1.
son tanımları
2.
sanat
"sanat eseri, yaratışın taklididir, yaratılanın değil."
"sözü edilmeden var olan dünyaya gerçek dünya denir; çünkü bu dünyayı görmek için sözünü etmeye hiç gerek yoktur. öteki ise sanat dünyasıdır, bu dünyadan söz etmek gerekir; çünkü ancak sözü edildiğinde var olur."
"sözü edilmeden var olan dünyaya gerçek dünya denir; çünkü bu dünyayı görmek için sözünü etmeye hiç gerek yoktur. öteki ise sanat dünyasıdır, bu dünyadan söz etmek gerekir; çünkü ancak sözü edildiğinde var olur."
devamını gör...
4.
normal sözlük yazarlarının şiirleri
çarkıfelek
şeref nedimeleri ve terzi kadınlar
şeref nedimeleri ve çarkıfelek çiçeği işlemesini bilen kadınlar
- oğlum sana şeytan diyecekler sakın inanma -
namussuz nehir
seçtiği kısımları yansıtıyor
- ne olur kanma ona -
bir düğün var ve arılar çalışıyor
düğüne ejderha, balık, sinek
öğütleri götürüyorlar
- oğlum ne olur inan -
bir oğlan ejderha öğüdünde alev alıyor
benim tüm küskünlüğüm kız kardeşlerime
hayır yanıltmasın sizi hiçbir dil kıvraklığı
benim tüm küskünlüğüm kız kardeşlerime
terzi kadınlar ayaklanıyor
- benim canım oğlum bu kör kurguda bir yalancılık var -
bir nedime dönüyor, dönüyor, dönüyor
bembeyaz dönüyor elbisesinde çarkıfelek çiçeği
terzi kadınlar intikamını alırken
nedime çarkıfelek oluyor kanlar içinde
- oğlum ağlama bizim kırlangıçlarımız bize yakut getirmez -
nedime ölüyor, düğün ölüyor
bu bizim ölümümüz değil.
şeref nedimeleri ve terzi kadınlar
şeref nedimeleri ve çarkıfelek çiçeği işlemesini bilen kadınlar
- oğlum sana şeytan diyecekler sakın inanma -
namussuz nehir
seçtiği kısımları yansıtıyor
- ne olur kanma ona -
bir düğün var ve arılar çalışıyor
düğüne ejderha, balık, sinek
öğütleri götürüyorlar
- oğlum ne olur inan -
bir oğlan ejderha öğüdünde alev alıyor
benim tüm küskünlüğüm kız kardeşlerime
hayır yanıltmasın sizi hiçbir dil kıvraklığı
benim tüm küskünlüğüm kız kardeşlerime
terzi kadınlar ayaklanıyor
- benim canım oğlum bu kör kurguda bir yalancılık var -
bir nedime dönüyor, dönüyor, dönüyor
bembeyaz dönüyor elbisesinde çarkıfelek çiçeği
terzi kadınlar intikamını alırken
nedime çarkıfelek oluyor kanlar içinde
- oğlum ağlama bizim kırlangıçlarımız bize yakut getirmez -
nedime ölüyor, düğün ölüyor
bu bizim ölümümüz değil.
devamını gör...
5.
holosko artı bir miktar yara
kendisini hiç sevmesem de, her denk geldiğimde kulağımda bu adamın sesiyle çınlıyor. holosko artı bir miktar yara
devamını gör...
6.
sait faik abasıyanık
“hani bazı ressamlar vardır. resimlerini şöyle rastgele, kalenderce, gelişigüzel yapmışlardır, dersiniz. eserlerinde en ufak bir titizlik, aşırı bir itina sezilmez. öyle resimler ki herkese:
‘a… a… bu kadarını ben de yaparım yahu!’ dedirtir. ve bu yüzden başımıza bir sürü amatör çıkartırlar.
bu, gelişigüzel resimlerin peşine takılır, o ressamın hayatını incelersiniz, bir de bakarsınız ki o kolaylığın altında, o kalenderliğin, o sallapatiliğin altında domuzuna bir gayret, kahredici bir sabır, şaşırtıcı bir inat saklıdır. ressam o gevşekliği, o başıboşluğu, o yumuşaklığı, uysallığı çok uzun, çok zahmetli etütlere borçludur. sait’in yazılarındaki o canım kolaylık, o kendiliğinden akış, o kalenderlik de öyle bir kalenderlikti. şöyle bir çırpıda döktürdüğü yazısı olacağını pek sanmıyorum.”
diyor bedri rahmi eyüboğlu, “sait’ten hatıralar” isimli yazısında. mina urgan’ın bir dinozorun anıları kitabında ise,
“sait faik, kılık kıyafeti ve davranışlarıyla, yazar çizer takımının aydınlarına hiç mi hiç benzemezdi. koltuğunun altında kitap taşımaz, okuduklarını anlatmaz, düşüncelerini iddialı iddialı savunmaya kalkmaz, kişiliğini ikide birde ileri sürmez, kendinden hiç söz etmezdi. sait faik ile tanışanlar, bir halk adamı sanırlardı onu. hakları da vardı; çünkü sait faik gerçekten bir halk adamıydı.” şeklinde sözü geçiyor. sanırım sait faik’le ilgili izlenimlerimi en güzel doğrulayan ifadeler bunlar oldu benim için. avareliği, kalenderliği, adalara olan aşkı, oğlan çocuklarına olan zaafı, birçok şeyi çok önemseyip de önemsemez görünüşü ve yazar çizer camiasında çok itibar edilen değerlere itibar etmeyişi ile sait faik, şüphesiz şahsına münhasır bir insan.
ben onu niçin sevdiğimi biliyorum, saydığım özellikleriyle değil, son nitelendirişim ile. kendine özgü olması ile, bir yeni ortaya koyuşu ile seviyorum. kırgınlığı, hassasiyetleri ve duyarlılığı şüphesiz kendine çekiyor ancak yaptığı şeyi tüm “kendiliğiyle” yapması beni büyüleyen. anladım ki ben böyle insanları seviyorum, ister yazsın, ister yaşasın, ister sessiz sedasız yalnızca var olsun.
devamını gör...
7.
iki şehrin hikayesi
"yanıma yaklaşın kadınlar! ne diyorsunuz? bastille ele geçirildikten sonra biz de erkekler gibi öldürebilir miyiz?”
iki şehrin hikayesi, paris ve londra. aslında daha çok bir ingiliz’in gözünden ihtilal fransa’sı. dickens ingilizlere fransızları anlatan biri ve ince bir bakışın göreceği şekilde kendi milletini yücelten bir tavra sahip. bunu kitabın son bölümünde okuyanların bileceği üzere miss pross ve madam defarge’ın çarpışmasında sembolik bir şekilde görüyoruz: “şeytanın karısı olmalısın sen, ama beni alt edemezsin. ben bir ingiliz’im.” kitabın başında ingiltere’de geçen bir yargı sahnesi ve sonunda ise fransa’da geçen bir yargı sahnesi, iki ülkenin hukuk sisteminin karşılaştırılması. devrim şarkısına eklenen bir kelime: ölüm.
insanlar devrilen bir şarap fıçısının kaldırım aralarına sızan akıntısını yalayacak ve bundan bir şenlik oluşturacak kadar açlık ve sefalet ile boğuşurken yüreklerine bir ilham düşürülüyor: başka bir hayat mümkün. ve bu ilham, halkın vahşi ve ilkel, adalet kaygısı olmayan bilinçsiz intikam duygusunu harekete geçiriyor: kral ve kraliçenin günlerce sergilenen kesik başları gibi. bir çocuğu arabasıyla ezdikten sonra arabasının kirlenip kirlenmediği konusunda kaygılanan monsenyörün katledilişi gibi. ya da hiçbir suçu olmayan, ama ömrü boyunca içinde bulunduğu konfor alanından çıkmayışlarının hesabını vermek zorunda kalan asillerin giyotin sırası beklemesi gibi. krala hakaret suçunun bedeli yerini koruyor, sadece bu sefer “kral” kelimesinin yerini “cumhuriyet” almış durumda, taraflar yer değiştirmiş. günde kaç baş kestiğinin hesabını yapan devrimciler, adaletin ne olduğu konusunda hiçbir endişeye sahip değil. aynı asırlar boyu onlara sefaleti yaşatan aristokrasinin sahip olmadığı gibi. bu da dickens’ın okuyuculara sorgulatmak istediği bir şey: devrim şiddetten soyutlanabilir mi? devrime karşı dirilişe ne dersiniz peki?:)
tüm bu sorgulamaların ötesinde, bu kitaptan bana kalan sydney carton’ın içindeki boşluğu yaptığı fedakarlıkla doldurması oldu.
devamını gör...
