özgün adı: zapiski iz mertvogo doma
yazar: fyodor dostoyevski
yıl: 1861
rus edebiyatının önemli isimlerinden dostoyevski'nin kendi sürgün yıllarında yaşadıklarını ve gözlemlediklerini, karısını öldüren bir mahkum olan aleksandr petroviç garyançikov üzerinden anlattığı eser, hapishane yaşamının ne denli karanlık ve korkunç olduğunu ele alarak okuyucuya aktarıyor.
yazar: fyodor dostoyevski
yıl: 1861
rus edebiyatının önemli isimlerinden dostoyevski'nin kendi sürgün yıllarında yaşadıklarını ve gözlemlediklerini, karısını öldüren bir mahkum olan aleksandr petroviç garyançikov üzerinden anlattığı eser, hapishane yaşamının ne denli karanlık ve korkunç olduğunu ele alarak okuyucuya aktarıyor.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "elminster the wise" tarafından 08.12.2020 14:58 tarihinde açılmıştır.
1.
dostoyevski'nin sürgün yıllarını alexander petroviç karakterinin ağzından anlattığı roman. bu kadar gerçekçi olması yazan kişinin dostoyevski olmasından mı yoksa yazıya döktüğü kendi anıları olduğu için mi bilinmez ama her bir tasvir, her betimleme sizi o daracık hücrenin içine, hikayenin geçtiği yere götürmek üzere tasarlanmış gibidir. romanı okuduktan sonra artık onun roman olmadığını bilirsiniz o artık sizin de anılarınız olmuştur. okumaya başladığınız an odanızın duvarları gittikçe üzerinize doğru kapanmaya başlar. soğuk etinizi kemirir ve içmiyor olsanız bile alkolün keskin tadı genzinizi yakmaya başlar. siz artık romanın bir kahramanı olursunuz çünkü dostoyevski zeminde ki ufak bir taşı bile betimlemekten çekinmemiştir. sibirya'nın ruhu donduran havasından, yönetimden ve yönetimin üst birimlerinden; sürgün edilmiş insanların iç dünyasından ve askerlerden bahsederken kelimeler bir ruha, bir bedene bürünüyor. dostoyevski'nin iç dünyasına tanık olurken onun da bizim içimizi gördüğünü bilmek gerek. bir kaç alıntı bırakmak istiyorum fakat elimde kitabın türkçe çevirisi mevcut değil ama siz okumak isterseniz nihal yalaza taluy 'dan okumanızı öneririm.
--- alıntı ---
"now take a man who is sensitive, cultured, and of delicate conscience. what he feels kills him more surely than the material punishment. the judgement which he himself pronounces on his crime is more pitiless than that of the most severe tribunal, the most draconian law. he lives side by side with another convict, who has not once during all his time in prison reflected on the murder he is expiating. he may even consider himself innocent. are there not also poor devils who commit crimes in order to be sent to hard labour, and thus escape from a freedom which is much more painful than confinement?"
the house of the dead , sy 56
"fierce and solitary he awaited death, mistrustful and hostile to all "
" there always are and always will be some strange personalities in our country, whatever the conditions, who though peaceful and not at all lazy will ever be beggars by some mysterious behest of destiny. they are always unmarried, always slovenly, always humble and downtrodden. they are forever fetching and carrying for the newly rich and newly exalted. all initiative and enterprise are a burden and a grief to them. they seem to have been born with the stipulation that they shall never do anything on their own, but always dance to someone else’s tune. ıt is their destiny to do what other people tell them to do. and last but not least, no change of circumstances, no upheavals can make them prosper. they will always be beggars! ı have, indeed, noticed them not only among the common people, but in all walks of life, in all groupings, magazines, and associations. "
--- alıntı ---
--- alıntı ---
"now take a man who is sensitive, cultured, and of delicate conscience. what he feels kills him more surely than the material punishment. the judgement which he himself pronounces on his crime is more pitiless than that of the most severe tribunal, the most draconian law. he lives side by side with another convict, who has not once during all his time in prison reflected on the murder he is expiating. he may even consider himself innocent. are there not also poor devils who commit crimes in order to be sent to hard labour, and thus escape from a freedom which is much more painful than confinement?"
the house of the dead , sy 56
"fierce and solitary he awaited death, mistrustful and hostile to all "
" there always are and always will be some strange personalities in our country, whatever the conditions, who though peaceful and not at all lazy will ever be beggars by some mysterious behest of destiny. they are always unmarried, always slovenly, always humble and downtrodden. they are forever fetching and carrying for the newly rich and newly exalted. all initiative and enterprise are a burden and a grief to them. they seem to have been born with the stipulation that they shall never do anything on their own, but always dance to someone else’s tune. ıt is their destiny to do what other people tell them to do. and last but not least, no change of circumstances, no upheavals can make them prosper. they will always be beggars! ı have, indeed, noticed them not only among the common people, but in all walks of life, in all groupings, magazines, and associations. "
--- alıntı ---
devamını gör...
2.
bu akşam bitirdiğim ve akabinde ahmet kaya'nın
içerden çıkan adam şarkısına denk geldiğimde yusuf hayaloğlu'nun fikirlerinin dostoyevski ile çok güzel kesiştiğini bana göstermiş olan kitaptır. ilk alıntı kitaptan ikincisi şarkıdan.
"ve bu duvarlara kaç genç boşu boşuna gömülmüştü, kaç yüce güç tükenmişti burada boş yere! sonuçta her şeyi söylemek lazım; bu insanlar sıra dışı insanlardı. sonuçta bunlar, belki de, insanlarımız içinde en yetenekli, en güçlü insanlardı. ama boş yere kayboldu kudretli güçler, kayboldular anormal, yasadışı, dönüşsüz bir şekilde. peki kim suçlu?
sahiden kim suçlu?"
"susamıştır tebessümün seyrine
saçları hiçbir gün okşanmamıştır.
bir ihtilal kadar yalnız
ah... vefanız kadar yanlış
mümkünse farz edin yaşamamıştır."
içerden çıkan adam şarkısına denk geldiğimde yusuf hayaloğlu'nun fikirlerinin dostoyevski ile çok güzel kesiştiğini bana göstermiş olan kitaptır. ilk alıntı kitaptan ikincisi şarkıdan.
"ve bu duvarlara kaç genç boşu boşuna gömülmüştü, kaç yüce güç tükenmişti burada boş yere! sonuçta her şeyi söylemek lazım; bu insanlar sıra dışı insanlardı. sonuçta bunlar, belki de, insanlarımız içinde en yetenekli, en güçlü insanlardı. ama boş yere kayboldu kudretli güçler, kayboldular anormal, yasadışı, dönüşsüz bir şekilde. peki kim suçlu?
sahiden kim suçlu?"
"susamıştır tebessümün seyrine
saçları hiçbir gün okşanmamıştır.
bir ihtilal kadar yalnız
ah... vefanız kadar yanlış
mümkünse farz edin yaşamamıştır."
devamını gör...
3.
1862'de yayımlanan kitap.
kitapta dikkatimi özellikle çeken bir bölüm oldu. okumayanlar için uyarayım; aşağıdaki bölümde karamazov kardeşler kitabına ait spoiler da var.
--! spoiler !--
kitapta, aşağıda alıntısını yaptığım kısımlarda baba katili bir soyludan bahsedilmekte.
katilin mahkeme önünde suçunu inkar ettiği, ama bu meselenin içyüzünü bilenlerin anlattığına göre, delillerin en ufak bir şüphe bırakmayacak kadar açık olduğu da anlatılır.
"... suçlunun bir sefih olduğunu, gırtlağına kadar borçlandığını, babasını da mirasına konmak için öldürdüğünü anlatırlar. zaten bu baba katilinin daha önce çalıştığı şehirde de hemen herkes öyküyü aynı şekilde anlatmaktadır."
"... katil pek neşeli, keyfi yerinde bir adamdı; sefih, zıpır, aptal olduğu kadar anlayışsızdı da; anılar'ın yazarı onda öyle aman aman bir zalimlik de görmemişti. yazılara, "şüphesiz ki, ben bu cinayete inanmıyordum." sözleri eklenmişti.
"bu adam gerçekten suçsuzmuş ve tam on yıl haksız olarak sürgün ve ağır hizmet hayatı sürmüş. suçsuzluğu mahkemece resmen tespit de edilmiş."
bu bildiğin dmitri karamazov!* karamazov kardeşler kitabı bu kitaptan 18 yıl sonra, 1880'de yayımlanmış olsa dahi tahminimce dostoyevski'nin kafasında çok uzun yıllar önce oluşmaya başlamış.
--! spoiler !--
kitapta dikkatimi özellikle çeken bir bölüm oldu. okumayanlar için uyarayım; aşağıdaki bölümde karamazov kardeşler kitabına ait spoiler da var.
--! spoiler !--
kitapta, aşağıda alıntısını yaptığım kısımlarda baba katili bir soyludan bahsedilmekte.
katilin mahkeme önünde suçunu inkar ettiği, ama bu meselenin içyüzünü bilenlerin anlattığına göre, delillerin en ufak bir şüphe bırakmayacak kadar açık olduğu da anlatılır.
"... suçlunun bir sefih olduğunu, gırtlağına kadar borçlandığını, babasını da mirasına konmak için öldürdüğünü anlatırlar. zaten bu baba katilinin daha önce çalıştığı şehirde de hemen herkes öyküyü aynı şekilde anlatmaktadır."
"... katil pek neşeli, keyfi yerinde bir adamdı; sefih, zıpır, aptal olduğu kadar anlayışsızdı da; anılar'ın yazarı onda öyle aman aman bir zalimlik de görmemişti. yazılara, "şüphesiz ki, ben bu cinayete inanmıyordum." sözleri eklenmişti.
"bu adam gerçekten suçsuzmuş ve tam on yıl haksız olarak sürgün ve ağır hizmet hayatı sürmüş. suçsuzluğu mahkemece resmen tespit de edilmiş."
bu bildiğin dmitri karamazov!* karamazov kardeşler kitabı bu kitaptan 18 yıl sonra, 1880'de yayımlanmış olsa dahi tahminimce dostoyevski'nin kafasında çok uzun yıllar önce oluşmaya başlamış.
--! spoiler !--
devamını gör...
4.
bir dostoyevski eseridir. sürgün zamanları mahpus olmak işkence görmek mahkûm olmak gibi bütün gerçeklikleri bize rahatsız edici şekilde anlatır.
o kadar rahatsız edici bir eserdir ki sürekli okurken düşünmek zorunda kalırsınız üzülürsünüz ama düşünürsünüz.
sibirya da hapis yaşantısını anlatan bu eser işkence, zulüm, ceza, açlık gibi kavramları dostoyevski’nin gizli özne oluşuyla bize anlatır.
okurken düşünüp durdum böyle bir eseri dostoyevski’den başka kim yazabilirdi?
okuyucuya verilen bir mesaj olmaması okuyucuyu düşünmeye sevk etmesi bu kitabı kesinlikle başarılı bir dostoyevski eseri yapıyor.
insanlar bazı zor durumlarda çaresiz kalırlar ve oraya uyum sağlamaya çalışırlar. düşünsenize istemediğiniz bir yerde kalmak ne kadar kötüdür?
zorla bir yerde tutulmak ne kadar kötüdür?
siz bunları düşünürken dostoyevski çıkıyor ve “insan her şeye alışan bir yaratıktır” diyor.
okunması gerekir. okurken düşünülmesi gerekir.
--! spoiler !--
okurken beni en çok etkileyen kısım işkence görürken ses çıkarmayan yaşlı amca oldu. düşündüm bir insan bir cezayı hak ettiğini düşünürse ne yapar nasıl tepki verir diye düşündüm.
mahpusların küçük bir kuşa yaklaşımları beni mahvetti.
yine düşündüm durdum suçlu insanların yüreğindeki şefkat hapsolunca ortaya mı çıkar?
suçlu insanlar ceza çekince suçsuz bir insana dönüşür mü?
--! spoiler !--
okunmalıdır okurken düşünülmelidir.
beni etkileyen alıntıları ekleyeyim.
hem de bu gibi durumlar, çok uslu ve o zamana kadar tamamıyla geri planda kalmış kimselerde görülür. bazıları, girmiş oldukları yeni kalıbı kendileri için övünme sebebi sayarlar. eskiden ne kadar ezilmiş ve boynu bükükler, şimdi aynı oranda işini bilen, kabadayı görünmek arzusundadırlar. etrafa saldığı korkudan zevk alır; insanlarda uyandırdığı tiksinme duygusunu adeta sever. kayıtsız tavır takınır; bu durumda, içinden bir an önce cezanın gelmesini, mahkûm olmayı bekler. çünkü gerçek olmayan kayıtsız görünmekten artık bıkmıştır.
herkes çok acımasızdı, içimi dökebileceğim kimse yoktu. bazen bir köşeye çekilir, içimi çeke çeke ağlardım.
ama bakarsınız, bir mahkûm okumuş, vicdanlı, bilinçli ve cesurdur. duyduğu vicdan azabının verdiği acı onu aldığı çok daha fazla sarsmaktır. o kendini en şiddetli yasadan daha amansızca cezalandırmıştır. beri yandan sürgün hayatı boyunca işlediği suçu bir kez bile aklına getirmeyen bir herif, yaptığından ötürü kendini haklı bile saymaktadır.
sürgün hayatında hürriyet yokluğundan ve zorla çalıştırmadan başka, belki diğerlerinden daha korkunç bir azabın olduğunu zamanla öğrendim: zorunlu ortak hayat.
o kadar rahatsız edici bir eserdir ki sürekli okurken düşünmek zorunda kalırsınız üzülürsünüz ama düşünürsünüz.
sibirya da hapis yaşantısını anlatan bu eser işkence, zulüm, ceza, açlık gibi kavramları dostoyevski’nin gizli özne oluşuyla bize anlatır.
okurken düşünüp durdum böyle bir eseri dostoyevski’den başka kim yazabilirdi?
okuyucuya verilen bir mesaj olmaması okuyucuyu düşünmeye sevk etmesi bu kitabı kesinlikle başarılı bir dostoyevski eseri yapıyor.
insanlar bazı zor durumlarda çaresiz kalırlar ve oraya uyum sağlamaya çalışırlar. düşünsenize istemediğiniz bir yerde kalmak ne kadar kötüdür?
zorla bir yerde tutulmak ne kadar kötüdür?
siz bunları düşünürken dostoyevski çıkıyor ve “insan her şeye alışan bir yaratıktır” diyor.
okunması gerekir. okurken düşünülmesi gerekir.
--! spoiler !--
okurken beni en çok etkileyen kısım işkence görürken ses çıkarmayan yaşlı amca oldu. düşündüm bir insan bir cezayı hak ettiğini düşünürse ne yapar nasıl tepki verir diye düşündüm.
mahpusların küçük bir kuşa yaklaşımları beni mahvetti.
yine düşündüm durdum suçlu insanların yüreğindeki şefkat hapsolunca ortaya mı çıkar?
suçlu insanlar ceza çekince suçsuz bir insana dönüşür mü?
--! spoiler !--
okunmalıdır okurken düşünülmelidir.
beni etkileyen alıntıları ekleyeyim.
hem de bu gibi durumlar, çok uslu ve o zamana kadar tamamıyla geri planda kalmış kimselerde görülür. bazıları, girmiş oldukları yeni kalıbı kendileri için övünme sebebi sayarlar. eskiden ne kadar ezilmiş ve boynu bükükler, şimdi aynı oranda işini bilen, kabadayı görünmek arzusundadırlar. etrafa saldığı korkudan zevk alır; insanlarda uyandırdığı tiksinme duygusunu adeta sever. kayıtsız tavır takınır; bu durumda, içinden bir an önce cezanın gelmesini, mahkûm olmayı bekler. çünkü gerçek olmayan kayıtsız görünmekten artık bıkmıştır.
herkes çok acımasızdı, içimi dökebileceğim kimse yoktu. bazen bir köşeye çekilir, içimi çeke çeke ağlardım.
ama bakarsınız, bir mahkûm okumuş, vicdanlı, bilinçli ve cesurdur. duyduğu vicdan azabının verdiği acı onu aldığı çok daha fazla sarsmaktır. o kendini en şiddetli yasadan daha amansızca cezalandırmıştır. beri yandan sürgün hayatı boyunca işlediği suçu bir kez bile aklına getirmeyen bir herif, yaptığından ötürü kendini haklı bile saymaktadır.
sürgün hayatında hürriyet yokluğundan ve zorla çalıştırmadan başka, belki diğerlerinden daha korkunç bir azabın olduğunu zamanla öğrendim: zorunlu ortak hayat.
devamını gör...
