1.
gizemli sanat pınarlarından dökülmüşcesine güzel bir mfö eseridir,
devamını gör...
2.
kendi şehrini uzun süre önce terk etmiş birisi için sılaya dönmek, ayrıldığın yeri bıraktığın gibi bulamama duygusunu da getiriyor. ne sokaklar çocukluğundaki gibi geniş ne de günler eskisi gibi uzundur. yaptığım aile ziyaretlerinin, uykuya dalmanın zor olduğu yapışkan sıcak gecelerinde kulağımda walkman ile karanlık odada oturur ve hiç sahip olmadığım hayali bir sevgiliye yazılmış şarkılarla hüzünlenirdim. bir gece yine elim tırtıklı butonda kanalların arasında gezerken, mazhar alanson'un o bariton sesini duydum. '' bu sabah uyandırmamışlar beni ne güzel'' diyordu. sonra melodiler kayboldu gitti. şarkıyı daha önce duymamıştım ve o zamanlar internet yoktu.
bir kaç sene sonra evimizin karşısına an bir ailenin oğluyla ahbaplık ediyorduk. bir kumarhane yöneticisinin mutsuz bir oğluydu. piyano dersleri de almıştı. kendisiyle müzik hakkında konuşurken bu şarkıdan bahsettim. kabile dedi. şarkının adı kabile. her ne kadar adını yanlış bilse de sanatçının ölümü şarkısının kimden mülhem olduğunu anladım. sait faik'e yıllardır hayrandım. onun zengin bir ailenin ticari açıdan başarısız ve aylak bir oğlu olduğunu, yazı yazmaktan başka bir iş yapmadığını, bu yüzden çevresince işe yaramaz birisi olarak görüldüğünü biliyordum. babasının kereste dükkanında da çalışmış ama becerememişti. çünkü sait, kimseyi kandıramaz, milli şef döneminin ayrıcalıklı ekabirleri gibi ihtikarcılık yapamaz, karnı gıdasızlıktan şiş bir çocuğa kıyamaz, bir de sevdiği kız rumba yaparken bir köşede oturup, somurturdu.
şarkıya konu olan eser sait faik'in sivriada geceleri öyküsünde geçen bir paragraftır. iki rum arkadaşıyla balığa çıkan sait faik, bir mağaranın ağzında ölmekte olan bir martı görür ve tadı kaçar. bu tatsızlık akşama da yanısıyınca, balıkçı rum genci ''insan da ölür martı da. şair misin ne boksun ? '' diye çıkışır. sait, dünyanın yaratılışındaydık şimdi diye söze başlar. iyi bir cevaptır.
bir kaç sene sonra evimizin karşısına an bir ailenin oğluyla ahbaplık ediyorduk. bir kumarhane yöneticisinin mutsuz bir oğluydu. piyano dersleri de almıştı. kendisiyle müzik hakkında konuşurken bu şarkıdan bahsettim. kabile dedi. şarkının adı kabile. her ne kadar adını yanlış bilse de sanatçının ölümü şarkısının kimden mülhem olduğunu anladım. sait faik'e yıllardır hayrandım. onun zengin bir ailenin ticari açıdan başarısız ve aylak bir oğlu olduğunu, yazı yazmaktan başka bir iş yapmadığını, bu yüzden çevresince işe yaramaz birisi olarak görüldüğünü biliyordum. babasının kereste dükkanında da çalışmış ama becerememişti. çünkü sait, kimseyi kandıramaz, milli şef döneminin ayrıcalıklı ekabirleri gibi ihtikarcılık yapamaz, karnı gıdasızlıktan şiş bir çocuğa kıyamaz, bir de sevdiği kız rumba yaparken bir köşede oturup, somurturdu.
şarkıya konu olan eser sait faik'in sivriada geceleri öyküsünde geçen bir paragraftır. iki rum arkadaşıyla balığa çıkan sait faik, bir mağaranın ağzında ölmekte olan bir martı görür ve tadı kaçar. bu tatsızlık akşama da yanısıyınca, balıkçı rum genci ''insan da ölür martı da. şair misin ne boksun ? '' diye çıkışır. sait, dünyanın yaratılışındaydık şimdi diye söze başlar. iyi bir cevaptır.
devamını gör...