orijinal ad: layd windermere's fan
yazar: oscar wilde
basım yılı: 1892
oscar wilde'ın victoria dönemine göndermelerde bulunarak hem aile kavramını hem de zengin sınıfların gösteriş meraklarını konu alan, döneminde ve sonrasında epey ses getirmiş oyunu.
yazar: oscar wilde
basım yılı: 1892
oscar wilde'ın victoria dönemine göndermelerde bulunarak hem aile kavramını hem de zengin sınıfların gösteriş meraklarını konu alan, döneminde ve sonrasında epey ses getirmiş oyunu.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "handc35" tarafından 29.01.2022 22:53 tarihinde açılmıştır.
1.
oscar wilde'ın kundaklık bebeğini bırakıp kaçan ve uçarı bir hayat yaşayan mrs.erlynne adındaki kadının yıllar sonra mutlu bir evliliği olan kızı lady windermere ile damadı lord wildermere'i kızının doğum gününde annesi olduğundan habersiz ziyarete gelmesini öncesi ve sonrası ile 24 saatlik bir dilimde anlattığı trajik duygusal oyunu.yelpaze oyunum kilit nesnesidir ve mrs.erlynne de kızından yadigar tek anı olarak kalır.ne yaşamlar yaşanırsa yaşansın işin içine sevgi şefkat merhamet girdi mi her şeyin tüm yaşanmışlıkların üstüne olumlu anlamda sünger çekilir.
devamını gör...
2.
temel aksı, idealize edilmiş erdem tasavvurunun toplumsal konvansiyonlar içerisinde nasıl bir maskaralık merasimine dönüştüğünü göstermek üzerine kurulu olan drawing room play. vera ya da nihilistler oyununun hüsran verici sonuçlarının hemen ardından wilde'a tiyatronun altın kapılarını açan oyundur aynı zamanda. lady windermere's fan -ya da uygun biçimde leydi windermere'in yelpazesi- oldukça akıcı olması bir kenara, irdelemek için de epey keyifli bir salon komedyası. elbette yalnızca bir komedi olarak ele alınamayacak kadar katmanlı olduğunu belirtmek gerekir. viktoryen toplumunun sarsılmaz addedilen normlarını ironinin kör bıçağı ile kesen ve bundan da müthiş bir haz duyduğunu sakınmayan bir oyun. yakın bir zamanda daniel defoe'nun moll flanders'ine yeniden rastlamamla birlikte bayan erlynne aklıma düştüğü için ufak bir tanım yazmak istedim.
en başında belirtmek gerekir ki wilde, ingiliz burjuvazisinin pek puritan, ikiyüzlü erdem anlayışını kendine özgü zekice diyaloglarla alaya alırken bunu oldukça dramatik bir yapının üstüne inşa ettiği için oyunun yalnızca görece mutlu bir sonla bitmesi dışında komedi olarak değerlendirilmesinin pek mümkün olmadığı zaman zaman söylenir. ancak bir noktada leydi windermere'in yelpazesi'nin, altında wilde imzası taşıyan pek çok eser gibi, tam olarak anlaması güç bir noktada olduğunu da itiraf etmek gerekiyor. eserin kendisi açık bir kitap gibi, kuşkusuz. bahsini açtığım belirsizlik oyunun değil, yazarın anlaşılması güç oluşundan ileri geliyor. söylemleri, eylemleri ve dahi yaşamıyla koca bir çelişki yumağı olan böylesi ilginç bir figürün yazdığı eserlerde ne amaç güttüğünü açığa çıkarmak kısmen zor ve pekala lüzumsuzdur. yine de bir sonuç alalım ya da almayalım, denemekten zarar çıkmayacağı kanısındayım. bunun için de üniversite sonrası hayatına -aslında ailesinin de kısmen varlıklı olması sebebiyle bundan önceki yaşantısına da göz atılabilir ancak biz daha çok ingiltere'deki yaşamı ile ilgileniyoruz- kabaca bir değinmek elzem.
wilde, yaşamının büyük çoğunluğunu ingiliz aristokrasisinin göbeğinde -ki ilginçtir, fransız entelijansiyası ona karşı daima daha tahammül sahibi ve ılımlı olmuştur- kıvrak zekası ve tartışmasız bir biçimde insanı hipnotize eden laf ebeliği sayesinde bir yer edinip uzun yıllar boyunca bu zümreyi gözlemleme fırsatı yakaladı. yaşamının ilk yıllarında neredeyse sanat açısından hiçbir varlık göstermeden böylesi bir şöhret elde etmiş olması, en az yaşamının kalanı kadar hayret duyulasıdır aslında. ancak bu, başka bir yazının konusu.
