birçok yörede yaygın olarak inanılan batıl bir inancın ifade bulduğu cümledir.

eğer doğru değilse cümlenin önermesi, zaten benim açımdan bir sorun yok. sonuçta ağzı torba olmayan insan ırkının büzülecek bir yanı de yoktur kanımca. bir gün bir aklı evvel bu cümleyi kurmuş ve cümle genel kabul görüp bolca beğeni alınca da nesilden nesile aktarılmaya karar verilmiş olabilir. daha sonra kendi söylediği yalana kendisi inanmayı alışkanlık haline getiren insanlar incir ağaçlarına mesafeli davranmaya başlayarak bu batıl inancın tarihsel seyahatinde ona yardımcı olmuş olabilirler. dediğim gibi eğer durum böyleyse benim açımdan bir sorun yok.

ama eğer bu cümle doğru ise o zaman herkes temkinli olmalı. çünkü ben incir ağacından düştüm. hem de öyle basit bir düşme değil. sanki düşerken yanından geçtiğim hiçbir dalın hatrı kalmasın istermişim gibi her dala kafamı, kolumu, bacağımı, kulağımın arkasına varana kadar her yanımı çarparak.

o zamanlar da hayalci bir insandım ve bunun normal bir şey olduğunu düşünürdüm. sonra bu kadar hayalci olmanın iyi bir şey olmadığını anlasam da değiştirmek elimden gelmedi. bir çocuk kitabının kapağında büyük bir ağacın tepesinde oturmuş, dizinde kitabıyla denize bakan bir çocuk görmüştüm. ben de bunu yapmaya karar verdim. çünkü bu çocuk hem çok havalı hem de çok huzurlu görünmüştü gözüme. dedemin evimin yakınında, anneannemin mezarına gölge yapan kocaman bir incir ağacı vardı o zamanlar. sonra oraya yapılacak ev için kesildi o ağaç, tamamen amaçsız ve saçmasapan bir şekilde. halbuki o ağaç kesilmese, şimdi ağacı kesen amcamın mezarına da gölge yapacaktı.

elimde kitabımla, binbir zahmetle çıktım ağacın en tepesine. epey zamanımı aldı açıkçası o tepeye varmak. kalın dalların sonuncusu idi çıktığım. aslında çıkınca hem düşme korkusundan hem de tırmanmanın verdiği bıkkınlıkla okuma hevesim çoktan kaçmıştı ama bir kere çıkmıştım oraya, ille de iki sayfa olsun okuyacaktım.

üstüne üstlük tam karşımda ışıl ışıl karadeniz de vardı. en az o çocuk kadar huzurlu ve havalı olmak için bütün şartlar elverişli idi. ben de önce bir süre denize baktım gözlerimi kısarak. bence gözlerimi kısınca daha havalı görünüyordum o zaman, aslına bakarsanız hala öyle, gözlerimi kısınca jet lee’nin gençliğine benziyorum, tam açınca adeta bir tom hardy’yim.

tanımlarımı okuyan yazarlar bilir, çoğu zaman gereksiz ve manasızca konudan saparım. hoşgörün. devam ediyorum anlatmaya kaldığım yerden. kısık gözlerle denize bakıp yeterince havalı olacak bir süre boyunca anlamsız bir şekilde denizdeki ışıltıyı izledikten sonra elimdeki kitabın adına baktım bir kez daha, ki o an içinde bulunduğum duruma en uygun kitaptı bu: tom sawyer. ben de tom kadar asi bir çocuktum, zira annem beni ağacın tepesinde görse ben ağaçtan inene kadar bağırır ve elindeki terlik ile başıma gelecekler konusunda beni uyararak darbelere hazırlıklı hale getirirdi.

hemen açtım kitabı çünkü bir iki sayfa okuyup bir an önce inmek istiyordum ağaçtan. bu kadar gerginlik ileride çok yakışıklı olacak bünyeme ağır gelmeye başlamıştı. tabii ki kitabı dizlerimin üzerinde okuyacaktım. çünkü hayalimdeki çocuk öyle yapmıştı. dizimdeki kitaba uzanırken kitap birden düşer gibi olunca ben aptalca bir insiyak ile kitabı tutmaya çabaladım. ama ben sendeleyince kitap beni tutmak için hiçbir şey yapmadı. ee madem beni tutan yok neden kafa üstü düşmüyorum ki diye düşünmüş olmalıyım ki kendimi newton’un elması gibi yerçekimin dayanılmaz cazibesine bıraktım.

dallara vurdukça yön değiştirdiğim için yere vuran ilk yerim oturma organım oldu. ki bence bu çok iyi bir mesajdı evren tarafından bana verilen. zira oturmam gereken asıl yerin neresi olduğu bana net bir şekilde gösterilmişti.

kolumda, bacağımda, kaba etimde ağrılarla yerden kalktığımda daha büyük bir darbe ile yerle yeksan oldum çünkü ben düşerken hangi fizik kuralına kafa tutarak bilmiyorum ama kitap, düştüğüm dalda sallanarak bana bakıyordu. yani kağıttan yapılmış bir nesne kendini korumak konusunda benden daha maharetli idi.

kitabı bıraktım, kalktım eve gittim, anneme de bir şey söylemedim. ama içimde de derin bir korku. incir ağacından düşen yaşamaz. şimdi ben schrödinger’in kedisi gibi hem ölü hem diri olmalıydım. önce kardeşime baktım - o zamanlar bir tek kardeşim vardı- beni görüp görmediğini anlamam gerekiyordu. ama o her zamanki gibi boş boş baktı bana. sonra annemin yanına gittim. o da namaz kılmakta olduğu için bana dönüp bakmadı bile. babamsa zaten normal zamanlarda bile farkıma varmazdı, yarı ölü bir beni görmesini beklemek ona haksızlık olurdu.

uzatmak istemiyorum lafı. yani on ikinci paragrafa gelmişken uzatmak istemiyorum artık. ben o gün öldüm. incir ağacından düştüm ve yaşamadım. eğer bu cümle doğru ise ben bir ölüyüm. incir ağacı, tom sawyer ve adını hatırlamadığım o kitap karadeniz ile işbirliği yaptı ve benim salaklığımdan faydalanarak beni öldürdü.

şimdi içinde bulunduğum ve vicdansız schrödinger tarafından çıkmama izin verilmeyen bu kutunun güzel kokan bir çiçeğe, rüzgarda dağılan saçlara, poyraza ve handa içilen biranın serinliğine benzer bir insan eliyle açılıp ölü olup olmadığına bakılmasını istiyorum.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"incir ağacından düşen yaşamaz" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim