1.
eğer siz de bir erkek gay iseniz, sevindirici bir haberdir efenim.
ama size gökkuşağı altında geçen mutlu, tatlış bir aşk hikayesinden bahsetmeyeceğim bu gece. o melun, kara günden bahsedeceğim, evet.
"nihayet kalbim birisi için çarpıyor galiba, tanrım yaşadığım bu şey, platoni mi? aha kesinlikle tanışmalıyım onunla" diyerek heveslendiğim gencin, rüyalarımı süsleyen alfa erkekten, indirimden aldığım louis vuitton çantamın bana ne kadar yakıştığını söyleyecek kankaya evrilmesi hikayesidir bu.
aklıma gelince yine gözyaşlarıma hakim olamadım efenim bir saniye, böylesine mükemmel bir erkeğin, kadınlar camiası için ne büyük bir kayıp olduğunu hazmetmekte hala daha yer yer zorlanıyorum. kızlar, sizi tanrının varlığına yeniden inandırabilecek türden bir yakışıklılığa sahip bu gencin, minnoş yüreğimin üzerinden tek bakışıyla tır gibi geçen okyanus mavi gözleriyle birlikte, kesinlikle bu dünyaya ait olmadığına yemin edebilirim. tanrım, o bir mucizeydi ve ancak seçilmiş bazı kulların onu çıplak gözle görebiliyor olmalıydı.
üniversite üçü okumakta olduğum yıllar olmalıydı ki, ben deniz o sıralar güzel sanatlar fak. kantinine dadanmış, minik kirli işlerim için kendi küçük deniz seki'mi aramaktaydım. size bir başka yazımda bahsetmiştim efenim, başka başka fakültelerden arkadaşlar edinmeye ve illegal maddeleri araştırmaya başladığım o zamanlarda, gsf kantininde, yok kaşarlı karışık tostumu yiyor ve masamın önünden gelip geçen çirkinlerin yüzlerinde kanlı gözler arıyordum.
kantin masası üzerinde yaptığım umuma açık çizimleri görenlerin, beni de aynı fakültede okuduğumu zannederek bağra bastıkları ve fakat şahsıma "seni derslerde niye hiç görmedik ki?" diye haklı sorular yönelttikleri bu zamanlarda, arkadaşlıklarım git gide pekişiyor ve ben de artık keyif aldığım sohbetlerin daha çok yaşandığı yer olan gsf kantininin demirbaşı haline geliyordum. bölümüme gidip lanet olasıca polimerizasyonlar konusunu dinlemek yerine, mesleki geleceğimi çöpe atarak boş muhabbetler eşliğinde gsf kantinine girip çıkanları incelemek, artık daha eğlenceli bir hale gelmişti:
-mor mu yapmış o saçını? geçen hafta turuncu değil miydi? ay bu kız da nasıl dikkat çekeceğini şaştı, ne yırttı kendini be yazık.
-bu hangi bölüm? ha gördüm tamam tamam. keman mı çalıyormuş? bak sen ehehe kemancı parçası diye hangi filmde diyorlardı? ya vardı ya öyle bi yeşilçam filmi?
-tanrım yazarlığın da bölümü mü varmış? yok daha neler. yazarlıkta mı okuyor şimdi bu? ne öğretiyorlarmış orada, cümlelerin sonuna nokta koymayı mı ehehe
-ayy bakma bakma tövbest ya bu ne çirkinliktir ya?!!111 güzel sanatlar diye geldik çirkin dolu her yer.
günler böylece gelip geçiyordu arkadaşlar, hemen hemen herkesle tanışmış ve kaynaşmıştım ki, bir gün kantine güneş gibi doğan o'nu gördüm.
size bu yakışıklılığı nasıl betimleyebilirim inanın bilmiyorum, kelimelerin kifayetsiz kaldığı bazı anlar vardır ya, işte öylesi anlardan birisi yaşandı ve ben ilk ve tek kez, adına "platonik aşk" dedikleri, o aptal şeyin içine düştüm. böyle insanlarla çok dalga geçerdim, "ehe salaklara bak, birini tanımadan sadece gördüğün an nasıl bir duygu besleyebiliyorsun ki? yokluktan o yokluktan" derdim ki hala daha aynı fikirdeyim, yokluktandı arkadaşlar, bir anlık yokluğuma denk geldi ve beni yakışıklılığı, coolluğu ile sadece kantine girişte attığı tek bakış ile yüreğimin on ikisinden vurmayı başardı.