wilde'ın tüm bu süreç boyunca salon danslarından, gösterişli davetlerden, suarelerden ve içinde sahte dahi olsa nezaket barındıran etkileşimlerden keyif almadığını söylemek kuşkusuz ahmaklık olacaktır ancak içinde yer edinebildiği bu zümreyi yüzlerine karşı dahi eleştirmekten ve bunu nüktedanlığının arkasına gizlemekten pek de geri durduğu söylenemez. yaşamının kayda değer bir kısmını sürdürdüğü bu çevrenin sanatını besleyen önemli unsurlardan biri hâline gelmesi de şaşırtıcı değil. o sebeple dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz: peki bu kadar açık ve ne anlatmak istediği aşikar olan bir oyun -üstelik wilde zaten böyle bir camia içinde edebiyata atıldıysa- temelde niye anlaşılmazdır? daha önce de kastettiğim şeyin oyunun anlaşılmazlığından ziyade wilde'ın ne tür bir niyet güderek böyle bir oyun yazdığı olduğundan söz etmiştim. yalnızca yaşamında değil eserlerinde de sıklıkla çelişmeye müsait, çocuk ruhlu bir adam wilde. bugün bir eserin ahlakçılık satmasını epey bayağı bulabilirken ertesi gün bütünüyle ahlakçılık taslayan bir masal kaleme alabilir yahut bugün sosyalist yarın bireyci ve ertesi gün nefes alan tüm ideolojilerden sıyrılmış olarak boy gösterebilir. protestanlıktan sıkılıp sırf ayinleri daha estetik geldiği için katolik olmaya karar kılıp, hemen ertesi gün sırf sadece öyle istediği için bundan da vazgeçebilir. ki bunların hepsini yapmış ve yaparken de muhtemel ki pek eğlenmiştir. o yüzden eser kendini gayet iyi anlatıyor olsa da wilde ne diye bu işe soyunmuştur -bu sebep lüks yaşantısını idame ettirebilmek için yapmakta mahir olduğu işe yönelmesi bile olabilir- orası muammadan ibarettir. o yüzden taşlama niyeti gütmemişse bile biz yine de genel edebi çevreye uyarak bunu böyle farz edelim ve yazının kalanında da bundan şaşmayalım o hâlde zira kendisinin müthiş dehası dışında deklare edeceği bir şey yoktur* ve buna sanatının doğası da mutlaka dahildir.*
burada vera ya da nihilistler oyunu için de küçük bir detay paylaşmak gerekir zira leydi windermere'in yelpazesi, oscar wilde'ın külliyatındaki önemli bir mihenk taşı haline gelmesini kendisinden önceki bu fiyaskoya borçludur. oyun o denli talihsiz bir açılış yapmıştır ki yalnızca bir hafta oynanıp kaderine terk edilmiş, üstüne "very bad" yerine daha da gülünç bir ifadeyle "vera bad" olarak adlandırılmıştır. bu bilgiye mina urgan da yer verir ancak yanılmıyor isem kaynakçada yer almamakta. -tekrar bakındım, stuart mason'a dorian gray'in porteresi hakkındaki ilgili kısım dışında rastlayamadım ancak ben belirtmiş olayım en azından; ilk çıkış kaynağı bildiğim kadarıyla stuart mason'ın bibliography of oscar wilde kitabında yer almakta. bir gazete küpüründen alıntı. bu alıntıyı not olarak bırakmayacağım ancak meraklısı 274. sayfada bulabilir. ayrıca kitap aubrey beardsley tarafından yapılmış oldukça sevimli bir oscar wilde illüstrasyonuna da sahiptir.-
sonuç olarak vera'nın başarısızlığı, aslında kendi türünün içinde o kadar da şaşalı olmayan leydi windermere'in yelpazesi oyununu cilaladıkça cilalar ve bu vesileyle wilde'a peşi sıra aynı türde -sonuncusu mutlaka komedi fars sayılacaktır- üç oyun daha yazdırır.
bahsi açılmışken, bu noktada eserin içeriğini irdelemeden hemen önce nasıl sınıflandırılması gerektiğini de ele almak lazım geliyor aslında. yazının hatlarını belirlemesi niyetiyle bunu da aradan çıkaralım. tür açısından mina urgan daha kapsayıcı davranarak, drawing room play ya da literatüre geçtiği biçimde salon oyunu/salon komedyası olarak nitelendiriyor olsa da - ingiliz edebiyatı tarihi, beşinci cilt/on birinci bölüm- sıklıkla salon komedyasının da kapsadığı comedy of manners/görgü komedisi -görgü komedisi olarak çevirmek çok isabetli olmamakla birlikte rıza çimen* hocanın çevirisine bağlı kalmayı tercih ettim- olarak nitelendirildiği olur. ben mina urgan'a daha yakın bir çizgide durmayı tercih ediyorum zira oyun kendisinin de belirttiği gibi biraz daha oturaklı ve ağırbaşlı - lord darlington'ın aşırılıklarını ve alaycı beylik laflarını saymaz isek eğer- bir çizgide başlıyor.
leydi windermere ise viktoryen toplumun kendini hakikat tekelcisi olarak konumlandıran kibirli ahlakçılığını derinlemesine hicvetmek için aracı bir karakter zira bu henüz yirmilerinin başındaki genç leydi, victoria çağı’nın muhafazakâr ethosuyla yoğrulmuş, ahlaki kesinlikleri sarsılmaz bir mutlakiyetle kucaklayan bir karakter. bayan erlynne ise -elbette ahlak kumkuması leydi windermere'in aksine- viktoryen toplumun ahlaki hiyerarşisinde düşkün kadın figürünü temsil eder gibi görünse de wilde, bu figürü trajik bir soyluluk ve özbilinçle donatarak dönemin değer yargılarının içsel çelişkilerini ifşa etmek için mükemmel bir karakter yazımı örneğine dönüştürüyor. leydi windermere’in nezdinde “yıkıcı ve ahlaksız bir kadın” olan bayan erlynne'in esasında wilde’ın hicvini açıkça sunmak için yarattığı müphem bir alter ego olduğunu söylemek bu sebeple yanlış olmayacaktır. eh, kendisi satır aralarında kendi düşüncelerini açığa vurmayı da pek sever zaten.
mrs. erlynne karakterinin bana -mutlaka kadının resmedilişi bakımından- moll flanders ile müthiş bir benzerlikte geldiğini söyleyebilirim. bunu biraz açmak gerekecek elbette. moll flanders, bir kadının görgüsü ve nitelikleri ne denli kabul edilebilir, kalbi ne denli saf olursa olsun yeterli maddi gücü yoksa kendine toplumda bir yer edinemeyeceğini açık bir şekilde vurgularken; mrs. erlynne geçmiş yaşamda toplum tarafından ahlaksızca görülen davranışlarda bulunmanın toplumda yer edinememekle sonuçlanan acımasız yanını deneyimliyor. neticede iki karakter de toplumun çarpıklığının -keza pek aşağı görülen bayan erlynne önce statüsünü inşa etmek adına paraya başvurmuş, sonra bu dalkavuklar sürüsünün pek iştahla onu aralarına alması için saygın bir leydinin yani kendi kızının davetinde boy göstermek olduğunun farkındalığıyla hareket etmiştir.- bilincinde olmasına rağmen toplumun -bir açıdan sosyetenin- içinde yer edinebilmek adına eylem alıyor. kibarca; sistemin çarpıklığına şahit olanlar dahi onun dışına çıkacak gücü kendilerinde bulamayacaklardır, hele ki bu kimseler öyle bir çağda en aşağının da aşağı olarak kabul gören kadınlardan biriyse bu hepten kaçınılmaz bir yazgıdır denilebilir mutlaka. bunu biraz dramatik bulduğumu söylemem gerekiyor ancak yine de gerçekler bazen onu fazladan dramatize etmenize gerek duymayacak kadar dramatiktir. türe ve dahi döneme dair -bunu türle sınıflandırmaya dahi gerek yok- pek çok eseri kurcalayınca içinde böyle karakterler bulmak işten bile değil. saygınlığını yitiren ya da kazanmak isteyen kadın karakterlerin ikiyüzlü toplumun püriten ve altında bir yığın çürümüşlük barındıran ahlakçı normlarıyla aşağılanması pek sık rastlanılan bir konsept. ilginçtir ki pek çoğu da mutlaka daha önce aşkın tuzağına düşmüştür. ki bütün oyun da erlynne'in, kızı leydi windermere'in böyle bir aşağılanmaya kurban gitmemesi için kendi saygınlığını feda etmesi üzerine kurulu zaten. böyle karakterleri okurken anne finch'in dizelerini düşünürken buluyorum kendimi.
"...the fault can by no virtue be redeemed.
they tell us we mistake our sex and way;
good breeding, fashion, dancing, dressing, play
are the accomplishments we should desire;" myra reynolds, the poems of anne countess of winchilsea. devasa uzunluktaki giriş bölümünü atlatabilirseniz dördüncü sayfada şiiri bulacaksınız. did i, my lines/the introduction başlığı ile işaretlenmiştir.
bütün bunların ışığında, beni asıl keyiflendiren ise ne bayan erlynne'ne biçilen 'sosyetenin içinde pişmiş kadın' imajı, ne cecil graham'ın boşboğazlığı, ne de berwick düşesinin insanı kahkahalara boğan aşırılığı oldu. bütün oyun boyunca beni en cezbeden şey; lord windermere'in, leydi windermere'e doğum günü vesilesiyle hediye ettiği ve sonrasında süregelecek olayların ve kıyısından dönülecek felaketlerin asıl mimarı olan yelpaze.
wilde'ın burada kesinlikle alegoriden kaçınmadığını anlamak gerekiyor. yelpaze, burjuva nezaketinin ve viktoryen “propriety”nin simgesi olmanın ötesinde, karakterlerin kimlik inşasında oynadığı oyunların bir metaforudur. leydi windermere’in en küçük pürüzde dağılıp giden ahlaki bütünlük yanılsaması yelpazenin ardına saklanırken, bayan erlynne ise bu yelpazeyi sahiplenerek burjuva toplumun yüzeyselliğini vurgular. yani kısaca yelpaze bir metonimi olarak sadece statü değil, aynı zamanda toplumsal ikiyüzlülüğün aracı haline gelir. wilde’ın zekâsı da nesnelerin bu denli çokkatmanlı bir anlam inşasına dönüşmesinde saklıdır aslında.
son kertede leydi windermere’in yelpazesi, viktoryen ingiltere’nin gösterişçi ahlakının sahte dokularını açığa vuran bir alegori olarak da okunabilir diye bitirebiliriz sanıyorum. wilde, mutlak doğruların içkin bir ikiyüzlülük barındırdığını ve her karakterin ahlaki ikilemlerle örülü bir keşif sürecinde olduğunu incelikle gözler önüne seriyor ve bunu yaparken zıtlıklardan, tekinsiz gri alanlardan fayda sağlıyor. leydi windermere’in yirmi dört saatlik süreçteki devrimi ise yalnızca bir bireyin değişimi değil, viktoryen burjuvazisinin kendini inşa ettiği kırılgan etik zeminlerin erozyonunu da temsil ediyor.
toparlayacak olursak, karakterlerin pek çoğu oldukça klişe -doğal olarak- ancak wilde'ın kıvrak zekasının kendini diyaloglarda gösterebilmesi sayesinde olsa gerek oldukça okuması ve izlemesi keyifli bir oyundur leydi windermere'in yelpazesi. oyun hakkında çok küçük bir anekdot ekleyip sonrasında birkaç alıntı ile bu yazıyı da burada sonlandırıyorum zira bir ciddi bir entelektüel, bir sanat teorisyeni ve hepsinden önce gördüğüm en yaratıcı şarlatan olarak oyun hakkındaki son söz daima wilde'a aittir.
