1.
her şeyin birbirine girdiği bir güne uyandım. kalbimde bir ilginçlik var, sanki atmıyor gibi. bir süredir böyle. saatimi taktım, kalbim gibi, o da belirsiz bir vakitte durmuştu. aldırmadım.
dünya koca bir toz bulutuna dönüşmüştü ve tüm sorumlusu yan tarafa yapılacak olan residence için kurulan şantiyeydi. bir zamanlar çocuklar maç yapa... tövbe tövbe, bu zamanda çocuklar maç mı yapar. sahi, bir yaprak kopardım takvimden. sobaya attım. ev çok sıcak olduğu için bir süredir sobayı hiç yakmamıştım. zaten dışarısı da sıcaktı. belki kış gelse... sonra hatırladım, doğal gaz vardı. öyle ise bu soba. takvime baktım, şubat 1999, bu o yıl aldığım takvimlerin on üçüncüsü. yine de bazı günler koparmamışım yaprakları. belki dalında güzel sanmışım, tıpkı kurumuş ekeveryam gibi. oysa kaç kişi istemişti onu benden. hele birisi vardı ki gözleri öylesine güzel, yoldan geçerken, penceremden, "ne güzel bir çiçek! adı ne?" demişti. adının ekeverya olduğunu bilmiyordum o sıralar. sadece dedim, gözyaşların onu sulamaya yetmez. sonra sonra ben de ağlamaktan vazgeçtim. zaten hiçbir takvim yaprağını da yeterince uzun bir süre koparmadan duramadım ki geçsin günler. oysa 99 kışıydı. ben delirmiştim ve zaman hiç geçmesin diye bir dünya takvim almıştım. delirmiştim derken, mutluydum da delirmiştim. kalbim de atardı o zamanlar. ve bazen hiç durmadan ağlardım. sonra kötü oldum. takvimlerimden, sobadan, ekeveryamdan, penceremden, çocukluğumdan ya da diğer hiçbir şeyden vazgeçmeden kötü oldum. babam ölmüştü ve bu yetiyordu... affedin.
ben, bazen böyle yalanlar söylerim ki gerçek açığa çıkmasın. yoksa başında ve sonunda, delirmeden önce ve delirdikten sonra her zaman, her durumda kötüydüm. kötülük içimdeydi. dışarıya çıkmak için bekler dururdu. ben onu saklamaya çalıştıkça... dinlere mümin, tekkelere mürid oldum, kötülüğüm bitsin diye. bir kalabalık kurdum etrafıma. ama hep kötü kaldım. sonra 99 kışıydı, yalnız kaldım. yalnız kalmayı seçtim, henüz kalbim atardı ve zaman dursun isterdim. henüz babam ölmemişti ve bu dünya bu kadar tozdan ibaret değildi. daha cıvıktı her şey. bir kibrit atardık baş edemediğimiz tüm her şeyin içine. bir ateş yanardı evimizin ortasında. sonra bugün, yani şubat 1999 her şey bir garip, zihnim bile neredeyse açık ve her şey birbirine giriyor.
gözlerimi kapatmak istiyorum. zaman belirsiz, dışarıda müthiş bir gürültü var ve dünya bir toz bulutundan ibaret. her şeyin başlangıcında durduğumu görüyorum. birazdan çıkacağım, kalbim de bir garip, sanki durmaktan sıkılmış, atmak istiyor. sonra o kız, gözleri öylesine renkli, bir daha hiç penceremin önünden geçmiyor.
dünya koca bir toz bulutuna dönüşmüştü ve tüm sorumlusu yan tarafa yapılacak olan residence için kurulan şantiyeydi. bir zamanlar çocuklar maç yapa... tövbe tövbe, bu zamanda çocuklar maç mı yapar. sahi, bir yaprak kopardım takvimden. sobaya attım. ev çok sıcak olduğu için bir süredir sobayı hiç yakmamıştım. zaten dışarısı da sıcaktı. belki kış gelse... sonra hatırladım, doğal gaz vardı. öyle ise bu soba. takvime baktım, şubat 1999, bu o yıl aldığım takvimlerin on üçüncüsü. yine de bazı günler koparmamışım yaprakları. belki dalında güzel sanmışım, tıpkı kurumuş ekeveryam gibi. oysa kaç kişi istemişti onu benden. hele birisi vardı ki gözleri öylesine güzel, yoldan geçerken, penceremden, "ne güzel bir çiçek! adı ne?" demişti. adının ekeverya olduğunu bilmiyordum o sıralar. sadece dedim, gözyaşların onu sulamaya yetmez. sonra sonra ben de ağlamaktan vazgeçtim. zaten hiçbir takvim yaprağını da yeterince uzun bir süre koparmadan duramadım ki geçsin günler. oysa 99 kışıydı. ben delirmiştim ve zaman hiç geçmesin diye bir dünya takvim almıştım. delirmiştim derken, mutluydum da delirmiştim. kalbim de atardı o zamanlar. ve bazen hiç durmadan ağlardım. sonra kötü oldum. takvimlerimden, sobadan, ekeveryamdan, penceremden, çocukluğumdan ya da diğer hiçbir şeyden vazgeçmeden kötü oldum. babam ölmüştü ve bu yetiyordu... affedin.
ben, bazen böyle yalanlar söylerim ki gerçek açığa çıkmasın. yoksa başında ve sonunda, delirmeden önce ve delirdikten sonra her zaman, her durumda kötüydüm. kötülük içimdeydi. dışarıya çıkmak için bekler dururdu. ben onu saklamaya çalıştıkça... dinlere mümin, tekkelere mürid oldum, kötülüğüm bitsin diye. bir kalabalık kurdum etrafıma. ama hep kötü kaldım. sonra 99 kışıydı, yalnız kaldım. yalnız kalmayı seçtim, henüz kalbim atardı ve zaman dursun isterdim. henüz babam ölmemişti ve bu dünya bu kadar tozdan ibaret değildi. daha cıvıktı her şey. bir kibrit atardık baş edemediğimiz tüm her şeyin içine. bir ateş yanardı evimizin ortasında. sonra bugün, yani şubat 1999 her şey bir garip, zihnim bile neredeyse açık ve her şey birbirine giriyor.
gözlerimi kapatmak istiyorum. zaman belirsiz, dışarıda müthiş bir gürültü var ve dünya bir toz bulutundan ibaret. her şeyin başlangıcında durduğumu görüyorum. birazdan çıkacağım, kalbim de bir garip, sanki durmaktan sıkılmış, atmak istiyor. sonra o kız, gözleri öylesine renkli, bir daha hiç penceremin önünden geçmiyor.
devamını gör...
