sonsuzluk yolcusu yazar profili

sonsuzluk yolcusu kapak fotoğrafı
sonsuzluk yolcusu profil fotoğrafı
rozet
karma: 11906 tanım: 553 başlık: 80 takipçi: 105
''Akıl ve zekâ sana kibir verir; Sen ahmak ol da gönlün doğru kalsın.'' Muhammed Celâleddin-i Rûmî

son tanımları


sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

yaklaşık 1 haftalık zaman diliminde sözlüğe girdiğimde daha çok rahatsız ettiğini hissettiğim, gittikçe artan ve sebebini anlayamadığım içsel bir sıkıntımın olduğunu profilimin giriş panelinde anlatmış ve artık sözlükte yazmayacağımı açıklamıştım. ancak, bunu yazarken neredeyse 2,5-3 yıldır yazdığım, düşüncelerimi ifade etme fırsatı veren sözlük yönetimi ve moderasyonuna teşekkür etmeyi unuttuğumu gördüm. hatta, başka bir sözlükteki hesabımı da aynı nedenle kapattığımdan, oranın değerli sözlük yöneticisine de teşekkür etmeyi ihmal ettiğimi gördüm ve üzüldüm. bir de ekşi sözlük hesabım olsa da henüz çaylaklıktan bir terfi alamadığım için orada şimdiye dek yazarlık yaptığım söylenemez. şu halde 3 ayrı sözlükteki yazarlık serüvenimi aksi bir karar almadığım sürece sonlandırıyorum. bu sözlükler içinde en çok normal sözlükte yazılarım olduğundan üye olduğum ilk günden itibaren kibarlık ve nezâketle beni karşılayan, sözlük formatına ilişkin sorduğum sorulara yüksünmeden cevaplar veren, bana karşı saygı duyduklarını samimi söz ve hitablarıyla hissettiren hanımefendi-beyefendi tüm değerli sözlük yönetici ve moderasyonuna içten teşekkürlerimi sunuyorum. bu içten teşekkürlerime, aceleyle terkettiğim
daha önce burada da yazarlık yaptığını bildiğim kirpi sözlük'ün değerli yöneticisi de dâhildir. aynı şekilde sözlüğünde saygısını ve sevgisini dile getiren ve sözlüğü ile ilgili çözüm odaklı yaklaşımlarıyla kolaylıklar gösteren kirpi sözlük yöneticisine de çok teşekkür ediyor ve alelacele üyeliğimi sonlandırdığım için üzüldüğümü belirtmek istiyorum. eğer burada üyeliği mevcutsa, bu teşekkürümü ve özrümü haber alacaktır, diye ümit ediyorum.

sözlükte teşekkür etmek istediğim bir başka grup, bana değer verip yazdıklarımı ve paylaşımlarımı okuyan, onları olumlu ya da olumsuz değerlendirmelerine almayı esirgemeyen değerli takipçilerimdir. bu takipçilerim için de ''bot'' tâbir edilen hesaplar var mıdır bilmem. ama ben, hiçbirisini ayırmadan hepsine ayrı ayrı saygı ve sevgilerimi sunmak istiyorum. saygıdeğer takipçilerim ve takipçim olmasalar da yine de sayfama uğrayıp düşünce ve yüreklerinde paylaşımlarımı tartıp değerlendiren sözlük okuyucuları! bu sözlükte benim de doldurduğum bir yerin olduğunu, sözlüğün bir değeri olduğumu bana hissettirdğiniz için hepinizi tüm içtenliğimle sevdiğimi bilmenizi diliyorum, yürek dolusu teşekkürlerimle ancak bu minnetimi anlatabiliyorum.

şimdi de sözlükten ayrılma zamanımın geldiğini sanki bana hatırlatan yaratıcı'nın buna vesile kıldığı can sıkıntıma neden olan gerçek fâil ve sebeplerini hâlen kavrayamadığım huzursuzluğuma bilerek, isteyerek (kasten) neden olan kişiler varsa, onların benden doğrudan doğruya özür dilemelerini istemiyorum. eğer vicdanlarında bana karşı yanlış bir düşünce, yanlış bir niyet, yanlış bir söz ya da yanlış bir takım girişim ve hareketlerde bulunduklarını düşünüp değerlendiriyorlarsa, allah'a tövbe etmelerini diliyorum. can sıkıntımın bana hissettirdiği tehevvürle profil giriş sayfamda her ne kadar ''onlara hakkımı helâl etmiyorum'' demişsem de bundan vazgeçiyor ve sizlere de hakkımı helâl ettiğimi bildiriyorum. çünkü, buraya üye olduğum günkü gibi taze ve iyi niyetlerle ayrılmak istiyorum. buna rağmen beni sevmeyenler, değer ve düşünceleriyle bağdaştıramayanlar olacaktır ki bu pek tâbidir. aslında olması gereken budur. ben, ''herkes beni sevsin'' demiyorum ki ''ben sevmediklerimin, düşüncelerini beğenmediklerimin şahsına nasıl saygı duyuyorsam bana da saygı duyulsun'' istiyorum. yine de insana mahsus bu kişilik değerinden mahrum varlıklar varsa, onların da bu kişilik değerinin kendilerindeki eksikliğini tez vakitte fark etmelerini diliyorum. burada hiçbir sözlük yazarı ile polemiğe girmeyeceğimi, beni tanıyanlar bilir. ben, yıkıcı tartışmayı sevmem. çünkü, yıkıcı tartışmada sevgi yoktur, pekiyi ne vardır? olumsuz olan ve sizi, bizi aşağılara çeken her ne duygu varsa vardır.

''paylaşımlarım, düşüncelerim yüzde yüz doğrudur, yüzde yüz herkesi kapsayıcıdır'' diye kim öne sürebilir? bu büyük iddianın altında ezilmeyecek kişioğlu var mıdır? anlaşılsın, diye söylüyorum. burada biricik gerçeği ben söylüyorum, demiyorum. anladınız mı? söylediklerim, düşüncelerim, tanımlarım bana göre gerçektir, bana göre ilkeseldir diyorum ve ''ya hu! ne yapalım, bu adamın görüşü de buymuş'' demenizi istiyorum. haa, bu görüşü beğenirsin, beğenmezsin, doğru bulursun, bulmazsın, kendinden bir parça görür sahiplenirsin ya da belki nefret edersin. işin burasına ben karışmıyorum; insanlara da ''sen niye benim sözümü beğenmedin, sen niye benim sözüme uymadın?'' demiyorum. eeee zâten bunu demek, en büyük zulüm değil mi? kişinin özgürlüğüne müdahale etmek değil mi? elbette ki zulümdür, özgürlüğü kısıtlamaktır. bu yolla bir insana bir şeyler anlatmak allah'ın nazarında doğru da değildir. allah (celle celâlühü), özgür seçimlerimizin sonuçlarıyla ilgilenir. ama, beyler, hanımlar! şunu da bilin: beni tanımlarımla, duygu ve düşüncelerimle, yorum ve değerlendirmelerimle de hiç biriniz yargılayamazınız. kimsenin haddine değil, ''ama sen de şöylesin, böylesin'' demek. ben, allah'ın kuluyum, hatası, unutması olan bir insanım. fakat kendimi ben bile yargılayamam. beni yargılayacak olan allah'tır. ben, allah'ın nezdinde iyi bir insanım. bunu nerden biliyorum, derseniz; beni yarattıktan sonra burada sahipsiz ve bir başıma bırakmamış; yaratıcım birtakım hikmetli işleriyle beni bir şekilde uyarıyor, alışılmadık yollarla haber verip, hissettiriyor. bu yüzden ben kendime değer verip, kendim için bir şeyleri güzelleştirmek isterim ya da istemeliyim. sonuçta bunu yaptığımda irademin meyvesini yemiş olacağım. kendim için güzel bir şey yapmış olacağım. işte bütün mesele budur.

