gitmek için kıyafetlerini giyiyor olacaksın.
ana karakterimiz trond, daha önce yalnızca uzaktan gördüğü komşusu lars'a köpeğini bulması için yardım eder. trond o gece eve döndüğünde, buraya geldiğinden bu yana ilk kez kapısını kilitler. bence her şey tam olarak burada başlamıştır. geçmiş ve şimdi arasındaki gidiş gelişler, benzerlik ve farklılıklar, 67 yaşındaki bir adamın 50 yıl öncesine şimdinin gözleriyle bakışı, rüyalar..
trond'un kişiliğini biraz anladıktan sonra kitabı algılayış biçimim değişti. birinin hikayesini kendi ağzından duyuyormuş gibi değil de düşüncelerini okuyormuş gibi hissettim. çünkü o kimseye bunları özellikle anlatacak biri değil. hayır, kurduğu düzenin işleyişine aykırı uzunlukta bir sohbet olurdu.
otokontrolü yüksek bir karakter. yalnız yaşamanın onu düzensiz, sıradan bir insan hâline getirmesinden korkuyor. bunun için kendine birçok kural koymuş ve biraz bile olsa esnettiğinde, dışına çıktığında rahatsız oluyor. zamanı iyi yönetememek ve boşa harcamaktan da korkuyor. televizyonu, telefonu ve gereksiz hiçbir eşyası yok. imrenmekle hayret etmek arasında bir duygu hissettim. ben yapabilir miydim ya da yapmak ister miydim bilmiyorum. ama mesele bu değil aslında. ne istediğini biliyor oluşu ve kendini iyi tanıyor oluşuna imrendim.
kitapta geçmiş ve şimdi arasında keskin sınırlar, tahmin edilebilir geçişler yok. sanırım en sevdiğim yanlarından biri de bu oldu. her iki zamanın da ortak yönlerini görebiliyorsunuz. hatta nedense iki yeri de tıpatıp aynı canlandırdım zihnimde. sanki biri yaz biri de kış hâli gibi. bir kere her şeyden önce, trond'un yaptığı geçmişi bir anda anımsayıp anlatmaya çalışmak gibi değil. aradan geçen 50 yıl boyunca zihninde devamlı tekrar edip duran, her bir boşluğu yeni yaşının deneyimleriyle doldurmuş, yeniden yeniden yorumlamış ve gereken cevaplara ulaşmış bir adamın anıları okuduklarımız.
sona yaklaşırken biraz hüzünlendim. o yaz gözümün önünde tuzla buz oldu. lars'a soramadığı tüm soruların ve "seni tanıdım" cümlesinin ağırlığını hissettim. bunu neden duymak istemediğini, huzursuz olduğunu anladım. zihnimde daima o kulübenin önünde kışlık botlarını giyip köpeğinle yürüyüşe hazırlanıyor olacaksın trond. aynı zamanda bir başka kulübenin önünde jon seni beklerken at çalmaya gitmek için kıyafetlerini giyiyor olacaksın.
devamını gör...
3.
çok huzurlu ve etkileyici bir roman.
iki farklı zaman dilimi içerisinde gidip geliyorsunuz. tam anlamıyla derin bir yüzleşme yaşanıyor. baş kahramanın hayatını anlamlandırmaya çalışmasına, varoluş sancısına şahit oluyorsunuz.
burada ki at çalmak ifadesi, yakın bir arkadaşla ormanda boş gördüğü ata binmek, dolaşmak anlamını taşıyor. tam bir çalma vakası değil kısa süreli el koyma desek daha hoş olur. *bütün aile sırları, kişilik buhranları işte bu 'at çalmak' hikayesi ile başlıyor. doğa’nın zor şartları, babaya benzeme çalışmaları (onun gibi güçlü, kudretli olma) ve baba’nın sırlarına şahit olup onun kafada ki o eşsiz görüntüsünün sarsılması, hayal kırıkları yaşanması ile sürekli dengeleri değiştiriyor.. her şey var bu kitapta. tıpkı yaşam gibi.. özellikle küçük yaştaki çocukların doğa koşulları altında direkt büyümesi aslında o çocukluğu yaşamadan ağır sorumluluk alıp kaldıramamalarını görüyoruz. roman insan’ın içindeki hazin bir tarafı da ortaya çıkartıyor.
ben orman olmuştum.
orman adamların hikayesi...
baş karakter trond yaşlılığını tıpkı çocukluğundaki gibi bir orman kulübesinde geçirmek istiyor. oraya dönüp geçmişle yüzleşme yaşayacağı kişi ile karşılaşıyor. bu karakterin hem 15 yaşındaki toy halinin hem de yaşlılık halinin tasviri o kadar güzel yapılmış ki.
kitapta en çok dikkatimi çeken ikizler olayıydı. iki yerde birbirinden bağımsız ikizler geçiyordu ve burası spoiler içerecek muhakkak biri ölüyordu.
yazar bir röportajında ikizler takıntısı olduğunu belirtmiş. kendisinin bir ikizi olmadığı için şanslı hissediyormuş. eğer bir ikizi olsaydı erken ölen muhakkak kendisi olurmuş gibi algılaması var. ilginç geldi.
yazarın diğer kitaplarınıda bu vesileyle okumaya çalışacağım. çünkü uzun zamandır bu kadar etkileyici bir anlatımla karşılaşmadım.
kitap evernevergreen önerisiydi.* benimle birlikte okuyan yagami light ın yorumu ile de taçlanmış, çiçeklenmiş.
kitap norveç köyünden el sallıyor, diyor ki,
haydi at çalmaya...
iki farklı zaman dilimi içerisinde gidip geliyorsunuz. tam anlamıyla derin bir yüzleşme yaşanıyor. baş kahramanın hayatını anlamlandırmaya çalışmasına, varoluş sancısına şahit oluyorsunuz.
burada ki at çalmak ifadesi, yakın bir arkadaşla ormanda boş gördüğü ata binmek, dolaşmak anlamını taşıyor. tam bir çalma vakası değil kısa süreli el koyma desek daha hoş olur. *bütün aile sırları, kişilik buhranları işte bu 'at çalmak' hikayesi ile başlıyor. doğa’nın zor şartları, babaya benzeme çalışmaları (onun gibi güçlü, kudretli olma) ve baba’nın sırlarına şahit olup onun kafada ki o eşsiz görüntüsünün sarsılması, hayal kırıkları yaşanması ile sürekli dengeleri değiştiriyor.. her şey var bu kitapta. tıpkı yaşam gibi.. özellikle küçük yaştaki çocukların doğa koşulları altında direkt büyümesi aslında o çocukluğu yaşamadan ağır sorumluluk alıp kaldıramamalarını görüyoruz. roman insan’ın içindeki hazin bir tarafı da ortaya çıkartıyor.
ben orman olmuştum.
orman adamların hikayesi...
baş karakter trond yaşlılığını tıpkı çocukluğundaki gibi bir orman kulübesinde geçirmek istiyor. oraya dönüp geçmişle yüzleşme yaşayacağı kişi ile karşılaşıyor. bu karakterin hem 15 yaşındaki toy halinin hem de yaşlılık halinin tasviri o kadar güzel yapılmış ki.
kitapta en çok dikkatimi çeken ikizler olayıydı. iki yerde birbirinden bağımsız ikizler geçiyordu ve burası spoiler içerecek muhakkak biri ölüyordu.
yazar bir röportajında ikizler takıntısı olduğunu belirtmiş. kendisinin bir ikizi olmadığı için şanslı hissediyormuş. eğer bir ikizi olsaydı erken ölen muhakkak kendisi olurmuş gibi algılaması var. ilginç geldi.
yazarın diğer kitaplarınıda bu vesileyle okumaya çalışacağım. çünkü uzun zamandır bu kadar etkileyici bir anlatımla karşılaşmadım.
kitap evernevergreen önerisiydi.* benimle birlikte okuyan yagami light ın yorumu ile de taçlanmış, çiçeklenmiş.
kitap norveç köyünden el sallıyor, diyor ki,
haydi at çalmaya...
devamını gör...
4.
oh, dünya varmış. bazı kitaplar okurken insana nefes aldırıyor. işte tam böyle bir kitap. beton bir şehirde bile olsanız kitabı okurken kendinizi bir ormanın ortasında ya da bir ırmağın üstünde ciğerleriniz oksijenle doluymuşçasına huzurlu hissediyorsunuz. dingin ama akıcı bir okuma, anlaşılır bir dil, hem doğayı iliklerimize kadar hissettiren betimlemeleri hem de yer yer varoluşsal ögeleriyle harika bir kitap. benim çok sevmemin bir nedeni de kitapta anlatılan o doğayla iç içe ve baş başa olma halini yaşamış olmam. trond ağaç kestikçe gözümde evimizin önünde kesilen ağaçların talaşları canlandı, her yer o mis gibi mazot kokusuyla doldu. daha neler neler de şimdi duygusallaşmayalım. kitabı okuduğumda böyle bir yalnız kalışa ne kadar ihtiyacım olduğunu fark ettim. kitabı okuyan her insan az da olsa bu ihtiyacı hissedecektir eminim.
kitabın konusuna gelecek olursak trond inzivaya çekilmek için kendine bir kulübe satın alır. rastlantılar ise hayatında büyük bir önem taşıyan bin dokuz yüz kırk dört yazının zihnine üşüşmesine neden olur. çocukluktan olgunluğa geçişin, kendine yabancılaşmanın, gürültülü bir sessizliğin romanı. keyifle okuyunuz.
kitabın konusuna gelecek olursak trond inzivaya çekilmek için kendine bir kulübe satın alır. rastlantılar ise hayatında büyük bir önem taşıyan bin dokuz yüz kırk dört yazının zihnine üşüşmesine neden olur. çocukluktan olgunluğa geçişin, kendine yabancılaşmanın, gürültülü bir sessizliğin romanı. keyifle okuyunuz.
devamını gör...