"wilde'ın ünü arttıkça, bir çocuk gibi şımarıyordu. lady winderemere's fan'ın ilk temsilinde, seyirciler yazarı isteyince, en akıllara sığmaz kılıklarından biriyle, elinde bir sigarayla sahneye çıkmış, oyununu kendi beğendiği kadar görenlerin de beğenmesinden memnun kaldığını söylemişti."
mina urgan, ingiliz edebiyatı tarihi, beşinci cilt/on birinci bölüm: estetik akım ve oscar wilde
ne yazık ki 2004 tarihlerinde aynı isimle beyaz perdeye uyarlandığını biliyor olsam da filmi izlemediğim için pek bir yorumda bulunmam mümkün değil ancak genel eleştirilerin çok da iç açıcı olmadığını anımsamaktayım.
lady windermere: why do you talk so trivially about life, then? (niçin yaşam üzerine böyle saçmasapan şeyler söylüyorsunuz öyleyse?)
lord darlington: because i think that life is far too important a thing ever to talk seriously about it. (bence yaşam, üzerinde hiç bir zaman ciddi olarak konuşulamayacak kadar önemli bir şeydir de ondan.)
1903 baskısı p.15/hadiye sayron çevirisi ile s.23
duchess of berwick: oh, all of them, my dear, all of them, without any exception. and they never grow any better. men become old, but they never become good. (oo, hepsi yavrum, hepsi, ayrıcasız. hem hiçbir zaman şu kadarcık olsun iyileşmezler. erkekler yaşlı olur, ama asla iyi olmazlar.)
1903 baskısı p.20/hadiye sayron çevirisi ile s.27
"i tell you simply this-mrs. erlynne was once honoured, loved, respected. she was well born, she had a position-she lost every-thing-threw it away, if you like. that makes it all the more bitter. misfortunes one can endure they come from outside, they are acci-dents. but to suffer for one's own faults-ah! there is the sting of life."
(vaktiyle saygın bir kadınmış, seviliyor, sayılıyormuş, iyi bir ailedenmiş, iyi bir konumu varmış. bunların hepsini yitirmiş, fırlatıp atmış diyelim istersen. durumu çok daha acılaştırır bu. insan yıkımlara katlanabilir, dıştan gelir onlar, gelip geçici şeylerdir. ama bir kimsenin kendi yanlışları yüzünden acı çekmesi -ah!- yaşamın zehirli oku budur işte.)
1903 baskısı p.27/hadiye sayron çevirisi ile s.32
"you don't know what may be in store for you, unless you leave this house at once. you don't know what it is to fall into the pit, to be despised, mocked, abandoned, sneered at to be an outcast! to find the door shut against one, to have to creep in by hideous byways, afraid every moment lest the mask should be stripped from one's face, and all the while to hear the laughter, the horrible laughter of the world, a thing more tragic than all the tears the world has ever shed. you don't know what it is. one pays for one's sin, and then one pays again, and all one's life one pays. you must never know that-as for me, if suffer-ing be an expiation, then at this moment ı have expiated all my faults, whatever they have been; for to-night you have made a heart in one who had it not, made it and broken it-but let that pass. ı may have wrecked my own life, but ı will not let you wreck yours. you why, you are a mere girl, you would be lost. you haven't got the kind of brains that enables a woman to get back. you have neither the wit nor the courage. you couldn't stand dishonour."
(insan tuzağa düşer; horlanır; aldatılır; yüzüstü bırakılır; alaya alınır, aşağılanır; toplum dışına atılır; kapıları suratına kapanmış bulur; her an yüzündeki maske sıyrılmasın diye tir tir titreyerek, içeriye çirkin, dolambaçlı yollardan sokulmak zorunda kalır; boyuna da kulaklarında dünyanın attığı kahkahanın çınladığı, bugüne kadar dökülen gözyaşlarından daha acıklı olan o korkunç kahkahanın çınladığını duyar durur. siz bunların ne olduğunu bilmezsiniz, insan günahını öder, sonra yine öder, ömrü boyunca öder. bunu hiçbir zaman bilmemelisiniz siz. bana gelince, eğer acı çekmek bir ödeme sayılırsa, bu anda ben bütün günahlarımın, her ne olursa olsunlar, karşılığını ödemiş bulunuyorum. çünkü bu gece siz kalpsiz bir insanda bir kalp yarattınız. yarattınız ve kırdınız. neyse geçelim bunu. ben kendi yaşamımı yıkmış olabilirim. ama sizin yaşamınızı yıkmanrza izin vermeyeceğim. siz - çünkü siz, daha ancak bir genç kızsınız. yok olursunuz. bir kadının onurunu yeniden kazanabilmesini sağlayacak türden bir zeka da yok sizde. ne kurnazsınız, ne atılgan. onursuzluğa katlanamazsınız siz.)
1903 baskısı p.82/hadiye sayron çevirisi ile s.70
"no, we are all in the gutter, but some of us are looking at the stars." (hayır. hepimiz yerlerde sürünüyoruz, ama bazılarımızın gözleri yıldızlarda.)
