orijinal adı: du contrat social; ou principes du droit politique
yazar: jean-jacques rousseau
yayım yılı: 1762
dört bölümden oluşan bu eser, modern toplumun kurucu metinlerinden kabul edilmektedir. eserin yayınlamasının üzerinden çok geçmeden dünyada köklü değişimler yaşanmış sürekli üzerine atıflar yapılan kült bir manifesto haline gelmiştir.
yazar: jean-jacques rousseau
yayım yılı: 1762
dört bölümden oluşan bu eser, modern toplumun kurucu metinlerinden kabul edilmektedir. eserin yayınlamasının üzerinden çok geçmeden dünyada köklü değişimler yaşanmış sürekli üzerine atıflar yapılan kült bir manifesto haline gelmiştir.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "delirmiş_psikolog" tarafından 07.11.2020 15:05 tarihinde açılmıştır.
1.
(bkz: toplum sözleşmesi) rousseau'nun dört kitaptan oluşan, mülkiyet, eşitlik, özgürlük, yasa, devlet gibi konulara ele alıp insan ve toplumun gelişimini bu kavramlar üzerinden değerlendiriyor. özgür bireyin toplumla ve devletle ilişkisinin bilhassa üzerinde duruyor birinci bölüm " insan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur" diye başlar. ayrıca rousseau vatandaşlığı ise kitapta şu şekilde tanımlamıştır "biz bütün vatandaşlar kendi çıkarlarımızdan yine hepimizin ortak çıkarları için fedakarlık yaparız. devlet burada sadece bir rol üstlenici konumundadir aslında ve anayasa dedigimiz toplum sözleşmesi, hepimizin tabi olduğu ve kapsayıcı nitelik taşır. kısacası, kendini topluma bağlayan kişi, hiç kimseye bağlanmamış olur ve kendi üzerinden başkasına tanımış olduğu hakların aynını elde etmeyen hiçbir üye bulunmadığına göre de,herkes hem yitirdiginin tam karşılığını, hem de elindekini korumak için daha çok güç kazanmış olur". yine tek ve mutlak bir hükümet biçimi olmadığını devletlerin nüfusuna göre yönetim biçimlerinin de değişiklik göstermesi gerektiğini savunur. rousseaunun bu eseri aynı zamanda fransız devriminin öncülerine de esin kaynağı olmuştur.
-hükümet ya da yüksek yönetim diye yürütme gücünün yasal yoldan kullanılmasına; hükümdar ya da görevli diye de, bu yönetim işini üstüne alan kimseye ya da bütüne diyorum. sy 34
-hükümet ya da yüksek yönetim diye yürütme gücünün yasal yoldan kullanılmasına; hükümdar ya da görevli diye de, bu yönetim işini üstüne alan kimseye ya da bütüne diyorum. sy 34
devamını gör...
2.
tarihin seyrini değiştiren ve dört kitaptan oluşan rousseau eseri. ayrıca bu eser , rousseau 'yu bu fikrin babası konumuna yükseltmiştir fakat hobbes , locke hatta suarez 'in fikirleri üzerine şekillendirilmiş bir eserdir. okunduktan sonra rousseau'nun ; ' l'homme est né libre, et partout il est dans les fers'aforizmasına hak vermemek elde değil.
--- alıntı ---
ıl y a donc trois sortes d'aristocratie : naturelle, élective, héréditaire. la première ne convient qu'à des peuples simples ; le troisième est le pire de tous les gouvernements. la deuxième est le meilleur ; c'est l'aristocratie proprement dite.
--- alıntı ---
--- alıntı ---
ıl y a donc trois sortes d'aristocratie : naturelle, élective, héréditaire. la première ne convient qu'à des peuples simples ; le troisième est le pire de tous les gouvernements. la deuxième est le meilleur ; c'est l'aristocratie proprement dite.
--- alıntı ---
devamını gör...
3.
rousseau'nun, özgürlüğün muazzam bir tanımını da içeren siyaset felsefesine dair eseri.