8.
selçuk baran
pencereyi açıyorum. karşı apartmanların onlarca ışıklı penceresi... tuzağa düşürülmemiş kişiler oturuyor oralarda; belirsizlik içinde boğulmamış olanlar. mermer sütunların ardındaki yosunlu havuzları, anızlı kırmızı toprakları özlemiyorlar. uygun devinimlerle kımıldıyorlar, geriniyorlar. biraz sonra uykuya bırakacaklar kendilerini. beklenmeyene karşı bağışıklı olan onlar... ve sen... şimdi uyuyorsun. uykuların en güvenlisini. güvensiz olan bana güvenerek.
bana güven vermeyen hayata güvenerek... güven içinde olduğunu düşünmeyecek kadar güvenli, bağışıklı, erinçli olan sen...
arjantin tangoları kitabından.
devamını gör...
11.
soğuk kapalı yağmurlu havadan hoşlanan insan
bu havaya bayılıyorum ama yağmurlu bir havada dışarıda olmaktansa, evden yağmuru izlemeyi tercih ediyorum. daha güvende olduğumu hissettiriyor, dışarıda yağmur var, bir tehdit unsuru var ama ben evde ve güvendeyim.
devamını gör...
12.
güne geceye ana bir kısa öykü bırak
"adamın biri, öykü anlattığı için köyünde çok sevilirmiş. her sabah köyden ayrılır, akşam döndüğünde de, bütün gün çalışıp yorulmuş olan köylüler çevresine toplanıp sorarlarmış:
'neler gördün bugün? hadi anlat.' anlatırmış o da: 'ormanda flüt çalan bir pan gördüm, çevresinde küçük periler halka olmuş dans ediyordu.' 'başka ne gördün? anlat,' dermiş köylüler. anlatırmış: 'deniz kıyısına vardığımda, dalgaların üzerinde üç denizkızı gördüm; altın bir tarakla yemyeşil saçlarını tarıyorlardı.' köylüler bu öyküleri anlattığı için çok seviyorlarmış onu.
bir sabah her zamanki gibi köyden ayrılmış. deniz kıyısına geldiğinde bir de bakmış ki, dalgaların üzerinde üç denizkızı altın bir tarakla yeşil saçlarını tarıyor. gezintisini sürdürmüş; ormana yaklaştığında, flüt çalan bir pan ve halka olup dans eden periler görmüş... o akşam köyüne döndüğünde, köylüler her akşamki gibi, 'neler gördün? hadi anlat,' deyince, 'hiçbir şey görmedim.' demiş. "
devamını gör...
14.
rüzgarlı vadi
mis gibi tanımlar girilmiş ben de o muhteşem sahneyi bırakayım. buradan
en sevdiğim miyazaki filmi, nausicaa da en sevdiğim karakteri.
en sevdiğim miyazaki filmi, nausicaa da en sevdiğim karakteri.
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://media.normalsozluk.com/up/2021/10/31/1zyhbg8lx63zfdm7-t.jpg)
devamını gör...
15.
asaf halet çelebi
en sevdiğim şiiri he olan şair. yazım tarzı sebebiyle çağdaşı olan şairler tarafından kendisiyle çok dalga geçilmiştir. bunak diyen mi dersin, hakkında fıkra yazan mı dersin, karikatür çizen mi...