5.
dostoyevski’nin benim değil de bir arkadaşımın başına geldi edasıyla 3. kişi ağzından mahkum yıllarını anlattığını düşündüğüm kitap.birden fazla bambaşka karakterleri anlatıyor. onlar hakkındaki gözlemlerini , yalnızlığını, davranışlarını kısacası müthiş gözlemlerini.keçiyle mahkumların arkadaşlık edişi onu özenle beslemeleri fakat köpeğe her gelen geçenin bir tekme atışı ardından keçi beslediklerinin yakalanışı ve bu yakalanıştan sonra kısa bir sızlanma üzülme ama sonradan keçinin etinin çok lezzetli olduğunu konuşmaları ironikti örneğin.
mahkum olduğu ilk yıllarla ilgili şunları söylüyor:
“ya onlar nasıl?alışabildiler mi?içlerinde huzur bulan var mı? diye sorardım.daha önce de söylediğim gibi mahpuslar burada evlerindeki gibi değil de sanki yolculukları sırasında bir hana uğramış ya da büyük bir evde konaklıyormuş gibi yaşardı. ömür boyu sürgüne gönderilenler bile kaygı, özlem duyarlardı şüphesiz hepsi içinden imkansız hayaller kurardı. sessizce olsa da belli edilen o sürekli tedirginlik o garip öfkeli sabırsızlık kimi zaman kazara ağızdan kaçırılan temelsiz sayıklamayı andıran hepsinden şaşırtıcısı en gerçekçi kafalarda yer etmiş gibi görünen umutlar hepsi bu yere olağandışı bir görünüm ve nitelik verirdi bunca kendine özgü olmasının sebebi de buydu belki.insan ilk bakışta bile bu gibi şeylerin hapishanenin öte yanında olmadığını anlardı. buradakilerin hepsi birer hayalciydi bu hal hemen göze çarpardı. hayal kurmak onlarda hastalık halini almıştı. gerçekten hayal kuran mahpusların çoğu kederli somurtkan hasta gibiydiler.çoğu sessiz içlerinde nefret derecesine varmış bir husumet besleyen, umutlarını açığa vurmaktan hoşlanmayan adamlardı . saflık samimilik küçümsenirdi.umutların gerçekleşmesi ne kadar imkansızsa hayalci de bu imkansızlığı ne kadar fazla hissederse o ölçüde inatla safça bu hayallere dalar , bunlardan bir türlü vazgeçmezdi. “
gözlerimin dolmasına sebep olan şu satırları da eklemek istiyorum.tıraş ettirilmeden getirilen bir mahkumun cezalandırılışı ve yediği dayak hakkında şöyle yazılmıştı.
“birden kapı açıldı ve sapsarı kesilmiş dudakları titreyen j. bir soylunun cezalandırıldığını duyup toplanmış olan mahpusların arasından kimsenin yüzüne bakmadan geçip koğuşa girdi doğruca yerine giderek tek kelime etmeden diz çöküp dua etmeye başladı. mahpuslar şaşkınlık içindeydiler bu olay onlara dokunmuş gibiydi.memleketinde karısını çocuklarını bırakmış bu ak saçlı ihtiyarın böyle şerefsizce cezalandırıldıktan sonra, diz çöküp dua ettiğini görünce koğuştan dışarı fırladım. iki saat kadar kendimi bilmez halde dolandım durdum; delirmiştim sanki...”
mahkum olduğu ilk yıllarla ilgili şunları söylüyor:
“ya onlar nasıl?alışabildiler mi?içlerinde huzur bulan var mı? diye sorardım.daha önce de söylediğim gibi mahpuslar burada evlerindeki gibi değil de sanki yolculukları sırasında bir hana uğramış ya da büyük bir evde konaklıyormuş gibi yaşardı. ömür boyu sürgüne gönderilenler bile kaygı, özlem duyarlardı şüphesiz hepsi içinden imkansız hayaller kurardı. sessizce olsa da belli edilen o sürekli tedirginlik o garip öfkeli sabırsızlık kimi zaman kazara ağızdan kaçırılan temelsiz sayıklamayı andıran hepsinden şaşırtıcısı en gerçekçi kafalarda yer etmiş gibi görünen umutlar hepsi bu yere olağandışı bir görünüm ve nitelik verirdi bunca kendine özgü olmasının sebebi de buydu belki.insan ilk bakışta bile bu gibi şeylerin hapishanenin öte yanında olmadığını anlardı. buradakilerin hepsi birer hayalciydi bu hal hemen göze çarpardı. hayal kurmak onlarda hastalık halini almıştı. gerçekten hayal kuran mahpusların çoğu kederli somurtkan hasta gibiydiler.çoğu sessiz içlerinde nefret derecesine varmış bir husumet besleyen, umutlarını açığa vurmaktan hoşlanmayan adamlardı . saflık samimilik küçümsenirdi.umutların gerçekleşmesi ne kadar imkansızsa hayalci de bu imkansızlığı ne kadar fazla hissederse o ölçüde inatla safça bu hayallere dalar , bunlardan bir türlü vazgeçmezdi. “
gözlerimin dolmasına sebep olan şu satırları da eklemek istiyorum.tıraş ettirilmeden getirilen bir mahkumun cezalandırılışı ve yediği dayak hakkında şöyle yazılmıştı.