2.
olabilecek bir şeylerin olabilmesi umuduyla geceye uyandım. bir süredir sadece geceleri uyanıyorum; zifiri karanlık... ama tüm anlamlar, 100 wattlık bir ampulün ışığıyla kayboluyor. ışıktan koşar adım kaçan karanlığı iç dünyama hapsediyorum. doğruluyorum. yine de doğru işler yapmıyorum. mesela bir kediyi yattığı yerden kaldırıyorum. hayır o da uyumuyor. zaten bu karanlıkta nasıl uyulur? kedi kaçıyor. nedense hiç öğretilmez coğrafya dersinde, doğu kedilerinin daha korkak olduğu. ya da doğrusu doğu insanının daha zalim olduğu. ama işte tezattır, çocuk kalbidir kalbi, kırmak istemez karıncayı bile doğu insanı. öyle ise bu zalimlik de nereden çıkıyor? fazladan bir tas aşın hesabı... geceye sığmaz ki böyle şeyler. sonra gökyüzü, göğe baksak, yüzümüz mü var?
her şeyin bir yalnızlığı kalabalıklaştırma kurgusu olduğu şu günlerde, içimde bitmek bilmez bir tartışma patlak veriyor. bana sorarsanız çevre yolu yapılacaksa o üst geçidin yapılması gereksizdi. yine de gece vakti iki yol da ıssız diyorum, kimsesiz, belki yalnız. amma da yaptım, yol dediğin yalnız değildir ve elbet insan bir gün var olduğundan da daha kalabalık olacaktır. sayısal çoğunluk yollardadır. bir de açlık muhakkak çoğunluktadır. ben de çoğunluktayım, demedim mi size karanlığı içime hapsettim.
sonra kağıt kalemin başında, 100 wattlık ampul ışığında, tek bir güzel cümle için bekledim durdum. aslında bu bekleme süreci, bir boğuşma süreciydi. içimden hiçbir cümle kopmuyordu. ancak başkalarının cümleleri hücum edip duruyordu. o an seni düşünmem gerektiğini de anladım. güzel bir şeyler yazabilmek için yani. oysa gece vakti insan bir başka insanı mı düşünecek? o zaman gece uyanmanın ne anlamı kalır?
her şeyin bir yalnızlığı kalabalıklaştırma kurgusu olduğu şu günlerde, içimde bitmek bilmez bir tartışma patlak veriyor. bana sorarsanız çevre yolu yapılacaksa o üst geçidin yapılması gereksizdi. yine de gece vakti iki yol da ıssız diyorum, kimsesiz, belki yalnız. amma da yaptım, yol dediğin yalnız değildir ve elbet insan bir gün var olduğundan da daha kalabalık olacaktır. sayısal çoğunluk yollardadır. bir de açlık muhakkak çoğunluktadır. ben de çoğunluktayım, demedim mi size karanlığı içime hapsettim.
sonra kağıt kalemin başında, 100 wattlık ampul ışığında, tek bir güzel cümle için bekledim durdum. aslında bu bekleme süreci, bir boğuşma süreciydi. içimden hiçbir cümle kopmuyordu. ancak başkalarının cümleleri hücum edip duruyordu. o an seni düşünmem gerektiğini de anladım. güzel bir şeyler yazabilmek için yani. oysa gece vakti insan bir başka insanı mı düşünecek? o zaman gece uyanmanın ne anlamı kalır?
devamını gör...
3.
bunu yazan da bir genç ve büyük ihtimalle bunu okuyacak insanlar da genç veya kendini genç hisseden insanlar olacak. hayattan soğutulan geleceğini göremeyen gençlik kesimden ümitli olup hiç bir şey vaat edemediğimiz gençler.
hem kendi adıma hem sizin adınıza üzülüyorum çünkü hiç bir şey vaat etmeden bize doktor ol, mühendis ol, savcı ol diye dayatılmalar verildi.
bunları severmiyiz diye bakılmadı. sadece kendi emeklerimiz bile yetmediğini farketmediler. hem çalışıp okumalısın dediler denedik ama hayat çok yorucu bir yandan hayat mücadelesinde olup bir andan geleceğimizi düşünemedik hiç birimiz.
kimimiz hayatımızı bir sinek gibi yaşadık. hiç bir işlevimimiz yoktu sadece yerimizde geçip o ampüle kafa tuttuk yolumuzu değiştirmek aklımıza gelmedi.
kuralları çiğnemek hepimize daha mantıklı ve havalı geldi. binlerce insanın o kurallar la mutlu olduğunu görmedik. belkide kuralsız yaşadığımız hayatın bir amacı olmadığını farkına varamadık.
bazen kurallar hayatımızı şekillendirirken içimizdeki iyiliği kaybetmemekte demekti aslında bunu farkedemedik.
eğlence sevdik, ortam sevdik, hayatı yaşamak olarak adlandırdığımız şeye aşık olduk ama farkında değil ki bunların hiç birisi bize ihtiyaç olmadı. anlık 2 3 saat mutluluk ihtiyacımızı aldık sadece ama bu bize ömürlük gibi geldi hayatımızda belkide gerçek mutluluk diye adlandırdığımız isimle hiç karşılaşamadık.
bunu kaçlı yaşlarımda farkederiz bilmiyorum ama ben 18'ime 2 ay kala farkettim. daha minicik bir çocukken bir ton şey dayattılar bana belki gerçekten hiç mutlu olmadım bile bir belirsizliğin içine düşürdüler beni ve kimse tutup çıkartmak için çabalamadı kendi kendimi yedim durdum.
hayatıma giren herkese teşekür ederim ama belirsizlik içinde büyütüp öldürdüğünüz çocukluğum bende çok büyük bir yük oldu.
hem kendi adıma hem sizin adınıza üzülüyorum çünkü hiç bir şey vaat etmeden bize doktor ol, mühendis ol, savcı ol diye dayatılmalar verildi.
bunları severmiyiz diye bakılmadı. sadece kendi emeklerimiz bile yetmediğini farketmediler. hem çalışıp okumalısın dediler denedik ama hayat çok yorucu bir yandan hayat mücadelesinde olup bir andan geleceğimizi düşünemedik hiç birimiz.
kimimiz hayatımızı bir sinek gibi yaşadık. hiç bir işlevimimiz yoktu sadece yerimizde geçip o ampüle kafa tuttuk yolumuzu değiştirmek aklımıza gelmedi.
kuralları çiğnemek hepimize daha mantıklı ve havalı geldi. binlerce insanın o kurallar la mutlu olduğunu görmedik. belkide kuralsız yaşadığımız hayatın bir amacı olmadığını farkına varamadık.
bazen kurallar hayatımızı şekillendirirken içimizdeki iyiliği kaybetmemekte demekti aslında bunu farkedemedik.
eğlence sevdik, ortam sevdik, hayatı yaşamak olarak adlandırdığımız şeye aşık olduk ama farkında değil ki bunların hiç birisi bize ihtiyaç olmadı. anlık 2 3 saat mutluluk ihtiyacımızı aldık sadece ama bu bize ömürlük gibi geldi hayatımızda belkide gerçek mutluluk diye adlandırdığımız isimle hiç karşılaşamadık.
bunu kaçlı yaşlarımda farkederiz bilmiyorum ama ben 18'ime 2 ay kala farkettim. daha minicik bir çocukken bir ton şey dayattılar bana belki gerçekten hiç mutlu olmadım bile bir belirsizliğin içine düşürdüler beni ve kimse tutup çıkartmak için çabalamadı kendi kendimi yedim durdum.
hayatıma giren herkese teşekür ederim ama belirsizlik içinde büyütüp öldürdüğünüz çocukluğum bende çok büyük bir yük oldu.
devamını gör...