"ah, onunla tanışmalıyım" dedim, bir şeyler icat etmeli, bir yolunu bulmalı ve onunla tanışmalıyım; fakat, utanacağım tuttu efenim, kendimden, içinde bulunduğum acayip durumdan utandım ki ilk kez böyle bir "ilk görüşte aşk" olayını tecrübe etmekteydim. gsfdeki arkadaş grubuma sorayım dedim, biliyorum ağzına ettiklerim, minnoş hislerimi makaraya saracak, benlen eğlenecekler. "morticia aşık mı olmuş, aman da morticia'nın dibi mi düşmüş" diyecekler efenim, asla bu muameleyi kendime yaptırmam, üç beş keş gencin ağzına sakız etmem, gururumla düşürürüm dibimi ashsh
pis keş arkadaşlarıma dahi açamadığım bu aşkı, çocukluk arkadaşım olan ve oturduğu mahallede adı zilliye çıkan arkadaşımla paylaşmaya karar verdim.
seneler sonra kendisini aradığım için önce bir miktar sitem etse de, hemencecik, sanki en son dün görüşmüşüz gibi tekrardan bir muhabbetin içine daldık. kıza görücüler gelip dururmuş efenim, bir ton onu dinledim. 21.yyda da kapına hala daha görücü geliyor olması da nasıl bir olaydır anlamış değilim, kızın adı çıkmış diye everecek olmuşlar filan, baya büyük olaylar yaşanmış... anlattı durdu bir saat, yahu ne yapayım senin untouchable bir bakire olduğun hikayeleri? arkadaşım, şurada iki dertleşecek, alabilirsek az buçuk bir akıl alacağız sonra da "bak sık sık ara, buraya gelince mutlaka görüşelim" diyerek kapatacak ve oraya gelince görüşmeyeceğiz yani, ne anlatıp duruyorsun bana 3 senelik hayat hikayeni?
neyse, el mahkum kibarlık olsun diye dinledim. zaten ne geliyorsa başıma hep kibarlığımdan, iyiliğimden, nahifliğimden gelirdi. öyle değil midir efenim? dünya iyi kalpler için cehennemdir diye boşuna dememişler. neyse...
baktım bu kızın da yiye yiye kimseye verecek aklı, kafası kalmamış; "nereden estiler de aradın sen hayırsız, dökül bakim" demesini "ya otobüste sana çok benzeyen bi kız görmüştüm de dönüşte, aklıma geldin, aradım" diyerek geçiştirdim, konuşmayı güç bela sonlandırdım.
birkaç gün kara kara düşündüm arkadaşlar, kendimi dile düşürmeden, araya kimseyi sokmadan, kimsecikleri haberdar etmeden bu çocuğa nasıl ulaşabilirdim?
durduk yere gidip selam versem? ya niye ki, tanımadığın birine niye selam veresin ki, esnaf dayı mı bu?
koridorda çarpışsak? naa, büyük aşkımla böyle bir klişeyle mi tanışacağım yani? gelecekteki çocuklarıma, babalarıyla tanışma hikayemizin basit bir çarpışma olduğunu mu anlatacağım yani? hayır bunu kader diye de süsleyebilirdim de o an aklıma gelmedi işte.
fakültenin otobüs durağında beklerken, adres sorsam? o kadar kişinin içinde niye ona sorduğumu sorgulamaz mı? ben olsam sorgulardım ve "kesinlikle çok güzel olduğum için geldi bana sordu, yavşayacak" derdim. olmaz.
