21.
batının tomris uyar'ı.
devamını gör...
22.
pdr konusunda dünyada markadır. kitaplarını seversiniz sevmezsiniz tartışılır ama alanında ekoldür.
devamını gör...
23.
normalde gülseren budayıcıoğluvari hastalarının hikayesini herkese yayan insanları sevmesemde bu adamın kitaplarını okumayı baya istiyorum ya.
devamını gör...
24.
"ne kadın ne de erkeğin artık zayıflıklarıyla birbirlerine zulmetmeyecekleri günlerin geleceğini umuyorum.”
devamını gör...
25.
güneşe bakmak ölümle yüzleşmek kitabını anksiyete tedavisi görürken tavsiye üzerine okudum, destekleyiciydi, iyi geldi.
nietzsche ağladağında'yı hem okudum hem filmini seyrettim. hala okumadığım kitapları var elimde, sırada bekliyorlar.
nietzsche ağladağında'yı hem okudum hem filmini seyrettim. hala okumadığım kitapları var elimde, sırada bekliyorlar.
devamını gör...
26.
not: bilgilendirici bir tanım değildir.
ne zaman içim bunalsa ya da kendimi karanlık düşünceler içerisinde bulsam aklıma hemen bu yazar gelir. neden peki? hayatını bilmem, okuduğum eserlerinin çoğunu da unutmuş sayılırım. hayatımda yer etmeyen birinin her acımda aklıma gelmesinin ne mantığı olabilir? eskiden sadece ölüm korkusu dendiğinde anımsardım bu yazarı. şimdi ise her acımda aklıma geliyor. belki de ölüme yaklaşıyorumdur da hisseyliyorumdur, bilemeyiz.* içime bastırdığım her duygumda gözümün önüne "aşkın celladı" kitabı gelir. ben de tüm kibrimle "aman ne alaka" der geçerim. meğer beynim kendimi tükettiğim o bug'ımı bulmuş, "al öze, senin derdinin çaresi işte tam olarak burada" deyip ipuçlarını yoluma sermeye çalışırmış.
burda depresiflik düşmanı bir ekip var. sanki bostanlarına dalmışız gibi depresifleri yerden yere vuruyorlar falan. aslında kendilerini bütün kalbimle destekliyorum. keşke insanı içten içe tüketen şu duygular olmasa. ama napcağnız, bazı insanlar lanetli gelmişler dünyaya. bu duyguyu da en iyi mehmet pişkin ifade etmişti sanırım. andık, rahmet olsun.
şimdi tekrardan esas konumuza gelelim. bu ırvin d. yalom bey düşmüyor yakamdan. kaçıyorum, elinde o sarı tuğlasıyla benden hızlı koşuyor. zihnimin derinliklerine itelemek için bir sürü şey ile meşgul ediyorum kendimi. sonucunda kafamı bi kaldırıyorum; duvara montelenmiş bana bakıyor. sevimsiz, cüssesinin bin misli ağır, allah'ın cezası kitap.
bu sevimsiz kitabın bir yerinde "eğer insan ölülerle yaşamayı öğrenecekse, önce yaşayanlarla yaşamayı öğrenmelidir." diye bir söz geçer. işte benim de yaşayanlarla yaşamayı öğrenememiş olmam, yaşadıkça ölüme yaklaşacağımı bildiğimdendir belki. benimki de laf, yaşayamayınca ölmeyeceğim sanki.
herkesin çarpan kalbini duyup "herkesin bir kalbi var, herkesin bir kalbi var" diye gezelerken kendi kalbimi o güvenli alanından çıkarmışım. bir de üzerine "gerçekten sevilmek, anımsanmak, bir başkasıyla sonsuza dek birleşmek ölümsüz olmaktı ve varoluşun canevindeki yalnızlıktan korunmaktı" cümlesi aklıma mıh gibi işlenmiş. "sev" demişim, "sevmiyorsun , belki ondandır bu acı çekişlerin". sonrasında hiç olmayacak birine karşı bir şeyler hissetmeye başlamışım. tamamen benim mallığım. o allah'ın cezası kitapta da yan çarı olduğum kişi "hadi yaparsın sen" deyip sırtımı sıvazlamış. kendisine diyeceğim; "insanın kalbinin atması çok da matah bir şey değilmiş. seninle ben adam olmayız. o elini de çek sırtımdan"
kalp kırgınlığı yiğidin yakıtıdır deyip burdan çıkmışım ama sonrası aydınlık mı? tabi ki değil. kitaptaki kilo verince öleceğine inanan kadın gibi surat asınca yok olacağıma inanmışım. "tabi ki kalbim kırıldı", "yoo düz duvara bakmak istiyorum" diyememişim. nefes almama yetecek enerjiyi kedilerle ip atlarken kullanmışım.
allah'ın cezası falan diyorum ama bunca laf kalabalığıma son noktayı yine bu kitap koymuş:
"herkes ölecek. bunu biliyoruz. gerçekler apaçık ortada. ama bunun üzerinde durmanın ne anlamı var?". harbiden ne anlamı var?
hayat boyu ardımda sayıklayacağım o cümleyle; boynumda olmayan gümüş zincirli anahtar kolyemle, canlanmak için şimdiyi beklemiş olmam ne hazin... *
ne zaman içim bunalsa ya da kendimi karanlık düşünceler içerisinde bulsam aklıma hemen bu yazar gelir. neden peki? hayatını bilmem, okuduğum eserlerinin çoğunu da unutmuş sayılırım. hayatımda yer etmeyen birinin her acımda aklıma gelmesinin ne mantığı olabilir? eskiden sadece ölüm korkusu dendiğinde anımsardım bu yazarı. şimdi ise her acımda aklıma geliyor. belki de ölüme yaklaşıyorumdur da hisseyliyorumdur, bilemeyiz.* içime bastırdığım her duygumda gözümün önüne "aşkın celladı" kitabı gelir. ben de tüm kibrimle "aman ne alaka" der geçerim. meğer beynim kendimi tükettiğim o bug'ımı bulmuş, "al öze, senin derdinin çaresi işte tam olarak burada" deyip ipuçlarını yoluma sermeye çalışırmış.
burda depresiflik düşmanı bir ekip var. sanki bostanlarına dalmışız gibi depresifleri yerden yere vuruyorlar falan. aslında kendilerini bütün kalbimle destekliyorum. keşke insanı içten içe tüketen şu duygular olmasa. ama napcağnız, bazı insanlar lanetli gelmişler dünyaya. bu duyguyu da en iyi mehmet pişkin ifade etmişti sanırım. andık, rahmet olsun.
şimdi tekrardan esas konumuza gelelim. bu ırvin d. yalom bey düşmüyor yakamdan. kaçıyorum, elinde o sarı tuğlasıyla benden hızlı koşuyor. zihnimin derinliklerine itelemek için bir sürü şey ile meşgul ediyorum kendimi. sonucunda kafamı bi kaldırıyorum; duvara montelenmiş bana bakıyor. sevimsiz, cüssesinin bin misli ağır, allah'ın cezası kitap.
bu sevimsiz kitabın bir yerinde "eğer insan ölülerle yaşamayı öğrenecekse, önce yaşayanlarla yaşamayı öğrenmelidir." diye bir söz geçer. işte benim de yaşayanlarla yaşamayı öğrenememiş olmam, yaşadıkça ölüme yaklaşacağımı bildiğimdendir belki. benimki de laf, yaşayamayınca ölmeyeceğim sanki.
herkesin çarpan kalbini duyup "herkesin bir kalbi var, herkesin bir kalbi var" diye gezelerken kendi kalbimi o güvenli alanından çıkarmışım. bir de üzerine "gerçekten sevilmek, anımsanmak, bir başkasıyla sonsuza dek birleşmek ölümsüz olmaktı ve varoluşun canevindeki yalnızlıktan korunmaktı" cümlesi aklıma mıh gibi işlenmiş. "sev" demişim, "sevmiyorsun , belki ondandır bu acı çekişlerin". sonrasında hiç olmayacak birine karşı bir şeyler hissetmeye başlamışım. tamamen benim mallığım. o allah'ın cezası kitapta da yan çarı olduğum kişi "hadi yaparsın sen" deyip sırtımı sıvazlamış. kendisine diyeceğim; "insanın kalbinin atması çok da matah bir şey değilmiş. seninle ben adam olmayız. o elini de çek sırtımdan"
kalp kırgınlığı yiğidin yakıtıdır deyip burdan çıkmışım ama sonrası aydınlık mı? tabi ki değil. kitaptaki kilo verince öleceğine inanan kadın gibi surat asınca yok olacağıma inanmışım. "tabi ki kalbim kırıldı", "yoo düz duvara bakmak istiyorum" diyememişim. nefes almama yetecek enerjiyi kedilerle ip atlarken kullanmışım.
allah'ın cezası falan diyorum ama bunca laf kalabalığıma son noktayı yine bu kitap koymuş:
"herkes ölecek. bunu biliyoruz. gerçekler apaçık ortada. ama bunun üzerinde durmanın ne anlamı var?". harbiden ne anlamı var?
hayat boyu ardımda sayıklayacağım o cümleyle; boynumda olmayan gümüş zincirli anahtar kolyemle, canlanmak için şimdiyi beklemiş olmam ne hazin... *
devamını gör...
27.
1931 doğumlu amerikalı psikanalist, psikiyatrist, psikoterapist olarak tanınır.
vâroluşçu psikoterapinin öncü isimlerinden biri olup nietzsche ağladığında en bilinen kitabıdır.
"sınıfımda, yaz kampındaki beyzbol takımında, tenis takımında hep en küçük çocuk bendim.
şimdi ise gittiğim her yerin restoranlar, filmler, konferanslar...
en yaşlısıyım.
buna bir türlü alışamıyorum."
vâroluşçu psikoterapinin öncü isimlerinden biri olup nietzsche ağladığında en bilinen kitabıdır.
"sınıfımda, yaz kampındaki beyzbol takımında, tenis takımında hep en küçük çocuk bendim.
şimdi ise gittiğim her yerin restoranlar, filmler, konferanslar...
en yaşlısıyım.
buna bir türlü alışamıyorum."
devamını gör...