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://media.normalsozluk.com/up/2021/10/31/hunx3uunwmkitg9o-t.jpg)
yazdıklarını kültür şiiri sınıfına dahil edebiliriz. telmih sanatını ve tarihi/mitolojik/dini şahsiyetleri şiirlerinde çok kullanır. kullandığı kelimelerin anlamının didiklenmesine karşı tavrı şu şekildedir:
saf şiir parçalanmayan bir tek kelime halinde olunca ona ne bir şey ilave edebilmeğe, ne de ondan bir şey eksiltmeğe imkan olamaz. şiirde bazı kelimelerin lügat manalarını aramak da bence lüzumsuzdur. çünkü şiir kelimelerin bir araya gelmesinden hasıl olan büyük bir kelimeden başka bir şey değildir. bir tek kelime hecelere ayrıldığı zaman nasıl o heceler başlı başına bir mana ifade etmezse, şiirde de teker teker kelimelerin manalarıyla uğraşmak beyhudedir.
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://media.normalsozluk.com/up/2021/10/31/hunx3uunwmkitg9o-t.jpg)
yazdıklarını kültür şiiri sınıfına dahil edebiliriz. telmih sanatını ve tarihi/mitolojik/dini şahsiyetleri şiirlerinde çok kullanır. kullandığı kelimelerin anlamının didiklenmesine karşı tavrı şu şekildedir:
saf şiir parçalanmayan bir tek kelime halinde olunca ona ne bir şey ilave edebilmeğe, ne de ondan bir şey eksiltmeğe imkan olamaz. şiirde bazı kelimelerin lügat manalarını aramak da bence lüzumsuzdur. çünkü şiir kelimelerin bir araya gelmesinden hasıl olan büyük bir kelimeden başka bir şey değildir. bir tek kelime hecelere ayrıldığı zaman nasıl o heceler başlı başına bir mana ifade etmezse, şiirde de teker teker kelimelerin manalarıyla uğraşmak beyhudedir.
devamını gör...
16.
he
asaf halet çelebi'nin şiiri. buradan
“he”nin iki gözünden iki çeşme şeklinde akan gözyaşları, şirin’ine kavuşmak için dağı delen ferhad’ın gözyaşlarıdır. şiirde ifade edilen gözyaşı damlaları da şekil itibariyle “he”ye benzer. mitolojik bir hikâyeyi tasavvufi imgelerle birleştiren asaf hâlet çelebi, sözcüklerden felsefi bir dünya kurma ustalığını da sergiler. “ﻫ”harfinin iki gözlü biçiminden yola çıkan şair, haykırışa çıkan bir ağlayışla mutlak sevgiliden ayrı olan aşığın “âaah”ına tasavvufi bir boyut kazandırır. “ﻫ” allah kelimesinin son harfi ve “o” manasına gelen hüve’nin baş harfidir. tarikat zikirlerinde karşılık beklemeden yapılan en faziletli zikir şekli, allah’ın “hu” zatî ismi ile yapılanıdır.aşığın çektiği “âh” dervişlerin zikir esnasında çektikleri “hu”yu anımsatır. bu şiirde ferhâaad, âaahhh, ejderhâ sözcüklerinin eski harflerle yazımı da göz önüne alındığında, elif’in -“ve ayaklar altında yamyassı” dizesinde- he’ye vurulan bir kazma olduğu görülebilecektir. ayağa benzeyen elif’in altında ezilen he imgesi şiiri güçlü kılar. şair, “he” nin pitoresk görünümünden hareketle ‘ejderha bakışlı he’ ifadesiyle masalsı bir derinlik kazandırır.
daha fazlası için
“he”nin iki gözünden iki çeşme şeklinde akan gözyaşları, şirin’ine kavuşmak için dağı delen ferhad’ın gözyaşlarıdır. şiirde ifade edilen gözyaşı damlaları da şekil itibariyle “he”ye benzer. mitolojik bir hikâyeyi tasavvufi imgelerle birleştiren asaf hâlet çelebi, sözcüklerden felsefi bir dünya kurma ustalığını da sergiler. “ﻫ”harfinin iki gözlü biçiminden yola çıkan şair, haykırışa çıkan bir ağlayışla mutlak sevgiliden ayrı olan aşığın “âaah”ına tasavvufi bir boyut kazandırır. “ﻫ” allah kelimesinin son harfi ve “o” manasına gelen hüve’nin baş harfidir. tarikat zikirlerinde karşılık beklemeden yapılan en faziletli zikir şekli, allah’ın “hu” zatî ismi ile yapılanıdır.aşığın çektiği “âh” dervişlerin zikir esnasında çektikleri “hu”yu anımsatır. bu şiirde ferhâaad, âaahhh, ejderhâ sözcüklerinin eski harflerle yazımı da göz önüne alındığında, elif’in -“ve ayaklar altında yamyassı” dizesinde- he’ye vurulan bir kazma olduğu görülebilecektir. ayağa benzeyen elif’in altında ezilen he imgesi şiiri güçlü kılar. şair, “he” nin pitoresk görünümünden hareketle ‘ejderha bakışlı he’ ifadesiyle masalsı bir derinlik kazandırır.
daha fazlası için
devamını gör...