bugün buraya uzun bir yazı yazıyorum. çünkü yazarı olmakla sevindiğim bir sözlükte vedâ yazısı yazıyorum. bu yüzden içimde bir şey kalmasın istiyorum. bakın, burada bir sözlük yazarı vardı. herkes onu bilir, saygı duyulan bir insandı...''ateist kaplumbağa'' ... ben, onun müstear ismi nedeniyle gerçekten ateist olduğunu düşünüyorum bu arada. çünkü, inanç durumunu vurgulamak istemiş. ''müslüman kaplumbağa'' da diyebilirdi kendine, dememiş. her neyse şakayı bırakalım. yazdığı yorum ve tanımlarda ateist olduğunu ya da olmadığını belirttiyse ben karşılaşmadığım için bilmiyorum. şimdilerde, hatta şimdilerde değil, bayağı uzun bir süredir yazmıyor. bu adamdaki ruh güzelliğini, kimi zaman çevremdeki bazı inançlı olduğunu belirten insanlarda göremedim ben ve üzüldüm. hâlen, bu insanın eğer inançsız ise ebedî bir kurtuluşa erişmesi için duâlar ediyorum. ama, ''imân, inanç'' dediğimiz şey, gıyâbımızda birilerinin güzel duâlarıyla tek başına parlayacak bir değer değil ki; bunun için özgür bir seçim yaparak adım atmak beklenir insandan. işte ondan sonra allah, onun motivasyonuna göre, kendini değiştirme, yenileme aşkına, şevkine göre yardım eder ona; onun önüne başka başka vesileler çıkarır, birinin duâsı da zaten olgunlaşmış bir sürecin tamamlanması adına son aşamadır belki, bunu bilemeyiz.

sözlükte çaylaklığı sırasında dikkatimi çeken bir yazar vardı. nitekim, çaylaklığı sona erer ermez sözlük yazarı olarak sözlükte bir yıldız gibi parlamaya başladı. maşallah, öyle remizler, öyle imgelerle yazıyordu ki bazı yazılarını okuyup anlayabilmek için dönüp dönüp 3-4 kez okuduğumu bilirim. belli ki bir şeyleri anlatmaya çalışıyordu; ama onda ''herkes beni anlasın'' endişesi yoktu. bir gün cesâretimi topladım. dedim; ''şuna bir mesaj göndereyim de bir değerlendirmemi söyleyeyim'', ama ''darılır mı, gücenir mi?'' diye de korkmadım değil. yine de mesajı yazma kararı verdim, çünkü yazıp göndermesem patlayacağım, biliyorum, sonra bu duygu beni rahatsız eder. ''keşke söyleseydin, niye söylemedin?'' gibi gibi... neyse efendim! ben buna mesajı gönderdim, dedim ki; ''değerli yazar arkadaşım merhaba, ya hu iyi yazıyorsunuz, hoş yazıyorsunuz ama ben bazı yazılarınızı hiç anlayamıyorum ki! öyle birbiri ardına rumuzlar, simgeler, imgeler, mazmunlar sıralanıyor ki ''burada ne demek istemiş olabilir'', ''şurada ne söylemek istemiş olabilir'' diye bir mücadeleye giriyor insan.'' anlamına gelebilecek şekilde düşüncelerimi paylaştım. şimdi o da yazmıyor bildiğim, gâliba ayrıldı. dolayısıyla sözlük adını söylemekte bir sakınca olmadığını düşünüyorum. ben bu ''kestane'' arkadaşın, ''ya hu, kusura bakmayın, hiç dikkat etmemişim, bir dahakine düzeltirim, daha anlaşılır yazarım'' filan demesini beklemişim ki baktım, burnundan kıl aldırmıyor, kafasında kurguladığı düşünceleri, hikâyeleri birtakım metaforlarla anlatma üslubunu benimsediği, anlayamıyorsam yapacak bir şeyin olmadığı'' anlamına gelecek açıklamalar yaptı. işte o zaman, karşımda gerçek bir yazarla muhâtab olduğum düşüncesiyle heyecanlandım ve bu arkadaşımızın yazılarını daha bir dikkatle ve onun yazılarını hazırlama hassasiyetine eş oranda bir anlama cehdiyle okudum ve okuduklarımdan bediî zevkler aldım. gerçekten bu arkadaşın farklı bir yönü vardı, edebî zenginliğine hayran kaldığım nâdir yazarlardandır, hatta tektir. niye, uzun uzun bu örnek üzerinde durdum, belki merak edersiniz; sözlükte böyle dolu yazarlar var; aslında sözlük ortamı bu yönleriyle yararlanmasını bilenlere iyi bir imkândır. ama, işte biliyorsunuz; târif etmeyeyim, boş, mâlâyâni hatta zararlı, bir faydası olmayan zamanı kemiren farelikler de var. düşünceme göre bunlara itibar etmemek gerekir. itibar ediliyorsa, bu türlü paylaşımların kendine değer verenler için zararlı olduğu bilincine ulaşmak gerekir. bu farkındalık, sözlükte ne kadar çoğalırsa nitelik de kendiliğinden artacak; niteliğin artması tüm sözlük üye ve okuyucuları için karşılıklı bir fayda sağlama dönüşümünü gerçekleştirecektir. niteliğin azalıp, pespâyeliğin artması da aynı oranda kendine ve zamanına değer veren sözlük üye ve okuyucuları için olumsuz bir ivmeyle sözlük ortamını çekilmez kılacak ve sözlük yazar ve okuyucuları için sözlük, onları mutlu eden, öğreten, öğrettikçe olumlu anlamda değiştirip geliştiren bir mecrâ olmaktan çıkacaktır.

son olarak, sözlük okumalarımda, hâricen roman, hikâye gibi edebî ya da deneme nitelikli kitaplarda hep yazarlarının konuştuğu, hikâye kurgusu içinde oluşturdukları kahramanları konuşturdukları bir serencâmla karşılaşırız. hep düşünürüm: acaba, bir roman yazarı, bir öykü, hikâye yazarı, kurgusal bir eser verdiğini düşünürken kendi romanını, kendi öykü ve hikâyesini de bilerek yahut bilmeyerek yazabilir mi? bazı yazarlarda bu hassâsiyet vardır; hikâye ve romanlardaki kurguyu bir şekilde senarize ederek aslında kendi yaşamına ışık tuttuğunu röportajlarında anlatan yazarların var olduğunu biliyoruz. ben bunu çok hoş buluyorum. hem kendin için yazıyorsun, kendin ondan dersler çıkartıyorsun, hem de kim bilir nerelerde, tanımadığın, bilmediğin köşelerde, kimlerin zihin ve kalblerinde hangi değerlerin taşlarını döşüyorsun? aslında böyle bir niyetle yazdığında, ilhâmı serbest bırakmış gibi oluyorsun. doğru, iyi, güzel şeyler sana, sen fark etmesen bile güvenli bir yerlerden akıyor; bilmesen de hissedersin; sen de bir vesile oluyor, anlatıyorsun. ama herkes sana bakıyor. halbuki, ona değil de o ilhâmın kaynağına, arka planına bakmak gerekmiyor mu? güzel sözdür; ''söyleyene değil, söyletene bak'' derler. ancak, bu durum yazılanların, emek verilenlerin evrensel anlamda da doğruya, iyiye, güzele olumlu şekilde katkıda bulunması hâlinde geçerlidir. öte yandan, kalbine akan nuru değil de şeytan vesvese ve vehimlerini esas alarak bir yazma stili geliştirmek de mümkündür. insanları kırıp, geçirirsin, sonra geçici bir sevince gark olursun; ardından da pişmanlığını yaşarsın. bu, düşünceme göre yazarlık değildir, insanın kendi kendine, belki bilmeden yaptığı ciddi bir kötülüktür. bunun ayırdına varmamız gerekir. roman, hikâye, öykü, deneme, fıkra her neyse, neyi yazmak istiyorsak yazabiliriz. çünkü tercih, bizim için bir hak olduğu kadar aynı zamanda bir sorumluluktur. zira, böyle düşündüğümde, bizim hayat hikâyemizi dokuyan bir yaratıcı olduğu inancı daha fazla kendini gösteriyor. var olan inanç daha da artıyor yâni. bâzen gaflet hâlinde bâzen de bilincin yön verdiği şekilde yaşayıp gidiyoruz. günün sonunda hayat hikâyemizi elimizde okuyacağız. orada hata ve kusurların mı daha çok, yoksa iyi ve doğru yaklaşımların mı daha çok bir renk hâlinde yer etmesini isterdik? elbette ikincisidir. sözlerimiz ufuk mu açmalı, içimizi mi karartmalı, ümit mi vermeli, ümitsizlik mi aşılamalı, çözüm mü üretmeli, yoksa var olan çözümsüzlüklere yenisini mi eklemeli?... bu soruları artırmak mümkündür. gâliba, anlatmak istediğimi anlatabildim diye düşünüyorum. daha fazla da başınızı ağrıtmayayım.

eveeet! sözü tamamlamaya sıra geldi. yukarıda dedim ya bu defa bayağı bir uzun yazacağım, isterse kimse okumasın. kimse okumasa bile ben okurum ya! ya da ben okuyorum ya!... bu da yeter. haa şu da var, sizi sevmesem deli gibi bunları niye yazayım ki? bırakır, çeker giderim. ama o zaman burada geçirdiğim zamanımı, duygu ve düşünce mâceramı, doğrularımı, yanlışlarımı, hatalarımı, sevaplarımı, yâni kısacası kendimi inkâr etmiş olurum. işte ben buna gelemem. normalde yazdıklarıma gelen övgü ve beğeniler, kimden gelirse gelsin beni sevindirirdi. bu sevinç, hem duygu ve düşüncelerimde yalnız olmadığım fikrini bana gösterdiğinden beni mutlu ederdi, hem de duygu ve düşünce ortaklığı içinde bulunduğum kitleyi gösterirdi. yanlış anlaşılmasın, burada övgü ve beğenilere göre şekil alan veya bunları esas tutan bir anlayıştan bahsetmiyorum, bu yanlıştır, bilinmesini isterim. bu defa son yazıma övgü ve beğeni beklemiyorum, sadece okunmasını umuyorum. yazdıklarımı sonuna kadar güzel bir sabır ve tahammülle okuyup değerlendirenlere şimdiden teşekkür ediyorum. okumayanların, okumaya tenezzül etmeyenlerin de canları sağ olsun.

bu sözlükte tanıdığım, tanımadığım, bir şekilde tanım ve yorumunu görüp beğendiğim, tanımlarını okuyup mutlu olduğum, bana güzel duyguları hissettiren, yeri geldiğinde oturduğum yerden kahkalarla güldüren, yeri geldiğinde de bir üzüntüsüne, derdine ortak edip paylaşan siz değerli sözlük ahâlisi! hayatta size başarılar, sağlık, âfiyet ve mutluluklar dilerim. eğer, tanım ve yorumlarımla bilmeden zülfüyâre dokunduklarım olduysa onlardan da özür dilerim, beni affetsinler. affetmek istemezlerse de affetmesinler ne yapayım? kendiniz bilirsiniz. ama bu sözlükte bir kısmını bildiğim bana karşı çok yanlış, beni denemek ister gibi manipülatif çok davranış bozukluklarıyla karşılaştım ben. onların yüzlerine vurmadım kabahatlerini, ''belki yaptıklarının yanlış olduğunu allah bir gün bunlara bildirir'' dedim. üzüldüm mü? üzüldüm tabi; ama ne yapacaksın? yapılanlara karşı ahmak rolü oynadım mı? oynadım. niye oynadım? niye bilmezlikten, duymazlıktan geldim? karşındaki kof bir ruha sahip, ona bir elinde terazi bir elinde topuzla yaklaşırsan onun da eli boş değil, sana ağza alınmayacak her türlü küfür ve sövgüde bulunur; ama terazisini kaybettiğinden hem yanlış davranışıyla hem de üste çıkma girişimiyle beni kırardı. yanlış yaptığını da anlamazdı. neyse, bırakalım artık bu mevzuları....

nihâyetinde, bildiğim-bilmediğim, tanıdığım-tanımadığım kalbimi kıran ne kadar sözlük insanı varsa hepsine hakkımı helâl ediyorum. evet, şu an bu noktadayım ve gâyet mutluyum. sözlükte az miktardaki tanımımı bırakıp bırakmama konusunu ayrıca değerlendireceğim. hepinizi saygı ve sevgiyle selâmlıyorum. hoşça kalın!...
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının covid-19 aşısı hakkındaki görüşleri

kimi hakaret içeren, kimi mantıklı eleştiriler barındıran, kimi de olumlu düşünceler beslenen görüşlerdir. covd-19 aşısını vurunmayanları, cahil, yobaz, bağnaz, aşı karşıtı gibi takdim eden sermaye diasporası, sözde aşının muhtemel zararları ile ilgili mantıklı ve bilimsel açıklamaların önünü bu yolla almak istemişti. isminin önünde ''prof'' unvanı taşıyan, ama hakikatte bilim ahlâkından tamamen uzak, bir takım ilaç şirketlerinin mümessili gibi hareket eden adamların pandemi süreci içinde utanmadan, aşı yaptırmayanları ''vatan hâini'' olarak yaftaladıklarını görmüştük. kimdi bu adamlar? insanlara bu şekilde hakaret etme hak ve yetkisini kim ya da kimlerden almışlardı? bunları bilemedik. bunlardan hukuk önünde hesap da sorulmadı.

halbuki, aşı olup olmamak tamamen bireylerin şahsî tercihleriyle alâkalı bir konu idi ve anayasamıza göre de kimsenin zorla aşılanamayacağı ortada iken maalesef, insanları işten çıkarmakla tehdit eden bazı işverenler, kraldan çok kralcı türedi şarlatanlar televizyon ekranlarında fink atar olmuşlardı.

belli ki önceden senarize edilmiş bir proje insanlığa zorla yutturulmaya çalışılıyordu. çünkü aşılarla ilgili aksi görüşte olanların belli başlı sosyal medya mecrâlarında görüşlerini dile getirmeleri, televizyon ekranlarına çıkmaları istenmiyordu. gözden kaçan sosyal medya paylaşımları, bir şekilde fark edildiğinde hemen ortadan kaldırılıyor, paylaşım sahibine uyarı üstüne uyarılar gönderiliyordu. neden bu sansür uygulanıyordu? insanların tercih yapma hakları neden ellerinden alınmak isteniyordu? neden ''biontek'' adlı ''mrna'' aşısı yaptırmak isteyenlerden öncesinde, bu aşıdan kaynaklı olabilecek her türlü rahatsızlık ya da zararı gönül rızasıyla kabul ettiklerine dair imzalı protokoller alınıyordu? insanlar, neden covid-19 aşısı adı altında zorla denek olmaya yönlendiriliyordu? parklarda, meydanlarda, kalabalıkların olduğu merkezlerde, henüz aşı onayı dahi almamış, ileriki yıllarda insana ne gibi olumsuz etkileri olabileceği konusunda faz çalışmaları sonuçlandırılmamış ve kanser hastaları için geliştirilen ''rna'' bazlı biontek aşıları, bakkal ürünü peynir ekmek gibi insanlardan gönüllü denek olduklarına ilişkin imzalar alınarak anlam veremediğim bir acelecilikle uygulanıyordu.

bugün internet haber sitelerinde, başka ülkelerde sözü geçen ilaç firması aleyhine açılan davaların haberleri geçiliyor. pandemi başladıktan sonra, hastalığın tedavisi için sadece dsö protokollerinin uygulanması mecburiyeti, toplumda korku heyûlasının büyütülmesi için yeterli imkânı vermişti. 1 yıl boyunca ülkede tatbik edilen hidroksilklorokin ilacının neden olduğu ölümlerin covid-19 ölümleri olarak topluma yutturulması ve bunun hiç hesabının sorulmayışı, ölenlerin kaçının ağır ilaçların etkisiyle, kaçının gerçekten covid-19 kaynaklı olduğu günümüze dek belirlenemedi.

hatırlayın; bilerek ya da bilmeyerek hastayım diyeni test yaptırıp ağır ilaçlarla entübe edilecek duruma sokuyorlar, ardından da entübe ediyorlardı. entübe durumundaki insanlara o vaziyette bile videolar hazırlatılıp insanlara bir an önce aşı olmaları gereği korku pompalanarak isteniyordu. ama, covid-19 ve piyasaya çıkmış aşılar ile ilgili sağlam ve net bilgi aradığınızda ise çelişkilerle dolu, bir gün söylenilenleri diğer gün tutmayan açıklamalar yapılıyor, insanların muazzam bir kafa karışıklığı yaşamaları bilinçli şekilde isteniyormuş gibi bir tutum sergileniyordu. aşı niteliğine sahip olmayan ama topluma dayatılan aşıların toplum sağlığına ileriye dönük etkileri ile içerikleri hakkında halkı bilinçlendirmeye uğraşan az sayıdaki akademik kariyer sahibi doktorla, ekranlar önünde bilimsel tartışmalar yapılarak halkın iknâ edilmesi için uğraşılacağına, bu aksi görüş sahibi doktor ve bilim insanları tahkir edici sözlerle karalanmaya çalışılıyordu.