sonunda kirli bir stalker olmaya karar verdim arkadaşlar. internet üzerinden araştırıyor, o zamanın şartlarında bir face hesabı olup olmadığını yarım yamalak bildiğim okul bilgileri üzerinden yakalamaya çalışıyordum. mümkünatı yok, çocuğun adını bile bilmiyorum fak of!
neyse arkadaşlar, nihayetinde hormonlarımın tüm akli melekelerimi ele geçirip, bıçağın kemiğe dayandığı o melun günde; ben de bu stalk işini reele taşıyıp çocuğu fakülteden, evine kadar takip etmeye karar verdim. adresini bulup ne bok yiyecektim onu daha düşünmemiştim ama uydururdum nasılsa bir şeyler, ne de olsa pratik zekalı bir kızdım.
ders çıkışını denk getirene kadar çaktırmadan kendisini sınıfının dış çaprazındaki sote bir köşede beklemeye başladım. kantinden, sınıfına kadar takip edip, çıkışını gördüğüm o dünyalar yakışıklısı mucize çocuğu, fakülte içinde takip ederek, otobüse bineceği ana kadar gözden kaçırmadım. sonunda aynı otobüse binebilmiştik, işte durak durak şehri geziyorduk ki "kızım morticia aynı durakta in ve bırak kader ağlarını nasıl örecekse örsün" dedim. heyecandan bacaklarımın birbirine vurduğunu ve mesanemi kontrolde güçlük çektiğimi hatırlıyorum. bir yandan çişimi kaçırmamaya çalışıyor, bir yandan da gözümün ucuyla o'nu izliyordum. derken otobüs yavaşladı, durdu ve indik.
yürüyordu, ben de arkasından yürüyordum. ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilmiyordum; tanrım erkek olsaydım ben bir sapıktım!!!111 lanet olsun bu hiç doğru bir şey değildi, bu birini ürkütebilecek, korkutabilecek türden bir şeydi. insanları evlerine kadar takip etmek? ah morticia sen bu hale gelecek kadın mıydın? bu normal miydi? lanet olasıca pislik platonik hisler...
kendimden soğuduğum anlık aydınlanmamın ardından, "bakar mısınız?" diyerek iki parmağımla, nazikçe omzuna "tık tık" yaptım.
kulaklıklarını çıkararak "efendim?" dedi. baş başaydık, bizden başka kimse bu aşk itirafına şahit olmayacaktı nasılsa, ondan hoşlandığımı söyleyebilir ve sonrasında sevgili olduğumuzda, hikayeyi değiştirerek "ya bu, bana nasıl köpekler gibi aşık olmuş, beni evime kadar sapıklar gibi takip etmiş. önümü kesti, dizlerinin üzerine çökerek uzattığı güllerle birlikte bana sana aşığım dedi" diye anlatabilirdim pekala da.
"ya bunu nasıl söyleyebilirim bilmiyorum çünkü ilk kez böyle bir şey yapıyorum. ya ben seninle tanışmak istedim ve seni buraya kadar takip ettim. senden uzaktan uzağa biraz hoşlandım galiba" deyiverdim utanç içinde. yanaklarımın yandığını hissedebiliyordum utançtan; bir erkeğe, bir kızın böyle açılması o kadar da garipsenebilecek bir şey değildi, medeni insanlar, medeni hislerdi işte ne vardı ki bunda.
bir kahkaha patlattı ki, insan insana öyle gülmez.
"ya canım" dedi. "teşekkür ederim hislerin için, çok tatlısın. ama ilgilenmiyorum. üzgünüm."
dünyam başıma yıkılmıştı. ben, ben morticia, ulan dünya güzeli bu kadını sen nasıl reddedebiliyorsun, sen kimsin?!?!!!!111
hemen orada bulduğum kaldırım taşını yerden alaahshsh şaka. yok artık daha neler, siz ne zannediyorsunuz beni ya? ahshs
neyse arkadaşlar, reddedildim.