4.
alnımdan boşalan terlerle titreyerek soğuk bir sabaha uyandım. bir süredir her şeyin fiyatı artıyordu ve bu her şeyi değersiz kılıyordu. güneş henüz ışıklarını yaşadığım şehre sunmamıştı. her gün bir önceki günden daha yüksek fiyatlı elektriğin düğmesine uzandım. oda aydınlanmadı. belki de hala gözlerim kapalıydı. ellerimle ovuşturdum. göz kapaklarımı indirip kaldırdım. telefonu aldım. elektrik şirketinden bir mesaj, planlı kesinti için özür diliyor. en azından kibarlar. gerçekten kibarlar mı?
sonra geri yattım. gözlerimi kapattım. mevsimleri ve yılları, ayları ve günleri, yaptıklarımı ve pişmanlıklarımı unuttum. yatağın içinde bir sıcaklık aradım hemen sol yanımda. sarıldım. dedim ki bir ömür bir sıcaklık aradım. sonra daha sıkı... sonra kalbimin yalnızlığının geçmediğini gördüm. kalktım. güneş bir çaba içerisindeydi. alacaydı evin odaları. hiçbir yerde bir soba yoktu ya da bir petek! ev soğuyordu. hem doğal gaz da zaten daha pahalıydı. ayaklarımdan kalbime bir soğukluk yükseliyordu. ben hastaydım, kalbimden ya da ayaklarımdan... kimse yoktu. ya da herkes oradaydı, mezarımın başında. ben ise mezarımın dışında. sonra hemen girdim içine ve düşünmeye koyuldum. zaman dursa istedim. sonra geriye gitsem. 99 kışına. neyi düzeltebilirdim ki. sonra kışın hiç bitmediğini fark ettim. onca yaza ve bahara rağmen. onca yanan ağaca ve gençliğimize rağmen. kış kalbimizdeydi tüm soğukluğuyla beraber. eh biz de hiç iyi değildik. oysa şubatları severim ve ocakları, hatta aralıkları da... bitirmeyi ve yeniden başlamayı. kasımları ise hiç sevmem.
aklım 99 kışındaydı belki dönsem bir şeyler düzelir dedim. giyindim. sonuçta ekmek lazımdı, para lazımdı. çalışmak lazımdı... peki ya 99 kışı! dönsem, kim bilir belki elimde sımsıkı tuttuğum o para üstü, bu sefer tura gelir ve ben yüzü koyun uzanırım... herkes başımda toplanır. hiçbir şey iyi olmaz, ama kış biter.
sonra geri yattım. gözlerimi kapattım. mevsimleri ve yılları, ayları ve günleri, yaptıklarımı ve pişmanlıklarımı unuttum. yatağın içinde bir sıcaklık aradım hemen sol yanımda. sarıldım. dedim ki bir ömür bir sıcaklık aradım. sonra daha sıkı... sonra kalbimin yalnızlığının geçmediğini gördüm. kalktım. güneş bir çaba içerisindeydi. alacaydı evin odaları. hiçbir yerde bir soba yoktu ya da bir petek! ev soğuyordu. hem doğal gaz da zaten daha pahalıydı. ayaklarımdan kalbime bir soğukluk yükseliyordu. ben hastaydım, kalbimden ya da ayaklarımdan... kimse yoktu. ya da herkes oradaydı, mezarımın başında. ben ise mezarımın dışında. sonra hemen girdim içine ve düşünmeye koyuldum. zaman dursa istedim. sonra geriye gitsem. 99 kışına. neyi düzeltebilirdim ki. sonra kışın hiç bitmediğini fark ettim. onca yaza ve bahara rağmen. onca yanan ağaca ve gençliğimize rağmen. kış kalbimizdeydi tüm soğukluğuyla beraber. eh biz de hiç iyi değildik. oysa şubatları severim ve ocakları, hatta aralıkları da... bitirmeyi ve yeniden başlamayı. kasımları ise hiç sevmem.
aklım 99 kışındaydı belki dönsem bir şeyler düzelir dedim. giyindim. sonuçta ekmek lazımdı, para lazımdı. çalışmak lazımdı... peki ya 99 kışı! dönsem, kim bilir belki elimde sımsıkı tuttuğum o para üstü, bu sefer tura gelir ve ben yüzü koyun uzanırım... herkes başımda toplanır. hiçbir şey iyi olmaz, ama kış biter.
devamını gör...
5.
bir sabah sebepsizce bir başkası olarak uyandım. oysa ben ben değilsem bir başkası da değilimdir. ve bunlar benim gibi birinin yazacağı satırlar değildir. belki ben çok önceleri ölmüşümdür de bu ölümün sonrasıdır. belki de hiç kendim olmamışımdır. o halde herkes gibi ben de bir başkasıyımdır.
ne karga sesi geliyordu, ne yandaki şantiyeden gürültüler... sadece uyanmıştım... sonra pencereden baktım, yükselen rezisdansın yerinde bir zamanlar faili meçhul cinayetler işlendiği söylentileri dolaşıyordu ortalıkta. şimdi insanların hayatlarını çalmanın daha kolay yolları var. bir sabah başkası olarak uyanabilirsiniz ya da hiç kendiniz olamazsınız. hatırlıyorum da şimdi tam olduğum yerde cinayetler işlenirken ben bir hayat kurtarmayı öğrenmeye çalışıyordum. pek başarılı olamadım. en çok da kendi hayatımı kurtarmada. bütün doğulular gibi sabahtandır içimde kötü bir his vardı da - ki bu hayatımın bütün sabahlarını kapsar - şimdi o kötü şey oluyordu - ki bu da hayatımın tüm anlarını -
uzunca bir süre kapı çalınır sandım. ya da aynaya baksam kendimi bulurum ki acele etmeliydim fazla geçmeden işe gitmeliydim. maarif takvim şubat 99'u gösteriyordu. hiç yaşamadım sandım. oysa çok daha önce de ölmüş olabilirdim. guguklu saatin kuşu geçtiğimiz yaz gerçeğe dönüşmüş ve bu dünyadan uçmuştu. anlamsızca duvarda sarkacı sallanıyordu saatin. herhangi bir zaman olabilirdi. kimse yok sandım. oysa ben ben değilsem herkes de var olabilirdi. kendimi aradım ama bu bir dini ya da ruhani yolculuk da değildi. sanki arabanın anahtarını arar gibi kendimi aradım. hemen ardından acele etmem gerektiğine inandım. çünkü hatırlıyordum ki ben her zaman her şeye geç kalıyordum. arabanın anahtarı gözüme ilişti. sonra yalnız olmadığımı hatırladım. hızla çıktım evden evin kapısının önündeki bisiklete atlayarak. tabi 11. katta oturmam dışında her şey normaldi.
sonra kendimi ait olmadığım bir yerde buldum, diğer bütün her yer gibi. bisikleti bağladım. sonra her zamanki gibi hep kötü şeyler oldu. ama bu ben, ben değildim, bu yer benim ait olduğum yer değildi. zaten 99 kışında değildik. belki ılık bir bahar sabahı, kim bilir belki de gelmeyi unutmuş bir yaz günü...
sonra her şeyi unuttum, kendimi muhakkak bulmalıydım. oysa herkes beni bulabilirdi. kime sorsam gösterirdi. kim bilir belki yazılarımdan belki dertlerimden tanırdı... belki dostlarımdan... sonra dedim ki insan dostunun yanındadır. sonra ait olmadığım bu yerde hiç dostum olmadığını anladım. öyle ise belki de hiç kimse değildim. zaten 99 kışı da değildi. kolumda askerden kalma bir saat zamana baktım. yine geç kalmıştım. oysa bir defa dönsem 99 kışına, yeniden kurgulasam...