özgürlük, insanın dilediğini yapması değildir. rousseau bunu, arzularımızın kölesi olmaya benzetir. insan, kendi aklıyla koyduğu kurallara uyabildiği sürece özgürdür.
özgürlük, insanın dilediğini yapması değildir. rousseau bunu, arzularımızın kölesi olmaya benzetir. insan, kendi aklıyla koyduğu kurallara uyabildiği sürece özgürdür.
devamını gör...
4.
sözleşmeci düşünce modern insanın kendine taktığı bir kelepçedir. rousseau’nun kelepçeyi hobbes’tan daha gevşek takması ne yazık ki bunu değiştirmez. okurken haklılığına kapılmak değil şartları zorlayarak kavga etmek gerekir
devamını gör...
5.
6.
jean-jacques rousseau'nun "toplum sözleşmesi" adlı kitabı, modern siyasi felsefenin en etkili ve önemli eserlerinden biridir. kitap, insanların toplumda bir araya gelme nedenlerini, devletin doğasını ve insanların özgürlüklerini nasıl koruyabilecekleri hakkında önemli fikirler sunmaktadır. bu yazıda, "toplum sözleşmesi" kitabının ana fikirleri ve etkileri üzerine bir inceleme yapmaya çalışacağım.
rousseau, "toplum sözleşmesi" kitabında, insanların doğal haklarının, özgürlüklerinin ve eşitliklerinin korunması için devletin oluşumunu tartışır. rousseau, insanların doğal olarak özgür olduğunu, ancak toplumda bir araya geldiklerinde özgürlüklerinin sınırlandığını savunur. bu sınırlandırma, diğer insanların haklarını ve özgürlüklerini korumak için gerekli olduğunu ifade eder. ancak, toplumun bu sınırlandırmaları yaparken, insanların doğal haklarını koruması gerektiğini de belirtir.
rousseau, insanların doğal özgürlüklerini korumak ve diğer insanların haklarına saygı göstermek için bir toplum sözleşmesi yapmaları gerektiğini savunur. bu sözleşme, bireylerin doğal haklarını korurken, toplumda birlikte yaşama kurallarını belirler ve toplumun bireylerin haklarına saygı duymasını sağlar.
rousseau'ya göre, toplum sözleşmesi, insanların özgürlüklerini koruyan bir anlaşmadır. bireyler, doğal haklarını korumak için güçlerini birleştirirler ve böylece herkesin haklarına saygı duyulur. ancak, bu sözleşmenin uygulanması için bir yönetim sistemi gereklidir. rousseau, toplum sözleşmesinin uygulanması için bir yönetim sistemi olarak demokrasiyi önerir. demokrasi, halkın doğrudan veya dolaylı olarak yönetimde söz sahibi olabileceği bir sistemdir. rousseau, demokrasinin insanların özgürlüklerini koruyan ve diğer insanların haklarına saygı gösteren bir yönetim biçimi olduğunu savunur.
rousseau'nun "toplum sözleşmesi" kitabı, modern siyasi düşünce için çok önemli bir eserdir. kitap, devletin doğasını ve insanların özgürlüklerini korumak için gerekli olan toplum sözleşmesinin oluşumunu tartışır.
rousseau, "toplum sözleşmesi" kitabında, insanların doğal haklarının, özgürlüklerinin ve eşitliklerinin korunması için devletin oluşumunu tartışır. rousseau, insanların doğal olarak özgür olduğunu, ancak toplumda bir araya geldiklerinde özgürlüklerinin sınırlandığını savunur. bu sınırlandırma, diğer insanların haklarını ve özgürlüklerini korumak için gerekli olduğunu ifade eder. ancak, toplumun bu sınırlandırmaları yaparken, insanların doğal haklarını koruması gerektiğini de belirtir.
rousseau, insanların doğal özgürlüklerini korumak ve diğer insanların haklarına saygı göstermek için bir toplum sözleşmesi yapmaları gerektiğini savunur. bu sözleşme, bireylerin doğal haklarını korurken, toplumda birlikte yaşama kurallarını belirler ve toplumun bireylerin haklarına saygı duymasını sağlar.
rousseau'ya göre, toplum sözleşmesi, insanların özgürlüklerini koruyan bir anlaşmadır. bireyler, doğal haklarını korumak için güçlerini birleştirirler ve böylece herkesin haklarına saygı duyulur. ancak, bu sözleşmenin uygulanması için bir yönetim sistemi gereklidir. rousseau, toplum sözleşmesinin uygulanması için bir yönetim sistemi olarak demokrasiyi önerir. demokrasi, halkın doğrudan veya dolaylı olarak yönetimde söz sahibi olabileceği bir sistemdir. rousseau, demokrasinin insanların özgürlüklerini koruyan ve diğer insanların haklarına saygı gösteren bir yönetim biçimi olduğunu savunur.
rousseau'nun "toplum sözleşmesi" kitabı, modern siyasi düşünce için çok önemli bir eserdir. kitap, devletin doğasını ve insanların özgürlüklerini korumak için gerekli olan toplum sözleşmesinin oluşumunu tartışır.
devamını gör...
7.
“özgürlüğünüzden çok kazancınızı düşünürsünüz, yoksulluktan korktuğunuz kadar kölelikten korkmazsınız.”
belki de bu yüzden memur zihniyetli bir topluma dönüştük salla başı al maaşı diyerek cebine ay sonunda soktuğu paradan başka bir şey düşünmeyen insancıklar sürüsü. mezbaha da besicisinin önüne koyduğu otu gevelerken birkaç dakika sonra kesim sırasının kendisine geleceğini fark edemeyen koyunlar gibi. her seçimde önüne konan zamlı maaşı yiyip gittikçe fakirleştiğini bile bile buna da razı olan fikri, hür iradesi olmayan adına ister mesaisinin bitmesini bekleyen fikirsiz çalışan topluluğu diyin ister modern köle. sonra toplumun bunu değiştirmek için ne yapması gerekir diye düşünüyorum toplum sözleşmesinde de dediği gibi rousseau devletin kendisinin özgürlük ortamını yaratması gerekirken bunu sözleşmeyi bozmak pahasına yapmaya cesaret etmesi gerekirken üstelik, devlet mekanizmasının ne halde olduğunu görünce kendini mezbaha da bulan koyuna nasıl kızabilirim ki diyorum sonuçta değiştirmek için oy verdikleri partilerin milletvekillerini bile seçemeyen veya sadece seçimden seçime onları düşünen bu adamlarla mı bu iş yürüyecek ki diyorum zaten bunlar değil miydi ki para için parti değiştiren liyakatın içine eden bunu seçen de bu halk değil miydi diyip susuyorum. halk tabanının desteğini doğru siyasi adımlarla alacak ve tüm bu düzeni normal rayına oturtup bunun ekonomik faydasını halkın göreceği bir zemini hazırlamak nereden baksan 20 yıl ki kangren olmuş mekanizmaları düzeltmek tek tek tüm işlevsiz birimlerin fişinin çekilmesi lazım. rahmi koç dediğinde haklıydı bu kadar memura, bu kadar müdürlüğe hiç gerek kalmadan bir düzen oluşturulabilirdi. kendimizi içinden kolay kolay çıkamayacağımız bir kısır döngüde, oy uğruna sokulmuş halde bulduk.
