orijinal adı: the conquest of happiness
yazar: bertrand russell
yayım yılı: 1930
bir çabanın eseri olduğu belirtilen mutluluk, ''mutlu olma sanatı'' kitabı ile ele alınıp mutluluğa ulaşmanın adımları okurla paylaşılıyor.
yazar: bertrand russell
yayım yılı: 1930
bir çabanın eseri olduğu belirtilen mutluluk, ''mutlu olma sanatı'' kitabı ile ele alınıp mutluluğa ulaşmanın adımları okurla paylaşılıyor.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "arolium" tarafından 04.03.2021 16:21 tarihinde açılmıştır.
1.
bertrand russell*ın 1930 yılında yaşam deneyimleri ile gözlemlerine dayanarak yazdığı, mutlu ve tatminkar bir hayat yaşamak üzerine olan kitabının adıdır.
kitap, yaşam kalitesini artırmak isteyenlere bir reçete niteliğinde olan popüler bir sağduyu ürünüdür. kişisel gelişim adına yazılmış bir çok kitapta aranan mutluluğun sırlarını açıklar.
russell'e göre mutluluk, bazı insanların bizim elimizden alabileceği temel insani haklardan birisi değildir. kişi mutluluğa başkalarını suçlayarak değil, belirlediği hedeflere erişmek için mücadele ederek ve bu mücadele sırasında eğlenerek ulaşmalıdır. kişi bu mücadeleyi iç dünyasında değil, sosyal yaşamına yönelerek vermelidir.
hoşnutsuzluk ile heves kırıklığının başlıca nedenlerinden birisi, insanın sevilmediği duygusuna kapılmasıdır. bunun aksi olarak, seviliyorum duygusu da, keyfi artırır. bir insan, sevilmediği duygusuna birçok nedenlerden kapılabilir. ya kendisinin hiç kimse tarafından sevilemeyecek derecede kötü bir insan olduğuna inanmıştır ya çocukluğunda fazla sevilmemiş ve bunu kabullenmek zorunda kalmıştır ya da gerçekten hiç kimsenin sevmediği bir insandır. bu sonuncusu, çocuklukta uğranılmış bir talihsizlik nedeniyle kendine güvenini yitirmiş olmaktan ileri gelebilir. sevilmediğini sanan kimse, değişik davranışlarda bulunur. sevilmek için büyük çaba harcar; örneğin, görülmemiş iyilikler yapabilir. ama bunda başarısızlığa uğraması çok olasıdır, çünkü iyiliğin asıl nedeni, iyilik görenlerce kolayca anlaşılır; oysa insanın yapısı, sevilmeyi az isteyenlere sevgi göstermeye uygundur.
hayatı güvenle karşılayanlar, güvensizlikle karşılayanlardan çok daha mutludurlar; hiç değilse kendilerine güvenleri bir felakete yol açmadığı sürece bu böyledir. üstelik her durumda olmasa bile, büyük bir çoğunlukla güven duygusu, başkalarının karşılaşacağı tehlikelerden kaçabilmeye yardımcı olur. bir uçurumun bir kıyısından öbürüne uzatılmış dar bir kalas üzerinde yürürken, korkanın düşme olasılığı, korkmayandan fazladır. yaşam yolunda da aynı durum vardır. korkusuz da beklenmeyen bir felaketle karşılaşabilir, ama çekingenin mutsuzluğa düşeceği birçok güç durumdan burnu bile kanamadan kurtulma şansı büyüktür. güvende olmanın bu yararlı biçimi çeşitlidir. birisi dağlarda, diğeri denizlerde, bir diğeri havalarda güvenli olur. ama genelde yaşama güvenmek, gereksinim duyulan sevginin bulunmasıyla mümkün olur.