ne karga sesi geliyordu, ne yandaki şantiyeden gürültüler... sadece uyanmıştım... sonra pencereden baktım, yükselen rezisdansın yerinde bir zamanlar faili meçhul cinayetler işlendiği söylentileri dolaşıyordu ortalıkta. şimdi insanların hayatlarını çalmanın daha kolay yolları var. bir sabah başkası olarak uyanabilirsiniz ya da hiç kendiniz olamazsınız. hatırlıyorum da şimdi tam olduğum yerde cinayetler işlenirken ben bir hayat kurtarmayı öğrenmeye çalışıyordum. pek başarılı olamadım. en çok da kendi hayatımı kurtarmada. bütün doğulular gibi sabahtandır içimde kötü bir his vardı da - ki bu hayatımın bütün sabahlarını kapsar - şimdi o kötü şey oluyordu - ki bu da hayatımın tüm anlarını -
uzunca bir süre kapı çalınır sandım. ya da aynaya baksam kendimi bulurum ki acele etmeliydim fazla geçmeden işe gitmeliydim. maarif takvim şubat 99'u gösteriyordu. hiç yaşamadım sandım. oysa çok daha önce de ölmüş olabilirdim. guguklu saatin kuşu geçtiğimiz yaz gerçeğe dönüşmüş ve bu dünyadan uçmuştu. anlamsızca duvarda sarkacı sallanıyordu saatin. herhangi bir zaman olabilirdi. kimse yok sandım. oysa ben ben değilsem herkes de var olabilirdi. kendimi aradım ama bu bir dini ya da ruhani yolculuk da değildi. sanki arabanın anahtarını arar gibi kendimi aradım. hemen ardından acele etmem gerektiğine inandım. çünkü hatırlıyordum ki ben her zaman her şeye geç kalıyordum. arabanın anahtarı gözüme ilişti. sonra yalnız olmadığımı hatırladım. hızla çıktım evden evin kapısının önündeki bisiklete atlayarak. tabi 11. katta oturmam dışında her şey normaldi.
sonra kendimi ait olmadığım bir yerde buldum, diğer bütün her yer gibi. bisikleti bağladım. sonra her zamanki gibi hep kötü şeyler oldu. ama bu ben, ben değildim, bu yer benim ait olduğum yer değildi. zaten 99 kışında değildik. belki ılık bir bahar sabahı, kim bilir belki de gelmeyi unutmuş bir yaz günü...
sonra her şeyi unuttum, kendimi muhakkak bulmalıydım. oysa herkes beni bulabilirdi. kime sorsam gösterirdi. kim bilir belki yazılarımdan belki dertlerimden tanırdı... belki dostlarımdan... sonra dedim ki insan dostunun yanındadır. sonra ait olmadığım bu yerde hiç dostum olmadığını anladım. öyle ise belki de hiç kimse değildim. zaten 99 kışı da değildi. kolumda askerden kalma bir saat zamana baktım. yine geç kalmıştım. oysa bir defa dönsem 99 kışına, yeniden kurgulasam...
devamını gör...
6.
hakikat bir şüphe olarak zihnimi kemirirken gözlerim de yeni güne aralandı. uyanmıştım ve şüphe taşıyordum yüreğimde. belki hiç uyumamıştım, belki hiç yaşamamıştım. belki bunları yazan sol ayağımdı. belki ben bir hayaldim. belki gerçekler can sıkıcıydı. kalbim ki her şeyi kendine saklar bu dünyada. zihnim o yüzden hiç hatırlamaz o silik anılardaki hisleri. o yüzden hep aynı hatalara düşer.
uyanmış olmam yetmiyordu. sanki hala bir düşün içindeydim ve o düş bir kabusa dönüşmek üzereydi. hani her şeyin o iyi gittiği yanılgısının bittiği o andaydık. değişim başlayacaktı zihnimizde ve geri kalan her şey ayni olmasına rağmen olduğundan çok daha kötü görünecekti. belki de zaten olduğundan çok daha kötüydü.
doğruldum ve elimi yüzümü yıkadım. böylelikle pınarlar kurudu. sular çekildi, bir kuraklığa hapsoldum. dudaklarımdan kanlar akmaya başladı da ben o kanları su sandım ve kana kandım. güneş olmadan sen bir hiçsin dedim etrafimdaki çöle. kapattım gözlerimi, sandim ki uyanacağım bir daha. oysa gözlerimi kapattiğımda zihnimdeki şüpheden ve benden başka kimse yoktu. gözlerimi açtım, zihnimdeki şüphe ve kendimden başka kimse yoktu. bir de evin içinde bir soğukluk. sandım ki buzdolabının kapısı açık kalmış geceden. sandım ki az sonra bir kutup ayısıyla karşılaşacağım. korkuyla kaçtım, diğer odanın duvarına. eskiden her evin tarihi kendi duvarında olurdu ve insan tüm ağıtlarını duvarlara yakardı. şimdi duvarda 99 şubattan kalma bir maarif takvim. kalbim acıdı. bir yaprak daha koparsam şubat bitecek. bir yaprak daha koparsam içimdeki bu kış bitecek. elim varmadı. çöller, kar vadisi, karlar şelale oluyor ama içimdeki şüphe kaybolmuyordu. gerçek mi̇ydi? gerçek şüphe delile ihtiyaç duymaz. hiçbir delilim yoktu, deliliğimden başka.
sonra deliliğe vurdum. dedim ki olmuş olan ve olacak olan olmuştur. ve olabilecek olan da olabilir. can sıkmaya ne gerek var. 99 defa yaşadık 99 kışını hala aynı yıkım. demek ki olması gerekmiş dedim. elim takvime gitti. bir anda bahar geldi. bahçemde çiçekler açtı. sandım ki mutlu bile olacağım. sonra anladım kış kalbimde. buzdolabının kapağını kapattım. sonra gözleri̇mi de kapattım. belki uyurdum tekrar oysa kış bitti. ben çok geç kaldim, her şeye; hayata bi̇le. aceleyle hayata karıştım içimde bir şüpheyle...
uyanmış olmam yetmiyordu. sanki hala bir düşün içindeydim ve o düş bir kabusa dönüşmek üzereydi. hani her şeyin o iyi gittiği yanılgısının bittiği o andaydık. değişim başlayacaktı zihnimizde ve geri kalan her şey ayni olmasına rağmen olduğundan çok daha kötü görünecekti. belki de zaten olduğundan çok daha kötüydü.