1903 baskısı p.92/hadiye sayron çevirisi ile s.77
"ı congratulate you, my dear fellow. ın this world there are only two tragedies. one is not getting what one wants, and the other is getting it. the last is much the worst, the last is a real tragedy! but ı am interested to hear she does not love you. how long could you love a woman who didn't love you, cecil?" (kutlarım, sayın dostum. bu dünyada yalnızca iki facia vardır. biri, insanın istediğini elde edeme mesi, öteki de etmesidir. bu sonuncusu en kötüsüdür; ger çek bir faciadır. fakat sizi sevmediğini duyunca, içimde bir merak uyandı. sizi sevmeyen bir kadını ne zamana kadar sevebilirsiniz, cecil?")
1903 baskısı p.94/hadiye sayron çevirisi ile s.78
"that is a great error. experience is a question of instinct about life. ı have got it. tuppy hasn't. experience is the name tuppy gives to his mistakes. that is all." (böyle düşünmek büyük bir yanlıştır işte. deneyim, yaşamla ilgili bir içgüdü konusudur. bu bende var, ama tuppy'de yok. deneyim, tuppy'nin yanlışlarına verdiği addır. bu kadar.)
1903 baskısı p.96/hadiye sayron çevirisi ile s.80
en başında belirtmek gerekir ki wilde, ingiliz burjuvazisinin pek puritan, ikiyüzlü erdem anlayışını kendine özgü zekice diyaloglarla alaya alırken bunu oldukça dramatik bir yapının üstüne inşa ettiği için oyunun yalnızca görece mutlu bir sonla bitmesi dışında komedi olarak değerlendirilmesinin pek mümkün olmadığı zaman zaman söylenir. ancak bir noktada leydi windermere'in yelpazesi'nin, altında wilde imzası taşıyan pek çok eser gibi, tam olarak anlaması güç bir noktada olduğunu da itiraf etmek gerekiyor. eserin kendisi açık bir kitap gibi, kuşkusuz. bahsini açtığım belirsizlik oyunun değil, yazarın anlaşılması güç oluşundan ileri geliyor. söylemleri, eylemleri ve dahi yaşamıyla koca bir çelişki yumağı olan böylesi ilginç bir figürün yazdığı eserlerde ne amaç güttüğünü açığa çıkarmak kısmen zor ve pekala lüzumsuzdur. yine de bir sonuç alalım ya da almayalım, denemekten zarar çıkmayacağı kanısındayım. bunun için de üniversite sonrası hayatına -aslında ailesinin de kısmen varlıklı olması sebebiyle bundan önceki yaşantısına da göz atılabilir ancak biz daha çok ingiltere'deki yaşamı ile ilgileniyoruz- kabaca bir değinmek elzem.
wilde, yaşamının büyük çoğunluğunu ingiliz aristokrasisinin göbeğinde -ki ilginçtir, fransız entelijansiyası ona karşı daima daha tahammül sahibi ve ılımlı olmuştur- kıvrak zekası ve tartışmasız bir biçimde insanı hipnotize eden laf ebeliği sayesinde bir yer edinip uzun yıllar boyunca bu zümreyi gözlemleme fırsatı yakaladı. yaşamının ilk yıllarında neredeyse sanat açısından hiçbir varlık göstermeden böylesi bir şöhret elde etmiş olması, en az yaşamının kalanı kadar hayret duyulasıdır aslında. ancak bu, başka bir yazının konusu.
wilde'ın tüm bu süreç boyunca salon danslarından, gösterişli davetlerden, suarelerden ve içinde sahte dahi olsa nezaket barındıran etkileşimlerden keyif almadığını söylemek kuşkusuz ahmaklık olacaktır ancak içinde yer edinebildiği bu zümreyi yüzlerine karşı dahi eleştirmekten ve bunu nüktedanlığının arkasına gizlemekten pek de geri durduğu söylenemez. yaşamının kayda değer bir kısmını sürdürdüğü bu çevrenin sanatını besleyen önemli unsurlardan biri hâline gelmesi de şaşırtıcı değil. o sebeple dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz: peki bu kadar açık ve ne anlatmak istediği aşikar olan bir oyun -üstelik wilde zaten böyle bir camia içinde edebiyata atıldıysa- temelde niye anlaşılmazdır? daha önce de kastettiğim şeyin oyunun anlaşılmazlığından ziyade wilde'ın ne tür bir niyet güderek böyle bir oyun yazdığı olduğundan söz etmiştim. yalnızca yaşamında değil eserlerinde de sıklıkla çelişmeye müsait, çocuk ruhlu bir adam wilde. bugün bir eserin ahlakçılık satmasını epey bayağı bulabilirken ertesi gün bütünüyle ahlakçılık taslayan bir masal kaleme alabilir yahut bugün sosyalist