kelberber yazar profili

kelberber kapak fotoğrafı
kelberber profil fotoğrafı
rozet
karma: 5291 tanım: 251 başlık: 103 takipçi: 81
hey there i am using whatsapp

son tanımları


normal sözlük yazarlarının karalama defteri

çok fazla çalıştığım bir döneme girdim bile isteye. tıraş olmaya bile vaktim yok desem yeri. dün duş alırken para biriktirerek ev veya araba alabileceğime ikna ettim kendimi. 1-2 seneye bir ev alacağım kendime. kiraya verip bir ek gelir oluşturacağım.

bir ek gelir oluşturma fikrine çok sabitledim kendimi. kendiliğinden hayatla beraber gelişti bu düşünce. tabi ki para biriktirerek ev almak mümkün değil biliyorum ama benimki bir hayal zaten. geleceğe dönük hayal kurabiliyor olmanın değerini benim için bilmeniz pek mümkün değil tabi. düştükten sonra ayağa kalkar gibi olmanın verdiği o hissi yaşıyorum. hakkettim ama bu konuda kendime haksızlık etmeyeceğim. d*ly*rak olmayayım diye kişisel başarılarımı önemsiz bir şey gibi göstermemek gerekiyor. zamanla sizi depresyona sokar.

hayvan gibi çalışmanın bu kadar iyi geleceğini ve doğal yollarla bazı şeyleri düzeltme gücünü hafife almışım. iyi hissediyorum bazı planlarım var ve acele etmiyorum. ağır ağır yavaş yavaş ilerliyorum. geçen sene bana bunları söyleselerdi boğazına yapışır o kişiyi ölümle filan tehdit ederdim galiba. insanın kendisine iyi veya kötü bir meşgale bulmasının ve yaşam denen şeyin sadece bir oyalanma olduğunu anlaması önemliymiş. tabi oyalandığınız şey hayatınızın gidişatını çok değiştiriyor.

1-2 seneye dünya savaşı çıkacak ve ekonomik buhrandan dolayı ya açlıktan öleceğim ya da kafama düşen bir füzeyle 100 parçaya ayrılacağım. şuan önemi yok çünkü ben 1-2 sene sonra ölmek yerine ev veya araba almış olacağım
devamını gör...

hayatın bir anlamının olmaması ve canım annelerimiz üzerine

bugün kamelyada oturmuş bir hanımefendiyle sohbet ederken, daha önce farkettiğim bir şeyin beni artık rahatsız etmediğini farkettim. önceleri beni gerim gerim geren bir sorundu bu. şimdiyse evet öyle ve yapacak bir şey yok diyorum.

hayatın gerçek anlamda bir anlamının olmaması ama hayatta kalabilmek için bir anlam uydurmamız gerektiği gerçeği…

çoğu insanın keşfettiği ama nedense “hayatın anlamı ne acaba” diye düşünen insanlara söylemedikleri bu rahatsız edici gerçek. keşke birileri beni karşısına alsaydı ve bunu açık açık söyleseydi. kendi kendine öğrenmek acı verici oluyor çünkü.

insanın yaşlandıkça farkettiği diğer şeylerden biriyse anlamlandıramadığı çoğu şeyin aslında çok basit bir gerekçesinin olması ve bunu yaşça büyük insanların ona söylememesi. 16-17 yaşındaki insanları bir yere toplayıp onlara hayatla ilgili bazı şeylerin anlatılması gerektiğini düşünüyorum. hayatın bir anlamının olmadığının ve bunda korkulacak bir durumun olmaması gibi.

hayatın bir anlamı gerçek anlamda yok. kariyer yapmanın, çok para kazanmanın ya da dünyanın en mükemmel aşkını yaşamanız önemsiz şeyler. hatta daha fazla abartayım tüm dünyayı fethetseniz bile en fazla fethettiğiniz an kadar bir önemi olurdu. tüm mevzunun duyguların gelip geçici olması, her şeyin sürekli değişkenlik göstermesi ve en önemlisi bireyin bir zerrecik tanesi bile etmemesiyle alakalı.

dünya üzerinde iletişim halinde olduğunuz her şey kendi menfaati dışında sizi umursamaz. bu kötü bir şey olarak algılansada aslında öyle değildir. öyle olmak zorundadır çünkü her canlı temelinde yalnız ve menfaatçidir.

bu “ insanın sürekli yalnız olması” konusu belki felsefi ve üzerine tartışılması gereken bir konu fakat bu yazıda insan ve diğer canlılar, zorunluluklardan dolayı yalnız olduğu, evlilik ve arkadaşlıklar gibi şeylerin bu duruma sadece ağrı kesici etkisi gösterdiği düşünülerek yazıldı. bu dikkate alınmalı.

her duygunun sürekli değişken olması ve en temelde sürekli yalnız olunması insanı en çok korktuğu şeye, ölüme sürükler. hayatta kalma içgüdüsü tüm canlılarda en baskın duygudur. en küçük yapı taşınıza kadar hayatta kalmak için çabalarsınız. peki yaşamın bir anlamı olmadığı, zaten yalnız olduğumuz bu dünyada nasıl ve neden hayatta kalacağız? insana bir gerekçe lazım, bir çıkış kapısı.

büyük insanların yaşça küçük insanlara bilerek veya bilmeyerek söylemediği bir gerçek daha söyleyeyim. “ hayatın bir anlamı vardır ve bu kişiden kişiye değişir”

hayatın bir anlamı tabi ki vardır. olmasaydı dinler, aşk romanları, büyük büyük binalar ve kapsül kahve nasıl çıkacaktı ortaya. şu an üzerinde oturduğum ve ikeadan alınan koltuk hayatın anlamını bulan birinin ürünü mesela. ona gidip hayatın anlamı ne diye sormak çok büyük bir yanılsama olurdu.

biraz saçmalar gibi oldum o yüzden biraz toparlamam gerekiyor sanırım. hayatın anlamı size göre bir kadın olabilir, bir başkasına göre islam, bir diğerine göreyse mesleğinde büyük bir kariyer yapmak. kişiden kişiye değişen bu anlamlandırma insanı hayatta tutan tek şeydir. çoğu insan kendi hayatındaki anlamın ne olduğunu bilmez veya farketmez.

mutluluğa erişmenizi sağlayan en temel şeylerden biri bu anlamı bulmaktır. bulduğunuz anlam illa ulvi ya da önemli bir şey olmak zorunda değil.

hayattaki tek amacınız her sabah bahçenizdeki çiçeği sulamak olabilir. bunun için gereken tek şey sorgusuz sualsiz o çiçeği sulamak istemeniz. belki size en ufak bir kazanç bile vermeyecek o çiçeği sulamak istemek… hayatın anlamı denen şeyin saf hali o işte.

bu arada hayatınızın anlamı sizden illa sorgusuz sualsiz fedakarlık isteyecek diye bir şey yok. dünyanın en büyük zengini olmak istemekte hayatın anlamlarından biridir. tek düze düşünmek bu yazıya haksızlık olur.

ikinci yapılacak şeyse o iş için çabalamak. o çiçeğin her gün sulanması gerekiyor. maalesef istemek yetmiyor çaba sarfetmekte gerekli. eğer anlamı bulur ve bunun için çaba sarfetmezseniz büyük ihtimalle hayatınızın son anına kadar acı çekersiniz. bulmak kadar çabalamakta hayatın anlamı denen zımbırtı için önemli bir kriter.

sonra bir bakmışsınız hayatın anlamını bulmuş ve çabaladıkça çabalamışsınız. çiçeği her gün sulamışsındır ve aradan seneler geçmiştir. bazen (bu da gayet doğaldır) çiçek sulamak yerine snowboard yapmak isteyebilirsiniz. bu seferde her sabah snowboard yapmak için dağa tırmanıp karın soğuğun içinde debelenlenmelisiniz. işin sonunda aradan seneler geçmiş ve yaşlanmışsınızdır. artık ölüm kapıdadır bunu bilirsiniz ama her gün çiçeği sulayıp snowboard yaptığınız için nedense ölüm sizi korkutmaz. aksine sakince o günü beklersiniz. hayatınız boyunca çiçek sulayıp snowboard yapmış ve bolca yol katetmişsinizdir. ortada iyisiyle kötüsüyle bir ürün veya bir beceri vardır. hayatın anlamını bulan birinin seneler sonunda elinde avucunda kalan tek şey odur. bu size hayatım boşa gitmedi, huzur içinde ölebilirim artık dedirtecektir. eğer bu dediklerimi yapamamış olursanız “huysuz aksi ve lanet” bir yaşlıya dönüşürsünüz.