doğruldum ve elimi yüzümü yıkadım. böylelikle pınarlar kurudu. sular çekildi, bir kuraklığa hapsoldum. dudaklarımdan kanlar akmaya başladı da ben o kanları su sandım ve kana kandım. güneş olmadan sen bir hiçsin dedim etrafimdaki çöle. kapattım gözlerimi, sandim ki uyanacağım bir daha. oysa gözlerimi kapattiğımda zihnimdeki şüpheden ve benden başka kimse yoktu. gözlerimi açtım, zihnimdeki şüphe ve kendimden başka kimse yoktu. bir de evin içinde bir soğukluk. sandım ki buzdolabının kapısı açık kalmış geceden. sandım ki az sonra bir kutup ayısıyla karşılaşacağım. korkuyla kaçtım, diğer odanın duvarına. eskiden her evin tarihi kendi duvarında olurdu ve insan tüm ağıtlarını duvarlara yakardı. şimdi duvarda 99 şubattan kalma bir maarif takvim. kalbim acıdı. bir yaprak daha koparsam şubat bitecek. bir yaprak daha koparsam içimdeki bu kış bitecek. elim varmadı. çöller, kar vadisi, karlar şelale oluyor ama içimdeki şüphe kaybolmuyordu. gerçek mi̇ydi? gerçek şüphe delile ihtiyaç duymaz. hiçbir delilim yoktu, deliliğimden başka.
sonra deliliğe vurdum. dedim ki olmuş olan ve olacak olan olmuştur. ve olabilecek olan da olabilir. can sıkmaya ne gerek var. 99 defa yaşadık 99 kışını hala aynı yıkım. demek ki olması gerekmiş dedim. elim takvime gitti. bir anda bahar geldi. bahçemde çiçekler açtı. sandım ki mutlu bile olacağım. sonra anladım kış kalbimde. buzdolabının kapağını kapattım. sonra gözleri̇mi de kapattım. belki uyurdum tekrar oysa kış bitti. ben çok geç kaldim, her şeye; hayata bi̇le. aceleyle hayata karıştım içimde bir şüpheyle...
devamını gör...
7.
gözlerimi açtım, yine aynı duvarlar, yine aynı tik taklar... az zaman geçse dünya ile barışacağım sandım, az zaman geçti dünya ile beraber yıkıldı duvarlar... önce ileri geri sallandı lamba, ardından çocukluğum düştü aklıma, onun hemen ardından da vitrindeki biblo, yere... anladım ki bu bir sondu. bütün sonlar gibi hiçbir şeyi tam anlamıyla bitirmiyordu. anladım ki yarım kalacaktı, okuduğum son kitap. oysa günlerdir okumuyordum. sonunu göremeyecektim takip ettiğim dizilerin ve bir kez daha söyleyemeyecektim karıma onu çok sevdiğimi. sonra kalbim yerinden çıkacak sandım. bir toz bulutunun üstünden ayağa kalktım kalbim gibi her yerim de kan içindeydi ve toz... oysa karım tozdan nefret ederdi. yanına koştum ve yanına koşarken düşündüğüm neden yanımda olmadığıydı. sonra düşündüm ki yanına koştuğum kim yanımda olabilmişti bu hayatta.
gözlerimi açtım aynı duvarlar, aynı tik taklar... sadece biraz daha bozuk, sadece biraz daha yıkık. az zaman geçse belki bir daha uyanırdım. ben yaşadığım her gerçeği kabus sandım. 99 kışından beri. şimdi her tarafımda bir maarif takvim. ve toz bulutları, başım hiç yanmayan bir sobaya çarpmış, kalbim sevmeyen bir kalbe. sevdim dedim ya belki yalandı. belki bir kabus. oysa kalbimdeydi ve kalbim gibi kırmızı bir gerçekti. hemen koştum, yazık nefesim yetmedi. tüm duman ciğerlerime doldu. oysa bir ömür tek bir sigara yakmamıştım. hasta olmaktan korktum desem zaten hastaydım. kim bilir belki aşık olmaktan korkmuştum, belki aralarına karışmaktan, belki çaya başlamaktan, belki onlar gibi olmaktan. oysa onlar gibiydim. sonra bir dizede kaldım "sigara ve kahveyi saymazsak evde yalnızım".
dünyayı dolaştım bulamadım eşimi, odaları dolaştım aynı kalbim gibi kan revan içindeydi eşim; üzüntü ve acı içindeydi. öyle olmasa nasıl denk düşerdi kalbime diye düşündüm. ben bazı safsatalara inandım. kara kedi gördüğümde saçımı tutmak gibi. ayna kırdığımda yedi yıl kara kedi olmak gibi. merdiven altından geçtiğimde gözlerimin gerçeklere kör olması gibi. kuyuya attığım bozukluğun dünyayı değiştireceği gibi. kapıyı açıp gelecekten bir başka benin geleceği gibi... sandım ki bu kaderdir...
eşimi kucağıma aldım, derin bir nefes aldım... gözlerimi açtığımda uyanacağımı biliyordum. duvarlara baktım yerli yerinde olması gereken duvarlar yerin dibinde. her şey başa dönecek sandım. hiç kimse bir daha ölmeyecek. belki de ben öldüm sandım...
gözlerimi açtım yine aynı duvarlar, yine aynı saat. yine bozuk. sol yanıma baktım bir sıcaklık. sağ yanıma baktım bir boşluk. kalktım, yüzümü yıkadım, su yüzümden soğuk, yüzüm güneşten sıcak. beni bekleyen bir sürü acı. derin bir nefes çektim, belki de hala bir kabustayım. belki 99 kışında...
gözlerimi açtım aynı duvarlar, aynı tik taklar... sadece biraz daha bozuk, sadece biraz daha yıkık. az zaman geçse belki bir daha uyanırdım. ben yaşadığım her gerçeği kabus sandım. 99 kışından beri. şimdi her tarafımda bir maarif takvim. ve toz bulutları, başım hiç yanmayan bir sobaya çarpmış, kalbim sevmeyen bir kalbe. sevdim dedim ya belki yalandı. belki bir kabus. oysa kalbimdeydi ve kalbim gibi kırmızı bir gerçekti. hemen koştum, yazık nefesim yetmedi. tüm duman ciğerlerime doldu. oysa bir ömür tek bir sigara yakmamıştım. hasta olmaktan korktum desem zaten hastaydım. kim bilir belki aşık olmaktan korkmuştum, belki aralarına karışmaktan, belki çaya başlamaktan, belki onlar gibi olmaktan. oysa onlar gibiydim. sonra bir dizede kaldım "sigara ve kahveyi saymazsak evde yalnızım".
dünyayı dolaştım bulamadım eşimi, odaları dolaştım aynı kalbim gibi kan revan içindeydi eşim; üzüntü ve acı içindeydi. öyle olmasa nasıl denk düşerdi kalbime diye düşündüm. ben bazı safsatalara inandım. kara kedi gördüğümde saçımı tutmak gibi. ayna kırdığımda yedi yıl kara kedi olmak gibi. merdiven altından geçtiğimde gözlerimin gerçeklere kör olması gibi. kuyuya attığım bozukluğun dünyayı değiştireceği gibi. kapıyı açıp gelecekten bir başka benin geleceği gibi... sandım ki bu kaderdir...
eşimi kucağıma aldım, derin bir nefes aldım... gözlerimi açtığımda uyanacağımı biliyordum. duvarlara baktım yerli yerinde olması gereken duvarlar yerin dibinde. her şey başa dönecek sandım. hiç kimse bir daha ölmeyecek. belki de ben öldüm sandım...
gözlerimi açtım yine aynı duvarlar, yine aynı saat. yine bozuk. sol yanıma baktım bir sıcaklık. sağ yanıma baktım bir boşluk. kalktım, yüzümü yıkadım, su yüzümden soğuk, yüzüm güneşten sıcak. beni bekleyen bir sürü acı. derin bir nefes çektim, belki de hala bir kabustayım. belki 99 kışında...
devamını gör...