şaşkındım ki ilk kez, ömrümde ilk kez bir erkek beni reddedebilmişti. şok içindeydim. kaldırımda öylece bakakalmıştım gidişine.
içimi huzursuzluklar sarmış, karalar bağlamıştı efenim, aşkıma karşılık bulacağımdan o kadar emindim ki, yıkılmıştım.
evime varınca, boy aynasında kendimi incelemeye koyuldum, "ya neremi beğenmedi bu çocuk?" diye bir süre kendimi inceledikten sonra sorunun dış görünüşümde olmadığına kanaat getirip daha endişeli, saçma fikirlere kapıldım:
kendimi aptal durumuna mı düşürdüm acaba? ya nerede görülmüş kızların açıldığı, off morticia ya gödünü kaldırdın gittin hoşlandım moşlandım dedin. ya niye eski köye yeni adet getiriyorsun balım sen ya, erkekler açılır kızlar seçer böyledir bu işler ya. ya işte olmadı böyle.
sonra hemen kendimi tokatladım:
saçmalama morticia, aşkta bunların lafı olmaz, sorun başka bir şey olmalı. ya beni tanımıyor ki... tanısa aşık olur kesinlikle. evet. korkmuştur belki de, kendisini takip ettiğimi söylemeseydim keşke. yok, kız sayko dedi kesin of damgaladı, sayko deli manyak sandı allah kahretmesin!!
neyse arkadaşlar, bir süre böyle kendime eziyet ettikten sonra, gsf kantininde dalgın dalgın oturduğum o gün, beni reddeden yakışıklı ile tekrar karşılaştık. sesli bir iç çekişte bulunmuşum gayri ihtiyari ki kendim farkında değildim, yanımdaki arkadaşlarım fark ederek "noldu?" diye sordular. masamızın taaa karşısına oturan yakışıklıyı çaktırmadan izlemeyi bırakıp kafamı masanın üzerine gömdüm ve oracıkta arkadaşlarıma durumu üstü kapalı itiraf ediverdim:
"ben şu karşı masada oturan kırmızı süveterli maviş çocuktan hoşlaştımdı. ya, beni reddetti"
arkadaşlarımdan birkaçının ağzındaki kahveyi püskürterek gülmesi üzerine, "ne var lan çok mu komik?!!" diye atar yaptım ve fakat, makara konusu olmamak için arkadaşlardan gizlemeye karar verdiğim bu aşk ile tüm sene dalga geçmelerine sebep olan o bilgiyi bana vermeleri bir oldu:
çocuk gay morticia, gerçekten hiç mi fark etmedin?
o an sevinsem mi, üzülsem mi bilemedim.
"büyük kayıp" dedim, evet hanımlar, bizler için çok büyük bir kayıptı bu yakışıklı çocuk. kaderimizin bir oyunuydu ki asla birlikte olamayacaktık ve bu platonik aşk, öylece tamamına hiçbir zaman eremeden bir köşede buz gibi donup kalacaktı. bir yanım da seviniyordu ki, bu reddetme gerçek bir reddetme sayılmazdı. benden ötürü bir reddediliş değildi. sadece "kadın" olduğum için reddedilmiştim. içime su serpildi.
mutlu yaşa yakışıklı oğlan, mutlu ol sen.
asla kavuşamadık, kavuşamayacağız, biliyorum.
dünya ahiret bacımsın.
ama size gökkuşağı altında geçen mutlu, tatlış bir aşk hikayesinden bahsetmeyeceğim bu gece. o melun, kara günden bahsedeceğim, evet.