güven duygusunu sevmek değil, sevilmek doğurur, ama bu duygu en çok karşılıklı sevgiyle oluşur. daha doğrusu, yalnız sevgi değil, hayranlık da bu etkiye sahiptir. anne-babası kendisine düşkün olan bir çocuk, bu sevgiyi bir doğa yasası olarak kabul eder. bu sevgi onun mutluluğu için büyük önem taşımasına karşın, üzerinde pek fazla durup düşünmez. dünyayı, önüne çıkmış ve büyüdüğü zaman çıkacak olan daha ilgi çekici serüvenleri düşünür. ama bütün bu dış ilgilerin ardında, kendisini her felaketten koruyacak bir anne-baba sevgisi bulunduğunu hisseder. şu ya da bu nedenle anne-baba sevgisinden yoksun kalan bir çocuk, korkuya ve kendine acıma duygusuna kapılır, pısırıklaşıp çekingen olur ve artık dünyaya görüp öğrenme isteği ile bakamaz. böyle çocuklar, şaşılacak derecede küçük yaşlarından itibaren hayatı, ölümü ve insanlığın kaderini düşünmeye başlarlar. önce melankolik olurlar; sonunda ise herhangi bir felsefe ya da inançtan medet umar, içlerine kapanırlar. oysa dünya, belirli bir sıra gözetilmeden serpiştirilmiş hoş ve hoş olmayan şeylerle dolu bir pazar yeridir. bunlardan anlaşılması mümkün bir sistem çıkarma isteği, aslında korkuya dayanır, daha doğrusu agorafobiden, yani açık alan korkusundan gelir. çekingen öğrenci, kitaplığın dört duvarı içinde güven duyar. eğer kendisini dış alemin de aynı biçimde düzenli olduğuna inandırabilirse, sokağa çıktığında da buna benzer bir güven duyar. eğer bu kişi daha fazla sevilmiş olsaydı, gerçek dünyadan daha az korkar ve onun yerine ideal bir dünya yaratma zorunluluğu duymazdı.
sevginin en iyi biçimini tarif etmek kolay değildir, çünkü her türünde az çok bir koruma niteliği vardır. sevdiklerimizin acılarına omuz silkemeyiz. ama ben, sevilenin uğradığı talihsizliğe acımanın da, ileride uğrayabilecekleri için endişe etmenin de, sevgide mümkün olduğu kadar az yer alması gerektiğine inanıyorum.
buraya kadar, kişinin hedef olduğu sevgiden, sevilmekten söz ettik. şimdi de sevmekten söz açmak istiyorum. sevmek iki türlüdür; birisi hayata karşı duyulan istek ve hevesin belki en büyük ifadesi, diğeri ise korku ifadesidir. bence ilki bütünüyle hayran olunacak bir durum, ikincisi ise, olsa olsa bir avuntudur. güzel bir günde göz alan bir kıyı boyunca vapurda giderken kıyıyı seyreder, manzaradan zevk alırsınız. bu, dışarıya bakmakla alınmış bir zevktir ve herhangi büyük bir gereksiniminizle bağlantısı yoktur. ama eğer geminiz batmış da kıyıya doğru yüzmekteyseniz, bu kıyıya başka türlü bir sevgi beslersiniz: kıyı, sizin için güvenliği temsil eder; güzel ya da çirkin olması önemli değildir. sevmenin üstün olanı, gemisi güvenli olan kişinin duygusuna benzeyendir; daha az güzel olanı da, gemisi batmış olana uyandır. bu iki türlü sevginin birincisini, kişi ancak güvendeyken ya da en azından kendisini kuşatan tehlikelere aldırış etmiyorsa duyabilir; ikincisi ise tam tersine, güvenli olmayan bir durumda bulunmaktan ileri gelir. güvenli olmayan durumun doğurduğu sevgi, diğerinden çok daha öznel ve bencildir; çünkü sevilen, nitelikleri için değil, işe yaradığı için değerli görülmektedir. böyle bir sevginin hayatta hiç yeri yoktur demek istemiyorum. aslına bakarsak, hemen hemen bütün gerçek sevgilerde her iki durumun yan yana bulunduğunu, sevginin güvende olmama duygusunu gerçekten sona erdirmesi kadar, dış dünyaya karşı zayıflamış olan ilginin tehlike ve korku anlarında yeniden doğduğunu görürüz. yalnız, böyle bir sevginin hayatta rolü olabileceğini kabul etmekle birlikte, diğerinden daha az güzel olduğunu da aklımızdan çıkarmamalıyız, çünkü bu sevgi, korkudan doğmaktadır, korku ise kötüdür ve çünkü sevginin böylesi bencil bir sevgidir.
en iyi sevgi, insanın eski mutsuzluklarından kaçmak için değil de, yeni mutluluklara kavuşmak umuduyla beslediği sevgidir.