ben, pandemiyi sermaye ve belli merkezlerde güç sahiplerinin başı çektiği bir sağlık terörü olarak görüyor ve yorumluyorum. rızasıyla covid-19 aşısı olanlara ve bu aşının yaptırılması gerekliliğine inananlara saygılıyım ancak zorbalığa karşıyım. aynı şekilde covid-19 aşısını mahzurlu görenlerin görüşlerine de gönülden katılıyorum. kendisi gibi covid-19 aşısı yaptırmamış olanları karalayan, hakaret eden terbiyesizleri ise hiç kaâle almıyorum.

covid-19 aşısına karşı çıkanları, toptancı bir yaklaşımla tamamen aşı karşıtı gibi lanse edip hizmetleri karşılığında ilaç şirketlerince doğrudan ya da dolaylı fonlanan sahtekârları, covid-19 aşısı yaptırmayanları vatan hâinliğiyle suçlayarak nefret suçu işleyen vatan hâinlerini artık çok iyi tanıyorum. pandemi süreci bana bu anlamda emsalsiz bir ibret dersi olmuştur.
devamını gör...

höşmerim

balıkesir'in ana malzemesi peynir mayası, çiğ süt ve irmikten ibâret tatlısına isim olmakla birlikte konya'da un, süt, bal ve kaymak ile yapılan çok lezzetli bir helvanın adıdır. yaz mevsiminde dondurma üstüne konularak servis edilir.
devamını gör...

coğrafi keşifler

avrupa'nın dünya zenginliklerini keşfetme ve ele geçirme merakının bir sonucudur. akıllı bir girişimdi. avrupa, keşiflerin semerelerini toplayıp bunu teknik gelişmeye esas kılarak, zamanının süper gücü olan osmanlı'ya karşı mücadele edebildi ve hatta kimi savaşlarda galip gelebildi. avrupa, coğrafi keşiflerle gün gün güç ve zenginlik toplamasına bedel osmanlı aydını ve idarecileri, bir kaç istisnâ dışında, statükoyu koruma refleksiyle hareket ederek avrupa'nın gelişimine karşı sadece askerî tedbirler almayı düşünebildiler. karadeniz, akdeniz hâkimiyetini yeterli buldular. açık deniz ve okyanuslarda portekizlilere, venediklilere üstünlük sağlayamadılar. gemileri, açık denizciliğe uygun değildi; açık denizlerde istedikleri gibi fink atacak denizcilik tecrübe ve bilgilerinden mahrumdular.

kanunî sultan süleyman'ın kurduğu meşhur süleymâniye medreselerinde tabiat bilimleri değil ağırlıklı şekilde dinî ilimler okutulmuştu. aradan taaa bir kaç asır geçtikten sonra, gerileme dönemine girip savaş üstüne savaşlar kaybederek yüksek savaş tazminatları vermeye başladıktan sonradır ki osmanlı'nın tıraşı gözüne indi de avrupaî harp okulları açılmaya, oradan eğitmenler getirtilmeye çalışıldı. yine de osmanlı, kurtuluşu sadece askerî alanda yapacağı yeniliklerde görmüştü; felsefe gibi tabiat bilimleri gibi aklî sahalara yan gözle bakılıp, koyu softalık anlayışı eğitimdeki egemenliğini hâlen sürdürüyordu.

halbuki, avrupa coğrafi keşiflerle yeni yeni yerler keşfetmiş, oraların zenginliklerini gemi gemi kendi topraklarına taşımış, zenginlik adamları düşünmeye yöneltmiş ve hristiyanlık dogmalarını alaşağı ederek yeni bir vizyon, yeni bir bakış açısı kazanmışlar. düşüncenin, aklın, fikrin önü açılmış; ondan sonra da buharlı gemiler, makineler derken bir bakmışız biz hâlâ, bugün olduğu gibi, dinde olmayan bir takım hurâfelerle, kısır çekişmelerle, hurmanın kırk çeşit faydalarını çözmeye çalışmakla, namazda ayak baş parmağının yerinden oynamasıyla tâdil-i erkânın dışına çıkılıp çıkılmadığıyla uğraşıyoruz.

avrupa'nın 14-15 ve 16. yüzyıllarda gerçekleştirdiği aydınlanmayı, bugün avrupa'nın müreffeh hayatını ve sosyal ve ekonomik anlamda kendi sefil yaşantımızı görüp idrak ederek çok geç bile olsa acaba biz de yaşayabilecek miyiz?
devamını gör...

eziyet

türk ceza kanunu'nun 96. maddesinde tanımlanan bir suçtur. madde metni şöyledir:
''(1) bir kimsenin eziyet çekmesine yol açacak davranışları gerçekleştiren kişi hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (ek cümle:12/5/2022-7406/5 md.) suçun kadına karşı işlenmesi hâlinde cezanın alt sınırı iki yıl altı aydan az olamaz.
(2) yukarıdaki fıkra kapsamına giren fiillerin;
a) çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı,
b) üstsoy veya altsoya, babalık veya analığa ya da eşe veya boşandığı eşe karşı,
işlenmesi halinde, kişi hakkında üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.''

işkence suçu ile aralarında farklar vardır: işkence suçunu sadece kamu görevlileri işleyebilirken, eziyet suçunu herkes işleyebilir. kamu görevlisinin işlediği işkence suçuna, kamu görevlisi olmayan kişiler de birlikte iştirak etmeleri hâlinde işkence suçunu işlemiş gibi sorumlu tutulurlar.

işkence suçunun kovuşturulması için zamanaşımı süresi yoktur. bu suç, ne kadar zaman geçerse geçsin her zaman yargılamaya konu olabilir. fakat, eziyet suçunun kovuşturulması zamanaşımına bağlıdır. tck.nın 96/1. maddesinde anlatılan eziyet suçu, en fazla 12 yıl dava zamanaşımına tâbi iken, tck.nın 96/2. maddesindeki ''a'' ve ''b'' bendleri hâlinde anlatılan eziyet suçları ise en fazla 22,5 yıl dava zamanaşımına tâbidir. zamanaşımı başlangıç süreleri suç tarihinden itibaren işler.
devamını gör...

mescid-i nebevi

hz. peygamberimiz'in (allah'ın salât ve selâmı o'nun ve âilesinin üzerine olsun.) mekke'den medine'ye hicretinin ardından bizzat temeline taş taşıyarak inşâsında çalıştığı mesciddir. islâm ansiklopedisinde verilen bilgilere göre mescid arsası, sehl ve süheyl adlarında iki yetimden bir rivâyete göre 10 dinara satın alınmış, diğer bir rivâyete göre ise arsa sahipleri tarafından bağışlanmış. mescid-i nebevî, zamanında sadece namaz kılınan bir ibâdethâne olmaktan öte siyâsî konuların görüşüldüğü, yemek yenilen, sohbetler edilen, yeri-yurdu olmayanların uyuyup barındıkları, ilim tahsil edilen sosyal ve kültürel bir merkez konumundadır. günümüzün câmî tanım ve işlevlerine göre mescid-i nebevî tamamen içtimâî ve bireysel hayatın içinde çok geniş bir yer tutmaktadır.

mescîd-i nebevî, çok sade ve şatafattan uzak şekilde inşâ edilmekle birlikte, asıl amaç insanı islâm'ın güzellikleri ve umdeleriyle teçhiz ve tenvir etmekti. nitekim, ''asr-ı saâdet'' nâmıyla tarihe geçen bir güzel zaman diliminde islâmlığın kazandırdığı ahlâk ve insanlık değerleriyle adlarından hâlen bahsedilegelen peygamber arkadaşlarının her konuda allah'ın rızâsını önceleyen tutum ve yaşantıları bunu açıkça ispat ediyor. günümüzün câmi ve mescitleri ise saraylar kadar ışıklı ve göz alıcı olmasına rağmen, genel itibariyle câmi cemaatlerinin o nispette islâmî bilgi ve şuurdan mahrumiyetleri göze çarpıyor. şeklin, görünümün, algının ve maddî olanın, içerik ve keyfiyete, mânâya tercih edildiği zamanların ağırlığı altında eziliyoruz ve her geçen günle özden uzaklaşıyoruz.
devamını gör...