8.
hiç bitmeyen derin bir uykudan uyandım. duvarlar yoktu. göz alabildiğince her yer topraktı. toprak ve insan ölüsü... söğütler ve çam ağaçlarının ardından incirler ve dut ağaçları da kurumuştu. babam yanı başımda gözlerimin ucunda yatıyordu. ayaklarım toprağa kök salmıştı. biraz su olsa dudaklarım birbirine yapışmaz açılırdı. sonra babama baktım, iki gözümden sular fışkırdı. dudaklarıma değdi. ve dudaklarım açıldı. dedim yanlış yaşadım. babam o zaman yaşasaydı, geç değil derdi. sonra ona sarılırdım. bir yanımda annem, bir yanımda eşim, karnında bebeğim... gözümün ucunda babamın ölüsü. sonra 99 kışını hatırladım. her şey yalandı da, tek gerçek vardı hayatımda. tek nokta. her şeyin başladığı dolayısıyla her şeyin yarım kaldığı, aklım gibi.
bir gerçekle çıktım babamın karşısına. ayaklarım toprağa kök saldı. hayatım annemin yüreğine dert oldu. ve umutlarım bir incir büyüklüğündeki yavrumdaydı, karım ve annem tuttu ellerimi. tutmasalar düşerdim toprağa, toprak olurdum her defasında. sonra insan yaşadıkça yaşamına bahane bulur dedim kendi kendime. elim karımın karnında. ben ki yaptığım hatalarla ün saldım, her şeyin ortasında. herkes beni konuştu. kimisi kıskandı bile. sonra kimsenin yapmayacaklarını da yaptım. yine herkes konuştu. hem de oh olsunlarla. tıkıldım kaldım 99 kışına. oysa daha 7 yaşındaydım ve dünya benden habersizdi aynı şimdi olduğu gibi. annem beni severdi ve parayı da. ben hayatı sevmezdim ve parayı da. sonra çok ölürüm dedim hem de her yaşadığımda. neden sonra hiç ölmedim ve annem beni her zaman paradan çok sevdi ve geri kalan her şeyden. ve ben her zaman hayattan nefret ettim ve paradan da... sonra eşim çıktı karşıma. dedim yaşamak hatadır. sonra herkesin yolu birleşti. kim kimi seviyor, kim kimden nefret ediyor karıştı ve babam bunlar olurken topraktaydı. üstelik ben hayatı bu kadar sevmezken. beni kimse sevmez sandım, sonra ben de kimseyi sevmem sandım, üstelik herkesi bu kadar çok severken. hele de ailemi...
99 kışıydı, her yer topraktı ve toprağın üzerinde göz alabildiğince yeşillik vardı. bir çam ağacının altındaydım. aradan kaç kış geçti, çamlar ve söğütlerin ardından incirler ve dutlar da kurudu. babam yanı başımda yatardı. benim kalbim yorgundu. şimdi ben de babaydım ve hayatım hatalarla doluydu. her şeyi düzelteceğim dedim, bu yalandı. çünkü her şeyi düzelteceğimi iddia edişim ilk değildi ve hiçbirinde bu mümkün olmamıştı. kaçmayı istediğim her şeyin ortasındaydım. sonra rüzgar esti, bulutlar geldi. toprak yeni filizler verdi. dedim baharın sonu bile güzeldir. babamı bıraktım, yattığı yerde, insan ölülerinin arasından geçtim. dedim insan yaşamaya bahane bulur. dedim devam etmeliyiz. sardım ailemi, dedim iyi ki varsınız. sonra her şeyi düzelteceğim dedim bir daha söz verdim kendime. tüm takvimleri attım. dedim yavrum milattır.
bir gerçekle çıktım babamın karşısına. ayaklarım toprağa kök saldı. hayatım annemin yüreğine dert oldu. ve umutlarım bir incir büyüklüğündeki yavrumdaydı, karım ve annem tuttu ellerimi. tutmasalar düşerdim toprağa, toprak olurdum her defasında. sonra insan yaşadıkça yaşamına bahane bulur dedim kendi kendime. elim karımın karnında. ben ki yaptığım hatalarla ün saldım, her şeyin ortasında. herkes beni konuştu. kimisi kıskandı bile. sonra kimsenin yapmayacaklarını da yaptım. yine herkes konuştu. hem de oh olsunlarla. tıkıldım kaldım 99 kışına. oysa daha 7 yaşındaydım ve dünya benden habersizdi aynı şimdi olduğu gibi. annem beni severdi ve parayı da. ben hayatı sevmezdim ve parayı da. sonra çok ölürüm dedim hem de her yaşadığımda. neden sonra hiç ölmedim ve annem beni her zaman paradan çok sevdi ve geri kalan her şeyden. ve ben her zaman hayattan nefret ettim ve paradan da... sonra eşim çıktı karşıma. dedim yaşamak hatadır. sonra herkesin yolu birleşti. kim kimi seviyor, kim kimden nefret ediyor karıştı ve babam bunlar olurken topraktaydı. üstelik ben hayatı bu kadar sevmezken. beni kimse sevmez sandım, sonra ben de kimseyi sevmem sandım, üstelik herkesi bu kadar çok severken. hele de ailemi...
99 kışıydı, her yer topraktı ve toprağın üzerinde göz alabildiğince yeşillik vardı. bir çam ağacının altındaydım. aradan kaç kış geçti, çamlar ve söğütlerin ardından incirler ve dutlar da kurudu. babam yanı başımda yatardı. benim kalbim yorgundu. şimdi ben de babaydım ve hayatım hatalarla doluydu. her şeyi düzelteceğim dedim, bu yalandı. çünkü her şeyi düzelteceğimi iddia edişim ilk değildi ve hiçbirinde bu mümkün olmamıştı. kaçmayı istediğim her şeyin ortasındaydım. sonra rüzgar esti, bulutlar geldi. toprak yeni filizler verdi. dedim baharın sonu bile güzeldir. babamı bıraktım, yattığı yerde, insan ölülerinin arasından geçtim. dedim insan yaşamaya bahane bulur. dedim devam etmeliyiz. sardım ailemi, dedim iyi ki varsınız. sonra her şeyi düzelteceğim dedim bir daha söz verdim kendime. tüm takvimleri attım. dedim yavrum milattır.
devamını gör...