5.
her öğleden sonra eve gelince kahve ve kurabiyelerimi alıp pencerenin kenarındaki koltukta,yağmurun, gri gökyüzünün ya da rüzgarın bir sağa sola salladigi ağaç dallarının eşliğinde bitirdiğim kitap. sanırım üzerinden yıllar geçse de uzun yıllardır yakalayamadiğım bu sessizliği, evde yalnız kalabilmeyi, saatin tik taklarını ve trond'un ince bir tül gibi üzerimizde gezinen hüznünü hep hatırlayacağım.
1940'lıyillar ile 1999 yillar arasında gidip gelirken trond'un babası ile olan ilişkisi üzerinden yaşamını ucundan kıyısından öğrendiğimiz kitap sanki uzun, çok uzun bir romanın kısa bir bölümünü okumuş gibi hissetmeme sebep oldu.
babası ile geçen son yazın ardından neler oldu? babası ile annesinin ilişkisi neden bu kadar belirsizdi ve koptu? bu soruları her okur kendi hayalgucu ile doldurmak zorunda kalacak. filme cekilmeli, dizisi yapılmalı dediğim ender kitaplardan birisiydi benim için.
babası ile geçirdiği son yaz mevsimini, o yaz şahit olduğu olayları, bunun kalbinde açtığı onarılmaz yaraları ve kendini kandırmasını, babasının kendisine olan umursamazlığı gibi kendisinin de kızına olan soğukluğu kitapta en çok dikkatimi çekenlerdendi.
norveç manzarasını gözler önüne sermesi, her mevsimin olay örgüsü ile uyumlu gidiyor olması, sanki durağan ilerliyormus gibi görünse de her bölümde merak uyandıracak bir unsur içermesi, hem dili hem de çevirinin sadeliği kitabın en beğendiğim özellikleri oldu.
erkeklik ve kadınlık rolleri, evlilik ve sadakat kavramı, bencillik, anne baba olmanın önemi, ailenin ruhsal sağlamlıktaki önemi hakkında çok güzel bir eser.
ve son olarak hiç kimse böyle terk edilmeyi hak etmiyor bence.
1940'lıyillar ile 1999 yillar arasında gidip gelirken trond'un babası ile olan ilişkisi üzerinden yaşamını ucundan kıyısından öğrendiğimiz kitap sanki uzun, çok uzun bir romanın kısa bir bölümünü okumuş gibi hissetmeme sebep oldu.
babası ile geçen son yazın ardından neler oldu? babası ile annesinin ilişkisi neden bu kadar belirsizdi ve koptu? bu soruları her okur kendi hayalgucu ile doldurmak zorunda kalacak. filme cekilmeli, dizisi yapılmalı dediğim ender kitaplardan birisiydi benim için.
babası ile geçirdiği son yaz mevsimini, o yaz şahit olduğu olayları, bunun kalbinde açtığı onarılmaz yaraları ve kendini kandırmasını, babasının kendisine olan umursamazlığı gibi kendisinin de kızına olan soğukluğu kitapta en çok dikkatimi çekenlerdendi.
norveç manzarasını gözler önüne sermesi, her mevsimin olay örgüsü ile uyumlu gidiyor olması, sanki durağan ilerliyormus gibi görünse de her bölümde merak uyandıracak bir unsur içermesi, hem dili hem de çevirinin sadeliği kitabın en beğendiğim özellikleri oldu.
erkeklik ve kadınlık rolleri, evlilik ve sadakat kavramı, bencillik, anne baba olmanın önemi, ailenin ruhsal sağlamlıktaki önemi hakkında çok güzel bir eser.
ve son olarak hiç kimse böyle terk edilmeyi hak etmiyor bence.
devamını gör...
6.
tanım girmeye gelmiştim ama okuyup çıkıyorum, ne hissettiysem yazarlarımız çok güzel dile getirmiş. ama bende trond'un babasına kızgınlık duyduğumu dile getirmek istiyorum içimde kalmasın. ayrıca trond'un annesine , kızına , çocuklarına karşı tavırlarına anlam veremedim..
devamını gör...