işte o kamelyada otururken çocuğu için köpek gibi çalışan bir annede bunları gördüm bugün. aslında tam olarak bunlarda değildi düşündüklerim ama o esnada annem aradı. hayatının anlamlarından biri olduğum için bu aralar çok arayıp soruyor beni. birinin hayatında bir anlam oluşturmak nasıl korkutuyor beni bi bilseniz.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının karalama defteri

bugün çok konuştum. eski ilişkilerden ve travmalardan bahsettik. şuan hava kararıyor ve tek başıma bir kış bahçesinin ortasında oturuyorum.

bu başlık altında yazdığım diğer yazıları okudum az önce. yazdıklarımı hissedeli bir asır olmuş gibi geliyordu bana ama daha 3 ay olmuş. diğerinide 5 ay önce yazmışım.

hayatımı yoluna koyamadım hala ne yapacağımı bilmiyorum. ağlama istekleri gelmeye başladı yine. özellikle son 1 haftadır, ağlıyorum ama eskisi gibi rahatlatmaz oldu beni. tam olarak anlayamıyorumda zaten.

bügün biri bana “birini sevdin ve o seni sevmedi. üstüne yetmezmiş gibi her şey bok gibi gitmiş. böyle hissetmen gayet normal ama geçecek merak etme “ dedi. aynı şeyleri o da yaşamış. geçeceğini biliyorum tabi ama ne bileyim işte.

bazen kendi kendimi üzdüğümü düşünüyorum. bu süreci kendim uzatıyorum gibi geliyor. bir tarafımda bu süreçler her zaman yavaş ve sancılıdır diyor. iyi tarafıysa her şeyi kabullendim artık. yas sürecinin sonuna gelmek demekmiş bu.
zamanında terapi görürken terapistim söylemişti.

işin garip kısmı kabullendiğim için üzülüyor olmam. bende kalan her şeyi silinecek bunu istemiyorum. içimdeki çok küçük bir ışık son gücümle asılmaya devam etmek istiyor. fakat bu artık mümkün değil.

sigarayı bırakalı 11 ay oldu.

hayatımla ilgili sorulan her soruya bilmiyorum demekten yoruldum. gerçekten bilmiyorum bu arada. bana bahşedilen bu hayatla ne yapıcam bilemiyorum. hiç bir istek ve arzum yok.

o kızı gerçekten çok sevdim
devamını gör...

ilk ve son

beğendiğim dizidir.

barış ve deniz ismindeki iki kişinin ilişkilerinin 10 senesini bir başından bir sonundan anlatıyor. barış duygusal ve romantik biriyken deniz ise duygusal olarak dengesiz ve sert bir kadın. hem ilişkilerin nerden nereye gelebileceğini hem de iki insanın 10 sene içinde büyüme hikayesini izliyoruz. bir ilişkiyi yürütmenin ne kadar zor ve meşakatli olduğunu iyi yansıtmış. biraz türk usulü normal people ama bu iyi anlamda bir tanım.

deniz karakterine çok uyuz oldum. how ı met your mother'daki ''robin asla ted'i hak etmedi'' durumuna gönderme yapacağım ama öyle bir kadında anca böyle sevilebilirdi galiba ya. öyle bir kadınla birlikte olmak istiyorsan bunlara katlanıcaksın yapacak bir şey yok.

ilişkiyi ayakta tutanda, ilerletende hep barış. ilişkideki fedakarlıkları yapan, haklı haksız sürekli eşini alttan alan müthiş bir kocaydı bence. deniz'in barış için yaptığı tüm fedakarlıklar deniz'in hayatına çok şey katmasına rağmen aynı şeyi barış için söylemek mümkün değil. barış sürekli veriyor veriyor ve veriyor aldığı şey ise sadece tirip, kavga ve dövüş. çünkü deniz sivri ve yaşaması zor bir karakter. her şeye herkese öfkeli hatta barış'ı yeterince sevmediğini düşündüğü için (bence yanlış bir düşünce ve çoğu kadın bunu düşünüyor) kendisine bile öfkeli. zaten birazda bu olumsuz gibi duran özellikleri barış'ın ona aşık olmasına neden oluyor. hatta biraz arttırıp ''her erkek deniz gibi bir kadınla ilişki yaşamak ister'' diyeceğim. ki aynı şekilde her kadında barış gibi bir erkek isterdi sanırım.

bundan sonrası biraz spoiler olacak.

dizi her ne kadar aralarındaki problemlerin nedeninin '' yeterince iletişim kurmamak'' olduğunu söylesede ben buna hem katılıyorum hem katılmıyorum. problem daha çok ilişkinin dışında gelişen olan olaylar. deniz'in babası ile kötü ilişkisi, barış'ın 30 sene önce bitmesi gereken (deniz'in deyimi ile ) bir ailede büyümesi. şef karakteri, zamanla artan sorumlulukları, hayatla beraber gelen sorumlulukların korkunçluğu,iş hayatı vs vs. aslında bu saydıklarımı çıkardığın zaman hayatlarının sonuna kadar mutlu yaşayabilecek bir çift deniz ve barış. edü ile büdü gibiler adeta ama hayat böyle bir yer değil maalesef ve sürekli bir değişken var. bunlarda sürekli üst üste binip altından kalkması zor bir yüke dönüşüyor. özellikle deniz'in bazı kızgınlıklarını barış'ın üzerinden çıkarmak istemesi ister istemez barış'ı olduğu kişiden farklı birine dönüştürüyor. bu dönüşüm doğal olarak deniz'e etki ediyor bu da sürekli bir kavgaya neden oluyor. zamanla seksinde azalması hatta bitmesiyle ilişkileri kendi kendini imha ediyor. ilişki korkunç bir kısır döngüye dönüyor. tek çıkış yolu ikisininde geçmişlerinde olan olaylarla barışmaları olsada ikiside bunu yapmıyor, yapamıyor.

bir adım geriye gidip baktığınız zaman ilişkilerinde çözülmeyecek hiçbir şey yok aslında. ikilinin yapamadığı şeyde bu zaten bir adım geriye dönüp bakmak.

ve çok garip bir şey daha söylemek istiyorum. ''aslında ilişkilerinin başından beri bu işin yürümeyeceği belliydi'' demek çok yanlış. o kadar hengameye rağmen en sonunda birbirlerini affedebiliyorlar. aralarındaki bağ zamanla veya başka insanlarla bitmiyor aksine birbirlerini affetmelerine ve sevgilerinin ne derece büyük olduğunu anlamalarına neden oluyor. bu bence büyük bir büyüme göstergesi.

aralarındaki ilişki romantik değil bu arada gayet toksik. izlemesi belki romantik gibi gelebilir ama yaşadıkları şey aslında çok acı verici bir şey. birini çok sevmenin vermiş olduğu o yoğun hayal kırıklığı sürekli kavga etmelerine neden oluyor. o saçma sapan kavgaların başka nedenleri tabi var ama temeldeki şey birbirlerini deli gibi sevmeleri.

ben tr yönetmenlerini pek sevmiyorum ama cem karcı çok iyi iş çıkarmış bence. her şey dozundaydı. salih bademci'ye bayıldım kulüp'te yaptığı işten 2-3 gömlek daha iyi iş çıkarmış. galiba pek konuşulmama nedeni blutv'nin pr işinden anlamaması olabilir. özge özpirinç'ci yer yer iyi yer yer bence yetersizdi ama göze batan bir yetersizlik değildi bu. oynadığı karakterle alakalı bence birazda.

puan 10/8,5
devamını gör...

minik şeylerden mutlu olmayı öğrenmek

önceleri bu bana saçma geliyordu. nasıl yani hayat bu kadar boktan bir yerken, bu kadar kötülük varken nasıl küçük şeylerden mutlu olunabilirdi ki? bunun insanları kandırmaktan başka birşey olmadığını, tamamen bir plasebo etkisi olduğunu düşünürdüm. işler pekte öyle değilmiş.