"nihayet kalbim birisi için çarpıyor galiba, tanrım yaşadığım bu şey, platoni mi? aha kesinlikle tanışmalıyım onunla" diyerek heveslendiğim gencin, rüyalarımı süsleyen alfa erkekten, indirimden aldığım louis vuitton çantamın bana ne kadar yakıştığını söyleyecek kankaya evrilmesi hikayesidir bu.
aklıma gelince yine gözyaşlarıma hakim olamadım efenim bir saniye, böylesine mükemmel bir erkeğin, kadınlar camiası için ne büyük bir kayıp olduğunu hazmetmekte hala daha yer yer zorlanıyorum. kızlar, sizi tanrının varlığına yeniden inandırabilecek türden bir yakışıklılığa sahip bu gencin, minnoş yüreğimin üzerinden tek bakışıyla tır gibi geçen okyanus mavi gözleriyle birlikte, kesinlikle bu dünyaya ait olmadığına yemin edebilirim. tanrım, o bir mucizeydi ve ancak seçilmiş bazı kulların onu çıplak gözle görebiliyor olmalıydı.
üniversite üçü okumakta olduğum yıllar olmalıydı ki, ben deniz o sıralar güzel sanatlar fak. kantinine dadanmış, minik kirli işlerim için kendi küçük deniz seki'mi aramaktaydım. size bir başka yazımda bahsetmiştim efenim, başka başka fakültelerden arkadaşlar edinmeye ve illegal maddeleri araştırmaya başladığım o zamanlarda, gsf kantininde, yok kaşarlı karışık tostumu yiyor ve masamın önünden gelip geçen çirkinlerin yüzlerinde kanlı gözler arıyordum.
kantin masası üzerinde yaptığım umuma açık çizimleri görenlerin, beni de aynı fakültede okuduğumu zannederek bağra bastıkları ve fakat şahsıma "seni derslerde niye hiç görmedik ki?" diye haklı sorular yönelttikleri bu zamanlarda, arkadaşlıklarım git gide pekişiyor ve ben de artık keyif aldığım sohbetlerin daha çok yaşandığı yer olan gsf kantininin demirbaşı haline geliyordum. bölümüme gidip lanet olasıca polimerizasyonlar konusunu dinlemek yerine, mesleki geleceğimi çöpe atarak boş muhabbetler eşliğinde gsf kantinine girip çıkanları incelemek, artık daha eğlenceli bir hale gelmişti:
-mor mu yapmış o saçını? geçen hafta turuncu değil miydi? ay bu kız da nasıl dikkat çekeceğini şaştı, ne yırttı kendini be yazık.
-bu hangi bölüm? ha gördüm tamam tamam. keman mı çalıyormuş? bak sen ehehe kemancı parçası diye hangi filmde diyorlardı? ya vardı ya öyle bi yeşilçam filmi?
-tanrım yazarlığın da bölümü mü varmış? yok daha neler. yazarlıkta mı okuyor şimdi bu? ne öğretiyorlarmış orada, cümlelerin sonuna nokta koymayı mı ehehe
-ayy bakma bakma tövbest ya bu ne çirkinliktir ya?!!111 güzel sanatlar diye geldik çirkin dolu her yer.
günler böylece gelip geçiyordu arkadaşlar, hemen hemen herkesle tanışmış ve kaynaşmıştım ki, bir gün kantine güneş gibi doğan o'nu gördüm.
size bu yakışıklılığı nasıl betimleyebilirim inanın bilmiyorum, kelimelerin kifayetsiz kaldığı bazı anlar vardır ya, işte öylesi anlardan birisi yaşandı ve ben ilk ve tek kez, adına "platonik aşk" dedikleri, o aptal şeyin içine düştüm. böyle insanlarla çok dalga geçerdim, "ehe salaklara bak, birini tanımadan sadece gördüğün an nasıl bir duygu besleyebiliyorsun ki? yokluktan o yokluktan" derdim ki hala daha aynı fikirdeyim, yokluktandı arkadaşlar, bir anlık yokluğuma denk geldi ve beni yakışıklılığı, coolluğu ile sadece kantine girişte attığı tek bakış ile yüreğimin on ikisinden vurmayı başardı.