gadir-i hum

şii itikadında imâmet doktrinine mesned kabul edilen bir olaydır. hz. peygamber'in (allah'ın salât ve selâmı o'nun ve ehl-i beytinin üzerine olsun.) veda haccı sonrası mekke ve medine şehirleri arasındaki bir vâdinin bulunduğu yer civarında olan gadir-i hûm mevkiinde yaptığı açıklamalardan adını almaktadır. burada, allah rasulü'nün hz. ali (allah o'ndan râzı olsun) hakkında yukarıda değerli yazar turab'ın da belirttiği üzere; ''allah, benim mevlâmdır. ben de sizin mevlânızım. ben kimin mevlâsı isem; ali'de o' nun mevlâsıdır.'' şeklinde buyurduğu rivâyet edilir.

söz konusu rivâyeti, imâmet anlayışına sahip olan şiâ ekolü, hz. peygamber'den sonra halifeliğe hz.ali'nin geçmesi gerektiğine dair önemli bir hüccet kabul ederler. bu rivâyetten, peygamberimiz'in yerine halef olarak hz.ali'yi veliaht olarak bıraktığı sonucunu çıkarırlar. hatta, yine yukarıda sayın turab'ın vurguladığı gibi mâide sûresi 67. âyet'in bu olaydan hemen önce indirilip, hz. ali'nin peygambere halefliğini, peygamber'den sonra yönetimi devralmak sorumluluğunu yüklediğini belirtirler.

bazı ehl-i sünnet bilginleri ise gâdir-i hûm olayının gerçekleşmediğini söyleyerek bunu inkâr ederler. halbuki, 6 sahih (güvenilir) hadis kitabını mündemiç olan ''kütüb-i sitte'' adlı eserde bu hâdisenin gerçekleştiğine dair sahih hadisler bulunmaktadır. bu sebeple, gâdir-i hûm olayının gerçekleştiği konusunda benim herhangi bir şüphem yoktur. ancak, bu olaya şiâ itikadının bağladığı sonuçlar din bilginleri arasında tartışılmış ve gâdir-i hûm olayını kabul eden ehl-i sünnet bilginleri birtakım cevaplar vermişlerdir. bu cevaplar şöyledir:

1- gâdir-i hûm olayında allah râsulü'nün, hz. ali hakkındaki sözleri, kendisinden sonra gelecek halifeyi belirlemek için değil, bilâkis yemen'deki ''mezhac'' kabilesini islâm'a dâvet etmesi için gönderilen hz. ali'nin silahla direniş görmesi akabinde onları yenmesi ardından elde edilen ganimetlerin paylaşımı konusunda hz. ali'ye adâletsizlik yaptığı iftirâsı atıldığı için peygamberimiz'in ''allah, benim mevlâmdır. ben de sizin mevlânızım. ben kimin mevlâsı isem; ali'de o' nun mevlâsıdır.'' açıklamasını yapma ihtiyacını duyduğu içindir.

2- peygamberlik, tıpkı saltanat gibi babadan oğula aktarılan bir pâye olmadığı gibi, hz. peygamber'in kendi yerine de hz. ali'nin geçmesini emretmesi ya da işaret etmesi islâmî ilkelerle bağdaşmaz. zira, örneğin nisâ sûresi 58. âyetinden, yönetimin ''liyâkat'' ve ''ehliyet'' ilkelerine göre belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. kimin yönetimde bulunacağı hususu, islâmî ilkeler ışığında kan bağıyla belirlenemez; yönetim konusunda şûra, yâni şimdiki tâbirle ortak düşünce esas alınmaktadır. peygamber ise kur'ân'ın çizdiği bu sınırların dışında hareket etmemiş ve kur'ân'ın rağmına kendisinden sonra gelecek bir vekil ya da imam belirlememiştir.

3-şiâ itikadınca ileri sürülen bu iddianın doğru olduğu bir an için kabul edilirse, o zaman hz. ali'nin kendisinden sonra hilâfete, yönetime geçmesi konusunda hz. peygamber'in beyanı doğrultusunda hareket etmediği, bunun için mücadele etmediği anlaşılır ki bu durum hz. ali'nin hak davası yolunda hiçbir girişimde bulunmadığı şeklinde itham edilmesi sonucunu doğurur.

4-allah rasûlü'nün kendisinden sonra yerine vekil, imam veya halife bırakmış olsaydı, bunu yoruma açık şekilde değil, bilâkis açık bir biçimde, hiç bir yoruma ve iltibâsa meydan vermeyecek tarzda açıklaması gerekirdi.

5-olaya delil gösterilen mâide sûresi'nin 67. âyetine gelince; bu âyetin tamamen gâdir-i hûm olayı ile bağlantılı olduğu yolundaki çıkarımların eksik ve hatalı olduğu yönündedir. gerçekten de âyetin nüzul sebebinin gâdir-i hûm olayında anlatıldığı üzere, hz. peygamber'in hz. ali hakkındaki açıklamalarıyla ilgili olduğuna dair birkaç rivâyet ve anlatım bulunmaktadır. fakat, bundan başka onlarca rivâyette hz. ali'nin yemen dönüşü asılsız, ama üzücü ve haksız ithamlara mâruz kalması belirtilmekte, peygamber'in açıklamalarının buna ilişkin olduğu, mâide 67. âyeti ile bu olayın bir ilgisi olmadığı anlatılmaktadır.

yine, mâide sûresi'nin 67. âyeti hemen altındaki 66. âyet ile birlikte anlamca değerlendirildiğinde, şiâ itikadına göre hz. ali'nin imametini değil, yahudi, hristiyan ve müşriklerin şerlerinden allah rasulü'nün çekinmeden allah'tan indirileni tebliğ etmesi gerektiği anlaşılır. burada 67. âyet ile verilen mesaj, hz. ali'nin, peygamber'den sonra gelecek halife olduğu hususu olsaydı, peygamber'in bunu çekinmeden, rahatlıkla ifade etmesi beklenirdi. çünkü, böyle bir açıklama yapmış olsaydı, genel itibariyle bu atama müslüman topluluğu tarafından itiraza uğramadan kabul edilirdi.

evet, gâdir-i hûm olayı ile ilgili bazı ehl-i sünnet bilginlerinin şiâ iddia ve itikâdına yönelik itiraz nedenleri de kısaca böyledir. ben de burada, yukarıda arz ve izâh etmeye çalıştığım itirazlarda önemli bir haklılık payının bulunduğu kanaatindeyim.
devamını gör...

her şeyi mahvedince yapılacaklar

her şeyden önce sorumluluğu kabul edip mertçe sonuçlarına katlanmak ve râzı olmaktır. sonra da her şeyi mahveden hata her ne ise bunun bir kez daha hayatımızda tekrarına izin vermemek adına ibret almaktır. her şeyi mahvetmek bir kusur ise kusuru kabul etmemek ve kibir sergilemek katmerli cürümdür ve her şeyi onlarca kez ardı ardına mahvetme vebâlini dahi sükût ettiren, müsâmaha ile merhameti hak etmeyen bir küstahlık ve aymazlıktır.
devamını gör...

ölüm

mirasçılar arasında miras hukukunu doğuran en önemli ve biricik olgudur. öyle ki ölüm olmadan miras hükümleri uygulanamaz. miras hüküm ve esaslarının, yasal ve saklı pay mirasçılık oranlarının, kimlerin yasal ya da saklı pay mirasçısı olduklarının tespiti ise ancak ölüm tarihi dikkate alınarak yapılır.

örneğin 1926 yılında kabul edilen türk kanun-u medenîsi’nde 1990 yılına kadar miras bırakanın alt soyu, yâni çocuklarının saklı payları yasal miras paylarının 4’te 3’ü oranında uygulanırken, yanlış hatırlamadıysam 3678 sayılı kanun ile yapılan değişikliğe istinâden yasal ve saklı pay oranları ciddi oranda düşürülmüştü. buna göre artık miras bırakanın çocukları, yasal miras paylarının ancak ½’si kadar saklı pay alabiliyorlar. ölüm 1990’dan önce vuku buldu ise miras bırakanın çocuklarının saklı payı yasal miras payının 4’te 3’ü iken 1990’dan sonra öldü ise miras bırakanın çocuklarının saklı payı, yasal payın ½’si oluyor.

yine meselâ 2007 yılında türk medeni kanunu’nda yapılan değişiklikle miras bırakanın kardeşlerinin saklı payları kaldırılmıştı. ölüm 2007’den önce gerçekleştiyse kardeşler saklı pay alabiliyorlar, ama 2007’den sonra ölüm meydana geldiyse kardeşler saklı pay alamıyorlar. ancak, miras bırakan, ileride meydana gelebilecek bu tür yasal değişikliklerden mirasçısının olumlu ya da olumsuz etkilenmesini istemediğini belirteceği bir vasiyetnamede mirasçısının saklı payının –örneğin- ½ olduğunu, bu oranın yasal düzenlemelerle değişerek artıp azalması halinde bile bu ½ saklı pay oranını almasını vasiyetname ile güvence altına alabilir ya da yasal değişikliklere göre vasiyetnamesini revize ederek yeni duruma uyarlayabilir.