9.
bir kabustan ötekine uyandım. bu kaçıncı gözlerimi açışımdı, yine de rüyanın sis perdesi hiç aralanmadı ve ben hiç gözü açık birisi olamadım. ben gözlerimi açarken ağaçlar da çiçeklerini açıyordu, oysa insanlar ve hava henüz gerçek soğukluğunu göstermemişti. mevsimler geçmiş; kışlar başlamış, kışlar bitmişti, içimdeki ve buzdolabındaki soğukluk bitmemişti. bu beni insan yapıyordu, buzdolabını ise buzdolabı.
yanılmıyorsam şubat ayindaydik belki de yanılıyordum ve biz mart ayındaydık ya da nisan. duvarlar yıkıldıktan sonra takvimler enkaz olmuştu ve ben kentime duvarlar örülürken kendime hayaller kurmuştum, işte bu hayaller tek tek kabusa dönüşüyordu. ben bir hata yaptım gözlerimi açarak bu dünyaya ve her gün devam ettim gözlerimi aynı dünyaya açmaya. herkes bir ad ararken dünyasına ben kabus dedim dünyama. karabasanlar ve ecinnilerle geçti ömrüm ve yalanlarla, 99 kışıydı, henüz bilmiyordum dünyaya her defasında yenileceğimi... bir soğukluk girdi içeri ve bir ağıt koptu evde... ben o vakitten sonra dünyada hiçbir şey aynı kalmaz sandım, takvimler astım duvarlara. duvarlar yıkıldı, günler ve asırlar geçti, duvarlar yıkıldı ben de yıkılırım sandım, sonra tuttular elimden, oysa bir düşseydim düşlerimin peşine... tuttular elimden ve attılar kabuslara. insanların soğukluğu işlememişti içime ve yine de içim soğuktu. böylelikle başladı buzdolabı ile arkadaşlığım ve insanlarla. hepimiz soğuktuk ve bir sıcaklık arıyorduk, bu noktada yine buzdolabından ayrıldık ve insanlar kaldı bahtımıza, sonra soba kurduk evin ortasına bu ateş dedim kalbimizden çıktı, oysa kova kova kömür ve odun taşıdık ve ateşi bir kirpitten çıkardık. sonra da duvarlar yıkılmadan sobayı evimizden... bize yine insanlar kaldı ve duvarlar yıkıldı. belediye hiç beklemeden kentime yeni duvarlar ördü ben de kendime yeni hayaller kurdum oğlumun küçücük bedeninde. oğlum ki miladıdır hayatımın, bu her şeyi bir daha yaşamak anlamına gelir sandım ve başladım acıları ayıklamaya. bir ateş yandı kalbimde evim ve dünya ısındı. evim yıkılmıştı birkaç defa tüm hayallerle başıma ve ben duvara asılmış takvimlerin ve resimlerin içinde kaybolmuştum. böylelikle bir resim asmadim duvara ve hiç yaşamadım dört duvar arasında. oysa oğlumun kalbi dakikada 140 kere atıyordu ve 99 kışını hiç görmemişti, ben içimdeki ateşle duvarlar örüyordum oğlumun etrafına ki soğukluk bulaşmasın onun kalbine. oğlum öyle sıcak gülüyordu ki soğukluk asla bulaşmazdı onun kalbine. sonra yine olan oldu. her şeyi düzelteceğim dediğim yerde gözlerim açıldı kabuslara... insan ki soğuktur aynı dünya gibi ve kış hiç bitmiyordu yüreğimde. kurduğum hayal bir kabustu ve ben kendimin bile kendime kalmadığı bir yalnızlık içindeydim. gittim duvara maarif takvimden bir yaprak kopardım geçen onca kışa rağmen yine şubat 99'daydım.
yanılmıyorsam şubat ayindaydik belki de yanılıyordum ve biz mart ayındaydık ya da nisan. duvarlar yıkıldıktan sonra takvimler enkaz olmuştu ve ben kentime duvarlar örülürken kendime hayaller kurmuştum, işte bu hayaller tek tek kabusa dönüşüyordu. ben bir hata yaptım gözlerimi açarak bu dünyaya ve her gün devam ettim gözlerimi aynı dünyaya açmaya. herkes bir ad ararken dünyasına ben kabus dedim dünyama. karabasanlar ve ecinnilerle geçti ömrüm ve yalanlarla, 99 kışıydı, henüz bilmiyordum dünyaya her defasında yenileceğimi... bir soğukluk girdi içeri ve bir ağıt koptu evde... ben o vakitten sonra dünyada hiçbir şey aynı kalmaz sandım, takvimler astım duvarlara. duvarlar yıkıldı, günler ve asırlar geçti, duvarlar yıkıldı ben de yıkılırım sandım, sonra tuttular elimden, oysa bir düşseydim düşlerimin peşine... tuttular elimden ve attılar kabuslara. insanların soğukluğu işlememişti içime ve yine de içim soğuktu. böylelikle başladı buzdolabı ile arkadaşlığım ve insanlarla. hepimiz soğuktuk ve bir sıcaklık arıyorduk, bu noktada yine buzdolabından ayrıldık ve insanlar kaldı bahtımıza, sonra soba kurduk evin ortasına bu ateş dedim kalbimizden çıktı, oysa kova kova kömür ve odun taşıdık ve ateşi bir kirpitten çıkardık. sonra da duvarlar yıkılmadan sobayı evimizden... bize yine insanlar kaldı ve duvarlar yıkıldı. belediye hiç beklemeden kentime yeni duvarlar ördü ben de kendime yeni hayaller kurdum oğlumun küçücük bedeninde. oğlum ki miladıdır hayatımın, bu her şeyi bir daha yaşamak anlamına gelir sandım ve başladım acıları ayıklamaya. bir ateş yandı kalbimde evim ve dünya ısındı. evim yıkılmıştı birkaç defa tüm hayallerle başıma ve ben duvara asılmış takvimlerin ve resimlerin içinde kaybolmuştum. böylelikle bir resim asmadim duvara ve hiç yaşamadım dört duvar arasında. oysa oğlumun kalbi dakikada 140 kere atıyordu ve 99 kışını hiç görmemişti, ben içimdeki ateşle duvarlar örüyordum oğlumun etrafına ki soğukluk bulaşmasın onun kalbine. oğlum öyle sıcak gülüyordu ki soğukluk asla bulaşmazdı onun kalbine. sonra yine olan oldu. her şeyi düzelteceğim dediğim yerde gözlerim açıldı kabuslara... insan ki soğuktur aynı dünya gibi ve kış hiç bitmiyordu yüreğimde. kurduğum hayal bir kabustu ve ben kendimin bile kendime kalmadığı bir yalnızlık içindeydim. gittim duvara maarif takvimden bir yaprak kopardım geçen onca kışa rağmen yine şubat 99'daydım.
devamını gör...
10.
uyandım, ne etrafımdaki duvarlar tanıdık, ne o duvarlarda saatli maarif takvim var. aklımda bir duvar saati, sarkaç uzanıyor alta doğru, tiktaklarla geçiyor ömür, sarkaç bozuk zaman doğru. yine yetismeliyim bir yere yine geç kalmışım hayata ve hayattayım. oysa bundan bir kaç sene önce bir uçurum kenarında son buluşum olabilirdi kendimi, sonra düzlüklere çıktım da kaç defa daha kaybettim kendimi.
hayat bir yürüyüş olsaydı ve biz şiir okuyanlar, doksanlarda kalanlar, eski romantikler durduğumuzu iddia etseydik ve bu duruşla meşhur olduğumuzu... gün geçmedi ki gün geçti güzel ülkemde ve hayat bize karşı durdu biz duruşumuzla böbürlenirken ne şiir kaldı ne romantizm, ne doksanlar... günler geçti ve biz adımımızı atmadan yaşlandık durduğumuz yerde.
dışarıda bir cehennem içeride esen bir tufan, duvarlar da tanıdık değil insanlar da. durduk, baktık, zaman doğru da insanlar yanlış. herkesin yürüdüğü şu dünyada ayaklarımıza baktık, baktık ki herkesin yürüdüğü şu dünyada tam da durduğumuz yerde koşuyoruz. yine bir şeylere geç kalmışız. yine kalbimizde 99 kışı. duvarda maarif takvim yok, dışarıda cehennem içeride klima, içimizde tufan... ölmedik ama yaşamıyoruz da...
hayat bir yürüyüş olsaydı ve biz şiir okuyanlar, doksanlarda kalanlar, eski romantikler durduğumuzu iddia etseydik ve bu duruşla meşhur olduğumuzu... gün geçmedi ki gün geçti güzel ülkemde ve hayat bize karşı durdu biz duruşumuzla böbürlenirken ne şiir kaldı ne romantizm, ne doksanlar... günler geçti ve biz adımımızı atmadan yaşlandık durduğumuz yerde.
dışarıda bir cehennem içeride esen bir tufan, duvarlar da tanıdık değil insanlar da. durduk, baktık, zaman doğru da insanlar yanlış. herkesin yürüdüğü şu dünyada ayaklarımıza baktık, baktık ki herkesin yürüdüğü şu dünyada tam da durduğumuz yerde koşuyoruz. yine bir şeylere geç kalmışız. yine kalbimizde 99 kışı. duvarda maarif takvim yok, dışarıda cehennem içeride klima, içimizde tufan... ölmedik ama yaşamıyoruz da...
devamını gör...
11.
#2306769 (2 yıl önce)
#2308528 (2 yıl önce)
#2310270 (2 yıl önce)
#2324838 (2 yıl önce)
#2364229 (1 yıl önce)
#2419141 (1 yıl önce)
#2424368 (1 yıl önce)
#2934586 (8 ay önce)
#3015963 (6 ay önce)
kalbim derin bir uykuda iken gözlerim yeni güne aralandı. hayaletlerden ve sabah ayazından sonra canlı bir ceset gibi ayaklarım odalarda sürüklendi. kalbim bir odada kalmıştı, ya da 99 kışında. dedim bu satırları yazıyorsam ya yeni bir bilgisayarım vardır, ya da yeni bir hayatım yoktur. takılıp kaldığım yerde takılıp kaldım. yanlış yaşadım dedim ya bir kere, bir daha yaşasam yine yanlış yaşardım. her gün aynı soruları kendime sormaya inandım.
koluma baktım bir saat yok, duvarlara baktım boş, raflarda kitaplarım bana bakıyor, 99 yılının maarif takvimlerini arıyorum... bir düş olsa diyorum bir düş, bir daha yaşasam... ve yine yanlış yaşayacağımı biliyorum. zamanım ki bir zamanlar durmuştu ki ondan sonra bir asır daha yaşadım... yaşadım ama yanıldım, sonra gözlerimi açtım 99 kışındayım. dedim ki insanın kalbi nerede ise oradadır. kalbim kim bilir belki de bir söğüt ağacının altında, belki bir dut ağacının altında belki 2 metrekare bir tabutta... 99 kışını hatırlarım, dünya o kadar dağınıktı ki, şimdi dünyam o kadar dağınık ki, durduğum yerde dursam, kim bilir belki hiç uyanmasam...
oysa bir defa açılmıştı gözlerim ve artık görmüyordu, maarif takvimleri, guguklu saatleri, tozdan dumandan desem, ya da dağınıklıktan, dağılıyordu zihnim, 99'dan sonra kaç kış geçmişti, geçmiyordu bu kış. kalksam bir sonraki odaya geçsem dert bekliyordu, önceki odadan dert geliyordu. dışarıda çocuklar benimle dalga geçiyordu, kalbim derin bir uykuda kimseyi kırmak istemiyordu. yüzüme soğuk suları vurdum ve bu dünyayı açıkladı. kalmamıştı hiç dolabımda maarif takvim, kurumuştu ekeveryam, bir anlamı yoktu yaşamımın ve yanlıştı aynı dünya gibi. zaten 99 kışının üzerinden bir asır geçti ya da bir gün. söndü lüküsler, açıldı şatavatlı avizeler, ne kolumda bir saat ne duvarda takvim, ne dışarıda çocuklar, kalbim bir odada kaldı ya da bir tabutta, hayatım 7 inç bir ekranda kaldı ve bir ceset olarak uyandım. belki biri beni bulur diye sürüklenirken ayaklarım, bir daha yaşasam dedim bir daha yanılırdım...
#2308528 (2 yıl önce)
#2310270 (2 yıl önce)
#2324838 (2 yıl önce)
#2364229 (1 yıl önce)
#2419141 (1 yıl önce)
#2424368 (1 yıl önce)
#2934586 (8 ay önce)
#3015963 (6 ay önce)
kalbim derin bir uykuda iken gözlerim yeni güne aralandı. hayaletlerden ve sabah ayazından sonra canlı bir ceset gibi ayaklarım odalarda sürüklendi. kalbim bir odada kalmıştı, ya da 99 kışında. dedim bu satırları yazıyorsam ya yeni bir bilgisayarım vardır, ya da yeni bir hayatım yoktur. takılıp kaldığım yerde takılıp kaldım. yanlış yaşadım dedim ya bir kere, bir daha yaşasam yine yanlış yaşardım. her gün aynı soruları kendime sormaya inandım.
koluma baktım bir saat yok, duvarlara baktım boş, raflarda kitaplarım bana bakıyor, 99 yılının maarif takvimlerini arıyorum... bir düş olsa diyorum bir düş, bir daha yaşasam... ve yine yanlış yaşayacağımı biliyorum. zamanım ki bir zamanlar durmuştu ki ondan sonra bir asır daha yaşadım... yaşadım ama yanıldım, sonra gözlerimi açtım 99 kışındayım. dedim ki insanın kalbi nerede ise oradadır. kalbim kim bilir belki de bir söğüt ağacının altında, belki bir dut ağacının altında belki 2 metrekare bir tabutta... 99 kışını hatırlarım, dünya o kadar dağınıktı ki, şimdi dünyam o kadar dağınık ki, durduğum yerde dursam, kim bilir belki hiç uyanmasam...
oysa bir defa açılmıştı gözlerim ve artık görmüyordu, maarif takvimleri, guguklu saatleri, tozdan dumandan desem, ya da dağınıklıktan, dağılıyordu zihnim, 99'dan sonra kaç kış geçmişti, geçmiyordu bu kış. kalksam bir sonraki odaya geçsem dert bekliyordu, önceki odadan dert geliyordu. dışarıda çocuklar benimle dalga geçiyordu, kalbim derin bir uykuda kimseyi kırmak istemiyordu. yüzüme soğuk suları vurdum ve bu dünyayı açıkladı. kalmamıştı hiç dolabımda maarif takvim, kurumuştu ekeveryam, bir anlamı yoktu yaşamımın ve yanlıştı aynı dünya gibi. zaten 99 kışının üzerinden bir asır geçti ya da bir gün. söndü lüküsler, açıldı şatavatlı avizeler, ne kolumda bir saat ne duvarda takvim, ne dışarıda çocuklar, kalbim bir odada kaldı ya da bir tabutta, hayatım 7 inç bir ekranda kaldı ve bir ceset olarak uyandım. belki biri beni bulur diye sürüklenirken ayaklarım, bir daha yaşasam dedim bir daha yanılırdım...
devamını gör...