"ah, onunla tanışmalıyım" dedim, bir şeyler icat etmeli, bir yolunu bulmalı ve onunla tanışmalıyım; fakat, utanacağım tuttu efenim, kendimden, içinde bulunduğum acayip durumdan utandım ki ilk kez böyle bir "ilk görüşte aşk" olayını tecrübe etmekteydim. gsfdeki arkadaş grubuma sorayım dedim, biliyorum ağzına ettiklerim, minnoş hislerimi makaraya saracak, benlen eğlenecekler. "morticia aşık mı olmuş, aman da morticia'nın dibi mi düşmüş" diyecekler efenim, asla bu muameleyi kendime yaptırmam, üç beş keş gencin ağzına sakız etmem, gururumla düşürürüm dibimi ashsh
pis keş arkadaşlarıma dahi açamadığım bu aşkı, çocukluk arkadaşım olan ve oturduğu mahallede adı zilliye çıkan arkadaşımla paylaşmaya karar verdim.
seneler sonra kendisini aradığım için önce bir miktar sitem etse de, hemencecik, sanki en son dün görüşmüşüz gibi tekrardan bir muhabbetin içine daldık. kıza görücüler gelip dururmuş efenim, bir ton onu dinledim. 21.yyda da kapına hala daha görücü geliyor olması da nasıl bir olaydır anlamış değilim, kızın adı çıkmış diye everecek olmuşlar filan, baya büyük olaylar yaşanmış... anlattı durdu bir saat, yahu ne yapayım senin untouchable bir bakire olduğun hikayeleri? arkadaşım, şurada iki dertleşecek, alabilirsek az buçuk bir akıl alacağız sonra da "bak sık sık ara, buraya gelince mutlaka görüşelim" diyerek kapatacak ve oraya gelince görüşmeyeceğiz yani, ne anlatıp duruyorsun bana 3 senelik hayat hikayeni?
neyse, el mahkum kibarlık olsun diye dinledim. zaten ne geliyorsa başıma hep kibarlığımdan, iyiliğimden, nahifliğimden gelirdi. öyle değil midir efenim? dünya iyi kalpler için cehennemdir diye boşuna dememişler. neyse...
baktım bu kızın da yiye yiye kimseye verecek aklı, kafası kalmamış; "nereden estiler de aradın sen hayırsız, dökül bakim" demesini "ya otobüste sana çok benzeyen bi kız görmüştüm de dönüşte, aklıma geldin, aradım" diyerek geçiştirdim, konuşmayı güç bela sonlandırdım.
birkaç gün kara kara düşündüm arkadaşlar, kendimi dile düşürmeden, araya kimseyi sokmadan, kimsecikleri haberdar etmeden bu çocuğa nasıl ulaşabilirdim?
durduk yere gidip selam versem? ya niye ki, tanımadığın birine niye selam veresin ki, esnaf dayı mı bu?
koridorda çarpışsak? naa, büyük aşkımla böyle bir klişeyle mi tanışacağım yani? gelecekteki çocuklarıma, babalarıyla tanışma hikayemizin basit bir çarpışma olduğunu mu anlatacağım yani? hayır bunu kader diye de süsleyebilirdim de o an aklıma gelmedi işte.
fakültenin otobüs durağında beklerken, adres sorsam? o kadar kişinin içinde niye ona sorduğumu sorgulamaz mı? ben olsam sorgulardım ve "kesinlikle çok güzel olduğum için geldi bana sordu, yavşayacak" derdim. olmaz.
sonunda kirli bir stalker olmaya karar verdim arkadaşlar. internet üzerinden araştırıyor, o zamanın şartlarında bir face hesabı olup olmadığını yarım yamalak bildiğim okul bilgileri üzerinden yakalamaya çalışıyordum. mümkünatı yok, çocuğun adını bile bilmiyorum fak of!