18.
iltifat etmek
güzel olanı takdir edebilmek güçtür, yaşatır. beğenilerimi saklamamaya karar verdiğimde çok daha iyi hissetmeye başladım ve hissettirdim.
devamını gör...
19.
uyanış (kitap)
kate chopin'in 1899'da yayımladığı, edna karakteri ile evlilik kurumunu eleştirdiği ve kadınların bastırılmış cinsel kimliklerini yansıttığı politik bir roman. edna bir kadın olarak bireyselleştirilen değil, evde çocukları ile şeker bekleyen çocuksu varlığa dönüştürülür erkek zihninde. dolayısıyla chopin, edna ile toplumun kalıplaşmış değer yargılarını yıkmak için radikal söylemler geliştirir.
ben uyanış'tan umduğumu bulamamıştım. daha derin ve anlamlı bir yolculuk bekliyordum. belki de beklememeliydim, dönemin feminist yazarlarının daha somut, daha siyasi, daha yüzeysel dertleri vardı belki de ve bunun için suçlanmamalıydılar. ama benim beklediğim, içinde olduğumuz şey bir hapisse, başka bir hapiste başka bir manzaraya bakarken özgürlük naraları atmamak, buna bir eleştiri getirebilmek. benim beklediğim, yolculuğun başında bir kadın, insan olmanın anlamına sahip çıkmayı gözardı etmeyen bir kadın, cinsiyet rolleri üzerinden düşünmenin kısıtlayıcılığının farkına varmış bir kadın.
devamını gör...
20.
biri hiçbiri binlercesi
biri hiçbiri binlercesi'nin pirandello'nun hayatına baktığımızda ne denli otobiyografik ögeler içerdiğini fark ederiz. eşi antonietta ruh hastalığı sebebiyle yazarı tanımamaya, ona farklı bir isimle seslenmeye başlar. bu pirandello'ya ilk kişilik bölünmesini yaşatır: biri çocuklarının gerçeği, diğeri ise eşinin gerçeği olan pirandello.
işte biri hiçbiri binlercesi tam olarak bu noktada başlıyor. eser aslında insanın kendisini göremeyeceğini, iletişimde olduğu hatta göründüğü herkes için yeniden kurgulandığını ve bu kurguları asla kendi içinde bilemeyeceğini; insanın yüz binlerce olduğunu ve bu yüz binlercenin bir bütünlüğe doğru aktığını anlatıyor.
karakterimiz moscarda, herkes için “biri” olmanın yolunu kendisi için hiç kimse olmakta bulur. yansıma benliği görebilmenin tek yolu budur, başkaları için olduğun kişinin farkında olmak kendin için olduğun kişiyi öldürmeyi gerektirir.
peki siz, kendinizi bir şekilde inşa etmeden kendinizi tanıyabileceğinize inanıyor musunuz? ya ben sizi, kendime özgü bir şekilde inşa etmezsem sizi tanıyabilir miyim? ya da siz beni kendinize özgü bir şekilde inşa etmezseniz beni tanıyabilir misiniz? sadece şekil verdiğimiz şeyleri tanıyabiliriz. bu nasıl bir tanıma olabilir? işin aslı bu şeklin kendisinde mi acaba? evet, hem benim için hem de sizler için geçerli bu; ama benim için olduğu şekil sizin için aynısı değil; zaten ne ben kendimi sizin bana atfettiğiniz şekilde tanıyabilirim, ne de siz kendinizi benim size atfettiğim şekilde tanıyabilirsiniz; hiçbir şey herkes için aynı değildir; her birimiz sürekli değişiriz ve değişiyoruz da zaten.
devamını gör...