ölüme dair felsefi, edebi ya da dinî bir yorum her ne kadar konu başlığı altına daha uygun görülse bile ölümün farklı bir yönüne dikkat çekmeye çalıştığım bu tanımın da burada yer alması gerektiğine inanıyor, yararlı olmasını umuyorum.
devamını gör...

28 haziran 2023 normal sözlük bayramlaşması

kurban bayramı münasebetiyle yapılan bir bayramlaşmadır. ''kurban'' kelime anlamı itibariyle yakınlık kurma, yakınlaşma anlamlarına gelmektedir. türkçedeki, ''akraba'' kelimesi ile de ''kurban'' ın anlamca irtibâtı vardır.

dîvân şâiri zâtî'nin kurban bayramını, sevgiliye kavuşmak için can verme günü olarak algıladığı güzel bir beytinde;
''geldi rûz-ı mübârek 'îyd-i edhâ' nâmıdır
âşıkûn cânâna kurbân olmagûn eyyâmıdır.'' yâni, ''mübârek gün geldi; adı kurban bayramıdır. âşıkların sevgiliye kavuşma bayramına can vermelerinin günüdür.'' demişti.

inanan sözlük yöneticileri ve sözlük üyeleri ile tüm mü'minlerin kurban bayramını tebrik ediyorum, bayramın günah ve kusurlarımızın affına vesile olmasını, şâirin buyurduğu gibi allah'a yakınlaşmamıza dair güzel bir neden teşkil etmesini diliyorum.
devamını gör...

geceye bir şiir bırak

''her rind bu bezmin nedir encâmın bilir
dünyâmızı nâgâh, zalâm örtebilir
bir bitmeyecek şevk verirken beste,
bir tel kopar, âhenk ebediyyen kesilir.'' yahya kemal beyatlı
devamını gör...

kendime düşünceler

yazarının sadece kendisini muhâtap alarak yazdığı bir kitaptır. bu kitapta başkalarına seslenme, onlara bir öğüt verme tavır ve endişesi yoktur. ancak, burada anlatılanlar, aslında insanlığın da düşüncesini meşgul eden meseleler, dertler, tasalar, duygu ve fikirler olup, anlatıcının didaktik ve üstenci bir dille değil de kendisi için bir çözüm arayışının ürünüdür. özellikle, bu anlatıcı maddî pek çok şeyi istediği an, hiç zahmet çekmeden elde edebileceği niteliğe sahip ve fakat kendisini buna rağmen içten gelen bir disiplinle kısıtlamaya muktedir olabilen bir kimse ise kuşkusuz, kendine yönelik düşüncelerinin ne olduğu hususunun insanlığın merakını hak etmesi doğal karşılanmalıdır.

dinî metinlerde anlatıldığına göre allah, insanlığa neden yaratıldığını, yaratıcısının kim olduğunu, dünya ve âhiret mutluluğunun nasıl elde edilebileceğini bir rivâyete göre yüz yirmi dört bin nebi (elçi) göndererek bildirmiş. bunlardan yirmi beş peygamberin ismi kur'an'da geçmektedir. belki marcus aurelius da yaşadığı zamanın toplumuna gönderilmiş bir allah elçisi idi. bunu bilemiyoruz. ancak, kitabında kaydettiği kendine yönelik kimi eleştiriler, her insanın yüzleşmek zorunda olduğu eleştirilerdir. bundan başka, marcus aurelıus düşüncelerinde, islâm'a ait renkler de görmek mümkündür.

kitabından küçük bir iktibas: ''sabah kalkmayı canın istemezse şunu düşünebilirsin: ''insanlık görevi için kalkıyorum. eğer bunun için doğdu isem, bunun için dünyaya gönderildi isem niye huysuzlanıp duruyor ve canımı sıkıyorum. örtülere sarılarak kendimi ısıtayım diye mi yaratıldım ben? ''ama, bu çok keyiflidir!'' '' öyleyse sen bu dünyaya keyif çatmak için mi geldin, eyleme geçmek için, çaba harcamak için değil mi?!''
devamını gör...

hac

her müslüman tarafından yapılması gereken, kâbe'nin etrafının dualarla 7 kez dönülmesi suretiyle gerçekleşen bir ziyarettir, bir ibâdettir. hac ile ilgili yukarıda, değerli yazarlar ne zaman gitti tren ve turab tarafından içeriğine dair kapsamlı açıklamalar yapıldığı için yazımda hac ibadetinin çılgın bir kazanç elde etme iştihâsına hizmet eden bir sektör hâline getirilmesini eleştirmeye ve anlatmaya gayret edeceğim.

bu ibâdetin zengin müslümanların üzerine farz olduğu yönünde yanlış bir kanaat vardır. yâni, parası olanların hacca gidebilecekleri, parası olmayanların ise bu ibâdeti yapmaya hakları olmadığı ya da bu ibâdeti yapamadıkları için farziyetten kaynaklanan sorumluluğun olmadığına dair saçma-sapan, dinde yeri bulunmayan bir anlayış, sanki hakikatmiş gibi herkese yediriliyor ve dahası müslümanların çoğunluğu da bunu sorun etmeyip kabulleniyor.

geçen pazar günü yakın bir akrabamı hac kur'asında çıktığı için kutlamaya ve hac ibâdetini sağlıkla yapıp yine sıhhat-âfiyet içinde dönmesi temennilerimizi sunmaya gitmiştim. ona sordum:
''- orhan abi! hacca nasıl gideceksin. bir turizm şirketi ile mi, diyanet işleri aracılığıyla mı?''
''- diyanet işleri bizi götürüyor. hac ile ilgili yol ve oradaki barınma, yemek masraflarını biz diyanet'e yatırıyoruz.'' dedi. bunun üzerine;
''- pekiyi orhan abi, bu hac ibadeti için bir kişi ne kadar para yatırıyor?'' deyince, duyduğum rakam beni hem üzdü hem de şaşırttı. orhan abi, sadece kendisi için 137.000,00 tl. , eşi için de 137.000,00 tl. yatırarak toplam 274.000,00 tl. para karşılığında hac ibâdetini yapacakmış, anlattığına göre, hac kur'ası çıkan pek çok müslüman, bu bedelin çok yüksek olması nedeniyle hacca gidemeyeceklerini belirtip sıralarını iptal ettirmişler. bu para, kur değişimlerinden anında etkilenen bir para olup, yarım saat sonra hacca gidecek olan bir müslümandan 145.000,00 tl. şeklinde ücret talep edilmiş.

değerli okuyucular, bakınız hac ibâdeti nasıl da ibâdet olmaktan çıkıp tam olarak bir rant hâdisesine dönüşmüş görüyor musunuz? ben de hac ibadetimi yapmak istiyorum. ama köşede 150.000,00 tl. param yok da örneğin 50.000,00 tl param var. hacca neden gidemiyorum? diyanet işleri başkanlığı, genel bütçeli bir idaredir. bütçesi hazineden gelir. bir televizyon kanalında gördüm. bu seneki bütçesi 16,5 milyar tl. civarındaymış. 26 tane bakanlık bütçesinden de fazlaymış bu bütçe. mâdem ki, diyanet işleri başkanlığı'nın bu kadar parası var. yeterli parası olmayıp, hac ibâdetini yerine getirmek isteyen müslümanların parasını tamamlayarak, bu insanların ibâdetlerini huzur içinde yapmaları için gerekli harcamaları yapmasını beklemek doğru değil midir? bu bütçenin her sene 8-9 milyar tl.'si hac ibadetini yapmak isteyip de yeterli parası olmadığı için yapamayan müslümanlar için kullanılamaz mı?