belki de bu yüzden memur zihniyetli bir topluma dönüştük salla başı al maaşı diyerek cebine ay sonunda soktuğu paradan başka bir şey düşünmeyen insancıklar sürüsü. mezbaha da besicisinin önüne koyduğu otu gevelerken birkaç dakika sonra kesim sırasının kendisine geleceğini fark edemeyen koyunlar gibi. her seçimde önüne konan zamlı maaşı yiyip gittikçe fakirleştiğini bile bile buna da razı olan fikri, hür iradesi olmayan adına ister mesaisinin bitmesini bekleyen fikirsiz çalışan topluluğu diyin ister modern köle. sonra toplumun bunu değiştirmek için ne yapması gerekir diye düşünüyorum toplum sözleşmesinde de dediği gibi rousseau devletin kendisinin özgürlük ortamını yaratması gerekirken bunu sözleşmeyi bozmak pahasına yapmaya cesaret etmesi gerekirken üstelik, devlet mekanizmasının ne halde olduğunu görünce kendini mezbaha da bulan koyuna nasıl kızabilirim ki diyorum sonuçta değiştirmek için oy verdikleri partilerin milletvekillerini bile seçemeyen veya sadece seçimden seçime onları düşünen bu adamlarla mı bu iş yürüyecek ki diyorum zaten bunlar değil miydi ki para için parti değiştiren liyakatın içine eden bunu seçen de bu halk değil miydi diyip susuyorum. halk tabanının desteğini doğru siyasi adımlarla alacak ve tüm bu düzeni normal rayına oturtup bunun ekonomik faydasını halkın göreceği bir zemini hazırlamak nereden baksan 20 yıl ki kangren olmuş mekanizmaları düzeltmek tek tek tüm işlevsiz birimlerin fişinin çekilmesi lazım. rahmi koç dediğinde haklıydı bu kadar memura, bu kadar müdürlüğe hiç gerek kalmadan bir düzen oluşturulabilirdi. kendimizi içinden kolay kolay çıkamayacağımız bir kısır döngüde, oy uğruna sokulmuş halde bulduk.
devamını gör...
8.
“insan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur.”
rousseau, aynı hobbes gibi insanı doğal ortamında ve toplum içerisinde ayrı varlıklar olarak değerlendirmekle beraber, özgürlük kavramını uygarlık ve medeniyet ile birlikte düşünmeye sevk eder;
“öyleyse bunu yasallaştıran nedir?”
insanlık tarihinin başından beri genel eğilim, hayatta kalabilmek için birbirleriyle yaşamaları üzerinedir, uygar bir toplum sözleşmesinin temelinde ise ilk ve en önemli adımı atarak, insan en doğal haklarından feragat ederek kendini özgür kılar, ve bireysel bağlamda yurttaşlığın, tüzel anlamda da devletin temelleri atılmış olur. toplum sözleşmesi ile doğal özgürlüğümüzde itkilerimizle elde edebileceğimiz sınırsız hakkımızdan feragat eder, ve toplum içerisinde, yine toplumca korunan mülkiyet hakkını kazanırız.
“salt isteklerin itisine uymak kölelik, kendimiz için koyduğumuz yasalara boyun eğmekse özgürlüktür”
burada hobbes’dan çok farklı olarak şunu ileri sürer; ilerleme kaydedecek medeniyet adına haklarımızı aktardığımız egemen varlık, yine saklı tutulmayan haklarımızın toplandığı, ve yine genel istemimiz doğrultusunda oluşmuş hukuk çerçevesinde korunan halkın kendisidir; egemen varlık, genel istem sonucu seçilmiş bir hükümdar (birey veya tüzel) olamaz. hükümdar, yasacılar, halkın kendisi toplum sözleşmesiyle birbirine bağlıdır, ve politik bütün bu şekilde oluşturulmuştur.
rousseau’nun toplum sözleşmesi, egemenlik hakkını ve onu düzenleyecek olan yasaları toplumu oluşturan bireylerin genel istemine dayamaktadır, bu kimileri için bir demokrasi ütopyası veya totaliter rejimlerin ekmeğine yağ sürecek bir önerme gibi duyulsa da; rousseau eserini, gerçek demokrasinin oluşabileceği nadir şartları özel bir çerçeve içerisinde çizmekten ve genel istemin, art niyetli kimse/kimseler tarafından eğilip bükülebileceğine dair uyarılardan yoksun bırakmamıştır. genel istemin akla dayalı olmasının önemi üzerinde durmuş, doğru yönlendirilme ve yönetilmesinin de ancak devleti oluşturan öğelerin bir güçler ayrılığında ve bu güçlerin denge içerisinde olduğu bir sistemde işleyebileceğini savunur.