“birden kapı açıldı ve sapsarı kesilmiş dudakları titreyen j. bir soylunun cezalandırıldığını duyup toplanmış olan mahpusların arasından kimsenin yüzüne bakmadan geçip koğuşa girdi doğruca yerine giderek tek kelime etmeden diz çöküp dua etmeye başladı. mahpuslar şaşkınlık içindeydiler bu olay onlara dokunmuş gibiydi.memleketinde karısını çocuklarını bırakmış bu ak saçlı ihtiyarın böyle şerefsizce cezalandırıldıktan sonra, diz çöküp dua ettiğini görünce koğuştan dışarı fırladım. iki saat kadar kendimi bilmez halde dolandım durdum; delirmiştim sanki...”
devamını gör...
6.
dostoyevski'nin omsk'taki bir hapishanede kaldığı süre boyunca yaşadıklarını ve gözlemlerini garyançikov karakteri üzerinden anlattığı, dostoyevski'nin popülerite kazanmış romanlarının gölgesinde kaldığı için pek de değeri bilinememiş romanıdır.
dostoyevski'nin birçok romanında görülen rus hukuk ve adalet düzeni eleştirisi, ölü bir evden anılar'da eksenini tamamen genişleterek tüm dünyada görülen hapishane olgusu üzerine yoğunlaşır. hapishaneler, gerçekten insanlık için bir adalet tesis etme yeri mi? yoksa otoritenin en canavarca yöntemlerle insanların en hassas zayıflıklarına çöreklenerek onları daha da sömüren bir yer mi? dostoyevski'nin bu kitapta çizdiği resimde, insanların içinde küçük de olsa kalmış insanlık kırıntılarını bile yok eden, her şekilde kişinin geçmişteki karakterini çöpe atıp yeni bir görünüm kazanmak zorunda olduğu bir yer olduğu.
herkesin tekmeleyip kötü davrandığı bir köpek, sürekli şiddet gördüğü insanların önünde yatıp kuyruğunu oynatmaktadır. bu duruma içerleyip onu sevmeye çalışan karakterimiz ise köpek tarafından ısırılır çünkü köpeğin normali bu değildir. onunla şiddet aracılığıyla kurulan iletişimlerin onda olumlu bir karşılığı vardır.
dostoyevski gibi içe dönük bir ruha sahip kimseler içinse, normal şartlarda aynı sokakta bile yürünmeyecek bu insanlarla yıllarca burun buruna yaşamak, gerçek bir işkence. insanın içindeki en alçak dürtülerden yüce erdemlere, farklı insan portleri üzerinden bir dünya simülasyonu olan hapishaneyi, sayfalarla modellenmiş bir maket gibi önümüze koyan bir kitap.
dostoyevski'nin birçok romanında görülen rus hukuk ve adalet düzeni eleştirisi, ölü bir evden anılar'da eksenini tamamen genişleterek tüm dünyada görülen hapishane olgusu üzerine yoğunlaşır. hapishaneler, gerçekten insanlık için bir adalet tesis etme yeri mi? yoksa otoritenin en canavarca yöntemlerle insanların en hassas zayıflıklarına çöreklenerek onları daha da sömüren bir yer mi? dostoyevski'nin bu kitapta çizdiği resimde, insanların içinde küçük de olsa kalmış insanlık kırıntılarını bile yok eden, her şekilde kişinin geçmişteki karakterini çöpe atıp yeni bir görünüm kazanmak zorunda olduğu bir yer olduğu.
herkesin tekmeleyip kötü davrandığı bir köpek, sürekli şiddet gördüğü insanların önünde yatıp kuyruğunu oynatmaktadır. bu duruma içerleyip onu sevmeye çalışan karakterimiz ise köpek tarafından ısırılır çünkü köpeğin normali bu değildir. onunla şiddet aracılığıyla kurulan iletişimlerin onda olumlu bir karşılığı vardır.
dostoyevski gibi içe dönük bir ruha sahip kimseler içinse, normal şartlarda aynı sokakta bile yürünmeyecek bu insanlarla yıllarca burun buruna yaşamak, gerçek bir işkence. insanın içindeki en alçak dürtülerden yüce erdemlere, farklı insan portleri üzerinden bir dünya simülasyonu olan hapishaneyi, sayfalarla modellenmiş bir maket gibi önümüze koyan bir kitap.
devamını gör...