yarın bireyci ve ertesi gün nefes alan tüm ideolojilerden sıyrılmış olarak boy gösterebilir. protestanlıktan sıkılıp sırf ayinleri daha estetik geldiği için katolik olmaya karar kılıp, hemen ertesi gün sırf sadece öyle istediği için bundan da vazgeçebilir. ki bunların hepsini yapmış ve yaparken de muhtemel ki pek eğlenmiştir. o yüzden eser kendini gayet iyi anlatıyor olsa da wilde ne diye bu işe soyunmuştur -bu sebep lüks yaşantısını idame ettirebilmek için yapmakta mahir olduğu işe yönelmesi bile olabilir- orası muammadan ibarettir. o yüzden taşlama niyeti gütmemişse bile biz yine de genel edebi çevreye uyarak bunu böyle farz edelim ve yazının kalanında da bundan şaşmayalım o hâlde zira kendisinin müthiş dehası dışında deklare edeceği bir şey yoktur* ve buna sanatının doğası da mutlaka dahildir.*
burada vera ya da nihilistler oyunu için de küçük bir detay paylaşmak gerekir zira leydi windermere'in yelpazesi, oscar wilde'ın külliyatındaki önemli bir mihenk taşı haline gelmesini kendisinden önceki bu fiyaskoya borçludur. oyun o denli talihsiz bir açılış yapmıştır ki yalnızca bir hafta oynanıp kaderine terk edilmiş, üstüne "very bad" yerine daha da gülünç bir ifadeyle "vera bad" olarak adlandırılmıştır. bu bilgiye mina urgan da yer verir ancak yanılmıyor isem kaynakçada yer almamakta. -tekrar bakındım, stuart mason'a dorian gray'in porteresi hakkındaki ilgili kısım dışında rastlayamadım ancak ben belirtmiş olayım en azından; ilk çıkış kaynağı bildiğim kadarıyla stuart mason'ın bibliography of oscar wilde kitabında yer almakta. bir gazete küpüründen alıntı. bu alıntıyı not olarak bırakmayacağım ancak meraklısı 274. sayfada bulabilir. ayrıca kitap aubrey beardsley tarafından yapılmış oldukça sevimli bir oscar wilde illüstrasyonuna da sahiptir.-
sonuç olarak vera'nın başarısızlığı, aslında kendi türünün içinde o kadar da şaşalı olmayan leydi windermere'in yelpazesi oyununu cilaladıkça cilalar ve bu vesileyle wilde'a peşi sıra aynı türde -sonuncusu mutlaka komedi fars sayılacaktır- üç oyun daha yazdırır.
bahsi açılmışken, bu noktada eserin içeriğini irdelemeden hemen önce nasıl sınıflandırılması gerektiğini de ele almak lazım geliyor aslında. yazının hatlarını belirlemesi niyetiyle bunu da aradan çıkaralım. tür açısından mina urgan daha kapsayıcı davranarak, drawing room play ya da literatüre geçtiği biçimde salon oyunu/salon komedyası olarak nitelendiriyor olsa da - ingiliz edebiyatı tarihi, beşinci cilt/on birinci bölüm- sıklıkla salon komedyasının da kapsadığı comedy of manners/görgü komedisi -görgü komedisi olarak çevirmek çok isabetli olmamakla birlikte rıza çimen* hocanın çevirisine bağlı kalmayı tercih ettim- olarak nitelendirildiği olur. ben mina urgan'a daha yakın bir çizgide durmayı tercih ediyorum zira oyun kendisinin de belirttiği gibi biraz daha oturaklı ve ağırbaşlı - lord darlington'ın aşırılıklarını ve alaycı beylik laflarını saymaz isek eğer- bir çizgide başlıyor.
leydi windermere ise viktoryen toplumun kendini hakikat tekelcisi olarak konumlandıran kibirli ahlakçılığını derinlemesine hicvetmek için aracı bir karakter zira bu henüz yirmilerinin başındaki genç leydi, victoria çağı’nın muhafazakâr ethosuyla yoğrulmuş, ahlaki kesinlikleri sarsılmaz bir mutlakiyetle kucaklayan bir karakter. bayan erlynne ise -elbette ahlak kumkuması leydi windermere'in aksine- viktoryen toplumun ahlaki hiyerarşisinde düşkün kadın figürünü temsil eder gibi görünse de wilde, bu figürü trajik bir soyluluk ve özbilinçle donatarak dönemin değer yargılarının içsel çelişkilerini ifşa etmek için mükemmel bir karakter yazımı örneğine dönüştürüyor. leydi windermere’in nezdinde “yıkıcı ve ahlaksız bir kadın” olan bayan erlynne'in esasında wilde’ın hicvini açıkça sunmak için yarattığı müphem bir alter ego olduğunu söylemek bu sebeple yanlış olmayacaktır. eh, kendisi satır aralarında kendi düşüncelerini açığa vurmayı da pek sever zaten.