benim bilgim dahilinde gerek 13 koloninin george ııı'a karşı, gerek fransız halkının louis xvı’e karşı gerçekleştirdiği, günümüz siyasi anlayış ve düzenine etkisi yadsınamaz devrimlerin tohumlanmasında büyük yeri vardır bu eserin, okuduğum tarih kitapları bunu söylerken hiçbir şekilde haksız değillerdi, şu an içinde bulunduğum toplumu ve düzen, mutlak monarşilerin baskısı altında yaşayan halkların hissiyatlarını anlayabilecek bireyler ile empati kurmamız için en basit haliyle fazla konforlu. ancak toplum sözleşmesi bazen dönemin anlayışına ve yaklaşımına sıkışıp kalsa da, güncelliğini halen koruyan çok önemli soru ve sorunlara rehberlik sunmakta.
rousseau, aynı hobbes gibi insanı doğal ortamında ve toplum içerisinde ayrı varlıklar olarak değerlendirmekle beraber, özgürlük kavramını uygarlık ve medeniyet ile birlikte düşünmeye sevk eder;
“öyleyse bunu yasallaştıran nedir?”
insanlık tarihinin başından beri genel eğilim, hayatta kalabilmek için birbirleriyle yaşamaları üzerinedir, uygar bir toplum sözleşmesinin temelinde ise ilk ve en önemli adımı atarak, insan en doğal haklarından feragat ederek kendini özgür kılar, ve bireysel bağlamda yurttaşlığın, tüzel anlamda da devletin temelleri atılmış olur. toplum sözleşmesi ile doğal özgürlüğümüzde itkilerimizle elde edebileceğimiz sınırsız hakkımızdan feragat eder, ve toplum içerisinde, yine toplumca korunan mülkiyet hakkını kazanırız.
“salt isteklerin itisine uymak kölelik, kendimiz için koyduğumuz yasalara boyun eğmekse özgürlüktür”
burada hobbes’dan çok farklı olarak şunu ileri sürer; ilerleme kaydedecek medeniyet adına haklarımızı aktardığımız egemen varlık, yine saklı tutulmayan haklarımızın toplandığı, ve yine genel istemimiz doğrultusunda oluşmuş hukuk çerçevesinde korunan halkın kendisidir; egemen varlık, genel istem sonucu seçilmiş bir hükümdar (birey veya tüzel) olamaz. hükümdar, yasacılar, halkın kendisi toplum sözleşmesiyle birbirine bağlıdır, ve politik bütün bu şekilde oluşturulmuştur.
rousseau’nun toplum sözleşmesi, egemenlik hakkını ve onu düzenleyecek olan yasaları toplumu oluşturan bireylerin genel istemine dayamaktadır, bu kimileri için bir demokrasi ütopyası veya totaliter rejimlerin ekmeğine yağ sürecek bir önerme gibi duyulsa da; rousseau eserini, gerçek demokrasinin oluşabileceği nadir şartları özel bir çerçeve içerisinde çizmekten ve genel istemin, art niyetli kimse/kimseler tarafından eğilip bükülebileceğine dair uyarılardan yoksun bırakmamıştır. genel istemin akla dayalı olmasının önemi üzerinde durmuş, doğru yönlendirilme ve yönetilmesinin de ancak devleti oluşturan öğelerin bir güçler ayrılığında ve bu güçlerin denge içerisinde olduğu bir sistemde işleyebileceğini savunur.
benim bilgim dahilinde gerek 13 koloninin george ııı'a karşı, gerek fransız halkının louis xvı’e karşı gerçekleştirdiği, günümüz siyasi anlayış ve düzenine etkisi yadsınamaz devrimlerin tohumlanmasında büyük yeri vardır bu eserin, okuduğum tarih kitapları bunu söylerken hiçbir şekilde haksız değillerdi, şu an içinde bulunduğum toplumu ve düzen, mutlak monarşilerin baskısı altında yaşayan halkların hissiyatlarını anlayabilecek bireyler ile empati kurmamız için en basit haliyle fazla konforlu. ancak toplum sözleşmesi bazen dönemin anlayışına ve yaklaşımına sıkışıp kalsa da, güncelliğini halen koruyan çok önemli soru ve sorunlara rehberlik sunmakta.
devamını gör...