633 sayılı diyanet işleri başkanlığı kuruluş ve görevleri hakkında kanun'un 7/c. maddesinde diyanet teşkilatı birimlerinden olan hac ve umre hizmetleri genel müdürlüğü'nün görevleri şöyle sayılıyor:
''1) hac ve umre ibadetlerinin usulüne uygun, sağlık ve güvenlik içinde, hizmet talep edenlerin hakları korunacak şekilde yerine getirilmesi amacıyla yurt içinde ve yurt dışında gerekli tedbirleri almak, ilgili ülke, kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapmak, bu konulardaki hizmet ve faaliyetleri düzenlemek, yürütmek ve denetlemek.
2) hacda kurban ibadetinin usulüne uygun şekilde yerine getirilmesi için gerekli çalışmaları yapmak.
3) ilgili birim, kurum ve kuruluşlarla işbirliği yaparak hac ve umreye gideceklerle görevlilerin eğitimini sağlamak.
4) görev alanına giren konularda hizmet satın almak''

yine aynı kanun'un ''hac ve umre hizmetlerinin yürütülmesi'' başlığı ile geçen 13. maddesinde, hac ve umre paralarının hangi amaçlarla harcandığı, seyahat acentelerine verilen kontenjan oranı, seyahat acentelerinin diyanete verdiği teminat paraları, gerektiğinde diyanet'in de seyahat acentelerinden hizmet satın aldığı gibi hususlara dair kapsamlı bir düzenleme yapıldığını görüyoruz:

''hac ve umre ibadetlerinin usulüne uygun, sağlık ve güvenlik içinde, hizmet talep edenlerin hakları korunacak şekilde ifası amacıyla, başkanlık ve/veya başkanlığın denetim ve gözetimi altında ilgili mevzuatı gereği uluslararası her türlü seyahat hizmetleri verme yetkisini haiz seyahat acentaları tarafından hac ve umre seferleri düzenlenir. seyahat acentalarına tahsis edilecek kontenjan oranı cumhurbaşkanınca belirlenir ve bu orana göre tespit edilen sayı seyahat acentalarınca kullanılmak üzere topluca verilir. gerektiğinde bu acentalardan hizmet satın alınabilir. başkanlıkça düzenlenen hac ve umre seferlerinde 14/9/1972 tarihli ve 1618 sayılı seyahat acentaları ve seyahat acentaları birliği kanununun 4 üncü maddesinde sözü edilen işletme belgesi aranmaz. (2)

başkanlıkla ve hac ve umreye götüreceği vatandaşlarla yaptığı sözleşme hükümlerine uymayan, götürdüğü hacı veya umreciye sözleşmede taahhüt ettiği hizmeti vermeyen veya eksik veren acentaya fiilin ağırlığına göre uyarma, kınama, kontenjan kısıtlaması, süresiz veya 1-3 yıl arası organizasyondan men, söz konusu acenta yetkililerinin bir başka isim altında aynı hizmeti yürüten acentalarla acenta görevlisi olarak görevlendirilmemesi müeyyidesi bakanlıklararası hac ve umre kurulu kararı ile verilir.

hac ve umre organizasyonunda hizmetlerin ifası sırasında meydana gelebilecek zararların karşılanması amacıyla, hac ve umre organizasyonu düzenleyen seyahat acentaları; götürdükleri her bir hacı başına aldıkları ücretin tamamı, götürdükleri umreci başına ise aldıkları ücretin yarısı kadar başkanlığa teminat verir. seyahat acentaları ayrıca, anılan organizasyonlarda başkanlıkça sunulan idari hizmetler, personel desteği, denetim, gözetim ve rehberlik, eğitim, sağlık ve benzeri hizmetler karşılığı alınacak hizmet bedelini ve ilgili ülke tarafından hacı başına talep edilen miktarı başkanlığa öder. hizmet bedelini belirlemeye ve gerektiğinde teminatları indirmeye bakanlıklararası hac ve umre kurulu yetkilidir.

başkanlık, gerektiğinde hac ve umre hizmetlerinin alım-satım, ulaşım, muhasebe ve mali işlemlerinin bedeli mukabilinde yürütülmesinde türkiye diyanet vakfı ile işbirliği yapar. türkiye diyanet vakfına ödenecek bedel hac ve umre komisyonunca belirlenir. belirlenen hac ve umre ücretleri başkanlığın denetiminde, türkiye diyanet vakfınca açılacak hac ve umre hesabına yatırılır. anılan vakıfça açılan hac ve umre hesabından hac ve umre hizmetleri, başkanlığın yurt içi ve yurt dışındaki faaliyetleri, eğitim, öğretim, yayın, bilimsel proje ve araştırma faaliyetleri, konferans, sempozyum ve benzeri toplantılar ile dinî nitelikli diğer hizmet ve faaliyetler için gereken harcamalar yapılır. harcamalar, diyanet işleri başkanı veya görevlendireceği bir başkan yardımcısının başkanlığında hac ve umre hizmetleri genel müdürü, üç genel müdür ve bir hukuk müşavirinden oluşan hac ve umre komisyonu kararlarına dayanılarak yapılır. anılan komisyon, tahmini harcamalarının her hac mevsimi sonunda, hangi hizmet ve faaliyetlere hangi miktar ve oranlarda ve hangi şartlarda yapılacağına dair kararlarını bir program çerçevesinde belirler.

hac ve umre ibadetlerinin ifası amacıyla münhasıran başkanlıkça yapılan faaliyetler kurumlar vergisinden muaftır. bu faaliyetler nedeniyle yapılan işlemler harçlardan, düzenlenen kağıtlar damga vergisinden müstesnadır. bu paralar kamu kaynağı ve kamu geliri olarak değerlendirilmez.

hac ve umre seyahatleri ile ilgili iş ve işlemler ile hac ve umre hesabından yapılan bütün harcamalar her yıl hac mevsimi sonunda başkanlık ve gerektiğinde cumhurbaşkanlığınca görevlendirilecek denetim elemanları tarafından denetlenir.

hac ve umre hizmetlerinin yürütülmesi, hac ve umre hesabının oluşturulması, bu hesapta yer alan tutarların harcanması, hac ve umre dönemlerinde hac ve umre faaliyetleri için yurt içinde görevlendirilen başkanlık personeline (…) (1) sınav hizmetleri karşılığında ödenecek ücretler, bakanlıklararası hac ve umre kurulu ile hac ve umre komisyonunun kuruluş, görev ve yetkilerine dair usul ve esaslar cumhurbaşkanınca belirlenir''

bu uzun kanun hükmünden ben şunu anladım: demek ki, hac ve umre bedellerini hac ve umre komisyonu belirliyor ve bu bedeller, diyanet işleri başkanlığı denetiminde diyanet vakfında açılan hac ve umre hesabına yatırılıyor. yatırılan bu paralar, ''hac ve umre hizmetleri, başkanlığın yurt içi ve yurt dışındaki faaliyetleri, eğitim, öğretim, yayın, bilimsel proje ve araştırma faaliyetleri, konferans, sempozyum ve benzeri toplantılar ile dinî nitelikli diğer hizmet ve faaliyetler için...'' harcanıyor. seyahat acenteleri ayrıca diyanet işleri başkanlığı'nın hac ve umre yerlerinde yaptığı dini hizmetlerin karşılığı olan ücreti de hacıların ödedikleri paradan karşılıyorlarmış. halbuki, diyanet işleri başkanlığı'nın orada hac ibadetini gerçekleştiren hacılara yönelik personeli ile yaptığı bilgilendirici, eğitici çalışmalarını diyanet işleri'nin bir kamu görevi olarak yerine getirdiğini ve para almadığını sanıyordum, yanılmışım.

koskoca diyanet işleri başkanlığı, meğer en küçük hizmetini bile hacılara para ile sunuyormuş. ben de ''şu hacı adaylarının yüksek hac paralarının bir kısmını kendi bütçesinden karşılasa iyi olur'' diye salak salak konuşuyorum.

ekleme: hac farizasını yerine getirecek tüm hacı adaylarımızın sağlıkla gidip, sağlıkla dönmelerini, ecir ve hayırlarının çağlamasını, allah'ın rahmetini celbetmelerini, tevbe ve istiğfarlarının, duâlarının, zikir ve ibâdetlerinin kabulünü dilerim. oralara gitmeyi intizâr edip de gidemeyen ve bu sebeple kalp kırıklığı hisseden samimi müslümanların da hayatlarında en az bir kez hac ibâdetini yerine getirecek maddî imkân ve fırsatlara kavuşmalarını allah'tan niyâz ederim.
devamını gör...

kadını döven erkek

babasını, annesini döverken pek çok kez görmüş ve artık bu durum, zihnî alışkanlık hâlini aldığından kendi anlayış dünyasında normalleşmiş erkektir.