mrs. erlynne karakterinin bana -mutlaka kadının resmedilişi bakımından- moll flanders ile müthiş bir benzerlikte geldiğini söyleyebilirim. bunu biraz açmak gerekecek elbette. moll flanders, bir kadının görgüsü ve nitelikleri ne denli kabul edilebilir, kalbi ne denli saf olursa olsun yeterli maddi gücü yoksa kendine toplumda bir yer edinemeyeceğini açık bir şekilde vurgularken; mrs. erlynne geçmiş yaşamda toplum tarafından ahlaksızca görülen davranışlarda bulunmanın toplumda yer edinememekle sonuçlanan acımasız yanını deneyimliyor. neticede iki karakter de toplumun çarpıklığının -keza pek aşağı görülen bayan erlynne önce statüsünü inşa etmek adına paraya başvurmuş, sonra bu dalkavuklar sürüsünün pek iştahla onu aralarına alması için saygın bir leydinin yani kendi kızının davetinde boy göstermek olduğunun farkındalığıyla hareket etmiştir.- bilincinde olmasına rağmen toplumun -bir açıdan sosyetenin- içinde yer edinebilmek adına eylem alıyor. kibarca; sistemin çarpıklığına şahit olanlar dahi onun dışına çıkacak gücü kendilerinde bulamayacaklardır, hele ki bu kimseler öyle bir çağda en aşağının da aşağı olarak kabul gören kadınlardan biriyse bu hepten kaçınılmaz bir yazgıdır denilebilir mutlaka. bunu biraz dramatik bulduğumu söylemem gerekiyor ancak yine de gerçekler bazen onu fazladan dramatize etmenize gerek duymayacak kadar dramatiktir. türe ve dahi döneme dair -bunu türle sınıflandırmaya dahi gerek yok- pek çok eseri kurcalayınca içinde böyle karakterler bulmak işten bile değil. saygınlığını yitiren ya da kazanmak isteyen kadın karakterlerin ikiyüzlü toplumun püriten ve altında bir yığın çürümüşlük barındıran ahlakçı normlarıyla aşağılanması pek sık rastlanılan bir konsept. ilginçtir ki pek çoğu da mutlaka daha önce aşkın tuzağına düşmüştür. ki bütün oyun da erlynne'in, kızı leydi windermere'in böyle bir aşağılanmaya kurban gitmemesi için kendi saygınlığını feda etmesi üzerine kurulu zaten. böyle karakterleri okurken anne finch'in dizelerini düşünürken buluyorum kendimi.
"...the fault can by no virtue be redeemed.
they tell us we mistake our sex and way;
good breeding, fashion, dancing, dressing, play
are the accomplishments we should desire;" myra reynolds, the poems of anne countess of winchilsea. devasa uzunluktaki giriş bölümünü atlatabilirseniz dördüncü sayfada şiiri bulacaksınız. did i, my lines/the introduction başlığı ile işaretlenmiştir.
bütün bunların ışığında, beni asıl keyiflendiren ise ne bayan erlynne'ne biçilen 'sosyetenin içinde pişmiş kadın' imajı, ne cecil graham'ın boşboğazlığı, ne de berwick düşesinin insanı kahkahalara boğan aşırılığı oldu. bütün oyun boyunca beni en cezbeden şey; lord windermere'in, leydi windermere'e doğum günü vesilesiyle hediye ettiği ve sonrasında süregelecek olayların ve kıyısından dönülecek felaketlerin asıl mimarı olan yelpaze.
wilde'ın burada kesinlikle alegoriden kaçınmadığını anlamak gerekiyor. yelpaze, burjuva nezaketinin ve viktoryen “propriety”nin simgesi olmanın ötesinde, karakterlerin kimlik inşasında oynadığı oyunların bir metaforudur. leydi windermere’in en küçük pürüzde dağılıp giden ahlaki bütünlük yanılsaması yelpazenin ardına saklanırken, bayan erlynne ise bu yelpazeyi sahiplenerek burjuva toplumun yüzeyselliğini vurgular. yani kısaca yelpaze bir metonimi olarak sadece statü değil, aynı zamanda toplumsal ikiyüzlülüğün aracı haline gelir. wilde’ın zekâsı da nesnelerin bu denli çokkatmanlı bir anlam inşasına dönüşmesinde saklıdır aslında.
son kertede leydi windermere’in yelpazesi, viktoryen ingiltere’nin gösterişçi ahlakının sahte dokularını açığa vuran bir alegori olarak da okunabilir diye bitirebiliriz sanıyorum. wilde, mutlak doğruların içkin bir ikiyüzlülük barındırdığını ve her karakterin ahlaki ikilemlerle örülü bir keşif sürecinde olduğunu incelikle gözler önüne seriyor ve bunu yaparken zıtlıklardan, tekinsiz gri alanlardan fayda sağlıyor. leydi windermere’in yirmi dört saatlik süreçteki devrimi ise yalnızca bir bireyin değişimi değil, viktoryen burjuvazisinin kendini inşa ettiği kırılgan etik zeminlerin erozyonunu da temsil ediyor.
toparlayacak olursak, karakterlerin pek çoğu oldukça klişe -doğal olarak- ancak wilde'ın kıvrak zekasının kendini diyaloglarda gösterebilmesi sayesinde olsa gerek oldukça okuması ve izlemesi keyifli bir oyundur leydi windermere'in yelpazesi. oyun hakkında çok küçük bir anekdot ekleyip sonrasında birkaç alıntı ile bu yazıyı da burada sonlandırıyorum zira bir ciddi bir entelektüel, bir sanat teorisyeni ve hepsinden önce gördüğüm en yaratıcı şarlatan olarak oyun hakkındaki son söz daima wilde'a aittir.
"wilde'ın ünü arttıkça, bir çocuk gibi şımarıyordu. lady winderemere's fan'ın ilk temsilinde, seyirciler yazarı isteyince, en akıllara sığmaz kılıklarından biriyle, elinde bir sigarayla sahneye çıkmış, oyununu kendi beğendiği kadar görenlerin de beğenmesinden memnun kaldığını söylemişti."
mina urgan, ingiliz edebiyatı tarihi, beşinci cilt/on birinci bölüm: estetik akım ve oscar wilde
ne yazık ki 2004 tarihlerinde aynı isimle beyaz perdeye uyarlandığını biliyor olsam da filmi izlemediğim için pek bir yorumda bulunmam mümkün değil ancak genel eleştirilerin çok da iç açıcı olmadığını anımsamaktayım.
lady windermere: why do you talk so trivially about life, then? (niçin yaşam üzerine böyle saçmasapan şeyler söylüyorsunuz öyleyse?)
lord darlington: because i think that life is far too important a thing ever to talk seriously about it. (bence yaşam, üzerinde hiç bir zaman ciddi olarak konuşulamayacak kadar önemli bir şeydir de ondan.)
1903 baskısı p.15/hadiye sayron çevirisi ile s.23
duchess of berwick: oh, all of them, my dear, all of them, without any exception. and they never grow any better. men become old, but they never become good. (oo, hepsi yavrum, hepsi, ayrıcasız. hem hiçbir zaman şu kadarcık olsun iyileşmezler. erkekler yaşlı olur, ama asla iyi olmazlar.)
1903 baskısı p.20/hadiye sayron çevirisi ile s.27
"i tell you simply this-mrs. erlynne was once honoured, loved, respected. she was well born, she had a position-she lost every-thing-threw it away, if you like. that makes it all the more bitter. misfortunes one can endure they come from outside, they are acci-dents. but to suffer for one's own faults-ah! there is the sting of life."
(vaktiyle saygın bir kadınmış, seviliyor, sayılıyormuş, iyi bir ailedenmiş, iyi bir konumu varmış. bunların hepsini yitirmiş, fırlatıp atmış diyelim istersen. durumu çok daha acılaştırır bu. insan yıkımlara katlanabilir, dıştan gelir onlar, gelip geçici şeylerdir. ama bir kimsenin kendi yanlışları yüzünden acı çekmesi -ah!- yaşamın zehirli oku budur işte.)
1903 baskısı p.27/hadiye sayron çevirisi ile s.32
"you don't know what may be in store for you, unless you leave this house at once. you don't know what it is to fall into the pit, to be despised, mocked, abandoned, sneered at to be an outcast! to find the door shut against one, to have to creep in by hideous byways, afraid every moment lest the mask should be stripped from one's face, and all the while to hear the laughter, the horrible laughter of the world, a thing more tragic than all the tears the world has ever shed. you don't know what it is. one pays for one's sin, and then one pays again, and all one's life one pays. you must never know that-as for me, if suffer-ing be an expiation, then at this moment ı have expiated all my faults, whatever they have been; for to-night you have made a heart in one who had it not, made it and broken it-but let that pass. ı may have wrecked my own life, but ı will not let you wreck yours. you why, you are a mere girl, you would be lost. you haven't got the kind of brains that enables a woman to get back. you have neither the wit nor the courage. you couldn't stand dishonour."
(insan tuzağa düşer; horlanır; aldatılır; yüzüstü bırakılır; alaya alınır, aşağılanır; toplum dışına atılır; kapıları suratına kapanmış bulur; her an yüzündeki maske sıyrılmasın diye tir tir titreyerek, içeriye çirkin, dolambaçlı yollardan sokulmak zorunda kalır; boyuna da kulaklarında dünyanın attığı kahkahanın çınladığı, bugüne kadar dökülen gözyaşlarından daha acıklı olan o korkunç kahkahanın çınladığını duyar durur. siz bunların ne olduğunu bilmezsiniz, insan günahını öder, sonra yine öder, ömrü boyunca öder. bunu hiçbir zaman bilmemelisiniz siz. bana gelince, eğer acı çekmek bir ödeme sayılırsa, bu anda ben bütün günahlarımın, her ne olursa olsunlar, karşılığını ödemiş bulunuyorum. çünkü bu gece siz kalpsiz bir insanda bir kalp yarattınız. yarattınız ve kırdınız. neyse geçelim bunu. ben kendi yaşamımı yıkmış olabilirim. ama sizin yaşamınızı yıkmanrza izin vermeyeceğim. siz - çünkü siz, daha ancak bir genç kızsınız. yok olursunuz. bir kadının onurunu yeniden kazanabilmesini sağlayacak türden bir zeka da yok sizde. ne kurnazsınız, ne atılgan. onursuzluğa katlanamazsınız siz.)
1903 baskısı p.82/hadiye sayron çevirisi ile s.70
"no, we are all in the gutter, but some of us are looking at the stars." (hayır. hepimiz yerlerde sürünüyoruz, ama bazılarımızın gözleri yıldızlarda.)
1903 baskısı p.92/hadiye sayron çevirisi ile s.77
"ı congratulate you, my dear fellow. ın this world there are only two tragedies. one is not getting what one wants, and the other is getting it. the last is much the worst, the last is a real tragedy! but ı am interested to hear she does not love you. how long could you love a woman who didn't love you, cecil?" (kutlarım, sayın dostum. bu dünyada yalnızca iki facia vardır. biri, insanın istediğini elde edeme mesi, öteki de etmesidir. bu sonuncusu en kötüsüdür; ger çek bir faciadır. fakat sizi sevmediğini duyunca, içimde bir merak uyandı. sizi sevmeyen bir kadını ne zamana kadar sevebilirsiniz, cecil?")
1903 baskısı p.94/hadiye sayron çevirisi ile s.78
"that is a great error. experience is a question of instinct about life. ı have got it. tuppy hasn't. experience is the name tuppy gives to his mistakes. that is all." (böyle düşünmek büyük bir yanlıştır işte. deneyim, yaşamla ilgili bir içgüdü konusudur. bu bende var, ama tuppy'de yok. deneyim, tuppy'nin yanlışlarına verdiği addır. bu kadar.)
1903 baskısı p.96/hadiye sayron çevirisi ile s.80
devamını gör...