9.
aydınlanma öncesinin anahtar kavramı olan itaati yere çalıp iradeyi anahtar kavram olarak öne süren eser.
aydınlanma öncesi dönemin zihniyetinde*, insanlar özünde birer mal/eşya konumundaydılar. buradan direkt köleliğin anlaşılmasına gerek yok, kastettiğim kimsenin bağımsız şekilde yani bir birey olarak varolamaması; herkes bir başkasının kapısında yanaşma. hükümdar seni korur, sen de ona itaat edersin. bu hükümdar kont/dük/kral yani seküler yönetici olabilir, seni dünyevi tehlikelerden koruyan bu zata sen onun ekonomik ve politik sisteminin içinde kalarak* itaat edersin.
bu hükümdar rahip/kardinal/papa yani ruhani yönetici de olabilir. esasen bu hükümdara itaat sekülere itaatten daha çetindir zira seküler hükümdarın alternatifleri vardır, bu hükümdara itaat ise senin öte dünyada şefaat bulmanın/tanrı'nın gazabına uğramamanın tek yoludur. seküler yönetici senin de içinde bulunduğun/aktörü olduğun geçici dünyada iken ruhani yönetici kendisi dışında kimsenin kontak kuramadığı bir öte ve daha önemlisi ebedi dünyanın lideridir; o dünyada rahat etmek istiyorsan bu adam ne diyorsa inanıp geçmen gerekir, fikrinin bir önemi yoktur.
rousseau ve aydınlanmacılar'ın öngördüğü sistem ise inanmak/biat etmek/boyun eğmek geleneğini reddederek sistemi kökünden söker. motto her şeyin açıklanması, insan aklının kavramadığı tek bir şeyin bile kalmamasıdır. aklın bu denli merkezil bir rol edinmesiyle insanın birey olmasının önünü açan bir zihniyet devrimidir kısacası yaşanan, birey olan insan da her şey hakkında düşünür ve kendi kanaatini geliştirir: bunun en büyük etkisi din üzerindedir, insanların üzerinde bir demokles kılıcı gibi sallanan bu kurum tamamıyla bir vicdan meselesi halini alır; o kişiyi değil kişi onu kontrol eder. herkes kalıptan dökülen bir dine inanıp geçmemekte, inandığını ölçüp biçmeye başlar; bu da ya zayıf bir dini sistem* ya da ortadan kalkan/umursanmayan dini sistem* demektir.
kişiyi eski zihniyetin en güçlü sacayağı olan ruhani sistem karşısında bile pasiften aktif* bir konuma yükselten aydınlanma aynısını seküler sistemde de yapacaktır: kraldan talep eden* halk yerine hükümdara dikte eden bir tebaa gelişir ki aslında buna tebaa denemez, tebaa yani yetkiyi ulu bir varlıktan alana tabii olan* ilk tipken yetkisini aldığı ulu varlık her bir kişinin vicdanına hapsolan tarafından yönetilen millet/ulus ikinci tiptir. ikinci tipin yöneticisinin yetki kaynağı millet olmuştur ki yetki kaynağı zaten vergi vererek* sistemi döndüren millet idi; aydınlanma milletin bunu fark etmesini sağlamıştır* * dolayısıyla artık tanrı adına değil millet adına yönetmesi icap etmektedir. bu ise milletin temsiliyeti ile mümkündür.
geriye kalan hükümdarların eski sistemin bittiğini fark edip yeni sisteme uygun hareket etmeleridir. bunu yapan hükümdarlık olarak ingiltere gösterilebilir, görece yumuşak bir geçiş yaşamıştır bu ülkenin hükümdarları. fransa ve rusya'nın hükümdarlarına ise yeni gerçek bıçak ve mermi yoluyla fark ettirilecektir.