günümüz şartlarına alışık olmayan beynimiz, modern insan sorunları denen problemlerle boğuşuyor. ne yapacağını bilemeyen çünkü daha önce bu tür dış etkenlere maruz kalmamış beynimiz sürekli bir olağanüstü hal durumunda. beyinde beklenmedik bu durumlar adhd, depresyon, anksiyete gibi durumlara sebeb oluyor. sokaktaki insanların, özellikle gençlerin nerdeyse hepsinde aynı problemler var. bu gençlerden biride benim. son zamanlarda bir oyuncak, çakmak yada bir çay bardağı gibi bir şeyle oynamadığım sürece karşımdaki kişiyi dinleyemez oldum. dikkat dağınıklığı, çok fazla düşünme ve garip huylar edindim. psikolojik savunma sistemim 8-9 ay önce tamamen çöktü ve her şeyim yerle bir oldu. yeniden ayağa kalkmaya bir şeyler yapmaya çalışıyorum mesela ama eskiye oranla çok zorlanıyorum. ağlamayı öğrendim ve en etkili silahım şimdilik o.

geçenlerde babam pazardan mısır almış. bizim oğlan sever yesin diye. gerçekten mısır yemeyi severim çocukluğumdan beri. favori meyvem (mısır meyvedir) değildir belki ama ayıla bayıla yerim. annem bunu söylediği an mutlu hissetmemiştim ama sonra akşam arkadaşlarla sohbet ederken, öyle şakayla karışık ''peder mısır almış bana. daha eve gidip mısır yiyeceğim işim çok'' dedim. böyle bir gülüştük. güldüğümüz için değil ama o mısırı eve gidince yiyecek olmak beni çok mutlu etti. sonra bir ertesi günde soğuk kahve içtim diye mutlu olmuş, ertesi günde annem kahvaltıda mıhlama yaptığı için yüzüm gülmüştü. minik 3 tane şey.

mutluluk, mutsuzluğa oranla daha az bulunur. tabi ki sayısala vurmak çok mantıksız olacak ama 10 mutsuzluğa 2-3 mutluluk düşer. ve mutluluk anlık bir durumken mutsuzluk uzun süren bir duygudur. ne yaparsanız yapın mutlu olmak zannettiğiniz gibi sürekli olan bir şey değildir. az bulunan değerli bir maden olarak düşünün. ne yaparsanız yapın elde avuçtaki toplam mutluluk bu kadar. aralarda yakaladığınız mutluluğun kıymetini bilmek zorundasınız.

şu kadar borcum var, sevgilim terketti,şöyle oldu böyle oldu şimdi ben küçük şeyden nasıl mutlu olayım diyebilirsiniz bende öyle diyordum zaten tüm mevzuda burda saklı. sizi mutlu edecek o küçük şeyin o an keyfini çıkarmanız borcunuzu ödemiyecek, sevdiğiniz insanı geri getirmeyecek evet öyle zaten ama o an mutlu edecek sizi. bırakıp bir nefes almanıza küçük bir mola vermenize neden olacak. bu çok önemli ve beyninizin en ihtiyaç duyduğu şeylerden biri. bakın bu bahsettiğim şey pembe götlülük filan değil. sizi hayatta tutuacak ve başarılı olmanızı sağlayacak yegane şeylerden biri. boktanlığın içinde bir nefes aralığı açmaktan bahsediyorum.


tabi adama sorarlar ''sen küçük şeylerden mutlu olmaya başlayınca hayatın düzeldi mi?'' diye. hayır düzelmedi, büyük ihtimalle uzun bir süre daha düzlüğe çıkamam ama daha iyi hissediyorum. sıfırın birden daha büyük olduğunu bilmek problemlerin yüz olunca biteceğini bilmeye engel değil.
devamını gör...

the green knight

neden bu kadar az entry girilmiş anlamadığım,benim ayıla bayıla seyrettiğim filmdir.

yönetmenliğini yine benim favori filmim olan a ghost story david lowery yapmıştır. başrolde dev patel , (bkz: alicia vikander) ve benim en sevdiklerimden barry koeghan var.

ingiliz edebiyatına ilginiz varsa film sizin için daha anlamlı olacaktır tabi ama hiç bilmeseniz bile yinede keyifle izleyceğinizi düşünüyorum. sinematografisi, müzikleri enfes ötesi. tek yapmanız gereken filmin akışına kendinizi bırakmanız. filmin anlattığı dünyada kaybolmalı renk paletlerinin içine girmeniz gerekiyor.

konusu ise; krala sadakatini ispat etmek isteyen (bkz: sir gawain) ,kralın baş düşmanı green knight'a meydan okur. gren knight'la olan mücadelesini kaybeden gawain, green knigt'la bir anlaşma yapar. bu anlaşma sir gawain'i destansı bir maceraya sürükler.

sir gawain kimmiş diye google araması yapıp izleniz daha iyi olur. aradaki bağlantıları daha iyi kurabilirsiniz. film ne anlatıyor şimdi kafasında film izleyen biriyseniz kesinlikle ufak bir okuma yapıp filmi açın. 14.yy ingiliz edebiyatını herkesin bilmesini beklemek absürt olur. oyunculuktan çok yönetmenlik izliyoruz. acaba diğer mitlere (excalibur, kral arthur, şövalyelik) daha mı fazla değinilmeliydi bilmiyorum. biraz görmek istedim açıkçası. görsellik epik düzeyde. sesin ondan arda kalır bir yanı da yok. o karanlık çağları çok iyi vermiş. akıllıca bir yönetmenlik becerisi var.

çok kısa, tek cümlelik filmi anlatmak gerekirse '' 2 saat süren, erkeklik yapmanın bedelleri'' denebilir.

puan: 10/8.5
devamını gör...

32 saatlik müzik listesinin yeni öğrenilen işe etkisi

sabah uyandım diş, çiş ve el yüz yıkama faslından sonra idare ölçüsünde bir kahvaltı yaptım. sonra dedim biraz çalışayım.

önce gittim spotify'dan rastgele bir şarkı playlisti açtım. sanırım listeyi oluşturan kişi üniversiteye yeni başlamış veya lise son sınıfa giden bir kız. liste 32 saat uzunluğunda 400 küsürden fazla şarkıdan oluşuyor. elektro gitar üzerine kurulu. yer yer aşk yer yer hayat mücadelesini anlatan parçalar mevcut. ac/dc , rose n guns, ramstein, zepplin ve bu tarz müzik yapan türk sanatçılarının bulunduğu bir playlist.

açtım sıradan çalıyor bende çalışmaya çalışıyorum. fakat yeni işimi nerdeyse hiç bilmiyorum ve neyi nasıl yapacağıma dair en ufak bir fikrim dahi yok. aslında ne yapmam gerektiğini biliyorum ama nasıl yapacağımı bilmiyorum. daha kötüsü ise üzerimde saçmasapan bir utangaçlık ve düşük bir özgüven var. yaptığım iş gözümde çok fazla büyüyor ve her geçen dakika daha fazla gözüm korkmaya başlıyor. boğulacak gibiyim ne yapcağımı bilmiyorum.

bu tür şeyler küçük küçük adımlarla başlar ve doğal olan budur. neyi nasıl yapacağıma dair en ufak bile bir fikrim yok. bir ele ihtiyacım var sanırım, sen aslansın kaplasın diyecek sırtımı sıvazlayacak birisi.

gaza gelip bazı zihinsel eşikleri aşmam gerekiyor. kocaman bir offff çekmek istiyorum. beni şu köşede bırakın, arkanızada bakmayın agalar ben hiç var olmamışım gibi devam edin yolunuza diyesim var.

böyle bir ruh halindeyim işte sabahtan beri. hatta çalışmaktan kaçındığım için geldim bu garip yazıyı yazıyorum. korkum yok aslında kendimde motivasyon bulamıyorum.

tüm bu olanlardan habersiz 1 nisan 2022 tarihinde oluşturduğu playlistle bana destek olmaya çalışan hanım kızımızı tebrik etmek istiyorum. gerçekten iyi bir müzik zevki var. insanların müzik zevki nasıl bir hayat süreceğini gösterir derler. bana göre bu kız kariyer anlamında bir şeyler başarmış (ceo filan olmayacak ama iyi bir iş ve iyi maaş), sevdiği adamı değil onu seven kişiyi seçmiş biri olacak. içinde sevdiği kişinin izi kalacak belki ama o çok olgunlaşacak. yaşı 35 olduğu zaman verdiği kararların doğru olduğunu bilen, bunu kabullenmiş birisine dönüşecek. sadece ilişki anlamında değil arkadaşlık, aile ve meslek gibi konularda da zor kararlar verecek. hepsi cesur ve yerinde kararlar olacak. bu kararların doğru olup olmadığını anlamak için zaman gerekir. zamanla o kararın doğru olup olmadığını anlarız.