sevginin en iyisi her iki tarafa da hayat verir; her iki taraf da sevilmekten haz duyar ve kendini zorlamadan sever; bu karşılıklı mutluluğun sonucu olarak iki taraf da dünyayı daha bir ilgiye değer bulur. sevgi taşımayan bir büyük istek, genel olarak ya gençlikte başa gelmiş bir talihsizlik ya daha sonraki yıllarda uğranılmış bir haksızlık ya da işkence korkusunu doğuran nedenlerden biri yüzünden insanlığa karşı duyulan bir çeşit öfke ya da nefretten ileri gelir. fazla güçlü bir benlik, kişiyi bağlayan bir zincirdir; eğer dünyadan tam olarak zevk almak istiyorsa, kişi bu zincirden kurtulmak zorundadır. gerçekten sevebilme yeteneği ise, kişinin bu zincirden kurtulmuş olduğunu gösteren belirtilerden biridir. sevilmek hiçbir zaman yetmez; sevilmek sevgiye yol açmalıdır ve ancak bu iki kapı eşit olarak açık tutulursa sevgi en büyük olanaklarını gerçekleştirebilir. karşılıklı sevgi tomurcuğunun açmasına engel olan psikolojik ya da toplumsal bütün nedenler, dünyanın yaşamış olduğu ve hala da yaşadığı büyük kötülüklerdir. insanlar yanılmış olma korkusu ile hayranlık göstermekte yavaş davranırlar; sevdiklerinin ya da her şeyde bir kusur bulan insanların kendilerine acı çektirmesinden çekindikleri için de sevmekte yavaş davranırlar. ahlak ve sağgörü adına tedbirli olmak istenir, bunun sonucu olarak da sevgide cömertlik ve ataklık hoş görülmez. bu ise insanlığa karşı çekingenlik ve öfkeyi doğurur, çünkü böylece birçok insan yaşamları boyunca gerçek temel gereksinimlerinden ve onda dokuzu da dünyaya karşı mutlu ve coşkunca davranışın vazgeçilmez koşullarından yoksun edilmiş olur.
bir yatırım tavsiyesi değildir, şuradan indirilip okunabilecek okuma tavsiyesidir.
afiyetle okuyunuz efendim..
kitap, yaşam kalitesini artırmak isteyenlere bir reçete niteliğinde olan popüler bir sağduyu ürünüdür. kişisel gelişim adına yazılmış bir çok kitapta aranan mutluluğun sırlarını açıklar.
russell'e göre mutluluk, bazı insanların bizim elimizden alabileceği temel insani haklardan birisi değildir. kişi mutluluğa başkalarını suçlayarak değil, belirlediği hedeflere erişmek için mücadele ederek ve bu mücadele sırasında eğlenerek ulaşmalıdır. kişi bu mücadeleyi iç dünyasında değil, sosyal yaşamına yönelerek vermelidir.
hoşnutsuzluk ile heves kırıklığının başlıca nedenlerinden birisi, insanın sevilmediği duygusuna kapılmasıdır. bunun aksi olarak, seviliyorum duygusu da, keyfi artırır. bir insan, sevilmediği duygusuna birçok nedenlerden kapılabilir. ya kendisinin hiç kimse tarafından sevilemeyecek derecede kötü bir insan olduğuna inanmıştır ya çocukluğunda fazla sevilmemiş ve bunu kabullenmek zorunda kalmıştır ya da gerçekten hiç kimsenin sevmediği bir insandır. bu sonuncusu, çocuklukta uğranılmış bir talihsizlik nedeniyle kendine güvenini yitirmiş olmaktan ileri gelebilir. sevilmediğini sanan kimse, değişik davranışlarda bulunur. sevilmek için büyük çaba harcar; örneğin, görülmemiş iyilikler yapabilir. ama bunda başarısızlığa uğraması çok olasıdır, çünkü iyiliğin asıl nedeni, iyilik görenlerce kolayca anlaşılır; oysa insanın yapısı, sevilmeyi az isteyenlere sevgi göstermeye uygundur.