7.
orjinal adıyla записки из мёртвого дома.
suç ve ceza'daki ya da karamazov kardeşler'deki işkence(ata yapılan), mental zorluğun(ufaklığın babasının düştüğü durumlar) o vuruculuğunu, metnin birçok sayfasında işlemeye çalışmasına rağmen tam olarak işleyemez fyodor. o metinlerin(diğer iki kitap) en iyiler arasında olma sebebi de budur zaten. mahpusların gördükleri işkencelerden çok, aleksandr petroviç ve insanlara bakışının ne seviyede üstün olduğunu, yani fyodor mihayloviç'in mahpusluk zamanlarında insanların yüzlerinden secerelerini çıkarma konusundaki yeteneğini görürsünüz. çeşit çeşit, her milletten insanı yerleştirdiği o hapishanede bize yaşattıkları ile yeraltı edebiyatı'nı aristokratlara, varlıklılara nasıl benimsettiğini ve kitapçılarda yeraltı edebiyatı bölümünde değil, en en iyilerin bölümünde olma sebebini bize tekrar gösterir. ne çeşit bir dehaya sahip olmak gerekir ki dramı, en aşağılık seviyedeki insanları, toplumun öteki , insancıklarını bu derecede dokuyabilesiniz.
hapishane kaçkını. üstü başı kir içinde insan. para için ruhunu satacak kadar fakir. üç kişiyi öldürmüş. kenar mahalle dilberi. düzenbaz. çakmağı yaksan havaya uçacak kadar leş gibi alkol, sigara ve ter kokan. ay sonunu getirmeye çalışan. hasta oğlunun kederiyle paramparça olmuş ama gururundan da ödün vermeyen. bu, her bir insanı anlatırken yeraltı edebiyatını milyarlarca insanın okuduğu bir ürün haline getirir fyodor.
köşeye sinmiş, ne yardım bekleyen ne de onları yanına yiyecek bir şeyler bırakmaya gelseler bile yaklaştırmayan yaralı, gurur abidesi kartalı anlatır fyodor. anlattıkça ağzınız açık kalır. "nasıl mümkün olabilir böyle bir şey? orada duruyor kartal. orada öylece yatıyor işte..." dersiniz her biriniz kendi zihninizde oluşturduğunuz avlu köşesini, kafanızda oluşturduğunuz kartalı düşünerek. tek bir kartal anlatımıyla 200 yılda milyarlarca insanın kafasına girer fyodor. "nasıl aleksandr petroviç, mahkumiyetinin bitimiyle bütün o avluya, yıllar boyu bazı yaşadıklarını hatırlarken yaşadığı geçmişe dönüşleri ben de yaşarım?" dersiniz. acıyı direkt anlatımı etkilemez sizi ki o sopa cezalarının anlatımları acıklıdır ama normal gelir. ama petroviç'in etrafında hiç ses çıkarmadan duran petrov bile artık sizden birisi olmuştur. avluda petroviç yürürken bilirsiniz ki köşede bir yerde mutlaka onun ne yaptığından haberdar bir petrov vardır.
bu yüzden fiziksel değil mental acıyı anlatımı bazen gözlerinizi doldurur, bazen hüngür hüngür ağlatır sizi. tedavi gördüğünüz yerleri, tanıdığınız insanları hatırlarsınız. günlük alınan o hapın takılmayacağına emin olmanıza rağmen sanki takılacakmış gibi olduğunu, hafif takıldığında bile yaşadığınız anlık heyecan ve sonrasında, sonunda boğazdan aşağı inişini hatırlarsınız. serumun asıldığı çengelin her bir zerresini, çengelin kenarında yapıştırılmış küçük kağıtta yazanları hatırlarsını, serumun üzerinde yazanlara dair hiçbir fikriniz yokken. sol yukarıda kirişin yarı gri yarı siyah hale gelmiş ve dökülecek gibi olduğunu, camların en son ne zaman silindiği bilinmezken aldığı o rezalet rengi görmediğinizi zannederken, okuma sonrasında içine düştüğünüz hatırlama seanslarında bunları net şekilde gördüğünüzü hatırlarsınız. oraya dair mental acıyı hatırlatan adam doğal olarak bunları da hatırlatmış olur. ve daha bir sürü şey.
metnin ortalarında ölü bir ev kullanımı yapılır. işte orada insan ister istemez ölü bir evden anılar kullanımı yapan kötü çevirmenlerden etkilenir ve acaba mı? der eğer kitabın anadildeki metnini ve anadildeki isim anlamını bilmiyorsa. bu duygu bülbülü öldürmek'te, kitabın adının hikayesinin atticus'a sorulan bir soru üzerine geliştiğini fark ettiğinizde yaşadığınızla aynıdır. fakat metin bitmeye yüz tutmuşken ölüler evi kullanımı yapılır ve nihal yalaza taluy'un doğru isim seçimi yaptığını anlarsınız. çünkü ölü bir ev anlamına gelen isime karşılık olarak, aslında ölüler evidir söylenmek istenilen, bülbülü öldürmek'ten ayrı olarak.
not: başka bir yazıdan dolayı ve kitaptaki petrov karakteri dolayısıyla aklımın karışması sonrası yaptığım, 3. satırdaki aleksandr pavloviç hatası, aleksandr petroviç olarak düzeltilmiştir.
suç ve ceza'daki ya da karamazov kardeşler'deki işkence(ata yapılan), mental zorluğun(ufaklığın babasının düştüğü durumlar) o vuruculuğunu, metnin birçok sayfasında işlemeye çalışmasına rağmen tam olarak işleyemez fyodor. o metinlerin(diğer iki kitap) en iyiler arasında olma sebebi de budur zaten. mahpusların gördükleri işkencelerden çok, aleksandr petroviç ve insanlara bakışının ne seviyede üstün olduğunu, yani fyodor mihayloviç'in mahpusluk zamanlarında insanların yüzlerinden secerelerini çıkarma konusundaki yeteneğini görürsünüz. çeşit çeşit, her milletten insanı yerleştirdiği o hapishanede bize yaşattıkları ile yeraltı edebiyatı'nı aristokratlara, varlıklılara nasıl benimsettiğini ve kitapçılarda yeraltı edebiyatı bölümünde değil, en en iyilerin bölümünde olma sebebini bize tekrar gösterir. ne çeşit bir dehaya sahip olmak gerekir ki dramı, en aşağılık seviyedeki insanları, toplumun öteki , insancıklarını bu derecede dokuyabilesiniz.
hapishane kaçkını. üstü başı kir içinde insan. para için ruhunu satacak kadar fakir. üç kişiyi öldürmüş. kenar mahalle dilberi. düzenbaz. çakmağı yaksan havaya uçacak kadar leş gibi alkol, sigara ve ter kokan. ay sonunu getirmeye çalışan. hasta oğlunun kederiyle paramparça olmuş ama gururundan da ödün vermeyen. bu, her bir insanı anlatırken yeraltı edebiyatını milyarlarca insanın okuduğu bir ürün haline getirir fyodor.
köşeye sinmiş, ne yardım bekleyen ne de onları yanına yiyecek bir şeyler bırakmaya gelseler bile yaklaştırmayan yaralı, gurur abidesi kartalı anlatır fyodor. anlattıkça ağzınız açık kalır. "nasıl mümkün olabilir böyle bir şey? orada duruyor kartal. orada öylece yatıyor işte..." dersiniz her biriniz kendi zihninizde oluşturduğunuz avlu köşesini, kafanızda oluşturduğunuz kartalı düşünerek. tek bir kartal anlatımıyla 200 yılda milyarlarca insanın kafasına girer fyodor. "nasıl aleksandr petroviç, mahkumiyetinin bitimiyle bütün o avluya, yıllar boyu bazı yaşadıklarını hatırlarken yaşadığı geçmişe dönüşleri ben de yaşarım?" dersiniz. acıyı direkt anlatımı etkilemez sizi ki o sopa cezalarının anlatımları acıklıdır ama normal gelir. ama petroviç'in etrafında hiç ses çıkarmadan duran petrov bile artık sizden birisi olmuştur. avluda petroviç yürürken bilirsiniz ki köşede bir yerde mutlaka onun ne yaptığından haberdar bir petrov vardır.
bu yüzden fiziksel değil mental acıyı anlatımı bazen gözlerinizi doldurur, bazen hüngür hüngür ağlatır sizi. tedavi gördüğünüz yerleri, tanıdığınız insanları hatırlarsınız. günlük alınan o hapın takılmayacağına emin olmanıza rağmen sanki takılacakmış gibi olduğunu, hafif takıldığında bile yaşadığınız anlık heyecan ve sonrasında, sonunda boğazdan aşağı inişini hatırlarsınız. serumun asıldığı çengelin her bir zerresini, çengelin kenarında yapıştırılmış küçük kağıtta yazanları hatırlarsını, serumun üzerinde yazanlara dair hiçbir fikriniz yokken. sol yukarıda kirişin yarı gri yarı siyah hale gelmiş ve dökülecek gibi olduğunu, camların en son ne zaman silindiği bilinmezken aldığı o rezalet rengi görmediğinizi zannederken, okuma sonrasında içine düştüğünüz hatırlama seanslarında bunları net şekilde gördüğünüzü hatırlarsınız. oraya dair mental acıyı hatırlatan adam doğal olarak bunları da hatırlatmış olur. ve daha bir sürü şey.
metnin ortalarında ölü bir ev kullanımı yapılır. işte orada insan ister istemez ölü bir evden anılar kullanımı yapan kötü çevirmenlerden etkilenir ve acaba mı? der eğer kitabın anadildeki metnini ve anadildeki isim anlamını bilmiyorsa. bu duygu bülbülü öldürmek'te, kitabın adının hikayesinin atticus'a sorulan bir soru üzerine geliştiğini fark ettiğinizde yaşadığınızla aynıdır. fakat metin bitmeye yüz tutmuşken ölüler evi kullanımı yapılır ve nihal yalaza taluy'un doğru isim seçimi yaptığını anlarsınız. çünkü ölü bir ev anlamına gelen isime karşılık olarak, aslında ölüler evidir söylenmek istenilen, bülbülü öldürmek'ten ayrı olarak.
not: başka bir yazıdan dolayı ve kitaptaki petrov karakteri dolayısıyla aklımın karışması sonrası yaptığım, 3. satırdaki aleksandr pavloviç hatası, aleksandr petroviç olarak düzeltilmiştir.
devamını gör...
8.
kitapta şöyle bir yer var: ''bir gece mahkumlardan birini kapıya çağırmışlardı. hapse girmeden önce hali vakti yerinde bir sibirya köylüsü olan bu adam, altı ay önce karısının yeniden evlendiği haberini almıştı. dert gam içindeydi. o gece kadın cezaevine gelmiş, görüşme isteyip ona sadaka vermişti. ikisi birkaç dakika göz yaşları içinde konuşmuş, sonra bir daha buluşmamak üzere ayrılmışlardı''
kadının bugünkü hali kötüyse, geleceğine inanmaz. ama erkeğin şimdisi kötü olsa bile geleceğe inanabilir. i̇statistiklere göre 6-7 yıl hapis cezası alan bir kadının kalbi, 15-20 yıl ceza bir çeken erkekten daha çabuk yorulur. çünkü kadın için bugün geleceğe temel olmalıdır. erkek içinse her geleceğin kendi temeli vardır.
kitaptan erkeklerin umudu ile ilgili ilginç bir nokta: ''mahkumlar çok hayalperest insanlardır. yirmi yıl hapsedilmiş adamların bana son derece sakin bir şekilde ''vaktim bitip dışarı çıkınca ...'' dediklerini söylesem, inanır mısınız?''
kadının bugünkü hali kötüyse, geleceğine inanmaz. ama erkeğin şimdisi kötü olsa bile geleceğe inanabilir. i̇statistiklere göre 6-7 yıl hapis cezası alan bir kadının kalbi, 15-20 yıl ceza bir çeken erkekten daha çabuk yorulur. çünkü kadın için bugün geleceğe temel olmalıdır. erkek içinse her geleceğin kendi temeli vardır.
kitaptan erkeklerin umudu ile ilgili ilginç bir nokta: ''mahkumlar çok hayalperest insanlardır. yirmi yıl hapsedilmiş adamların bana son derece sakin bir şekilde ''vaktim bitip dışarı çıkınca ...'' dediklerini söylesem, inanır mısınız?''
devamını gör...
9.
dostoyevskinin 1849'da gönderildiği sibirya sürgününden sonra vremya adlı dergide yazdığı ölüler evinden anıları, onun hapishane günlerini anlatır.
dostoyevski'nin klasik uzun uzun betimlemeleriyle bezenmiş bir romandır.
bana kalırsa yer yer başka bir mahkumun gözünden kendi anılarını, yer yer de başkalarının yaşadıklarını derlediği bir karakter ortaya koymuştur.
benim aklımda yer eden paragrafı:
"zorbalık gelişip büyüyebilen bir alışkanlıktır. zamanla bir hastalık halini alabilir. en iyi insanların bile sırf alışkanlık yüzünden birer vahşi hayvan haline gelebileceğini kabul ediyorum. kan ve kudret, zorbalık ve sapıklığı doğurur. akıl ve ruh en tabiat dışı zevklere alışır. zorbanın içindeki insan kaybolup gitmiştir. onun, insan vicdanına geri dönmesi, pişmanlık duyması ve yeni bir hayata doğması imkansızdır."
ve sürekli tekrar ettiğim cümlesi :
" çatlak insanlarız biz, diyorlardı, bizim içimiz ezilmiş, o yüzden geceleri bağırıyoruz."
devamını gör...
10.
bir fyodor mihaylovic dostoyevski romanıdır.
dünya genelinde en tanınan yazarlardan biri olmak kolay değil. fyodor mihaylovic dostoyevski bunu başarmış yazarlardandır. herkes en az bir kitabının adını bilir. bu kitap türkiye'de suç ve ceza'dır genellikle. yazarın en iyi kitabı olmasa da herkes bu ismi duymuştur. okuyan sayısı da az değildir.
ama bu büyük yazar sadece bu başyapıttan ibaret değildir. ecinniler gibi muhteşem bir siyasi roman ile bence karamazov kardeşler gibi yazılmış en iyi romanlardan birinin de üzerinde bu yazarın ismi vardır. bunların dışında yüksek oranda otobiyografik olan romanları da vardır yazarın. kumarbaz (kitap) ve ölüler evinden anılar kitaplarını örnek olarak sayabiliriz.
bu kitap büyük yazarın sürgünde geçirdiği zamanları bir roman kurgusu içinde anlattığı bir kitaptır. sadece kendi hapis ve işkence döneminden bahsetmek değildir yazarın amacı, daha çok dönemin hapishanelerinin bir baskı aracı olarak kullanılmasının bir göstergesidir.
çok gerçek hikayeler doludur. genelde yazarın bütün kitapları öyledir ama burda çizilen karakterler resmen ete kemiğe bürünmüş gibidir.
dünya genelinde en tanınan yazarlardan biri olmak kolay değil. fyodor mihaylovic dostoyevski bunu başarmış yazarlardandır. herkes en az bir kitabının adını bilir. bu kitap türkiye'de suç ve ceza'dır genellikle. yazarın en iyi kitabı olmasa da herkes bu ismi duymuştur. okuyan sayısı da az değildir.
ama bu büyük yazar sadece bu başyapıttan ibaret değildir. ecinniler gibi muhteşem bir siyasi roman ile bence karamazov kardeşler gibi yazılmış en iyi romanlardan birinin de üzerinde bu yazarın ismi vardır. bunların dışında yüksek oranda otobiyografik olan romanları da vardır yazarın. kumarbaz (kitap) ve ölüler evinden anılar kitaplarını örnek olarak sayabiliriz.
bu kitap büyük yazarın sürgünde geçirdiği zamanları bir roman kurgusu içinde anlattığı bir kitaptır. sadece kendi hapis ve işkence döneminden bahsetmek değildir yazarın amacı, daha çok dönemin hapishanelerinin bir baskı aracı olarak kullanılmasının bir göstergesidir.
çok gerçek hikayeler doludur. genelde yazarın bütün kitapları öyledir ama burda çizilen karakterler resmen ete kemiğe bürünmüş gibidir.
devamını gör...