özetle bu kitap ve bu kitabın parçası olan aydınlanma, insanı insan kılmıştır.
aydınlanma öncesi dönemin zihniyetinde*, insanlar özünde birer mal/eşya konumundaydılar. buradan direkt köleliğin anlaşılmasına gerek yok, kastettiğim kimsenin bağımsız şekilde yani bir birey olarak varolamaması; herkes bir başkasının kapısında yanaşma. hükümdar seni korur, sen de ona itaat edersin. bu hükümdar kont/dük/kral yani seküler yönetici olabilir, seni dünyevi tehlikelerden koruyan bu zata sen onun ekonomik ve politik sisteminin içinde kalarak* itaat edersin.
bu hükümdar rahip/kardinal/papa yani ruhani yönetici de olabilir. esasen bu hükümdara itaat sekülere itaatten daha çetindir zira seküler hükümdarın alternatifleri vardır, bu hükümdara itaat ise senin öte dünyada şefaat bulmanın/tanrı'nın gazabına uğramamanın tek yoludur. seküler yönetici senin de içinde bulunduğun/aktörü olduğun geçici dünyada iken ruhani yönetici kendisi dışında kimsenin kontak kuramadığı bir öte ve daha önemlisi ebedi dünyanın lideridir; o dünyada rahat etmek istiyorsan bu adam ne diyorsa inanıp geçmen gerekir, fikrinin bir önemi yoktur.
rousseau ve aydınlanmacılar'ın öngördüğü sistem ise inanmak/biat etmek/boyun eğmek geleneğini reddederek sistemi kökünden söker. motto her şeyin açıklanması, insan aklının kavramadığı tek bir şeyin bile kalmamasıdır. aklın bu denli merkezil bir rol edinmesiyle insanın birey olmasının önünü açan bir zihniyet devrimidir kısacası yaşanan, birey olan insan da her şey hakkında düşünür ve kendi kanaatini geliştirir: bunun en büyük etkisi din üzerindedir, insanların üzerinde bir demokles kılıcı gibi sallanan bu kurum tamamıyla bir vicdan meselesi halini alır; o kişiyi değil kişi onu kontrol eder. herkes kalıptan dökülen bir dine inanıp geçmemekte, inandığını ölçüp biçmeye başlar; bu da ya zayıf bir dini sistem* ya da ortadan kalkan/umursanmayan dini sistem* demektir.
kişiyi eski zihniyetin en güçlü sacayağı olan ruhani sistem karşısında bile pasiften aktif* bir konuma yükselten aydınlanma aynısını seküler sistemde de yapacaktır: kraldan talep eden* halk yerine hükümdara dikte eden bir tebaa gelişir ki aslında buna tebaa denemez, tebaa yani yetkiyi ulu bir varlıktan alana tabii olan* ilk tipken yetkisini aldığı ulu varlık her bir kişinin vicdanına hapsolan tarafından yönetilen millet/ulus ikinci tiptir. ikinci tipin yöneticisinin yetki kaynağı millet olmuştur ki yetki kaynağı zaten vergi vererek* sistemi döndüren millet idi; aydınlanma milletin bunu fark etmesini sağlamıştır* * dolayısıyla artık tanrı adına değil millet adına yönetmesi icap etmektedir. bu ise milletin temsiliyeti ile mümkündür.
geriye kalan hükümdarların eski sistemin bittiğini fark edip yeni sisteme uygun hareket etmeleridir. bunu yapan hükümdarlık olarak ingiltere gösterilebilir, görece yumuşak bir geçiş yaşamıştır bu ülkenin hükümdarları. fransa ve rusya'nın hükümdarlarına ise yeni gerçek bıçak ve mermi yoluyla fark ettirilecektir.
özetle bu kitap ve bu kitabın parçası olan aydınlanma, insanı insan kılmıştır.
devamını gör...