hayatı güvenle karşılayanlar, güvensizlikle karşılayanlardan çok daha mutludurlar; hiç değilse kendilerine güvenleri bir felakete yol açmadığı sürece bu böyledir. üstelik her durumda olmasa bile, büyük bir çoğunlukla güven duygusu, başkalarının karşılaşacağı tehlikelerden kaçabilmeye yardımcı olur. bir uçurumun bir kıyısından öbürüne uzatılmış dar bir kalas üzerinde yürürken, korkanın düşme olasılığı, korkmayandan fazladır. yaşam yolunda da aynı durum vardır. korkusuz da beklenmeyen bir felaketle karşılaşabilir, ama çekingenin mutsuzluğa düşeceği birçok güç durumdan burnu bile kanamadan kurtulma şansı büyüktür. güvende olmanın bu yararlı biçimi çeşitlidir. birisi dağlarda, diğeri denizlerde, bir diğeri havalarda güvenli olur. ama genelde yaşama güvenmek, gereksinim duyulan sevginin bulunmasıyla mümkün olur.
güven duygusunu sevmek değil, sevilmek doğurur, ama bu duygu en çok karşılıklı sevgiyle oluşur. daha doğrusu, yalnız sevgi değil, hayranlık da bu etkiye sahiptir. anne-babası kendisine düşkün olan bir çocuk, bu sevgiyi bir doğa yasası olarak kabul eder. bu sevgi onun mutluluğu için büyük önem taşımasına karşın, üzerinde pek fazla durup düşünmez. dünyayı, önüne çıkmış ve büyüdüğü zaman çıkacak olan daha ilgi çekici serüvenleri düşünür. ama bütün bu dış ilgilerin ardında, kendisini her felaketten koruyacak bir anne-baba sevgisi bulunduğunu hisseder. şu ya da bu nedenle anne-baba sevgisinden yoksun kalan bir çocuk, korkuya ve kendine acıma duygusuna kapılır, pısırıklaşıp çekingen olur ve artık dünyaya görüp öğrenme isteği ile bakamaz. böyle çocuklar, şaşılacak derecede küçük yaşlarından itibaren hayatı, ölümü ve insanlığın kaderini düşünmeye başlarlar. önce melankolik olurlar; sonunda ise herhangi bir felsefe ya da inançtan medet umar, içlerine kapanırlar. oysa dünya, belirli bir sıra gözetilmeden serpiştirilmiş hoş ve hoş olmayan şeylerle dolu bir pazar yeridir. bunlardan anlaşılması mümkün bir sistem çıkarma isteği, aslında korkuya dayanır, daha doğrusu agorafobiden, yani açık alan korkusundan gelir. çekingen öğrenci, kitaplığın dört duvarı içinde güven duyar. eğer kendisini dış alemin de aynı biçimde düzenli olduğuna inandırabilirse, sokağa çıktığında da buna benzer bir güven duyar. eğer bu kişi daha fazla sevilmiş olsaydı, gerçek dünyadan daha az korkar ve onun yerine ideal bir dünya yaratma zorunluluğu duymazdı.
sevginin en iyi biçimini tarif etmek kolay değildir, çünkü her türünde az çok bir koruma niteliği vardır. sevdiklerimizin acılarına omuz silkemeyiz. ama ben, sevilenin uğradığı talihsizliğe acımanın da, ileride uğrayabilecekleri için endişe etmenin de, sevgide mümkün olduğu kadar az yer alması gerektiğine inanıyorum.
buraya kadar, kişinin hedef olduğu sevgiden, sevilmekten söz ettik. şimdi de sevmekten söz açmak istiyorum. sevmek iki türlüdür; birisi hayata karşı duyulan istek ve hevesin belki en büyük ifadesi, diğeri ise korku ifadesidir. bence ilki bütünüyle hayran olunacak bir durum, ikincisi ise, olsa olsa bir avuntudur. güzel bir günde göz alan bir kıyı boyunca vapurda giderken kıyıyı seyreder, manzaradan zevk alırsınız. bu, dışarıya bakmakla alınmış bir zevktir ve herhangi büyük bir gereksiniminizle bağlantısı yoktur. ama eğer geminiz batmış da kıyıya doğru yüzmekteyseniz, bu kıyıya başka türlü bir sevgi beslersiniz: kıyı, sizin için güvenliği temsil eder; güzel ya da çirkin olması önemli değildir. sevmenin üstün olanı, gemisi güvenli olan kişinin duygusuna benzeyendir; daha az güzel olanı da, gemisi batmış olana uyandır. bu iki türlü sevginin birincisini, kişi ancak güvendeyken ya da en azından kendisini kuşatan tehlikelere aldırış etmiyorsa duyabilir; ikincisi ise tam tersine, güvenli olmayan bir durumda bulunmaktan ileri gelir. güvenli olmayan durumun doğurduğu sevgi, diğerinden çok daha öznel ve bencildir; çünkü sevilen, nitelikleri için değil, işe yaradığı için değerli görülmektedir. böyle bir sevginin hayatta hiç yeri yoktur demek istemiyorum. aslına bakarsak, hemen hemen bütün gerçek sevgilerde her iki durumun yan yana bulunduğunu, sevginin güvende olmama duygusunu gerçekten sona erdirmesi kadar, dış dünyaya karşı zayıflamış olan ilginin tehlike ve korku anlarında yeniden doğduğunu görürüz. yalnız, böyle bir sevginin hayatta rolü olabileceğini kabul etmekle birlikte, diğerinden daha az güzel olduğunu da aklımızdan çıkarmamalıyız, çünkü bu sevgi, korkudan doğmaktadır, korku ise kötüdür ve çünkü sevginin böylesi bencil bir sevgidir.
en iyi sevgi, insanın eski mutsuzluklarından kaçmak için değil de, yeni mutluluklara kavuşmak umuduyla beslediği sevgidir.
sevginin en iyisi her iki tarafa da hayat verir; her iki taraf da sevilmekten haz duyar ve kendini zorlamadan sever; bu karşılıklı mutluluğun sonucu olarak iki taraf da dünyayı daha bir ilgiye değer bulur. sevgi taşımayan bir büyük istek, genel olarak ya gençlikte başa gelmiş bir talihsizlik ya daha sonraki yıllarda uğranılmış bir haksızlık ya da işkence korkusunu doğuran nedenlerden biri yüzünden insanlığa karşı duyulan bir çeşit öfke ya da nefretten ileri gelir. fazla güçlü bir benlik, kişiyi bağlayan bir zincirdir; eğer dünyadan tam olarak zevk almak istiyorsa, kişi bu zincirden kurtulmak zorundadır. gerçekten sevebilme yeteneği ise, kişinin bu zincirden kurtulmuş olduğunu gösteren belirtilerden biridir. sevilmek hiçbir zaman yetmez; sevilmek sevgiye yol açmalıdır ve ancak bu iki kapı eşit olarak açık tutulursa sevgi en büyük olanaklarını gerçekleştirebilir. karşılıklı sevgi tomurcuğunun açmasına engel olan psikolojik ya da toplumsal bütün nedenler, dünyanın yaşamış olduğu ve hala da yaşadığı büyük kötülüklerdir. insanlar yanılmış olma korkusu ile hayranlık göstermekte yavaş davranırlar; sevdiklerinin ya da her şeyde bir kusur bulan insanların kendilerine acı çektirmesinden çekindikleri için de sevmekte yavaş davranırlar. ahlak ve sağgörü adına tedbirli olmak istenir, bunun sonucu olarak da sevgide cömertlik ve ataklık hoş görülmez. bu ise insanlığa karşı çekingenlik ve öfkeyi doğurur, çünkü böylece birçok insan yaşamları boyunca gerçek temel gereksinimlerinden ve onda dokuzu da dünyaya karşı mutlu ve coşkunca davranışın vazgeçilmez koşullarından yoksun edilmiş olur.
bir yatırım tavsiyesi değildir, şuradan indirilip okunabilecek okuma tavsiyesidir.
afiyetle okuyunuz efendim..
devamını gör...
2.
bertrand russell tarafından yazılan kitap daha da anlamlıdır. kesinlikle kişisel gelişim kitabı değildir. yaşadığınız süre boyunca içinizde olan, yaşadığınız, bildiğiniz, tanık olduğunuz her nevi iyi-kötü deneyimler, hüzünler, hazlar, nedametler ve aklınıza gelebilecek her türlü olgu ve olaylar silsilesi, bu kitapta mevcuttur. şöyle bir paradoks vardır; öylesine açık seçik ve tanıdığınız her olgu, sanki ilk kez karşılaşıyormuşsunuz hissiyle sizleri karşılar. her defasında farklı konseptlerle karşınıza çıkar.
devamını gör...