bir diğer neden de kız çocuğun karşısında ne yaparsa yapsın yüceltilip şımartılan erkek çocuk, en küçük hata ya da kusurunda zılgıt yiyen, hatta kusuru olmasa bile kendini savunması, konuşması kısıtlanan kız çocuk ataerkil âilenin en büyük handikaplarındandır. bu âilede kız çocuğuna eziklik, erkek çocuğuna ise hoyratlık öğretilir. bunlar yarın çocukluktan çıktıktan sonra evlenerek yuva kurduklarında da kadın, çocukluğunda olduğu gibi kişiliksizleştirildiği için dayağını yiyip, dizini kırıp, hiçbir şey olmamış gibi oturması, eşinin gönlünü yapması, yemeğini pişirmesi, çocuklarına bakması beklenir.

erkekliği, kadın dövmek, kadını küçük düşürmek gibi algılayan adam, çocukluğunda olduğu gibi taşkın, ölçüsüz söz ve hakaretlerine yaşamında hiç karşılık ya da müeyyide görmediği için eşini çocuklarının gözünün önünde dövmekten keyif alır hâle gelir. erkek, zaten cinsiyeti gereği fizikî güç sahibidir, içinde yaşadığı kültür onu canavarlığa sevk ederken, kadın ise cinsiyeti gereği erkeğe nazaran zayıf pozisyonda olmasına rağmen, her nedense içinde yaşadığı kültür ona da kuzu olmayı, kaderine râzı olmayı öğretir. hele ki, bu suç teşkil eden acıklı âile içi şiddet olaylarına, yasalarda öngörülen cezaların komikliği, kendinde güç ve kudret vehmeden bu erkek bozuntusunu daha da yüreklendirir. ve bu düzen, bilir misiniz?, hiç değişmez ve biz böyle konuşur dururuz.
devamını gör...

güne bir söz bırak

''kalbinde yeşil bir dal bulundurursan, şakıyan kuşlar gelir.'' çin atasözü
devamını gör...

satranç

insan aklının özgün bir sanatıydı. bir askere göre çağlayan kan seylaplarını, kaderlerin belirlendiği harp meydanlarını çağrıştıran, bir yöneticiye göre uzun soluklu, ileri görüşlü stratejilerle büyük sarsıntı ve yıkımların arasından nasıl asgari sıyrıklarla çıkıp gücünü tazeleyebileceği konusunda ilhâmlar veren bir simülasyon, ulu tepelere bağdaş kurmuş, kendi dinginliğinde kuşbakışı etrafı seyredip varlık hakkında derin düşüncelere dalmış bir filozofa göre ise bu can pazarında menfaatlerin, kırk kat bohçalar altında gizli, bilinmedik-görülmedik ne hileli yollarla kendine çıkış aradığını, merhametsiz ellerin tuttuğu kılıçların altında akla aykırı hareket edenlerin budanan kanlı bedenlerini gördüğü, duygusallığın burada ölüm demek olduğunu haykıran akıl davulunun velvelelerini dinlediği ibretli bir oyundu.

halbuki yapay zekâ, satrancı öngörülemezlikten çıkarıp insanın bu hoş oyuncağını elinden alıverdi. şimdi, hamleler çok önceden bellidir, gâlipler, mağlûblar zâten bilinmektedir. oynanmayan bir karşılaşmada, hangi hamlelerin yapılacağı, o hamlelere ne cevaplar verileceği yapay zekânın belleğinde halledilmiştir, oyun orada oynanmış ve bitmiştir.

satrancın o karizmatik efsunu duman olup uçmuş, kendini satranç tahtasında piyon yerine koyan askerlerin, oradan ilhâmlar devşirip aklın mârifetlerini hayranlıkla seyreden idarecilerin ve aklın birbirinden farklı ve renkli tarzda sergilediği, kimi tutarlı, kimi tutarsız binbir oyunun aslında sapasağlam bir uyum, âhenk ve denge için bir araya gelerek ne hârika bir bütünlük, ne muhteşem bir estetik ortaya koyduğunu görerek mutlu olan filozofların romantikliği artık kalmamıştır.
devamını gör...

selam

bir duadır. ''es-selâmü aleyküm'' diyen kişi, selâm verdiğine aslında ''huzur, saâdet başından aşağıya dökülsün'' demektedir. ''es-selâm'', ayrıca allah'ın güzel isimlerinden birisi olup, huzurun, mutluluğun, kurtuluşun ve barışın kaynağı anlamlarına gelmektedir. öyle ise mutlu olmak isteyenlerin, allah'a sırt dönmemeleri, bilâkis allah ile yakınlık kurmaları gerekmektedir.

''selâm'' ile anlamca ilgisi olan kelimeleri şöyle sıralayabiliriz:
''seleme'' kelimesi vardır ki sıhhat ve âfiyet mânâsına gelir;
''selime'' sözcüğü bunlardan birisidir ve ''emin ve sağlam oldu'' demek olur.
''selm'', hoş olmayan hâlden çıkış demektir.
zararın uzaklaştırılması hâline de araplar, ''selâm'' olarak niteler.
''islâm'', dünyada barış ve selâma; ahirette ise selâmete kavuşmak için allah'a kayıtsız ve şartsız teslim olma anlamına delâlet eder.

''es-selâm'' olmak, ayrıca allah'ın zâtının her türlü kusur ve noksandan selim olması, uzak olması demektir. ayrıca, allah'ın yaratışında bir anlamsızlık ve amaçsızlık olmaması o'nun ''es-selâm'' olmasının bir gereğidir. bundan başka dünyada, huzur ve mutluluk içinde yaşatma gücünü elinde bulundurması, allah'ın ''es-selâm'' isminden kaynaklanmaktadır. son olarak, kullarını ahirette dâru's-selâm'a, yâni ebedî huzur ve saâdet yurduna kavuşturacak tek yetkili ''es-selâm'' olan allah'tır.
devamını gör...

geceye bir türkü bırak

serhat raşa söylemiş; ''mapusun içinde üç ağaç incir''... bu türküyü, geçmişte ve günümüzde, zulme uğrayıp haksız yere mahpusluk çekenlere ithaf ediyorum.
devamını gör...

borodino muharebesi

yunanlılar, nasıl ki anadolu içlerine, kısa zamanda elde edecekleri kolay bir zafer ümidiyle heveslenip girmeleri ardından hiç beklemedikleri bir bozgunla kaçıp gitmişlerse aynı şekilde strateji dehası napolyon'un birçok askerini kaybetmesi pahasına moskova'ya kadar ilerleyerek, sonra umduğunu bulamadan geri döndüğü, fransızların aslında yenildikleri, fiyasko ile sonuçlanmış bir savaştır.

savaşı kazanıp, ruslara boyun eğdirselerdi onları tilsit anlaşmasına zorlayacaklardı. napolyon, ingiltere karşısında rusya'nın desteğini alarak sömürge kapma yarışında elini kuvvetlendirecekti, destekçisi imiş gibi davrandığı osmanlı'yı da ruslarla bölüşecekti. 1. aleksander, osmanlı pastasını yemeye sabırsızlanıp napolyon'un da kendini oyaladığını düşününce, evdeki hesap çarşıya uymadı. fransız-rus ittifakı kurulamadı. napolyon, borodino'da tilsit'e yanaşmayıp ingilizler karşısında destekçi olmayı kabul etmeyen ruslara hem iyi bir ders verecekti hem de savaşı kazanıp başka imtiyazlar koparacaktı; ama olmadı. ne rusları yeni bir anlaşma masasına oturtabildi, ne de gittiği uzak diyarlarda kalıcı olabildi.

napolyon, moskova'da ancak 35 gün kalabilmiş. geri çekilirken de rusların takibine uğramış, yine mevzii savaşlar yapılmış. geri çekilme esnasında en son berezina muharebesiyle fransızlar, ruslar karşısında ağır bir yenilgi alarak fransız-rus kavgası son bulmuş.
devamını gör...

mevlana'nın nasrettin hocayı öldürtmesi

prof. dr. mikail bayram'ın somut deliller ortaya koymadan, akıl yürütmek ve tahminlerde bulunmak suretiyle seslendirdiği bir iddiadır. tarihî bir gerçek değildir. şu aşamada onun iddiaları, ancak bir dizide veya tiyatroda senaryo mertebesine lâyık olabilir.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim