bir kaç gün önce bitirdiğim stefan zweig romanı. çoğu kitabında olduğu gibi aşıkların kaderleri ellerimize kalmış; zihinlerimizde ya evlendirerek birleştireceğiz onları ya da ayrıp anıları da aşkı da öldüreceğiz. 11. sayfada dikkatimi çeken ve manası hoş gelen bir alıntı vardır hatta
" ama aşk, bir cenin gibi bedenin karanlıklarında acıyla dönüp durmaktan kurtulduğu, nefes ve dudak aracılığıyla kendini zikir ve itiraf edebildiği zaman gerçek aşktı."
aralarına giren mesafede ludwing'in yanlız kalmaktan korkup evlenmesi aşkı o an zaten öldürmüştü. şahsımca bir kadının karşısında bu hallere düştüğün aşkta yanlız kalmazsın. araya ölüm dahi girse kalbinde yaşayan sevgilinle bir ömür yan yanasındır. ludwing ikinci kez aşkı öldürdüğünde zihninden yayından fırlamış ölümcül bir ok gibi şu cümleler geçti hışımla
" ve adam bir ürpertiyle gerçekleşen kavrayışının anlamı, sözcüklerin gerçeği söyleyen anlamını ansızın hissetti : geçmişlerini arayan, artık var olmayan geçmişe boğuk sorular yönelten bu gölgeler onların kendisi değil miydi? gölgeler, canlanmak isteyen ama bunu artık başaramayan gölgeler... ne kadın eski kadındı ne de adam eski adam... ama tıpkı ayaklarının dibindeki bu kara hayaletler gibi kendilerini bulmak için boş yere dinliyor, cansız ve güçsüz çabalarla kendilerinden kaçıp, kendilerine yakalamaya çalışıyorlardı. "
ben zihnimde anılarını ve aşklarını öldürdüm. ludwig bundan rahatsız olmamıştı. o yanlızca kendi karar veren, acıyı yanlızca kendi çeken ve sevgilisinin aşkı yüzünden her zaman onun dediklerine bir şekilde itaat edeceğini bilen bir vebaydı benim için. ve sevgili ise bu aşktan kanadı kırık ayrılan bir güvercin. bu benim onları için kaderim.
devamını gör...