1.
kendimden hareketle söyleyebilirim ki annesinden ciddi ciddi şiddet görmüş bir çocuktur.
küçükken oturduğumuz mahallenin kadınları her hafta bir “gün” yapardı. bizim için bir şenlik olan bu gün’lerde en sevdiğimiz şey diğerlerinden altta kalmamak için ev sahibinin yaptığı envai çeşit yiyeceklerdi. çocuklar olarak tek amacımız bir şeyler yiyebilmekti. benim tek amacımsa bir şeyler yerken dedikodu dinlemekti. ki bu aslında benim bir ebedi kulak misafiri olarak kariyerimin başlangıcı sayılabilir.
genelde bir şeyler alıştırıldıktan ve çocuklar halının üzerinde oyuna daldıktan ve elbette taze çaylar dağıtıldıktan sonra başlardı dedikodu. konular şu minvalde gelişirdi:
- kimler kaç liralık ev ya da araba almış?
- kimin kocası çok içiyor, ruslara gidiyor ya da kumar oynuyormuş?
- kim sürekli kendini övüp herkese yukarıdan bakıyormuş?
(burda ikindi ezanı molası)
- kimin oğlu ya da kızı, kimin oğlu ya da kızı ile fingirdiyormuş?
- kim bileziklerini gösteriş olsun diye sürekli takıyormuş?
(ay bileyim ben, öyle işte)
- kapanış
ben de bu dedikoduları dinlemek için ağır ağır kadınların yanına doğru yaklaşıp oyun oynama süsü ile dinlemeye kalkardım. oyun oynarken karakterlerimi konuşturduğum için ilk darbeyi almış olurdum zaten. ben güç toplamak için geri dönüp kulağımı kadınların olduğu yerde bıraktıktan sonra benim için hazırlanmış olan tabağa gömülürdüm. tabak genelde desenli cam bir tabak olurdu ve yemekler arasında herhangi bir sınır olmazdı.
sarmaları sindirdikten sonra kadınların ayaklarının dibine doğru gelir rus bir kadınla basılmış olan adamın hikayesini dinlerken bir yandan da ıslak keki yemeye çalışırdım. tam o esnada kafama inen şaplakla kek ağzıma yüzüme bulaşır ve brownie intense reklamlarında ağzına yüzüne çikolata sürüp seksi olmaya çalışan oyunculara dönerdim.
o zamanlar şu anki gibi yayvan bir biscolata erkeği olmadığım için genelde ağlayarak kekimi yemeye devam ederdim ve dinlemiyormuş gibi yapardım. kafamdaki ağrı geçince ise yeni bir salto ile dedikodu dinlemeye devam ederdim. ta ki annemden okkalı bir çimdik yiyene kadar. oturma organımı bir süre kullanılmaz kılan bu çimdikten sonra yeterli veri topladığımı düşünerek oyun oynamaya devam ederdim.
dedikodu dinleyen bir çocuk olmak sanıldığının aksine çok zor ve incelikli bir iştir. eğer cesaretiniz yoksa denemeyin.
küçükken oturduğumuz mahallenin kadınları her hafta bir “gün” yapardı. bizim için bir şenlik olan bu gün’lerde en sevdiğimiz şey diğerlerinden altta kalmamak için ev sahibinin yaptığı envai çeşit yiyeceklerdi. çocuklar olarak tek amacımız bir şeyler yiyebilmekti. benim tek amacımsa bir şeyler yerken dedikodu dinlemekti. ki bu aslında benim bir ebedi kulak misafiri olarak kariyerimin başlangıcı sayılabilir.
genelde bir şeyler alıştırıldıktan ve çocuklar halının üzerinde oyuna daldıktan ve elbette taze çaylar dağıtıldıktan sonra başlardı dedikodu. konular şu minvalde gelişirdi:
- kimler kaç liralık ev ya da araba almış?
- kimin kocası çok içiyor, ruslara gidiyor ya da kumar oynuyormuş?
- kim sürekli kendini övüp herkese yukarıdan bakıyormuş?
(burda ikindi ezanı molası)
- kimin oğlu ya da kızı, kimin oğlu ya da kızı ile fingirdiyormuş?
- kim bileziklerini gösteriş olsun diye sürekli takıyormuş?
(ay bileyim ben, öyle işte)
- kapanış
ben de bu dedikoduları dinlemek için ağır ağır kadınların yanına doğru yaklaşıp oyun oynama süsü ile dinlemeye kalkardım. oyun oynarken karakterlerimi konuşturduğum için ilk darbeyi almış olurdum zaten. ben güç toplamak için geri dönüp kulağımı kadınların olduğu yerde bıraktıktan sonra benim için hazırlanmış olan tabağa gömülürdüm. tabak genelde desenli cam bir tabak olurdu ve yemekler arasında herhangi bir sınır olmazdı.
sarmaları sindirdikten sonra kadınların ayaklarının dibine doğru gelir rus bir kadınla basılmış olan adamın hikayesini dinlerken bir yandan da ıslak keki yemeye çalışırdım. tam o esnada kafama inen şaplakla kek ağzıma yüzüme bulaşır ve brownie intense reklamlarında ağzına yüzüne çikolata sürüp seksi olmaya çalışan oyunculara dönerdim.
o zamanlar şu anki gibi yayvan bir biscolata erkeği olmadığım için genelde ağlayarak kekimi yemeye devam ederdim ve dinlemiyormuş gibi yapardım. kafamdaki ağrı geçince ise yeni bir salto ile dedikodu dinlemeye devam ederdim. ta ki annemden okkalı bir çimdik yiyene kadar. oturma organımı bir süre kullanılmaz kılan bu çimdikten sonra yeterli veri topladığımı düşünerek oyun oynamaya devam ederdim.
dedikodu dinleyen bir çocuk olmak sanıldığının aksine çok zor ve incelikli bir iştir. eğer cesaretiniz yoksa denemeyin.
devamını gör...
2.
öğretmen dedikoduları o kadar renkli olmuyor demek. anneciğim zaten dedikodu yapmazdı. günlerde tek konuşulan okul yönetimi, öğrenciler ve velilerdi. bir de kimin çocuğu kaç puanla hangi okula girmiş. eğitimli olmak başka. dedikodusu bile eğitim üzerine.
devamını gör...
3.
strateji,siyaset, laf taşımama, salağa yatma vs gibi öngörüleri gelişmiş yavrucaktır. tecrübeyle sabit.
devamını gör...
4.
inşallah benimki değildir dediğim çocuk
devamını gör...
"dedikodu dinleyen çocuk" ile benzer başlıklar
dedikodu
95