neyse arkadaşlar, nihayetinde hormonlarımın tüm akli melekelerimi ele geçirip, bıçağın kemiğe dayandığı o melun günde; ben de bu stalk işini reele taşıyıp çocuğu fakülteden, evine kadar takip etmeye karar verdim. adresini bulup ne bok yiyecektim onu daha düşünmemiştim ama uydururdum nasılsa bir şeyler, ne de olsa pratik zekalı bir kızdım.
ders çıkışını denk getirene kadar çaktırmadan kendisini sınıfının dış çaprazındaki sote bir köşede beklemeye başladım. kantinden, sınıfına kadar takip edip, çıkışını gördüğüm o dünyalar yakışıklısı mucize çocuğu, fakülte içinde takip ederek, otobüse bineceği ana kadar gözden kaçırmadım. sonunda aynı otobüse binebilmiştik, işte durak durak şehri geziyorduk ki "kızım morticia aynı durakta in ve bırak kader ağlarını nasıl örecekse örsün" dedim. heyecandan bacaklarımın birbirine vurduğunu ve mesanemi kontrolde güçlük çektiğimi hatırlıyorum. bir yandan çişimi kaçırmamaya çalışıyor, bir yandan da gözümün ucuyla o'nu izliyordum. derken otobüs yavaşladı, durdu ve indik.
yürüyordu, ben de arkasından yürüyordum. ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilmiyordum; tanrım erkek olsaydım ben bir sapıktım!!!111 lanet olsun bu hiç doğru bir şey değildi, bu birini ürkütebilecek, korkutabilecek türden bir şeydi. insanları evlerine kadar takip etmek? ah morticia sen bu hale gelecek kadın mıydın? bu normal miydi? lanet olasıca pislik platonik hisler...
kendimden soğuduğum anlık aydınlanmamın ardından, "bakar mısınız?" diyerek iki parmağımla, nazikçe omzuna "tık tık" yaptım.
kulaklıklarını çıkararak "efendim?" dedi. baş başaydık, bizden başka kimse bu aşk itirafına şahit olmayacaktı nasılsa, ondan hoşlandığımı söyleyebilir ve sonrasında sevgili olduğumuzda, hikayeyi değiştirerek "ya bu, bana nasıl köpekler gibi aşık olmuş, beni evime kadar sapıklar gibi takip etmiş. önümü kesti, dizlerinin üzerine çökerek uzattığı güllerle birlikte bana sana aşığım dedi" diye anlatabilirdim pekala da.
"ya bunu nasıl söyleyebilirim bilmiyorum çünkü ilk kez böyle bir şey yapıyorum. ya ben seninle tanışmak istedim ve seni buraya kadar takip ettim. senden uzaktan uzağa biraz hoşlandım galiba" deyiverdim utanç içinde. yanaklarımın yandığını hissedebiliyordum utançtan; bir erkeğe, bir kızın böyle açılması o kadar da garipsenebilecek bir şey değildi, medeni insanlar, medeni hislerdi işte ne vardı ki bunda.
bir kahkaha patlattı ki, insan insana öyle gülmez.
"ya canım" dedi. "teşekkür ederim hislerin için, çok tatlısın. ama ilgilenmiyorum. üzgünüm."
dünyam başıma yıkılmıştı. ben, ben morticia, ulan dünya güzeli bu kadını sen nasıl reddedebiliyorsun, sen kimsin?!?!!!!111
hemen orada bulduğum kaldırım taşını yerden alaahshsh şaka. yok artık daha neler, siz ne zannediyorsunuz beni ya? ahshs
neyse arkadaşlar, reddedildim.
şaşkındım ki ilk kez, ömrümde ilk kez bir erkek beni reddedebilmişti. şok içindeydim. kaldırımda öylece bakakalmıştım gidişine.
içimi huzursuzluklar sarmış, karalar bağlamıştı efenim, aşkıma karşılık bulacağımdan o kadar emindim ki, yıkılmıştım.
evime varınca, boy aynasında kendimi incelemeye koyuldum, "ya neremi beğenmedi bu çocuk?" diye bir süre kendimi inceledikten sonra sorunun dış görünüşümde olmadığına kanaat getirip daha endişeli, saçma fikirlere kapıldım:
kendimi aptal durumuna mı düşürdüm acaba? ya nerede görülmüş kızların açıldığı, off morticia ya gödünü kaldırdın gittin hoşlandım moşlandım dedin. ya niye eski köye yeni adet getiriyorsun balım sen ya, erkekler açılır kızlar seçer böyledir bu işler ya. ya işte olmadı böyle.
sonra hemen kendimi tokatladım:
saçmalama morticia, aşkta bunların lafı olmaz, sorun başka bir şey olmalı. ya beni tanımıyor ki... tanısa aşık olur kesinlikle. evet. korkmuştur belki de, kendisini takip ettiğimi söylemeseydim keşke. yok, kız sayko dedi kesin of damgaladı, sayko deli manyak sandı allah kahretmesin!!
neyse arkadaşlar, bir süre böyle kendime eziyet ettikten sonra, gsf kantininde dalgın dalgın oturduğum o gün, beni reddeden yakışıklı ile tekrar karşılaştık. sesli bir iç çekişte bulunmuşum gayri ihtiyari ki kendim farkında değildim, yanımdaki arkadaşlarım fark ederek "noldu?" diye sordular. masamızın taaa karşısına oturan yakışıklıyı çaktırmadan izlemeyi bırakıp kafamı masanın üzerine gömdüm ve oracıkta arkadaşlarıma durumu üstü kapalı itiraf ediverdim:
"ben şu karşı masada oturan kırmızı süveterli maviş çocuktan hoşlaştımdı. ya, beni reddetti"
arkadaşlarımdan birkaçının ağzındaki kahveyi püskürterek gülmesi üzerine, "ne var lan çok mu komik?!!" diye atar yaptım ve fakat, makara konusu olmamak için arkadaşlardan gizlemeye karar verdiğim bu aşk ile tüm sene dalga geçmelerine sebep olan o bilgiyi bana vermeleri bir oldu:
çocuk gay morticia, gerçekten hiç mi fark etmedin?
o an sevinsem mi, üzülsem mi bilemedim.
"büyük kayıp" dedim, evet hanımlar, bizler için çok büyük bir kayıptı bu yakışıklı çocuk. kaderimizin bir oyunuydu ki asla birlikte olamayacaktık ve bu platonik aşk, öylece tamamına hiçbir zaman eremeden bir köşede buz gibi donup kalacaktı. bir yanım da seviniyordu ki, bu reddetme gerçek bir reddetme sayılmazdı. benden ötürü bir reddediliş değildi. sadece "kadın" olduğum için reddedilmiştim. içime su serpildi.
mutlu yaşa yakışıklı oğlan, mutlu ol sen.
asla kavuşamadık, kavuşamayacağız, biliyorum.
dünya ahiret bacımsın.
devamını gör...
2.
ayol ben de biseksüelim ne olmuş sanki gay çıktıysa…
ikimiz gül gibi geçinip gideriz. açık ve net. *
ikimiz gül gibi geçinip gideriz. açık ve net. *
devamını gör...
3.
(bkz: o yazıyı kim okuyacak)
devamını gör...
4.
geçenlerde bir yazar anlattı. üniversiteden bir tanıdığı kadınlarla cinsel ilişki için gay taklidi yapıyormuş. bizim safoz* kızlarımız da "uwu beybi. gay biri bile benimle yattı. en cinsel seksli kadın benim." diye düşünüyorlarmış.
ben buna pek inanmadım ya neyse. gay çıkarsa da ne yapalım yani? straponum hazır zaten.* hoşlandığım kişi için her şeye varım.
ben buna pek inanmadım ya neyse. gay çıkarsa da ne yapalım yani? straponum hazır zaten.* hoşlandığım kişi için her şeye varım.
devamını gör...