bazı kadınların böyle kararlar verdiğini yüzlerinden anlarsınız. canları acıya acıya doğru kararı vermiş ve mutlu olmuşlardır. mutlulardır fakat yüzlerindeki o acı ifade asla gitmemiştir. bazı şeylerden vazgeçmek insanın canını çok acıtır ve bu insanın yüzünde asla silinmeyecek izler bırakır.

geçen sene doğum günümde eklediği şarkılarda çok hoşuma gitti. harıl hürül mutfakta servis veren benim, 1 sene 1 ay sonra o gün eklediği şarkılarla böyle bir yazı yazacağı hiç aklına gelmiş midir acaba? işime dönsem iyi olacak

şu an çalan şarkı
devamını gör...

gibi dizisi ve entelekütel gelişimde kadın etkisi

yazının sonlarına doğru bu bilgilendirmeyi yapmak zorunda hissettim. bu ciddi bir makale yazısı değildir ve bolca genelleme barındırır. sadece kakarakikiriden ibarettir.


dün gece uyumadan önce bişeyler izleyeyim ama uzun olmasın, uykum gelsin yeter diye bir şeyler ararken (bkz: gibi) izleme kararı aldım. oturup izlediğim bir dizi değil daha çok sosyal medyadan bildiğim ettiğim bişeydi. zaten uzun süredir dizi izleyemiyorum bana amelelikmiş gibi geliyor fakat nerdeyse her gün bir film izlemeye özen gösteriyorum.

(bkz: çaça ve cosplay) bölümünü izledim ve hayvan gibi güldüm. uzun zamandır bu kadar güldüğüm başka birşeyi hatırlamıyorum. izlerken farkettim ki medeniyetimizi ileri götüren şey kesinlikle kadınlar. bundan bir kez daha emin oldum.

üniversitdeyken bir öğlen arası arkadaşlarla çorbacıya gidiyorduk .kızlı erkekli karışık bir grubuz, ilk orda dillendirmiştim bu tezimi. ''dünyada insanlığın yaptığı herşey seks için yapılmıştır ve yine seks için yapılacaktır. ay'a seks için gittik, mö 3200 yılında birileri seks için yazıyı buldu, ilk tekerlek seks için döndü'' diye. libidosu yüksek bir arkadaşsın sanırım demişlerdi bana. sende her şeyi sekse bağlıyorsun anladık en çok sen sevişiyosun gibi ithamlarda bulunulmuştu. bu tezimi burada uzun uzun açıklamak istemiyorum tabi ama ''her şey türün devamlılığı içindir ve türün devamlılığı seksten geçer'' diyerek yazının bu kısımını bitiriyorum. gelelim gibi dizisine.

dikkat spoiler!! bu paragrafı atlayıp diğer paragrafa geçebilirsiniz ya da izleyip gelin işte yarım saat bişey zaten

yılmaz (bkz: çaça ve cosplay) bölümünün başından sonuna kadar ilkkan ve ersoy'a aslında onların öyle bir insan olmadıklarını sadece sevişmek için çaça ve cosplay işlerine merak sardıklarını söylüyor. dizinin sonlarına doğru ise yılmaz hem çaça hem cosplay yapıyor. bunu yapmasının nedenini ise libidosuna bağlıyor. kendi karakterinden ödün verdiğini farkedince gece (büyük ihtimalle) fuckbodysinin yanına ya da bir eskorta gidiyor. fakat sabah ilkkan ve ersoy'un yanına geldiğinde çaça ve cosplay'in aslında keyifli bir aktivite olduğundan filan bahsediyor.

her ne kadar internetin keşfi, bilgiye ulaşmanın kolaylaşması ile bana göre entelektüel olmanın anlamı değişmiş olsada, entelektüel bir birikime sahip olmak tamamen aile ile alakalıdır. anne ve babanız hatta dedeniz entelektüel değilse sizin entelektüel olmanız için şans ve dirayete ihtiyacınız vardır. hatta o yaşa kadar bildiğiniz her şeyi silip yeniden kurmanız onları sindirmeniz vs gerekir. bu, özellikle 19-27 yaş arasındaki az buçuk okumuş etmiş insanların iyi bildiği bir konudur.

aileden bir şeyler gelmiyorsa eğer entelektüel birikimlere merak sarmanız için şansa ihtiyacanız vardır. denk gelmeniz, birinin size ondan bahsetmesi ya da çok sevdiğiniz birinin o şeyle ilgilenmesi gerekir. entelektüel birikim için zeka gerekmez, zeka farklı bir özelliktir.

işte erkekler için bu kırılım tam olarak kadınlara ilgi duymaya başladıkları zamana denk gelir. hiç alakası olmamasına rağmen, sırf o kadınla tanışmaya başladı diye dizi film tüketip, kitap okumaya başlarlar. bu adamların en ünlüsü martin eden'dır. elena'ya aşık olur ve olaylar gelişir.

oppenheimer'da solcu kızlar daha güzel diye solcu olmuştur hatırlatayım. ki solculuk birazda entelektüellikle alakalıdır. sağcılardan entelektüel çıkmaz.

işler ve güçlerin bir bölümünde kadınların hepsi bir günde dünyadan yok oluyordu ve dünya yaşanılmaz iğrenç bir hale geliyordu. askerlik yapmış herkes bilirki bu çok doğrudur. kadın erkeği yumuşatır ve yola getirir. bu olması gereken doğal bir süreçtir. bir erkek evlendikten sonra 180 derece değişir. bu değişim kadının kalitesine ( bu tanım uygun olmayabilir ama aklıma başka bir tanım gelmedi) göre çok fazla değişir. bunu erkeğe ancak bir kadın yapabilir. erkek kolay kolay bir değişim geçirmez. hatta kadın diye bir şey olmasaydı ne uzaya gider nede çay bardağı icat edilirdi.

eğer erkek çocuğum ilerde entelektüel olsun istiyosanız lise çağlarında az buçuk kitap okuyan yaşının entelektüeli diyebileceğimiz bir kıza aşık olmasını sağlayın fark çok net bir şekilde hissedilecektir.

işin daha garip kısmı ise kadınları öldürüp yine onlardan bizi muasır medeniyetler seviyesine getirmelerini istememiz olacak sanırım.
devamını gör...

2.5 litre vişne suyu içmek

son 2-3 bardak kaldı sanırım ama bitirmek üzereyim.

geçenlerde annem vişne almış. vişne reçeli yapacak herhalde dedim ama kompostosunu yapıp 2.5 litrelik kola şişesine koymuş. dolapta benim saldırılarıma maruz kalıp azalarak bitiyor.

benim dışımda ev ahalisinden birinin bunu içtiğini görmedim henüz. 2.5 litre vişne suyu içtiğimi az önce yeni bardağı doldururken farkettim. şişe gözüme kocaman geldi ve biraz şaşırdım.

meyve sularıyla arası olanlar bilirler kayısı ve vişne bu türün en kötülerindendir. taşradır, bozkırdır.

vişne suyu bana düğünü hatırlatır genelde. kliması yarı çalışıp yarı çalışmayan, arka masaların sandalyelerinde 4-5 yaşında çocukların uyuduğu, kilit poşetlerin içinde bayat kuruyemiş dağıtılmış düğün... düğün diyince gelinlik damatlık gelmesin daha çok cemiyet denebilir.

cemiyet ne kadar garip bir kelime bu arada. bunu yazarken ne demekmiş diye baktım. tek bir amaç için bir araya gelmek anlamına geliyormuş. çok müthiş bir kelime bence. türkçe'nin müthiş zenginliği diyip geçelim.

bu cemiyetlerde genelde içecek olarak vişne suyu dağıtılır. markasının ismi okunduğunda herkesin bu hangi markaymış ya dediği o firma... susuzluktan açıp bi tane içersiniz ama ya daha çok susarsınız ya da iki iç yudumdan fazlası gitmez. işin daha kötüsü o meyve suyu masaya dökülür ve artık masada oturulmaz bir hal alır. kuru peçetelerle silinmeye çalışır ve her yer yapış yapış olur. kepazeliktir vişne suyu.

havalar sıcak olunca ve maden suyu depom bitince bu vişne suyu çölde bir vaha gibi geldi yalan olmasın. her ne kadar boğazımda kuruluk yapıp ve kötü bir ekşiliği olsada ferahlık verdiği için içiyorum bol bol. rengi güzel, tadı eh işte. en sevdiğim kısmı ev yapımı olduğu için içinde tek tük denk gelinen posası. işin içine garip bir doğallık katıyor.

görüntülü whatsapp araması geldi ve tüm vişne suyu hakkında yazacaklarımı unuttum. hevesimde kaçtı. oysa bi bu kadar daha yazasım vardı. lütfen insanlara önceden haber vermeden onları görüntülü aramayın. çok ayıp ve rahatsız edici bişey. cam açık, elimde vişne suyu üzerim yarı çıplak oturuyorum. nasıl açayım şimdi telefonu
devamını gör...

24

23 bitti 24'e girdim geçen günlerde. sürpriz bir erken doğum günü kutlaması bile yapıldı. hatırlamaz dediğim insanlar doğum günümü hatırladı, hatırlarlar ve şunu bunu yaparlar dediğim insanlar hatırlamadı.

doğum günümü kimse hatırlamadı ühühüh ağlaması yapmayacağım, tabi ki insanların hayatının merkezi ben değilim. hatırlamamaları, hatta hiç bilmiyor olmaları gayet normal.

böyle insanın doğum günü olunca kendini biraz şımartmak istiyor. dün mesela oppenheimer'dan çıkıp alışveriş, ardından orta halli bir yemek yedim. herşey çok pahalıydı ve x şeye z parayı verdim muhabbeti çok sıktı artık biliyorum o yüzden beni rahatsız eden asıl şeyden bahsetmek istiyorum.

bu kadar para harcamış olmam büyük bir sorumsuzlukmuş gibi geldi bana. çalışmıyorum ve ne zaman işe gireceğim belli değil. nerdeyse her akşam dışarıda bi kafede çay kahve içip arkadaşlarımla sohbet muhabbet ediyorum. bunu gerçekten haketmediğimi ve benim için çok lüks bişeymiş gibi hissediyorum.

bu durum beni çok rahatsız ediyor. kendimi şımarık hissediyorum. işin garip tarafıysa bir tarafımım bu durumdan memnun ve üzerindeki yük biraz hafiflemiş gibi hissetmesi. bişeylerin gazını alırsın ve rahatlar ya hani. onun gibi geliyor ama bunu yaptığım için kendimi çok rahatsız hissediyorum.

yine öyle depresyonumsu şeylerden bahsetmek istemiyorum o yüzden oppenheimer'dan bahsedeceğim biraz. bilet bulamadım ve en önden izledim buna rağmen beni oldukça tatmin etti. bir nolan filminden beklentim zaten az çok böyle bişeydi ve sonuna kadar beklentim karşılandı. tek kötü yanı biraz boyun ağrısı ve filmden çıkınca hissettiğim yorgunluktu.

filme gidilir mi? sorusuna cevabımsa hemen izlicem diye acele etmemek. iyi bir sinema salonunda iyi bir koltukta izlemeniz daha iyi olur.

23 çok sallantılı ve karanlıktı benim için. mutlu olduğumu düşündüğüm zamanlarda bile aslında pekte mutlu değildim. bunu aradan zaman geçince daha net farkediyor insan. "bu aralar hayatım yolunda gidiyor " dediğim dönem aslında bilgisizliğimden dolayı mutlu hissetmeme neden olmuş. bunun altından kalkarım herşey kontrolüm altından dediğim şeylerin altında ezildim biranda. hala ayağa kalkmış değilim.

işin iyi tarafı öğrenmiş olmak sanırım. bir daha kendime aynı şeyi yapmam büyük ihtimalle. ihtimal kısmınıda her insandaki hata payına veriyorum.

umarım 24 güzel olur, olmak zorunda.
devamını gör...

film izlemek

eskiden çok fazla film izliyordum. bir sinefil değilim, kendimi öyle görmüyorum sadece film izlemeyi seviyorum.

işten çıkınca günde min 1 film izleme ritüelime geri döndüm. ayda 1 bile olsa muhakkak film izlemeye devam ettim tabi ama bu biraz daha başka.

film izlemek sanki yapılması gereken bir işi yapmışım hissi veriyor bana. sanki kafamda bir tik atılıyor ve atılan o tik üzerimdeki bir yükü kaldırıyor gibi.

bu aralar yeniden seven (cinayet filmi varya o) filmini izleme isteği duyuyorum. kafamın içinde watisnthebaaaksss repliği oynayıp duruyor.

geçenlerde fark ettiğim ve beni şaşırtan bir durumdan bahsedeyim. daha önceleri ben brad pitt'i yakışıklı ve karizmatik diye filmlerde oynatıyorlar zannediyordum. buna inanıyordum ciddi ciddi. abi adam aslında çok iyi oyuncu lan. harbiden bak. yakışıklı karizmatik eyvallah sütun gibi adam ama baya baya iyi oyuncu abi. yakışıklılığı ile bu kadar gündemde olması biraz üzücü. özellikle scarlet, margot robbie gibi çok güzel kadınlara yapılan "güzel kadın o yüzden oynuyor" algısı bence bu adam içinde var. ya da bu algı sadece bende vardı ve bu artık son buldu bilmiyorum.

film izlemek bide fakir insanın erişebileceği en kolay sanat dalı ya belki o yüzden bu kadar film izlemeye takıntılıyım. babylon filminde brad pitt abimiz (burası biraz spoiler) tiyatrocu eşine tiyatro ile sinema arasındaki sınıfsal farkı anlattığı bir sekans vardı. orayı izlerseniz bu dediğimi daha iyi anlayabilirsiniz. uzatasım yok bu konuyu.

belki brad pitt çok iyi yönetmenlerle çalışan biri olduğu içinde böyle bir düşünceye kapılmış olabilirim. ne kadar iyi oynasanızda yönetmen bok gibiyse oyunculuğunuzda bok gibi görünür. aynı şey tam tersi durum içinde geçerli. bazen ortalama bir oyunculuk sergilersiniz ama yönetmen iyi olduğu için oscar kazanırsınız.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının karalama defteri

uzun süredir mücadele ettiğim, başaracağım dediğim ne varsa hepsini siktir ettim artık. sıfırdan bir başlangıç yapmak zorundayım. bu benim kararım değildi, isteğim hiç değildi. sadece devam edecek hiç gücüm kalmadı.

sevdiğim bir mesleğim vardı onu bıraktım, artık yapmayacağım. yeni bir iş bulmam gerekiyor, ne yapacağıma dair en ufak bile bir fikrim yok. hiç istemediğim bir işte çalışma olanağım yüksek.

ailemle, özellikle annemle sürekli kavga ediyoruz. o bana ben ona bağırıyoruz sürekli. öğlen yaptığımız kavgadan beri doğru dürüst hiç konuşmadık.

ağladım bugün, biraz yüzdüm. 1 haftadır nerdeyse her gün yüzüyorum. eskiden olduğu gibi. denizin içinde büyüyünce dönüp dolaşıp yine oraya gidiyor ayağınız. su içmeye üşeniyorum ama denize girmeye üşenmiyorum bu aralar.

babam eskiden haftada bir denize götürürdü beni. sadece iki saat. çarşamba günleri olurdu bu genelde. 24 senelik yaşantımla benle ilgilendiği nadir anlardan biridir. bi dönem ayda bir internet kafeye götürüyordu, sonra eve pc aldım, harçlıklarımla.

son 1.5 senem depresyonla geçiyor. daha fazlada olabilir. uzun süredir anksiyete krizi geçirmiyordum niyeyse biranda çıkageldi gene. hep aynı yerden geliyor. tek bir noktadan oluk oluk akıyor.

algıda seçicilik, şans, kader, işaret adına ne derseniz deyin hep en kötü zamanda ya da en unuttum dediğiniz anda olur bu şeyler. murphy kanunu gibi bişey olsa gerek. ne olduğundan bahsetmek istemiyorum, kabak tadı veriyor artık. çoğu şeyi de ben abartıyorum zaten. sağlam kafayla düşününce bunun denk gelmesi gayet normal, önlemi baştan almalıydım.

yazınca rahatlıyorum, daha fazla yazmam lazım. bu yazma çizme işlerine geri dönmem şart. kendi kendimi tedavi etmeliyim.

babam galiba haftada bir değil ayda bir denize götürüyordu beni tam emin olamadım şimdi.
devamını gör...

genel bir anlamlandırma çabasına girme zorunluluğu

hayatta kalmak için zorunlu olunan şey. (şahsi düşünce)

son 1 senem geçmişte birikmiş bir sürü sorunla yüzleşmeme sebeb oldu. aslında yüzleşmekten başkada çarem kalmadı demek daha doğru olur. sizin görmek istemediğiniz, hallettim ya onu dediğiniz şeyler gerçekten halledilmediyse elbet günün birinde karşınıza çıkıyor ve çok can acıtıyor.

depresyon, terapi ve yas süreci, ekonomik bazı problemler, ailevi ve kariyerle ilgili sorunlar derken son 1 sene hayatımın en kötü dönemiydi ve devam ediyor. daha bahsetmek istemediğim bazı kötü deneyimler vs onlarda var tabi.

seküler, agnostik kendince entelektüel bir adamımdır. çok okumuş etmiş biri sayılmam belki ama kendince üç beş bişey bilen biriyim. doğa üstü şeylere, rastlantılara ve kadere inanan biri sayılmam. kadere bakış açım biraz karmaşık orası farklı bir konu.

geçen sene sanırım tam bu zamanlarda tamamen rastlantısal ve keyfi bir kahve falı baktırmıştım. bakan kişiyi tanımam etmem o da beni tanımaz etmezdi. garip bir şekilde söylediklerinin %80'i çıktı ve hepsini yaşadım. bunu fal baktırın çünkü çıkıyor anlamında söylemiyorum sadece denk geldi ya da algıda seçicilikten ibaret hepsi.

geçen hafta ya da 10 gün önce filan yine tamamen rastlantısal ve görece ünlü bir kadın tarafından yine fal baktırma durumu oldu. yine tamamen eğlencesine ve rastlantısal bir şekilde.

genelde uzun vadede şeyler söyledi ve büyük bir ödülden bahsetti ama kısa vadede söylediği çoğu şey başıma geldi ve gelmek üzere. insan şaşırmıyor değil.

herşeyin bir anlamı olduğunu zannetmenin insan hayatında çok önemli bir yer kapladığına inanıyorum. anlamı olup olmamasının hiçbir önemi yok. ona inanmak ve bir dayanak edinmek şart. insanların burç, dini inanç, karma, fal vs artık neyse o bu tür şeylere çok büyük bir ihtiyacı var. ben hiçbirine inanmıyorum hepsi saçma sapan şeyler ama inanmak isterdim. çünkü safe hissettiriyor ve hayat daha katlanılır bir hale geliyor.

ateist veya ateist agnostik biriyle tanıştığım zaman ilk sorduğum soru buna nasıl katlanabildiğidir. çünkü bu katlanması ve sindirmesi çok zor bişey. biryerlerde tutunacak bir dalın olmaması insan hayatını çok zorlaştırıyor. bunu okurken hayatınızın hangi evresinde veya neresindesiniz bilmiyorum ama emin olun bir insanı bundan daha fazla yoran bişey yok. sanki zihniniz sürekli biri tarafında dövülüyormuş gibi geliyor. sürekli dayak yeme halindesiniz ve bu korunmasızlık hissi çok korkutucu bişey. bu histen kaçmak ve herşeyi daha kolaylaştırmak için bir dala tutunmak gerekiyor sanırım. böyle düşünmemin sebebi muhafazakar bir ailede büyümüş olmamda olabilir tabi kim bilir.

işin asıl doğru tarafıysa bana söylenen şeylerin çok hoşuma gitmesi ve çok güzel şeyler olması. söylediklerine inanmak istememek için ekstra bir çaba sarf etmek gerekir sanırım. aşksal bişey çıkmadı buarada varsa yoksa iş ve büyük bir başarı, global hemde.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının karalama defteri

aslında yazma işlerine küsmüştüm yazmayacaktım ama belki bir nebze olsun rahatlatır diye yazmak istedim. silerim büyük ihtimallede zaten.

ayağımdaki çoraptan, kafamdaki düşünelere kadar hepsini kendi emeğimle elde ettim.elimden tutan yol gösteren kimse olmadı. deneye yanıla, bata çıka öğrendim bişeyler. çoğu insana göre kendini geliştirmiş ve iyi yetişmiş biriyim. hatta bana aydın diyenler bile olur. bunların kendi nezdimde hiçbir önemi yok. bana aptalda diyebilirsiniz farketmez.

yaklaşık 6 ay kadar önce şuan oluşturduğum karakterimin oluşmasındaki en önemli kişi beni terketti. üstelik depresyonumun tamda ortasında. bile isteye etimi lime ede ede terketti beni. canlı canlı öğüttü adeta. kendiside ağladı zırladı, asla yapmam dediği ne varsa yaptı ve inatla kaçtı. ona sadece onu sevdiğimi söylemiştim oysaki.

24 yaşındayım ve hiç sevgi ihtiyacı hissetmedim. şımarıklık vs olarak algılanabilir orasını bilemem tabi ama girdiğim her ortamda diğerlerinden ayrılan kişi oldum. şeytan tüyünün vücut bulmuş haliyimdir. her ne kadar insanları sevmesemde onlar beni hep sevdiler. insanları kendimden uzaklaştırmama rağmen onlar bana hep kilolarca sevgiyle geldiler.

lise ve ilkokuldaki saçmasapan aşklar sayılmazsa tek sevdiğim kişi oydu. sadece romantik anlamda değil tanıdığım tüm insanlar içinde ona olan sevgime denk kimse olmadı. artık günden güne azalsa bile halen daha zirvede o var. ilk konuşmaya başladığımız 6 sene öncesinden bugüne kadar hep sevdim onu. hayatıma çok güzel kadınlar girdi çıktı, beni sevenler evlenmek isteyenler hatta beni yatağa atmak için uğraş verenler dahi oldu ama herşeyimle hep ona aittim ben.

hayatımın en önemli yerinde olmasına rağmen o, beni hayatında hiç doğru düzgün bir yere koymadı. belki kendi dünyasında koymuştur ama bana bunu hiç hissettirmedi. bana değer verdiğini ve üzülmemi istemediğini söyledi defalarca ama ne önemi varki bunun.

terk edilmenin o ateşli yıkıcı kısmı bittiğinden beri bugün üzüldüğüm kadar üzüldüğümü hatırlamıyorum. birbirimizi stalklamamak için karşılıklı herşeyi yaptık. ben bakmıyordum uzun süredir ama şeytan dürttü bi bakayım dedim. o kadar özlemişimki anlatamam. sesini, gülüşünü yürüyüşünü. onun bir yürüşü vardır mesela (kendini güzel ve mutlu hissettiği zamanlar yapar genelde) kollarını yavaşça açar, adımları keskin ve yavaştır. süzülür gibi yapıp 4-5 adım atar arkasını döner ve gülümser. bu onun ben mutluyum yürümesidir.

şöyle bi düşündümde bunu okusa herhalde hele hele laflara bak hele derdi. hoşuna gitse bile bunu pek belli etmez :)

en az 10 defa söylediğim ama her seferinde neden yapmayacağını anlattığı şekilde saçlarını kestirmiş. bakır renkli saçlarını sarıya boyatmıştı yine bakıra çevirmiş. yaz gelsede giysem dediği kıyafetlerini giymiş arkadaşlarıyla tatile çıkmış. en son haberleştiğimiz ve 7-8 senelik gözü gibi baktığı twitter adresini kapattıktan 2 hafta sonra üstelik. mutluydu ama biliyomusunuz, gözleri aynı gülüyordu yine. olgun ve hüzünlü bir gülüşü vardır onun. aynı öyle gülüyordu. sanki rahatlamış üzerinden beni atmış gibiydi. hayatını düzeltmişti belkide.

o kadar özledimki onu kafayı yemek üzereyim. ağladım ağlicam yine hayatım boyunca sadece ama sadece onun için ağladım ben. beni ağlatabilen tek kişi o oldu. ona olan ilgi ve sevgimin yarısını bile anlatamadım ona mesela. bana o şansı asla vermedi. seni seviyorum demem gitmesine yetti. arkadaş kalmak için yalvardı bana istemedim. nasıl arkadaş olarak bakacaktım ki zaten.

sevdiği başka biri var biliyorum. büyük ihtimalle sevdiği kişiyle asla beraber olamayacak aynı benim gibi. ağlamak istemiyorum sadece artık ondan kurtulmak istiyorum. normal şartlarda normale dönmem unutmam lazım ama olmadı bi türlü. depresyon, terapi süreci, onun yokluğu, ekonomik buhran içinde olmam en yakın arkadaşımın yokluğu filan hepsi üst üste geldi ondandır belki.

çok korkuyorum mesela ondan, en ufak bişey yapsa yemin ederim hiçbirşey olmamış gibi yeniden başlarım gözüm hiçbirşeyi görmez. enayilikse enayilik napayım seviyorum ben bu kızı.

en büyük duam hayatının aşkını, dünyalar kadar seveceği birini bulması. anca bu şekilde rahata kavuşurum bende. bana döner, bir hareket yapardı tekrar ağzıma sıçılır diye ödüm kopuyor. lütfen bana ümit verme veya geri dönme yalvarırım sana.
devamını gör...

türkiye

özellikle internet dizilerinde çok fazla karşılaşılan bir karakter vardır. işinde gücünde, sabit bir geliri olan 2 çocuklu ve güzel bir eşi olan adam...

bu adam bir gün işten çıkar ve hep içinde olan ama yapamadığı birşeyi yapmaya karar verir. toplumun başka bir gözle bakacağı şey olur bu genelde. ya kafasına deri bir seks maskesi takar ya da freak.

gündüz normal hayatına devam ederken gece toplumun istemediği kişi olur. günden güne karakteri değişir ve sadece gece olduğu kişi olmak için yaşamaya başlar.

gece olduğu kişi gittikçe hayatını tepetaklak etmeye başlar. sakladığı kişiliği bir sürü saçma sapan yalanlara dayanamaz ve biranda ortaya çıkar. hayatı tepetaklak olur.

derin bir depresyona giren adamımız son sahnede artık ne gündüz yaşadığı adamdır ne de gece. hayat ona iki farklı kişiliğide yaşamasına izin vermemiş başka bir hayat çizdirmiştir. ailesini kaybetmiş, gece yaşadığı hayatında tanıştığı insanlar ortadan kaybolmuştur. yaralı, yorgun ama gelişmiş daha olgun bir adama dönüşmüştür. her iki hayatınıda kaybederek çok büyük bir bedel ödemiştir.

bu tür dizilerde adamın hayatını izlerken, eşini, çocuklarını, anne babasını ve hatta arkadaşlarınıda izleriz. hepsinin bambaşka bir sorunu vardır. mesela eşi ilgisiz kaldığını düşünüp başka kollara gitmek ister. bazen giderde. çocukları okulda zorbalığa maruz kalır,babalarıyla çokca kavga ederler. belki adamın babası camiye gidip gelir ya da kumarbazın tekidir. fakat onca yaşına ve yaşanmışlığa rağmen cebinde beş kuruş parası yoktur. adamın arkadaşıysa klasik şirketi dolandıran kişidir. bu hikayelerde hep yalancı ve hırsız vardır.

tüm bu karakterler başroldeki adamın gece hayatını duyduğunda önce şok olurlar. işin komik tarafıysa bunu öğrendiklerinde adamdan çok onlar rahatlarlar. belki o kişi olmadıkları için şükür duyarlar kim bilir.

aslında bana sorarsanız şükürden çok adamın öyle biri olması umurlarında bile değildir . adam kendi kendine paranoyaklık yapmıştır sadece. bu durumu söylemek ve alınacak tepkinin belirsizliğidir bütün olay. adam için altından kalkması zor bir durumdur, herkes gibi.

işte ben bu adamı hep türkiye'ye benzetiyorum. kağıt üzerinde güzel bir hayatı olan ama olmak istemediği bir hayatı olan. sağdan soldan baskıyla sıkıştırılan, kendi olmak için çok fazla çaba sarf etmesi gereken kişi. kendine yakın hissettiği kişiler tarafından bile dışlanmış çıkış yolu bulamayan, hem o hem o olan.
devamını gör...

stiletto (kısa film)

şuan mubi'de gösterimde olan, yönetmenliğini ve senaristliğini can merdan doğan'ın yaptığı 2021 yapımı kısa film. başrollerinde (bkz: murat kılıç) ve (bkz: nihal yalçın) var.

gece taksicilik yapan hasan yolda gördüğü kadının stiletto ayakkabılarından çok etkilenir ve unutamaz. hasan'ın arzuları uyanmış ve ona 43 numara stiletto ayakkabı aldırmıştır. fakat hasan bu durumu eşine ve çocuklarına nasıl anlatmalıdır.

film beni tatmin etti. zaten çokta fazla birşey beklemiyordum. şu aralar izlediğim filmlerden çok fazla bişey beklemediğim için sanırım tatmin duygum daha fazla oluyor. konusunu bile bilmeden filmi pat diye açıp izlemek hem spoiler'ı önlüyor hemde beklenti + veya - olmayıp nötrde kaldığı için film neyse ona göre yorum yapabiliyorsunuz. bu benim şahsi düşüncem tabi.

insanları giydikleri ve yaptıkları şeyleri yargılamamıza neden olan şeyin toplumun bize zamanla öğrettiği yargılar olduğunu anlatıyor. bundan sonrası spoiler olacak ama anne karakterinin olaya tepkisiyle çocukların tepkisi arasındaki fark tüm 18 dakikanın özeti aslında. filmin sonunda sanki bir cümle var mesajı gayette açık.

oyunculuklara gelecek olursak murat kılıç'ı ben seviyorum. hiç 10/10 hatırlamıyorum ama hep bi 10/7-7.5' u var ve bunun altınada hiç inmiyor. hem oynadığı filmler hemde oyunculuğu hep bu seviyede. çok kötü performansları varsada bana denk gelmemiş diyeyim.

nihal yalçın'ı bir türlü sevemiyorum ben. oyunculuğu bana abartı ve yapay geliyor. ben çok iyi oyuncuyum bakın demeye çalışıyor her seferinde. ona bakınca bunun bir film olduğunu ve kadınından rol yaptığını farkediyorum. izlediğim şeyden çok onun abartı oyunculuğuna bakmak zorunda kalıyorum her seferinde. maalesef kadiköy solcularının söylediği gibi (bana göre) iyi bir oyuncu değil.

öyle bahsedilecek bir sinematografi yok filmde. çoğu daha önce defalarca gördüğümüz teknikler. bu konuda eleştirmek anlamsız olur ama bana göre.

kısa filme puanım 10/7.3
devamını gör...

the humans

stephen karam'ın 2021 yapımı filmi.

birigid ve richard hem yeni taşındıkları evi kutlamak hem de şükran gününü birigid'in evinde kutlamak için bir araya gelirler. yemekler yenir, içkiler içilir. gecenin ilerleyen saatlerinde aile içinde halının altına sürülen sorunlar gün yüzüne çıkmaya başlar.

öncelikle sinematografisini çok sevdim. özellikle son sahnedeki o açı cidden çok hoşuma gitti. direkt sinematografisini övmemin nedeni bu konu hakkında 1 ödül birde adaylığının bulunması.

film tek mekanda geçiyor. izlemeden önce "ben tek mekan filmlerini seviyor muyum?" diye kendinize sormalısınız. eğer seviyorsanız evet bu filmi izleyebilirsin, hayır ama yok sevmiyorsan burası sana göre değil.

the walking dead'de bi tane japon mu koreli mi olduğu tartışılan bir çinli vardı. o (bkz: steven yeun) oynuyor, diğer 4 oyuncuyu tanıyan yoktur burda. bende tanımıyorum çünkü.

bu aralar benimde çok fazla hissettiğim şeyi anlatıyor film. yaş ilerleyip zaman aktıkça aile fertlerinin arasındaki bağın kopuşu; günümüz modern insanının (ki bu ne demek bilmiyorum) iş, kariyer, para kısaca hayatın doğal akışına kapıldıktan sonra istemsizce birbirinden uzaklaşmasını anlatıyor.

bu uzaklaşma, zamanında bazı yaşanmışlıkların halının altına sürülmesi ve eskisi gibi sık görüşmediğin aile fertlerinle en ufak fırsatta bu fırsatların gün yüzüne çıkmasına neden oluyor. senin dna'nı taşıyan, senin kanından olan insanlara, anne, baba, kardeş, dayı, amca dediğin insanlara nasıl düşman olunabildiğine değiniyor. ince ince birbirine laf sokmalar, karşı tarafı şakayla karışık acıtmak istemeler filan. çok şeyden bahsetmek istemek ama karşı tarafı kırmaktan, o incelmiş bağı tamamen kopartmaktan korktuğun için sürekli susmak, susturulmak. bu kadar yakın olduğun insanlara bu kadar uzak olmak anlatılıyor.

yazacak daha çok şey bulabilirim tabi ama konu uzun ve derin. başka bir entry girmek gerekir. film bence gayet güzel. sinefil olduğunuzu iddia ediyorsanız kesinlikle izleyin, yok ben aksiyon, fantastik macera seviyorum diyorsanız sizlik birşey yok.

filme puanım 10/7.7
devamını gör...

gone girl

dün akşam 5. defa izlediğim, bana göre dünyanın en iyi ilk 10 filmi arasında olan film.

sevgililik ve evliliklerinin başlarında mükemmel bir ilişki yaşamış fakat zamanla aralarındaki aşk, sevgi ve saygıya dönmemiş bir çiftin hikayesini anlatıyor.

david fincher (yönetmen) google'a samimiyetsiz gülüş yazdığı ve görsellerde ben affleck'in çıkması sonucu ben affleck'e bu rolü verdiği söylenir. doğru yanlış orasını bilmiyorum tabi. bu hikayenin doğruluğu bana gerçekçi geliyor açıkcası. çünkü ben affleck gerçekten duruş, bakış olarak garip bir adam. insana hiçbir şekilde güven vermiyor. cebindeki 10 lirayı bile bu adama emanet etmezsin öyle bir duruşu var. zaten bu dış görünüşü bu filme cuk diye oturmuş bence.

rosamund pike mükemmel oynamış. hatta bana göre mükemmel demek bile az kalır. kariyerinin zirve oyunculuğuna imza atmış. zaten onunda tipine, duruşuna bakacak olursak o da bu role çok uygun bence. belki de bu filmi bu kadar iyi yapanda bu çok iyi cast seçimi.

bu arada rosamund pike bu rolle oscar'a aday olmuştur.

film yavaş işliyor. aslında bu, film için birazda zaruret gibi geliyor bana. filmin diğer yarısından sonraki o tepetaklak duruma hazırlıyor seni. ince ince emin adımlarla örüyor adeta. karakterlerin nasıl olduğu, neden bunu yaptığını veyahut yapabileceğini anlatıyor. film bittiğinde kafada hiçbir soru işaretide bırakmıyor.

bazılarına sıkıcı gelebilir ve bu bana göre gayette normal. çünkü gayet yavaş bir film. sabretmek gerekiyor. fakat sabrın sonu selamettir diyerek mükemmel bir yere evriliyor film. bu zamana kadar önerdiğim ve izlettiğim kim varsa bu filmi beğenmiştir. hayatı boyunca doğru düzgün film izlememiş insanlar bile.

filme puanım tabi ki yüksek. 10/9.1
devamını gör...

yeraltı (film)

niyeyse herkesin çok beğendiği ama benim nedense beğenmediğim film. blu tv üyeliğiniz varsa ordan bulabilirsiniz.

muharrem adında, eskiden yazarlık yapmış fakat şimdilerde memurluk yapan bir adamın hikayesini anlatıyor. muharrem böyle garip saçma sapan bir adam. kendiyle çok fazla derdi var. işin kötü tarafı o derdinin insanlarla olduğunu zannediyor.

filmin atmosferi, çekim açıları (klasik övgü cümleleri) hepsi hoşuma gitti. hoşuma gitmektende öte baya baya beğendim. oyunculuklarda gayet güzel. hatta tirad atılan sahnelerde, diğer yan karakterlerin mimikleri, duruşları, hal hareketleri o rahatsızlıkları filan çok iyiydi. zaten bildiğim kadarıyla çoğu oyuncuda tiyatrodan gelme. bu da dikkatli izleyince belli oluyor zaten. biraz bişey izleyen biri çok rahat anlayabilir bence.

engin günaydın müthiş oynamış ona diyecek bir lafım yok. zaten çokta iyi bir oyuncu kendisi. çokta beğeniyorum açıkcası. iyi bir kumaşı var bana göre.

fakat zeki demirkubuz abime birkaç laf edeceğim.

abi senaryo çok kötü ya. kastıkça kasmışsın. film o kasılmışki artık izlenecek bir hali kalmamış. ne diyorsun babacım sen. ne anlatıyorsun? anladı yeraltından notlar okumuş, hatta çokta beğenmişsin. bende beğenerek okudum kıtabı ama onu yazan kişi dostoyevski ve onu yazdığında daha 19. yüzyılda filandık. 2012 yapımı bir film ama 2022'de izleyince öğğk yaptırıyor insana. sırf bu yüzden çok puan kırdım bu filmden.

bu filmi izlemek istiyorsanız önce gidin yeraltından notları okuyun ondan sonra izleyin derim. hee ama yok biraz karamsarlık istiyorum birazda engin günaydın göreyim diyorsanız açın izleyin işte.

filme puanım 10/6.0
devamını gör...

bilmemek (film)

rastgele açıp izlediğim, minimum miktarda beklentim olduğu için beni hayal kırıklığına uğratmayan film.

birbirinden kopmuş, artık ilişkileri bitmiş selma ve sinan'ın 17 yaşında, umut adında bir oğulları var. umut su topu ile ilgileniyor. su topu takımının arasında, umut'un eşcinsel olduğuna dair bir dedikodu dolaşıyor. dedikodu umut'un hayatını baştan aşağı değiştirmeye başlıyor.

bu aralar türk filmleri izliyorum. dün gecede (bkz: yeraltı (film)) filmini izledim. zeki demirkubuz'la serüvene başlayınca biraz napıyorum ben dedim. ağır geldi biraz bana. üstelik, kuytu köşede kalmış filmleri izleyip keşfetmek daha çok hoşuma gittiği için bilinen, gündemdeki filmleri çok fazla izlemekte istemiyorum. en azından şimdilik böyle bir huy geliştirdim kendime.

filmden çok fazla beklentim olmadığı, hatta hakkında hiçbişey bilmediğim için oldukça tatmin etti beni. nötr başladığım filmi +3,4 puanla bitirdim.

yerinde, abartısız iyi oyunculuklar var. sinan karakteri biraz gözüme battı ama sanırım o da karakterin yazımıyla alakalı. levent üzümcü'yü görmekte şaşırttı beni nedense. uzun zamandır dizi, filmde görmemiştim sanırım kendisini.

işte, evde ve okulda insanın yaşadığı sıkışmışlığı gözümüze soka soka vermiş. özellikle baba karakteri sinan'ın sahnelerinde. çocuk sahibi olmanın ne kadar büyük bir sorumluluk olduğunu, nelere katlanıldığını anlatmak istemiş. ki sadece baba üzerinden değil, anne üzerindende çarpıcı bir şekilde anlatmaya çalışmış. (ufak spoiler) canı ciğeri olan kardeşiyle, oğlu için mahkemelik oluyor kadın. (spoiler bitti)

çocuk sahibi olduktan sonra evlilik sadece çocuğun geleceği için sürdürülüyor sanırım. daha önce evlenmedim ve çocuğum yok sadece bu film ve çevremde gördüğüm kadarıyla olaya vakıfım. tanık olduğum, içli dışlı olduğum evliliklerin çoğu çocuk için devam ettiriliyor.

işin garip tarafıysa birbirini sevmeyen bir çiftin çocuklarınada çok fazla faydasının olmaması sanırım. çocuk için durumu dahada fazla zorlaştırıyorlar. boşansalar çocuğun hayatı daha kolay olacağına eminim. çevremde anne ve babası boşanan çok kişi var ve hepsi ebeveynleri boşandığı için daha rahat ve mutlular.

çocuğun için devam ettirdiğin o evlilikte, çoğu şeye katlanmaya çalışırken çocuğunu gözden kaçırmaya başlanıyormuş gibime geliyor. verilene emek ve heba edilen yılllar durumu dahada kötüye götürüyor ve sen farkında bile değilsin. herşeyi çocuğum için yapıyorum diyip kendini bir nebze rahatlatıyorsun ama çocuğa dönüp bir kere bile bakmıyorsun.

neyse ebeveyn dersi verecek yaşta ve tecrübede değilim. izlemeseniz birşey kaybetmezsiniz, izlesenizde birşey kazanamazsınız ama kötü bir film değil. filme puanım 10/6.9
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim